Nazım Hikmet'i, ölümünün 49. yılında saygıyla anıyorum


Sadece Türkçenin ve Türkiye'nin değil, insanlık aleminin
ve evrensel şiir dünyasının büyük simalarındandır Nazım Hikmet Ran

Bugün takvimler 3 Haziranı göstermekte.

Bugün, Türk şiiri bakımından önemli bir gün.

Bugün, modern Türk şirinin kurucularından, Türkçede serbest nazımla şiir yazılmasının öncüsü 'Mavi Gözlü Dev''in, Nâzım Hikmet Ran'ın (15 Kasım 1901, Selânik - 3 Haziran 1963, Moskova) aramızdan ayrılışının  49. yılı.

Nazım Hikmet'i anmak istediğinizde, ne yapmalısınız ki, bu, Nazım'ın oluşturduğu anlam küresine yakışsın, onun bir parçası olsun, onu yanında / içinde sakil durmasın?


Bu soru, tartıştığım mahiyetteki bütün problematiklerin müşterek ve beylik parçasıdır, adeta tabii uzantısıdır.

Sadece ülkemizin ve Türkçemizin değil; aynı zamanda insanlık aleminin tamamının müşterek tahayyül ve tasavvur aleminin ve insanoğlunun binlerce yıl boyunca yarattığı o müthiş edebi birikiminin 20. asra tekabül eden diliminin de en önemli edebi ve sosyo - politik fenomenlerinden olan bu büyük ozanı anmanın en 'yakışan' yolu - yordamı, hiç kuşku yok ki, onun şiirlerinden birisini paylaşmaktır.


Ben de öyle yapacağım.

Mezarının halâ Moskova'da olmasını üzüntüyle karşıladığım şairi, vulger materyalist olan felsefi tözüne katılmamama karşın, beni idealizm - materyalizm dikotomisinde derin düşüncelere sevk etmesi bakımından çok sevip sık sık okuduğum 'Berkley' şiiriyle anıyorum.


İşte, şairin, inançları ve ideolojisi doğrultusunda idealizmi yerden yere vurmak amacıyla yazdığı o şiiri:

Berkley

Behey 
Berkley! 
Behey on sekizinci asrın filozof peskoposu. 
Felsefenden tüten günlük kokusu 
                        başımızı döndürmek içindir. 
                        Hayat kavgasında bizi 
                        dizüstü süründürmek içindir. 
Behey 
Berkley, 
Behey Allahın 
                Cebrail şeklindeki Ezraili, 
Behey on sekizinci asrın en filozof katili! 
Hâlâ geziyor İskoçya köylerinde 
                      adımlarının sesi. 
Hâlâ uluyor adımlarının sesine 
                       tüyleri kanlı bir köpek. 
Hâlâ 
     her gece titreyerek 
                     görüyor gölgeni İskoçya köylüleri 
                                                                        evlerinin 
                                                                            camlarında! 
Hâlâ 
     kanlı beş parmağının izi var 
            o beyaz buzlu camlar gibi şimal akşamlarında! 
Behey 
Berkley! 
Behey meyhane kızlarının kara cübbeli kavalyesi, 
                                        Kıralın şövalyesi, 
                                        sermayenin altın sesi, 
                                        ve Allahın peskoposu! 
                            Felsefenden tüten günlük kokusu 
                                        başımızı döndürmek içindir. 
                            Hayat kavgasında bizi 
                                        dizüstü süründürmek içindir! 
Her kelimen 
                 kelepçelerken 
                                       bileklerimizi, 
kıvrılan 
           bir yılan 
                gibi satırların 
                            sokmak istiyor yüreklerimizi. 
Beli hançerli bir İsaya benziyor resmin. 
Sivriliyor kitaplarından ismin 
                                  sivri yosunlu ucundan 
                                                        kızıl kan 
                                                          damlıyan 
                                                               yeşil bir diş gibi. 
Her kitabın 
            diz çökmüş önünde Rabbın 
                             kara kuşaklı bir keşiş gibi.. 
Sen bu kıyafetle mi bizi kandıracaktın, 
                                              inandıracaktın? 
Biz İsanın vuslatını bekleyen 
                                   bir rahibe değiliz ki! 
Behey 
Berkley! 
Behey tilkilerin şahı tilki! 
Çalarken satırların zafer düdüğü, 
küçük bir taş parçasının en küçüğü 
      imparatorların imparatoru gibi çıkınca karşısına, 
      hemen anlaşmak için 
                           bir kapı açıyorsun, 
      binip Allahının sırtına 
                              soldan geri kaçıyorsun! 
      Kaçma dur! 
      Her yol Romaya gider, 
                 — bu belki doğrudur — 
      fakat 
              fikri evvel gören her felsefenin 
                      safsata iklimidir yelken açtığı yer! 
      Bu bir hakikat 
                  — hem de mutlak cinsinden — ! 
İşte sen 
      işte senin felsefen: 
Sen o sarı kırmızı rengini gördüğün 
                    cilâlı derisine parmaklarını sürdüğün 
                              parlak 
                                  yuvarlak 
                                          elmaya: 
                                              «Fikirlerin bir 
                                                         terkibidir,» 
                                                                      diyorsun! 
Dışımızda bize bağlanmadan 
                                var olan 
                                       varlığı 
                                             inkâr ediyorsun! 
Şu mavi deniz 
     şu mavi denizde yüzen beyaz yelkenli gemi, 
kendi kendinden aldığın fikirlerdir, öyle mi? 
Mademki kendi fikrindir yüzen gemi, 
mademki kendi fikrindir umman, 
ne zaman var, 
              ne mekân! 
Ne senin haricinde bir vücut 
                      ne senden evvel kimse mevcut, 
                              ne senden sonra kâinat baki 
bir sen 
      bir de Allah hakikî. 
Lâkin ey kara meyhanelerin sarhoş papazı! 
Senin dışında değil miydi 
kıllı kollarında kıvranan meyhanecinin kızı? 
Yoksa kendi altında sen 
                      kendinle mi yattın? 
Diyelim ki senden evvel baban yok 
                                       İsa gibi. 
Yine fakat bacakları arasından çıktığın 
                                 Meryem gibi bir anan da mı yok! 
Diyelim ki yapyalnızsın 
                        Turu Sinada Musa gibi, 
ne yazık! Tevratını okuyan da mı yok! 
Çok yalan söylemişsin çok. 
Sen emin ol ki Berkley 
        — olmasan da zarar yok — 
                bu şi're benzer yazıda hissene düşen şey: 
                                biraz alay 
                                      biraz şaka 
                                              ve birkaç tokat 
                                                  — eldivensiz cinsinden — 
Neyleyim? 
        Neş'e kavganın musikisidir. 
Kavgada kuvvetini kaybetmiş gibidir biraz 
                               neş'enin çelik ahengini duymayan adam; 
neş'e ... iyi şeydir vesselam, 
                                         — baş döndürmezse eğer — 
ve işte bizimkiler 
                     güldüler mi, 
                                    ağız dolusu gülüyorlar. 
Kabahat onların kuvvetinde: 
                                           yoksa ne sende 
                                                                 ne de bende! 
Dinle Berkley! 
— dinlemesen de olur — 
Biz dinleyelim: 
Beynimiz bal yoğuran 
                          bir kovan. 
Ona balı dolduran 
                         arıdır hayat. 
Aldığımız hislerin 
                            sonsuz derin 
                                      pınarıdır kâinat! 
Kâinat geniş 
                   kâinat derin 
                         kâinat uçsuz bucaksız! 
Biz onun parçaları, 
      biz ondan doğan bir sürü bacaksız! 
Biz o bacaksızların 
    — anasını inkâr etmeyen cinsi — 
Çünkü biz 
     emredenlere emir verenlerden değiliz! 
Bağlıyız toprağa 
                kalın halatlar gibi kollarımızla! 
Çelik dişleri şimşekli çarklılar 
          koparırken kara toprağın esrarını, 
biz 
   seyretmedeyiz 
           cihan içinden cihanların 
                                      doğuşunu; 
           kehkeşanların 
               gümüş aydınlığında! 
Görmüşüz, 
        görmedeyiz 
            yılların yollarında toprak oluşunu 
                                               kızıl kadife dudaklı kızların! 
Çiziyor hareketi gözlerimize 
                              sonsuz maviliklerde 
                                        kuyrukluyıldızların 
                                               sırma saçlarından kalan izler. 
Her habbe koynunda bir kubbeyi gizler!.. 
Şu denizler, 
şu denizlerin üstünde denizler gibi esen, 
                           rüzgârların uğultusu. 
Şu ipi kopmuş 
         inci bir gerdanlık gibi damlayan su, 
                               şu bir damla su, 
uzaklaştıkça, yaklaşılan 
                                        hakikati gizler.. 
Her yeni ummanla beraber 
                bir yeni imkân! 
Kâinat geniş 
              kâinat derin 
                      kâinat uçsuz bucaksız! 
Behey! 
Berkley! 
Behey bir karış boyuna bakmadan 
                 Karpatları inkâr eden cüce! 
Ahrete gittiysen eğer 
               oradan bir taç gönder, 
süslemek için Allahının kafasını! 
Fakat buradan 
       topla hemen tarağını tasını, 
                        Haraç mezat! 
                           Haraç mezat! 
götür pazara bir pula sat: 
Topraktaki saltanatın 
                         göğe çıkan tahtını! 
Yok üstünde tabiatın 
                   tabiattan gayri kuvvet!.. 
Tabiat geniş 
                  tabiat derin 
                           tabiat uçsuz bucaksız!..

1926

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder