Türkiye'nin ilk vicdani retçisi Tayfun Gönül bu dünyayı terk etti

Tayfun Gönül (1958 - 2012)
Türkiye’nin ilk vicdani retçisi, ekolojist ve anarşist Dr. Tayfun Gönül, gülümsemenin çok yakıştığı biriydi


Meral Okay gibiydi; candan, yürekten, içten ve biraz da müstehzi gülümsemeyi; insanı içine çekiveren bir ambiyans inşa etmesini; bulunduğu ortamın olumlu bir ruh hali kazanmasına katkı veren kahkahalar atmasını çok iyi becerirdi. Nikotin, tein ve kafein'in kara-kahverengi yaptığı dişleri rahatsız etmezdi sizi, onun o kocaman kocaman gülümseyen çehresine bakmanız. O derece doğaldı duruşu anlayacağınız. Neredeyse 30 yıl önce tanışmış, bir kaç yıl oldukça yoğun yaşam pratiklerini paylaşmış, ardından da, her birimiz kendi menkıbelerimizin peşinden giderek kopmuştuk diğerimizden.

İşte o adam, Tayfun Gönül, 30 Temmuz 2012 gece yarısına doğru, bizleri ve bu dünyayı terk edip gidiverdi.

İyi okullarda iyi eğitim almış, çok zeki biriydi

Tayfun Gönül çok zekiydi. Bu vasfı, hayatı boyunca onun ayır edici vasıflarından birisi olagelmiştir.
Ankara Fen Lisesini bitirdikten sonra kazandığı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinden, aktif olarak siyasetle uğraşması yüzünden, normal süresinden daha uzun bir sürede, 1984’de mezun olan Gönül, 12 Eylül 1980 askeri darbesi öncesine ve hemen sonrasına denk düşen üniversite öğrenciliği sırasında, sol - sosyalist kamuoyunda ‘Aydınlıkçılar’ olarak anılan Doğu Perinçek ve arkadaşlarının yanında, Çin Komünist Partisi’nin ve Mao Ze Dung’un görüşleri doğrultusunda ve TİİKP saflarında siyasi faaliyette bulundu.
Tayfun’un Çiçeği burnunda bir doktor olarak Hacettepe Tıp Fakültesini bitirdiği 1984’de, Türkiye toplumu, 12 Eylül askeri faşist diktasının derin tahribatını en ücra dokusuna değin yaşamaya devam ediyordu. Bu süreç, yıllardır parçası olduğu ‘reel sosyalizm’in Çin versiyonunu eleştirmeye başlayıp, özgürlükçü, hatta giderek de ‘liberter’ bir çizgiye doğru kaymaya başladığı bir dönem olarak öne çıkar Tayfun’un hayatında.

Reel sosyalizmden liberterliğe evrilen bir hayat

Tayfun Gönül’le yollarımız işte tam da bu sırada, 1983 – 1986 arasında, her ikimizin de ‘liberter, insancıl, güler yüzlü bir sosyalizm mümkün olabilir mi?’ sorgulamasını yaptığımız spesifik ve tarihi bir dönemde çakıştı. 12 Eylül faşizmine tavır almak isteyen çok farklı tandanslardaki sosyalist gençlerin oluşturduğu oldukça renkli bir topluluk tarafından çıkarılan Yeni Olgu Dergisi, Tayfun Gönül’le paylaştığımız ilk müşterek plâtformdu. Yeni Olgu süreci 1983’ün ilkbaharında başlamış, 1984’ün sonunda da nihayete ermişti.
1985 yılında yaşanan ve Türkiye’nin ilk ekolojist-alternatif-yeşilci komünü olarak vasıflandırabilecek olan ‘ortak yaşam oluşumu’ndaki birlikteliğimiz, Tayfun Gönül’le yaşadığımız ikinci hayat pratiğidir.
Aynı yıl, Yeni Olgu ve ‘ortak yaşam oluşumu’ndan sonraki üçüncü birlikteliğimizde de yine yan yanaydık Tayfun Gönül’le. Bu, Cağaloğlu, Molla Fenari Sokak’taki İtaka Geçlik Merkezi’ydi. Bahse konu merkez, Yeni Olgu sürecinde bir araya gelen, ‘ortak yaşam oluşumu’nda ilişkilerini geliştiren yeşilci-alternatifçi-liberter grubun son müşterek yaşam pratiği olacaktı. Bunun ardından, yaklaşık 25 kişilik grup parçalanacak, herkes kendi yoluna gidecekti.

Türkiye’nin ilk vicdani retçisiydi

Tayfun Gönül, İtaka deneyiminden sonra; anti-militarizmin, vicdani retçiliğin ve felsefi anarşizmin bu topraklarda yeşerip kökleşmesi için yoğun bir çaba içerisine girmişti. Birçok anarşist dergiye katkı veren, bazılarının da çıkarılmasında tayin edici rol oynayan Gönül, 1989’da zorunlu askerliğe vicdani ret temelinde karşı çıkan ilk TC vatandaşı olarak kayıtlara geçti.
Başta Sokak Dergisi olmak üzere, görüşlerine yer vermeye cesaret eden mecralarda ve katıldığı çok sayıdaki toplantıda tezlerini dillendiren Tayfun Gönül, bunların yanı sıra, Kaos Yayınları'ndan çıkan "Düzenden Kaosa/ Zuhur; Gediz Akdeniz İle Söyleşi Kitabı", "Anarşizm Nedir?" ve "Tıp Etiğinde Yeni Bir Paradigma Arayışı: 'Karmaşıklık-Ölümle Barışmak'" gibi üç yayına da imza atmıştır.
Askerlik yapmadığı için mesleği olan doktorluğu ancak kaçak yollarla ve kenar mahallelerdeki polikliniklerde gece nöbetleri tutarak icra edebilen Gönül, bu yüzden de zor ve meşakkatli bir hayat sürdürmüştür.

Sağlık insanıydı, ancak sağlığına zerrece dikkat etmezdi

Askerliğini yapıp, 'normal' prosedürler içinde hekimlik yapsa, sistemin kendisine sunduğu kariyer hiyerarşisi ve sosyal piramit düzeninde yükselir, iyi para kazanır, neticede de toplumun 'saygın' bir üyesi olurdu.

Oysa Tayfun Gönül, böylesi bir devam yolunu bir an olsun aklından bile geçirmemişti. O, toplumun marjında, ama, ilkelerinin ve ütopyasının da ağırlık merkezinde kurduğu bir ilkeler adasında yaşamayı tercih etmişti.

‘Korsan’ bir şekilde gerçekleştirdiği doktorluğun yanı sıra, eski kitap satıcılığı, takıcılık ve balıkçılık gibi çok farklı meslekler üzerinden de para kazanmaya çalışan Tayfun Gönül, esasen bir tıp insanı olmasına karşın, sağlığına zerrece dikkat etmemesiyle de dikkatleri üzerine çeken bir simaydı. Daha önce iki kere kalp krizi geçirmesine karşın, beslenme rejimine ve sigara içmemesi merkezindeki uyarılara hiç özen göstermemesi; hayatı 'güvenlik-sağlık-fit olmak-güzel görünmek-genç kalmak' üzerinden okuyan günümüzün orta ve üst-orta sınıf insanına hiç kuşkusuz 'uzunca bir süreye yayılmış bir intihar prosesi' olarak gözükecektir.

Dr. Gönül hayatının son yıllarında çok kilo almış, üstüne üstlük, ciddi solumunm sistemi rahatsızlıkları yaşamasına karşın, günde üç paket sigara içmekten de imtina etmemişti.
30 Temmuz gecesi geçirdiği ağır kalp krizi, bu koşullar altında, onun kendisine karşı olan özensizliğini bilenler için hiç de sürpriz olmayan bir finaldi doğrusu.

Tayfun Gönül anakronik bir kalenderi dervişi gibiydi

1975 – 2012 periyodunda, Türkiye’nin en karışık, en muhataralı, en kritik süreçlerinin içinde aktif bir eyleyici olarak öne çıkmasına karşın; Türkiye Toplumsal Formasyonuna damgasını vuran genel sertlikten, yaygın hoşgörüsüzlükten, derin empati noksanlığından, patetik eleştiri ve espri düşmanlığından, çok sert bir ötekileştirme alışkanlığından ve neredeyse bütün beşeri ilişkilerimize hakim olan nadanlık ve nobranlıktan zerrece nasibini almamış olan Tayfun Gönül; ‘geç kalmış bir kalenderi dervişi’, gönül ve muhabbet ehli bir sufi gibi yaşadı ve ayrıldı aramızdan.
Onunla, kısa bir süreliğine bile olsa, konuşan birisinin, Tayfun’un sigara, çay ve kahve içmekten kara-kahverengi olan dişlerini, tütünden sararmış parmak uçlarıyla bıyıklarını, yumuşak ses tonunu ve ama özellikle de canı gönülden ve taa yürekten gülümseyebilmeyi beceren çehresini unutmasının zor olacağını düşünüyorum.

Düzenle bütünleşse, sistemin parçası olsa çok para kazanabilir, çok başarılı olabilir; toplumun 'saygın' ve önde gelen bir ferdi olarak takdir edilebilirdi. Bunun için gereken bütün alt yapıya, arka plâna ve donanıma fazlasıyla sahipti. Ancak Tayfun Gönül bu doğrultuda ne bir talebe, ne bir arzuya sahipti. O, sadece özgür, onurlu ve mutlu olmak istiyordu. Yaşadığı hayatında bunu yeterince gerçekleştirdiğine inanıyorum.

Efendisiz, devletsiz, hiyerarşisiz ve 'Süper-Varlık'sız bir hayat sürdü

Sen, hayatın herhangi bir alanında kendisini otorite ve iktidar odağı olarak kabul ettirmesini becermiş bir 'efendi'ye, devlet de dahil olmak üzere hiyeraşik bütün organizma ve organizasyonlara ve özellikle de metafizik referanslar üzerinden kurulan aşkın-müteal-transandan bir 'Üst-öte-süper Varlık'a ihtiyaç hissetmeden yaşamasını becerenlerdendir.

Şu an neredesin ve bizi terk ettikten sonra ne yapıyorsun, bilemiyorum doğrusu Tayfun. Ancak, orada da bir yol bulacağına, bu olmadığı takdirde de, kendine özgü bir yol açacağına olan inancım tamdır.

Yolun açık olsun Doktor!

Tayfun Gönül’ün yaşama bakışı açısını ve politik duruşunu ayrıntılı olarak yansıtan, ocak 1990’da Sokak Dergisinde iki bölüm halinde yayınlanmış röportaj ve onun anti-militarist ve vicdani retçi manifestosu için http://bianet.org/biamag/insan-haklari/136260-turkiyenin-ilk-vicdani-retcisini-hatirlayin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder