Garip bir şey yaklaşıyor bize doğru, tekinsiz bir şey!



Sevgili dostum Neşe Binark'a;
O sever zirâ tekinsiz metinleri...

1 - Kurumuş bahçenin salyangozları

‘Garip bir şey yaklaşıyor bize doğru’ diye söylendi verandadan dışarıya bakan adam.

Bahçe çok bakımsızdı. Kurumuş toprakta, her yöne doğru alışılmışın üzerinde bir hızla koşuşturarak garip bir örüntü oluşturan salyangozlara bakarak düşünceli düşünceli başını salladı. Son 50 yılın en kurak sonbaharıydı ve normalde yağmur sonrası ortalığa dökülmesine alışılan ‘mollusca orthogastropoda’lar, suya hasret kaldığı her halinden belli olan çatlamış kül rengi zeminde adeta fink atıyorlardı. Hareketlerindeki tedirginlik ve aculluk, ‘terra incognita’ya çıkmış müstevlilerin kibirli edasının, kalabalık bir yerli grubunun tehdidiyle karşılaşıldığında, önce endişeye, ardından da sınırsız bir paniğe dönüşmesini andırıyor gibiydi.
Salyangoz kolonisi mensuplarının; toprakta çizdikleri gümüşsü izlerinin oluşturduğu örüntünün üzerinde, gelmesini bekledikleri bir meçhul muktedire, bilinmedik bir kurtarıcıya yakarıyormuşçasına, duyargalarını göğe doğru uzatmaları, adamda, içini acıtan ve beynini uyuşturan bir etkiye yol açmıştı.

Karından bacaklı bu yumuşakça sürüsünün üzerlerine basa basa dolaşmaya başladı bahçesini. Ortalığı kaplayan çıtırtılar; azılı bir fırtınada iliklerine kadar ıslanıp, üstüne üstlük bir de donarcasına üşüdükten sonra, koca kütüklerin yandığı bir şömine önünde bedenini kurumaya terk eden birisinin yaşayacağı memnuniyet ve esrimeye benzer bir duygu durumuna yol açmıştı adamda. Verandanın tavanına asılı kafesin zemininde yatan hasta kanaryasını eline alması işte tam da bu mutluluk anına denk düşmüştü.

‘Sevdiğinin acısını dindir, hem de hemen ve sonsuza kadar!’ düşüncesinin aklına üşüşmesinden birkaç milisaniye sonra, ani bir hareketle, sağ avucunda tuttuğu kanaryayı var gücüyle sıkıverdi. Minik kuşun iç organlarının ağzından, burnundan ve makatından fışkırmasına duygusuz bir bakış fırlattıktan sonra, neşeyle gerilen yüzüne yerleştirdiği geniş bir tatmin ifadesiyle girdi içeri.

Sallanan koltuğuna yerleşip, gözlerini tavana diktiğinde biteviye bir sesle ve nefes almamacasına ‘tekinsiz bir şey bize doğru geliyor, garip bir şey’ diye mırıldanıyordu.

2 - İlginç zamanlar

‘Bir melânet yaklaşıyor buralara’ diye inledi kadın. ‘baksana, kuzeyden meltem, güneydense karayel esiyor ve soğukkanlılar da kış uykusuna yatmadı henüz. uzunca bir zamandır Azrail’e çalım atıyor ölmesi beklenenler. Öyle ki, doktorun ‘sabaha çıkmaz’ dediği yörenin en yaşlısı, 107’lik oduncu, neredeyse ormana odun kesmeye gidecek denli iyileşti. Kedilerle köpekler temmuz’da kızışırken, incirin mükemmeli ise şubat’ta yetişti. Evet, evet, uğursuz bir şey yaklaşıyor olmalı bize doğru’.

Kurduğu acur turşusunu sakladığı cam kavanozdan birkaç parça alıp, onları kulaklarına ve burnuna sokmaya çalışırken, 'şangır sesi güzeldir, şungur ise daha da hoş' diye bağırıyordu kadın. Turşu kavanozunu mutfağın zemine fırlattı ve ‘bu işlerin sonu nereye varacak’ diye soran gözlerle, erkek köpeklerin siydikleri çalıların önünde, türünün en civelek çiftleşme dansını yaparak yuvarlanan dişi köpeği izlemeye başladı.

‘İlginç zamanlarda yaşayasınız’ diye beddua mı etmişti birileri ne? İşlerin böyle alışılmadık bir mecrada gerçekleşmesi başka türlü nasıl açıklanabilirdi ki. Kararlı bir edayla bulaşık evyesinin başına geçen kadın, raflardaki temiz tabak çanağı kirletmeye, ardından da havaya fırlatmaya başladı. Kafasına üşüşen ve her biri yeni kaygı anaforlarına ebelik yapan sorunlarını çoktan unutmuştu bile.

Ailesinin kuşaklar boyu kullandığı kıvamlı sabunun öte berideki izlerini, kuyudan taşıyarak evyeye doldurduğu temiz suda durulayarak gideren kadın, yanı sıra, günlerdir bir lokma yiyecek vermediği için açlıktan kaditi çıkan köpeğinin yalvaran gözlerle ağlamasına, böğrüne attığı çok sert bir tekmeyle cevap vermeyi de ihmal etmedi. Kıracak tabak kalmamış, köpek ise yediği o sert darbeden sonra, mutfağın bir kuytusuna sinerek susmuştu. Kadının ruhu sanki bedenini terk etmiş, bir kaç metre yukarıdan kendisine bakıyordu. Aniden sebepsiz ve derin bir neşenin kollarında buldu kendisini. Otacı olan anneannesinin diline pelesenk olmuş bir sözü, çok eski bir şansonun bestesine uygun olarak, keyif içinde, tekrarlamaya başlamıştı:

‘Sıra dışı bir şeyler oluyor, garip ve anlaşılmaz. Bir şey geliyor bu yana, izâna sığmaz. Garip bir şey geliyor bu yana doğru, lay lay lom; sıra dışı bir şey oluyor,lay lay…..’

3 - Feng Sui'ye göre düzenlenen çocuk odası

‘Farklı bir şey geliyor bize doğru, değişik bir şey!’. Zihninde bu cümlenin çınladığı çocuk, odasının güney cephesindeki cam kenarına konmuş küçük etajerin üzerine çıkmış, aşağıya, sokağa doğru bakıyordu.

Çok değil, birkaç ay önce, o eski ve normal zamanlarda, arkadaşlarından üttüğü misketlere dünyanın en kıymetli hazinesi muamelesini yapan çocuk, şimdi onları yedinci kattaki odasından aşağıya, kaldırımda yürüyenlerin üzerine boca ediyor, bundan da garip, garibin de ötesinde, adeta orgazmik bir zevk alıyordu.

Canları çok yanmasına karşın, misketlerden payına düşeni alanlar, başlarını kaldırıp bakmıyorlardı bile. Öyle ya; kimsenin işe gitmediği, gidenlerin mesaisinden başka her şeyle uğraştığı bir ortamda, kim bir apartman çocuğunun haşarılığını dert ederdi ki?
Yollarını, kaderine terk edilmiş ve uzun zamandır toplanmadığı belli olan çöp yığınlarının arasında neredeyse kaybolmaya yüz tutmuş olan yabani ot, moloz ve küflerle kaplı araçların doldurduğu; doktorların, ameliyat ettikleri hastalarını kurtaramadıklarında, dudaklarının kenarına yerleşen şeytani kıvrımları saklamaya bile gerek görmediği; en hercai erkeklerin dahi, şuh bir kadın gördüğünde manasız ve isteksiz bir şekilde başını çevirdiği; üretimin durduğu, tüketimin de neredeyse durma noktasına geldiği bir dünyadan ne beklenebilirdi ki? , Kentteki herkes, ‘başka ne yapılabilir ki, ha, benden başka ne bekleyebilirsiniz ki?!’ dercesine kayıtsız, kaygısız, sorumsuz gözlerle bakıyordu bütün bu olup bitene.

Kaldırımdakilere savuracağı misketi kalmayan çocuk, bütün benliğini, başının üzerine kaldırdığı televizyonunu, 5-6 yaşlarındaki bir kızla, onu tekme tokat döverek karşıdan karşıya geçen iki kadın tam da penceresinin altındayken, üzerlerine atmaya odaklamıştı. Televizyonun sivri kenarının küçük kızın başına çarpmasıyla birlikte, kafatasının parçalanacağını ve koruduğu grimsi maddenin kırmızı kan pıhtılarıyla birlikte etrafa saçılacağını hayal ediyor, bu arada da ‘enteresan şeyler oluyor, belirsiz ve garip bir şey bana yaklaşıyor’ diye sayıklıyordu ve gülüyordu.

4 - Yazdıkları gerçekleştikçe çok eğleniyorlardı

Geniş odanın hatları belirsizdi. Zemin, duvarlar ve tavana ait konturlar, sanki, elle tutulacak denli yoğun bir sisin, ya da, yüzlerce dereceye kadar kaynatılmış süt kazanlarından yükselen çok kesif ‘mavimsi beyaz’ buharların arkasındaymışçasına flûlaşmış, giderek de âdeta kaybolmuşlardı.

Turkuvaz bulutçukların üzerine yayılmış birbirleriyle uyumsuz olan çeşitli sitillerdeki mobilyaların oluşturduğu biçimsiz bir eşya kalabalığı; bazıları onlarda oturan, bazıları serâpa uzanan, bazılarıysa bu möbleyi kullanmak yerine ayakta durmayı tercih eden kalabalık bir grup insanın sıra dışı faaliyeti yüzünden, göze batan bir çirkinlik oluşturmuyordu.

Geniş odanın bu 'sıra dışı müdavimler'i, 'Kadimler'den devraldıkları hikâye menbalarından derledikleri kurmacaları, kâbiliyetleri ve hayal güçleriyle süslüyor, ardından da, yaş günü partisinde, birbirlerinin yüzüne pasta atan ‘parti çocukları’nın neşesini aratmayan bir kahkaha tufanı eşliğinde, birbirlerine fırlatıyorlardı.

Bu öykülerin sadece anlatılması değil; divit, dolma kalem, kurşun kalem, daktilo veya kişisel bilgisayarda yazıya dökülmesi; ya da, ses kayıt ve video sistemleri ve cihazlarınca zapt edilmesi de bir o kadar neşeli ve şenlikliydi.

Asırlardır bıkıp usanmadan, miras aldıkları o kadim hazineyi süsleyip zenginleştiren bu 'yaramaz çocuklar', bu 'koca kazıklar', uydurduklarını hem anlatmaktan, hem de yazarak paylaşmaktan ölesiye zevk almaktaydılar.

'Kadimeler'in mirasçısı olan 'Anlatıcılar'; Ray, Jules, H. George, H. Phillips, Isaac, Frank, J. Luis, Robert E., Philip K., Margaret, Stephen, Harlan, Ursula, Neil, J. Ronald ve diğerleri, adeta nefes almamacasına sürdürdükleri bu yeni öyküler uydurarak 'kadim miras'ı zenginleştirme misyonunu; hem büyük bir neşeyle ve hem de, insanlığı aşan bir otorite tarafından ‘seçilmişler’e özgü olan o metafizik, teolojik ve ontolojik bir misyonu yerine getirir, dünyayı yok olmaktan kurtarır, ya da yeni bir düzen ve toplum kurarkenki ciddiyet ve ağırbaşlılık içerisinde gerçekleştiriyorlardı.

Bu 'hayret makamı sürgünleri', bu 'merak kipi müdavimleri', bu 'yaşını kaybeden insanlar', bu 'Peter Pan sendromu'yla malûl olan 'ezeli ve ebedi çocuklar', birbirlerine anlattıkları öyküleri, 'çak kanki, çak!' çığlıklarının arkasından, o turkuvaz mekânın dışına, başka boyutlara, uzay-zaman sürekliliğinde koordinatları henüz saptanamamış 'yok ülkeler'e, sonsuz hiçliğin rahmine, kaos'a fırlatıyordu.

Kaos’un rahmini, hiçliğin döl yatağını hikâyeleriyle, kurmacalarıyla tohumlayarak yeni evrenlerin doğmasına yol açan bu eşhası izleyebilseydiniz; onların ‘hayal gücü gerçeklikten daha kudretlidir’ lâfını doğruladığına şahit olurdunuz. Üstelik de, bütün bunların adeta nefes alır gibi, basitçe gerçekleştirilmesine de şaşırmadan edemezdiniz doğrusu.

Bu kargışlanmış ekip, yaşamı öyküler uydurmaktan ibaret bir inziva süreci olarak algılayan ve kabul eden bu marazi simâlar topluluğu, bütün bu ‘hikâye uydurma’ ve ‘kurmaca yaratma’ süreci sırasında, birbirlerine bakıyor, ‘garip bir şey yaklaşıyor bize doğru’, ‘tekinsiz bir şey geliyor bu yana’, ‘değişik ve belirsiz bir şey daha doğuyor’ diye fısıldıyor ve gülümsüyor ve kıkırdıyordu.

Varoluşun sonsuz frekanstan yayın yapan titreşimlerine duyarlı olan bütün varlıklar farkındalar: konturları belirsiz o odadan, o odanın ahalisinden, 'Anlatıcılar'dan, yokluğun bağrına, hiçliğin kalbine ve kaos’un karanlığına doğru ‘garip, tekinsiz, tehlikeli ve harikulâde şeyler’ gönderilmeye devam ediliyor. Ve algı kapıları açık bütün varlıklar duyuyorlar: 'Kadimler'in mirasçısı olan o 'Anlatıcılar', parçası oldukları verili 
evrenin ritmik ve kronik titreşimlerinin ve paralel kozmosların ebeveyni ve ebesi olan bu 'garip, tekinsiz, tehlikeli ve harikulâde anlatılar' 'yeni fenomenler'e, 'paralel boyutlar'a ve 'bebek evrenler'e yol açtıkça, o kozmik, o ezeli ve o ebedi ezgiyi, iflah olmaz bir 'Peter Pan Kipi'nde, pür neşe, terennüm ediyorlar:

‘Garip bir şey yaklaşıyor bize doğru…’ 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder