Düşmüş Söz’ü ve Biz’i kurtaracak Alim Çocuklar Destanı



Birçok tariften biri, düşünen hayvandır insan, düşünen ve eğitilebilen 
Lakin tashihe muhtaç bu tarif, insan eşref-i mahlûkattır, her şeyi düşünebilen  

Düşünmek ve eğitim bir müfredat icap ettirir yani söz, logos ve kelâm
İlim, irfan, hikmet dediğin hepsi kelâmdan sadır olmuş cümlesi hasıl-ı kelâm 

‘Bidayette kelâm var idi, evvelde söz’ diye başlar hatırla bir kutsal metin
 Ve Oku emriyle açılır ilayı kelimetullah oku zira vazifen pek zor ve çetin 

Biz cennetten düştük biz kovulduk ve söz de bizle pislendi ve dünyalı oldu
Âdem ademe mahkum, kirlenmiş ve günahkar, kelâm ise ilme hal oldu 

Uygarlaştık, bilimselleştik, ilerledik; Cosmos’u ve Higs Parçası’nı keşfettik
İzanı, insafı ve vicdani, adaleti, şefkati ve Kitab'ı lakin bu yolda kaybettik 

Seyran ettik avucumuzdaki çeri çöpü, kaybımıza aldırmadan, bayram ettik
Dünya çivisinden, işler şirazesinden kurtuldu neden diye bir de sual ettik 

Bir kürsüden bir cemiyete seslenmenin mesuliyeti var, zilletten ağır vebali 
Kürsü, iddiam var denilen yer, kemalin makamı ve ama ele de verebilir zevali

Kürsü, çünkü Âdem’in dünyaya duhul ettiği kaya, Musa’nın vahiy aldığı mekan
Kürsü, İsa’nın sırtında haçıyla çıktığı o tepe, ‘ben sana muhtacım’ denilen o an 

Kürsü, Muhammed'in Miraç ettiği nokta, nâtıkın nutkunun tutulduğu bir zaman
Kürsü, öğrencilerden bir öğrenci olan öğretmenin ödünç aldığı o kutsal mekan 

‘Dinledim öğrendim, söyledim öğrettim’e inanıyorum, benim amentüm olsun
‘Bir ferd-i hakir-i fakir-i pür taksir-i Taliban-ı hakikatim’ lafzı samimi rehberim olsun 

Öğretmen ve anne muazzez ve mukaddestir, çünkü mürebbi-i beşerdir onlar
Terbiye eder, tenvir eder ve tedris ederler, zira müessis-i medeniyettir onlar 

Çocuklar, ahh çocuklar, onlar O’na en ziyade muhtaç olan Allah’ın saf kulları
Çocuklar çoğu yerde zulm’altındalar ve ölüyorlar ve dolduramıyorlar okulları  

Söz düştü demiştim, Söz yerde ve Söz O’nu kaldırmaya söz vereni bekliyor
Dünyanın bütün çocukları Söz’ü kaldırmak için sözleştiler ve okullar onları bekliyor 

Ben bizden ümitsizim, bütün ümidim çocuklarda, çocuklarsa o kulları bekliyor
Okullar ki, ihtiyaç duyulan kendilerini inşa edecek hamiyetli kulları bekliyor  

Yetmiş yedi kuşak ötesine yetecek denli zengin olmak, ne demek Karun olmak 
‘Harun gibi geldim Harun gibi gideceğim inşallah’tan sonra ne demek Karun olmak 

Harun ol tabii ki, mülkperestler tapsın küfre, bırak ve ne ister çocuklar, ona bak
Sözü kaldırmak için, bizi kurtarmak için okul bekliyor çocuklar senden durma kalk

Çocuklar dünyanın her yerindeler, isyandalar ve ‘biz Sözüz, Söz Biziz’ diyor
Çocuklar isyan ettikçe Söz silkiniyor, kendine geliyor Söz ve yerden kalkıyor  

Söz ve çocuklar kadim ‘Evamir-i Aşere’ için, İnsan Ahd-i Kadim için uğraşmakta
O Ahd-i Kadim ki bizim için; bizi, Sözü ve çocukları kurtarmak için uğraşmakta 

Eeyy şair de ki onlara, şiir ve şuur akrabadır, şair ise şuurun tecessüm etmiş hali 
Şair gönlünde daimi bir çocuk tecessüsü besleyen insanın hesapsız dervişane hali 

Eyy hazirun, tükendi söz ve muhabbet nihayet hidayete erdi 
Umarım o  okullar ve o çocuklar beraber sonunda kifayete erdi  (i)

(Şubat 2009, Zuhuratbaba)

(i): Bilenler bilir, eğitim amaçlı STK’larımızdan Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV), her sene, Şubat ayında bir gece düzenleyerek, eğitime muhtaç çocuklarımız için yardım toplar.

Türkiye’nin en zengin, en popüler, en kudretli iş insanlarının, sanatçılarının, şovmenlerinin, gazetecilerinin, politikacılarının, sporcularının, aydınlarının katıldığı bu gecede, konuklardan bazıları; sadece maddi katkı vermekle yetinmez; üstüne üstlük; dans etmek, tiyatro yapmak, enstrüman çalmak, şarkı&türkü söylemek, şiir okumak, illüzyonistlik (sihirbazlık)-jonglörlük-vantrologluk yapmak, orkestra yönetmek… gibi hobileri temelinde yeteneklerini ve marifetlerini de sergileyerek, söz konusu etkinliğe manevi, entelektüel, artistik bir derinlik ve pek tabii ki bir de eğlence boyutu katarlar.

2009’un Şubat ayında yapılacak olan TEGV etkinliği öncesindeki bir sohbetimizde, kadim dostum ve eski patronum (gerçi o, bu tabiri sevmez ve ‘çalışma arkadaşım’ demeyi tercih eder) ES, gecede bir türkü söyleyeceğinden bahsettiğinde, ne yalan söyleyeyim, biraz endişelenmiştim.

Zirâ o, çok severek ve içten okumasına karşın, sık sık detone olabilen bir icracıdır. Söz konusu gecede, daha iyi yaptığı bir faaliyet alanında boy göstermesi, meselâ şiir okuması, bence daha doğru bir tercihti. Bu fikrimi paylaştığımda, ‘iyi o zaman, geceye yakışan güzel bir şiir seç bakalım bana’ demişti.

Görüşmemiz bitip de, ofisime, 40,000 kitapla tıka basa dolu ‘ibadethanem’e geri döndüğümde, derhal işe girişmiş ve ‘dünya şiir ummanı’na dalıvermiştim. Lâkin, o görüşmeyi takip eden 3 gün boyunca, gözden geçirdiğim binlerce yerli ve yabancı şairin şiirini mezkûr etkinliğe, her nedense, bir türlü yakıştıramamış ve söz konusu o mesaimin akabinde de, bu işin içinden nasıl çıkacağıma, doğrusu bir türlü karar verememiştim.

Derken, aniden ‘niye ben ülkemizin ve dünyanın çocukları ve onların eğitimiyle ilgili bir şiir yazmıyorum?’ diye düşünürken buluvermiştim kendimi.

Ardından da, giriştiğim oldukça hummalı bir çalışmaya müteakip, aşağıdaki dizeler çıkmıştı ortaya.

Onu, üzerine gönüllü olarak aldığı bir vazifeyi lâyığıyla tamamlamışlara özgü olan o bildik iç huzuru ve gururla, son kez elden geçirip, asistanına e-mail ettim.

İtiraf ediyorum: şiirimin; ülkenin, iştigal sahalarını ve toplumu domino eden en baskın figürlerinin, bir diğer deyişle, Türkiye’nin ‘creme de la creme’inin, Türkiye Toplumsal Formasyonunun oligarşisinin mümessillerinin bulunduğu bir ortamda, ülkenin en muktedir iş adamlarından birisi tarafından okunacak olması ihtimali beni bir hayli de heyecanlandırmıştı doğrusu.

Lâkin olmadı, ES, onun için yazdığım dizeleri değil, kendi seçtiği bir başka şiiri okudu o malûm gecede.

‘Müşterisiz mal zayidir' ve 'iltifata tâbî olmayan marifet illetlidir!’ diyen toplumsal bir kabulün ferdiyim (esasen, marifetin iltifata değil, aksine, iltifatın marifete tâbî olmasını tercih etsem de; bu metne ‘verili bir şeyin iltifata tâbî olma’ hali daha bir uydu her nedense). Bu yüzden de, aşağıdaki dizeleri, internette paylaşarak onun aksülamellerini almak istedim.

Öyle ya, kim ayranının içilmeden ekşimesini ve dökülmesi ister ki?!?
Kadim bir dostun ihtiyacına binaen, bir nevi ‘kendi kendine gelin güvey olma’ motivasyonu ve adeta, durumdan vazife çıkarma psikolojisiyle yazılmış bir metin bu.

Bir çeşit retorik ve hamaset numunesi olan yukarıdaki metnin, yüksek sesle okunduğunda, aliterasyona ve ‘seci’ye alabildiğine abanılmış poetik mimarisi ve; ‘eeeeeeyyyyy!!!’ makamındaki teatral edasıyla, Türkiye toplumsal formasyonunun bir kesiti olan o kalabalık hazırun nezdinde müessir olabileceğini ve onu okuyan kişiye de bir çeşit edebi aura ve metafizik karizma kazandırabileceğini ciddi ciddi düşünmüştüm.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder