Pandemi sürecinde birçoğu gibi ben de epeyce dizi ve film izledim. Tercihimi ise, özellikle film söz konusu olduğunda, klasiklerden yana kullanıyor ve sinemayı sinema yapan L. Bunuel, F. Truffaut, A. Hitchcock, A. Kurosawa, J. Ford, J. Huston, W. Allen, A. Tarkovski, F. Fellini, M. Antonioni, I. Bergman, N. B. Ceylan gibi ustaların müktesebatının parçası oldukları o muazzam ummana dalıyorum.
Ezcümle sevgili sinefil dostlar, tarife çalıştığım anlayış bağlamında son izlediğim klasik The Misfits idi. Ona dair aldığım notları aşağıda paylaşıyorum.
Döneminin meşhur pek çok karakter oyuncusunun ikincil rollerde döktürdükleri; Clark Gable, Marilyn Monroe, Montgomery Clift, Eli Wallach ve Thelma Ritter gibi efsanelerin başrollerini paylaştığı bu western psiko-draması. The Misfits'in, orijinal olan siyah - beyaz edisyonunu izledim, filmin daha sonra renklendirilen versiyonuna ise mesafeli durmaktayım.
Senaryosunu 20 asrın en önemli ABD'li oyun yazarlarından, Pulitzer (1949) ödüllü Arthur Miller'ın yazdığı kordelanın yönetmenlik koltuğuna, oyunculuk ve yönetmenlik alanlarında çok sayıda ödül sahibi ABD sinemasının 'babalar'ından John Huston oturmuş. Bu film çekilirken karı - koca olan MM - AM'ın evliliği, filmin tamamlanmasına müteakip sona ermişti.
Film aynı zamanda MM ve CG'ın son filmidir; bu niteliğiyle de o, bu iki büyük sanatçının veda mesajı mahiyetindeydi. Birçok alanda sahip olduğu üstünlüklerin yanı sıra film, bunun gibi minik detaylarıyla da türün meraklısına 'gel gel!' yapıyor anlayacağınız.
Bizde Uygunsuzlar adıyla vizyona giren kordela, gösterime sokulduğu sinema kanallarında halâ da aynı isimle servis edilmektedir. Sinema tarihi ve film eleştirisi bağlamında bakıldığında ise, şu hususun mutlaka altı çizilmelidir: söz konusu seyirlik, gösterildiği günden beri hem eleştirmenleri ve hem de seyircileri tam ortadan ikiye bölen bir antitedir; izleyenlerin yarısı - ki, her kesimdendir bu - filme 'şaheser' muamelesi yaparken, bir o kadarı da, filme katkı veren herkesin ve her unsurun (senaryo, oyunculuk, yönetim, atmosfer, müzik vd.) kalbur üstü olmasına karşın, ortaya çıkan işin vasat olduğundan dem vurarak memnuniyetsizliğini belirtir.
Anlayacağınız, tam bir 'yağ, un, şeker, irmik ve aşçı mükemmel; peki, helva niye böyle sıradan olmuş?!?' vaziyetidir The Misfits'in biz izleyenlerinin önemlice bir kısmına yaşattığı . Lâf aramızda, ben filmi her şeye karşın beğenenlerdenim.
Son olarak, ondan niçin bugün bahis ettiğime değinerek kapatıyorum bu paylaşımı: filmin Dünya prömiyeri 60 yıl önce bugün yapılmıştı efendim. Bu vesileyle, bol filmli günler ve keyifli seyirler dilerim(1), (2).
dipnotlar:
(1): Filmin resmi fragmanı: https://www.youtube.com/watch?v=okYdnldx3rc&t=44s
(2): Metnin başındaki görsel, filmin siyah - beyaz olan orijinal halinin afişlerinden birine ait, ikincisi ise filmin bir lobi kartının imajıdır. Altındaki fotoğrafta Arthur Miller, o sırada karısı olan Marilyn Monroe ile birlikte girmiş kareye. Miller'in nasıl büyük bir aşkla MM'ya baktığını çok güzel yakalayıp tespit etmiş fotoğrafçı. Anjelica Huston'ı babası John Huston ile (kıymetlimissss, başımızın tacı, değerlimissss) Jack Nicholson'a muhabbetle sarılmışken ölümsüzleştiren kareye dair şunu söylemezsem hem tarihe not düşmeyerek kutsal bloggerlık misyonumu ifâ etmemiş olurum, hem de (daha çok kadınların kullandıkları ve kendini gerçekleştirememek kaynaklı derin iç sıkıntısını dillendirmeye yarayan deyişle söyleyecek olursam) 'içim şişer' doğrusu: Anjelica Huston, büyükbabası ve babasından sonra Oscar heykelciğine uzanmayı başararak, aynı ailenin birbirini kesintisiz takip eden nesillerinin üst üste Oscar kazanan üçüncüsü olarak bu onuru yaşamış ilk sanatçıdır. Bunun önemsenmesi gereken bir ayrıntı olduğunu düşünüyorum, hatırlanmasına dair sergilediğim ısrarlı hassasiyetin nedeni budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder