01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan mezkûr metinlerden 1 Nisan - 5 Nisan döneminde yayınlanacak olanlar aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek, Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.
66) Konu: Evren, kitap: Zamanın Kısa Tarihi
Radyo 1'in değerli
dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in
yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların
Dilinden programının bugünkü konusu Evren, bahsedeceğimiz metin Zamanın Kısa Tarihi.
Stephen Hawking’in Zamanın Kısa Tarihi’nin final
paragrafını hatırlayalım: ‘Günün birinde eksiksiz bir birleşik kuram
bulursak, bu, yalnızca birkaç bilimci tarafından değil, genelinde herkes
tarafından anlaşılır olmalı. İşte o zaman bir hepimiz, feylesoflar, bilimciler
ve sokaktaki adam, ‘biz ve evren niçin varız?’ sorusunu tartışabileceğiz.
Hele
bunu yanıtlayabilirsek, insan aklının en yüze zaferi olacak- çünkü o zaman
Tanrı’nın aklından neler geçtiğini bileceğiz.’ Genel kabule göre Evren,
her biri Güneş sistemimiz büyüklüğünde yüzlerce milyar yıldız sisteminden
oluşan yüzlerce milyar galaksiden mürekkep bir koleksiyondur. Sicim Kuramı Kozmolojisi başta olmak
üzere, mantıki devam yolu çoklu evrenleri
gerektiren ve spekülatif yanı ağır basan çok sayıda kozmolojik argümantasyon
bize, evrenimiz gibi sonsuz sayıda evrenin içine gömüldüğü ve bilimden ziyade
bilim kurgunun konusu olan 11 boyutlu bir uzay-zaman sürekliliğini gerektiren bir
meta evreni vaz’eder. Evreni, hatta
sonsuz evrenler mimarisini ve giderek de bütün
bu telifin müellifi olan bir Metafizik Fail’in aklından geçenleri
anlamaktan bahsetmeyi; Görelilik Kuramının yazılı olduğu bir sayfada yuvalanmış
bir mikroorganizmanın, yaşam alanı kıldığı o sayfadaki mezkûr kuramı anlayabileceğini iddia etmesi kadar kibirli ve absürd de bulabilirsiniz; insanın, varoluş
dairesinin tamamını anlamak noktasındaki azim ve kararlığına yorup bu gayreti takdir
de edebilirsiniz, tercih sizin. Biz, söz konusu kitap ve yazarı üzerinden devam
edelim sohbetimize.
Önsözünü Carl Sagan’ın yazdığı, 2018’de 76 yaşında vefat eden İngiliz kozmolog, kuramsal fizikçi, akademisyen ve yazar Stephen Hawking’in kaleme aldığı Zamanın Kısa Tarihi – Büyük Patlamadan Kara Deliklere yapıtı, basıldığı 1988’den bu yana gerçekleşen 30 milyona yaklaşan satışıyla popüler bir bilim eseri için inanılması gerçekten güç olan bir tirajı yakalamıştır. 1955 kaybettiğimiz milenyumun bilim insanı olarak tarif ve tavsif edilen Albert Einstein’dan sonra gelen en parlak kuramsal fizikçi ve kozmolog olarak nitelenen Hawking, yakalandığı ölümcül amyotrofik lateral sikleros hastalığı yüzünden hayatının önemlice bir bölümünü tekerlekli iskemlede geçirmişti. Bu süreçte konuşamadığı için bir yazılımın sağladığı ses simülasyonu üzerinden iletişim kurabilen ve göz kapaklarından başka hiçbir istemli kasını hareket ettiremediği bir umumi felç tablosunda yaşamasına karşın, son nefesini verene değin ilmi çalışmalarını sürdürmeyi başarmış tepeden tırnağa irade ve zekâydı o. Hawking’in mezkûr eserini ‘bedeni tekerlekli sandalyenin tutsağı, ama beyni o denli hareketli ki, evrenin gizlerini gün ışığına çıkarabilmek için zamanın ve uzayın uçsuz bucaklığında sanki dört nala koşuyor’ diyerek manşete taşıyan prestijli Time Gazetesi gibi mecraların altını çizdiği üzere kuantum fiziği, kuantumlu genel görelilik kozmolojisi, kara delikler, Big Bang, genel görelilik gibi fiziğin bir çok önemli bahsinde insanlığın ufkunu açan tezlerin sahibi olan Hawking, ‘evrenin doğası nedir? Onun içindeki yerimiz ne, o ve biz nereden geldik? Evren niye böyle?’ sorularının peşinde kanat çırptığı hayatının son 55 yılında, Nobel Fizik Ödülü alamamasına karşın, bu ödülü kazananların çoğundan daha fazla hizmet etmiştir insanlığın imajinasyonunun ve kavrayışının zenginleşmesine. Bu bölümün kaynak metni olan söz konusu eserin, ‘kozmoloji ve kuramsal fiziğe giriş yapmak istiyorum. Kısa, özlü, vurucu, faydalı ve dahice olan tek bir kitaba ayıracak vaktim var, bana hangi eseri önerirsiniz?’ şeklindeki bir arayışın faili olanlar için biçilmiş kaftan olduğunu düşünüyoruz. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
|
68) Konu: Zor, Rıza Ve Hegemonya, Eser: İktidarın Meşruiyeti ve Rıza Üretimi
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın
metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un
sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Zor, Rıza ve Hegemonya, bahsedeceğimiz metin
İktidarın Meşruiyeti ve Rıza Üretimi.
5 milyon yıllık geçmişimize baktığımızda, sayısız tehlike ve
tekinsizlikle dolu gezegenimizi paylaştığımız canlıların çoğuna göre zayıf ve
handikaplı olduğumuzu, bu yüzden de, mezkûr koşullar altında tek başımıza yaşayıp
neslimizi sürdürmemizin imkânsız olduğunu görürüz. Bunun zaruri sonucu olarak
geliştirdiğimiz toplumsal yaşam pratiklerimiz, ister istemez, güç ve iktidar ilişkilerini icat
etmemizle sonuçlanmıştır. Tarımı, yerleşik hayatı, iş bölümünü, artık ürün ve
artık değeri, sınıf farklılıklarını, yöneten – yönetilen dikotomisini ve
devleti icat ettiğimiz 12,000 yıl öncesinden günümüze değin geçen süreçte ise, söz
konusu güç ve iktidar ilişkileri günden
güne daha da rafine edilmiş, inceltilmiş,
hakiki mahiyetini gizleyen kılıklarda boy gösterir olmuştur. İktidarın esas
olarak çıplak güç temelinde, zor ve şiddet merkezli inşâsı ve kullanımının tarih
boyunca sosyal patlamalara ve devrimlere neden olduğu aşikârdır. Toplumsal rıza
üreterek meşruiyet devşirmek ve sosyal mimariyi ağırlıklı olarak bunun üzerine
bina etmek, kapitalist toplumsal formasyonun tarihsel birikiminde gözlendiği
üzere, asırlara sâri bir kültürel – ideolojik – sosyopolitik hegemonya imal ve
inşâ etmeye olanak sağlar. Bahse konu birlikte yaşama, yönetim ve yönetişim
metodu, salt zor temelli olana kıyasla, çok daha düşük maliyetli ve sürdürülebilirdir.
Bir diğer deyişle, bir ahbabımızla yaptığımız birlikte bir kahve içip muhabbet
etmek gibi sıradan bir aktiviteden, şirketlerin - sivil toplum kuruluşlarının
- akademik yapıların - spor camialarının
- kültür ve sanat organizasyonlarının sevk ve idaresine, bir milletin
yönetilmesinden, fevkalâde karmaşık ve çok katmanlı olan uluslararası ilişkiler
arenasında ittifaklar kurulmasına ve aktüel hasım cephenin zayıflatılmasına
değin uzanan hayatımızın hemen her aşamasındaki, yönetime ve onun güncellenmiş
sürümü olan yönetişime konu sayısız beşeri ve sosyal faaliyetimizi, güç ve
rızanın birlikte kullanıldığı kombinler vasıtasıyla gerçekleştirirken, mezkûr
kombinezonun rıza üretme yanına ağırlık vermek makul ve rasyonel olan tutumdur.
On binlerce yıllık pre-modern dönemin pre-kapitalist ihtiyaçlarına binaen üretilen efsaneler,
destanlar, masallar, mitler ve teoloji kapsamındaki kimi anlatılar, yönetici
sınıfların ve iktidar elitlerinin icraatlarının olumsuzluklarını maskelemiş,
meşruiyetlerini beslemiş, güçlerini tahkim etmiştir. 1700 – 2024 dönemini
kapsayan modern, post-modern ve post-postmodern süreçlerde ise gazeteler, dergiler,
kitaplar, müzik eserleri, sahne sanatları, filmler, tv programları, reklâmlar, modaya
konu antite ve akımlar, sosyal medya içerikleri gibi envai çeşit anlatılar; modern
mitler, güncel destanlar, son moda masallar, aktüel teolojik argümantasyonlar
olarak sahne almışlardır. Söz konusu vasıflarıyla verili adaletsiz küresel sistemin
sömürü temelli hakikatini ve sınıfsal tabiat ve mahiyetini gizleyen bu fiktif
kurgular, geniş yığınlar tarafından satın alınmakta, bu durum onları imal eden
ve pazarlayan entelektüellerle, onların organik olarak eklemlendikleri hakim sınıfların egemenliğini sürdürmesiyle sonuçlanmaktadır.
Öğretim üyeleri Dr.
Ahmet Öztekin ve Dr. Hülya Öztekin’in
ortaklaşa yazdıkları İktidarın Meşruiyeti ve
Rıza Üretimi: Masallardan ve Mitlerden Kitle İletişimine Toplumsal Bilincin
İnşası kapsamlı bir akademik makale olup, mercek altına
aldığı problematiği çeşitli cepheleriyle kuşatıp kucaklarken, araştırma nesnesini de ayrıntılı
olarak otopsiye ve diseksiyona tabî tutup analiz etmektedir. Bizim de faydalandığımız
mezkûr makalenin, konunun ilgilisi için işlevsel olacağını düşünüyoruz. Bir sonraki
programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın,
kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
69) Konu: Virüsler, kitap: Genel
Viroloji
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Virüsler, bahsedeceğimiz kitap Genel Viroloji.
Daha öncesinde varlıklarına dair beslenen kimi şüphe ve
varsayımlara karşın, ilk defa 1892’de Rus biyolog Dmitri
Ivanovsky tarafından keşfedilerek ilmen tanımlanan virüs türlerinin günümüze
değin geçen 132 senede on binlercesi tespit edilerek sınıflandırılmıştır. Diğer
hiçbir organizmanın hayatiyetini sürdüremeyeceği sınır koşullarında bile
fonksiyonlarını gerçekleştirebilmeleriyle, biyolojiye konu diğer
organizmalardan ayrılan virüslerin kavramsal kökeni Latince zehir anlamına gelen vīrus’tur. Bilinen en büyük
virüsler, varoluşun en küçük canlı organizasyonlarından olan bakterilerden bile
en az 100 kere daha küçüktür. Bitkiler, hayvanlar, insanlar, mantarlar,
bakteriler, algler ve arkeler gibi bilinen bütün canlı türlerini enfekte ederek
onlarda patolojik tablolara ve ölümlere neden olabilen virüsler, mikrobiyolojinin
bir alt kırılımı olan virolojinin ilgi alanındadır. İçerdikleri genetik malzeme, doğal seçilimin konusu olmaları, mutasyon
geçirmeleri ve çoğalmaları gibi özellikleri üzerinden onları canlı olarak
kabul eden bilim insanları olduğu gibi; bir oluşumun canlı olarak
nitelenebilmesi için gerek şart olarak görülen bir kültür ortamına yerleştirildiğinde enerji üretme ve dönüştürme
yeteneğine sahip olmamaları, bu
ortamda büyüyüp çoğalamamaları, RNA ve DNA gibi kalıtsal malzemelerden sadece
birisine sahip olmaları ve konak olarak kullandıkları bir başka canlı hücrenin
genetik malzemesi ve enzimleri olmaksızın üreyememeleri gibi kimi kritik
organel ve fonksiyon noksanları yüzünden virüsleri ‘yaşamın sınırlarındaki organizmalar’
ve ‘kopyalanmışlar’ olarak tanımlayan ve hatta daha da kestirmeden
gidip ‘canlı değillerdir!’ diyen uzman ve otoriteler de vardır.
Binlerce yıllık kadim öğretilerde cansız tabiat – nebatat –
hayvanat – insanat olarak klasifiye edilen varlık zinciri
mitolojik, esoterik, teolojik, filozofik ve ilmi sayısız alt metin barındırır. Varlık zincirine dair yapılan biyolojik - maddi - ilmi bir izahat ise,
onu beslenme zinciri üzerinden şu
şekilde yeniden tanımlar: Bitkiler cansız doğayla, hayvanlar bitki ve
hayvanlarla, insanlarsa bunların tamamıyla beslenirler, bu yüzden de türümüz hem beslenme
zincirinin, hem de varlık zincirinin zirvesindedir. Bu tanımlama, varoluşun
en basit biyolojik mimarisine sahip olmasına karşın, virüslerin, insanlar dahil
her şeyle beslendiği hakikatini ıskalamakta ve türümüze hak etmediği bir önemi
izafe etmektedir. Sakın virüsler, bu hakikatten hareketle, kendi aralarında
şöyle iletişiyor olmasınlar: insanlar dahil her şeyle beslendiğimiz için
beslenme ve varlık zincirinin zirvesinde oturan homo-sapiens-sapiens türü
değil, biziz aslında! Türümüzün beslenme ve varlık zincirinin tepesine
yerleştiğine dair olan esasen hakikatle de gayrı-mutabık mezkûr argümanı; insanlığın
sonunu getirebilecek küresel bir yok oluşun nedenleri arasına virütik bir
pandemiyi de yerleştiren uzman görüşleri ışığında, tekrar değerlendirmekte
fayda vardır.
Şemsettin Ustaçelebi ve A. Dündar As’ın birlikte yazdıkları Genel Viroloji kitabı, virüslerin diğer
mikroorganizmalardan çok farklı olan biyolojik mimari ve çoğalma
özellikleriyle, onların hayvanlara ve bilhassa da insanlara bulaşma
mekanizmalarını ve neticesinde yol açtıkları patolojik ve klinik tabloları 8
ana bölümde mercek altına almaktadır. Bu mahiyet ve muhtevasıyla mezkûr eser tıp
fakültesi ve diğer sağlık branşlarındaki lisans öğrencilerine; mikrobiyoloji, viroloji
ve epidemiyoloji gibi sahalarda eğitim alan lisansüstü öğrencilerine, TUS
sınavına hazırlanan hekimlere ve viroloji konusuna odaklanmış araştırmacılara söz
konusu alanın temel bilgilerini sunmaktadır. Programımızın başvuru kaynağı olan
kitabın, bazı teknik kısımları müstesna tutulursa, genel okura da seslendiğinin
altını çizmekte fayda vardır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça
kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
70) Konu: Doğan Avcıoğlu, kitap: Doğan Avcıoğlu: Bir Jön Türk'ün Ardından
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Doğan Avcıoğlu, bahsedeceğimiz metin Doğan Avcıoğlu: Bir Jön Türk’ün Ardından.
Sosyal bilimci, gazeteci, yazar, düşünür, aksiyoner Doğan Avcıoğlu, Jön Türkler'in liderlerinden Ahmet Rıza Bey'in elitist pozitivizmiyle jakoben merkeziyetçiliğinden etkilenen tezleriyle, giderek azalan bir şekilde de olsa, son 60 yıldır; sol-kemalist, sosyalist, ulusalcı, anti-emperyalist, anti-amerikancı, jakoben ve kısmen de milliyetçi ve muhafazakâr siyasi akımların tasavvur ve tahayyül kozmosları üzerindeki, etkili olmuş önemli bir kanaat önderidir. 1926’da Bursa’da doğan, otantik adıyla, Mehmet Erdoğan Avcıoğlu, Fransa’da sosyal bilimler okumuş, yurda döndüğü 1955’de Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde asistan olmuştur. Demokrat Parti iktidarına karşı muhalefet eden Ulus gazetesi ile Kim ve Akis dergilerinde yazan Avcıoğlu, 27 Mayıs darbesinin ardından CHP kontenjanından seçildiği Kurucu Meclis’te anayasa çalışmalarına katılmıştır. Çıkardığı Yön dergisi ve Devrim gazetesiyle dönemini domine eden, ‘asker – sivil aydın zümre’ dediği TSK unsurlarının da arasında olduğu ‘zinde kuvvetler’le gerçekleştirilecek sol – Kemalist bir askeri müdahaleyi doktrine etmenin yanı sıra, ordu içindeki cuntalarla dirsek temasında olduğu iddia edilen Avcıoğlu, desteklediği darbecilere karşı olan Amerikancı sağcı cuntanın verdiği 12 Mart muhtırasıyla cezaevine düşmüş, siyasetteki özgül ağırlığını ve öneminin büyük ölçüde kaybetmiştir. 1973’de aklanarak tahliye olduktan sonra büyük sıkıntılar çekmiş, öleceği 1983 Kasım’ına değin adeta politikaya küsmüştür. Bu yıllar onun fikirlerini kitaplaştırmak konusunda en verimli olduğu dönemidir. Gazete ve dergilerdeki sayısız makalesiyle birlikte Türkiye’nin Düzeni, 31 Mart’ta Yabancı Parmağı, Devrim Üzerine, Milli Kurtuluş Tarihi, Türklerin Tarihi, Devrim ve Demokrasi kitaplarının oluşturduğu müktesebatı Osmanlı tarihi ve iktisadiyatı, Türklerin 5,000 yıllık tarihi, Kemalist tezler ve sosyalist teorinin orijinal bir sentezine dayanır. Telifinin bu mahiyetiyle o, Kemal Tahir ve İdris Küçükömer gibi orijinal ve yerli mütefekkirler arasına yazdırmıştır adını. Tahliye olmasına müteakip yaşadığı ‘persona non grata hali; ‘ordunun kılıcını atması’yla özetlenecek askeri darbe, muhtıra, cunta gibi demokrasi dışı müdahalelerle siyasetin ve toplumun dizayn edilmesine şiddetle karşı çıkan merkez sol ve Kemalist tahayyülün temsilcisi Bülent Ecevit ve ekibinin yanı sıra; toplumsal dönüşümü ancak halkın geniş katılımıyla gerçekleştirilebilecek bir sosyalist devrimin eseri olarak gören sol tasavvurun tercihleri yüzündendir. Bütün iyi niyetine, hesapçılıktan uzak, harbi, hasbi, dürüst ve namuslu duruşuna karşın Avcıoğlu halkın sağduyusundan ve irfanından, insanımızın kendisi için iyi olanı isteyebileceğinden zerrece ümidi olmayan jakoben zihniyete 1950’lerin sonunda eklenmiş olan oldukça önemli bir halkaydı. O, ne yazık ki TSK’daki cunta heveslilerine 'soft teknolojiler', 'ideolojik ikna imkânları' ve 'meşruiyet zemini' sunmuş; gençlerin radikalize olarak silaha sarılmalarına ve 12 Eylül 1980 darbesine giden yolun döşenmesine katkı vermiş, başta Türkiye İşçi Partisi olmak üzere, barışçıl ve meşru sosyalist mücadeleyi temel alan sol kesimlerin de önünü kesmiştir.
Hikmet Özdemir’in yazdığı Doğan Avcıoğlu Bir Jön Türk’ün Ardından yapıtı, Avcıoğlu’na yapılmış bir ihtiram duruşu, ona adanmış bir armağan kitap olmasının yanı sıra, düşünürün yaşamı, fikriyatı ve icraatı hakkında ülküdaşı ve dava arkadaşı olan 68 kuşağı önderlerinin değerlendirilmelerini ve Hikmet Özdemir’in toparlayıcı analizlerini içermektedir. 1838 Ticaret Sözleşmesiyle, 1839’da başlayan Tanzimat Döneminin Osmanlıyı yarı sömürgeleştirip yıkıma götürdüğünü savunan bu yerli ve milli münevverimizin yeni kuşaklarca tanınması bakımından önemsediğimiz kaynak metnimiz, ilgilisine şayanı tavsiyedir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
---------------------------------------------
Önceki 65 metne erişmek için bknz. ltfn.:
https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/03/trt-radyo-1-sayfalarn-dilinden-program.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder