TRT Radyo 1, Sayfaların Dilinden Programı, metinler - 13












01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan mezkûr metinlerden 1 Nisan - 5 Nisan döneminde yayınlanacak olanlar aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek, Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.


66) Konu: Evren, kitap: Zamanın Kısa Tarihi

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Evren, bahsedeceğimiz metin Zamanın Kısa Tarihi. 

Stephen Hawking’in Zamanın Kısa Tarihi’nin final paragrafını hatırlayalım: ‘Günün birinde eksiksiz bir birleşik kuram bulursak, bu, yalnızca birkaç bilimci tarafından değil, genelinde herkes tarafından anlaşılır olmalı. İşte o zaman bir hepimiz, feylesoflar, bilimciler ve sokaktaki adam, ‘biz ve evren niçin varız?’ sorusunu tartışabileceğiz. Hele bunu yanıtlayabilirsek, insan aklının en yüze zaferi olacak- çünkü o zaman Tanrı’nın aklından neler geçtiğini bileceğiz.’ Genel kabule göre Evren, her biri Güneş sistemimiz büyüklüğünde yüzlerce milyar yıldız sisteminden oluşan yüzlerce milyar galaksiden mürekkep bir koleksiyondur. Sicim Kuramı Kozmolojisi başta olmak üzere, mantıki devam yolu çoklu evrenleri gerektiren ve spekülatif yanı ağır basan çok sayıda kozmolojik argümantasyon bize, evrenimiz gibi sonsuz sayıda evrenin içine gömüldüğü ve bilimden ziyade bilim kurgunun konusu olan 11 boyutlu bir uzay-zaman sürekliliğini gerektiren bir meta evreni vaz’eder. Evreni, hatta sonsuz evrenler mimarisini ve giderek de bütün bu telifin müellifi olan bir Metafizik Fail’in aklından geçenleri anlamaktan bahsetmeyi; Görelilik Kuramının yazılı olduğu bir sayfada yuvalanmış bir mikroorganizmanın, yaşam alanı kıldığı o sayfadaki mezkûr kuramı anlayabileceğini iddia etmesi kadar kibirli ve absürd de bulabilirsiniz; insanın, varoluş dairesinin tamamını anlamak noktasındaki azim ve kararlığına yorup bu gayreti takdir de edebilirsiniz, tercih sizin. Biz, söz konusu kitap ve yazarı üzerinden devam edelim sohbetimize.

Önsözünü Carl Sagan’ın yazdığı, 2018’de 76 yaşında vefat eden İngiliz kozmolog, kuramsal fizikçi, akademisyen ve yazar Stephen Hawking’in kaleme aldığı Zamanın Kısa Tarihi – Büyük Patlamadan Kara Deliklere yapıtı, basıldığı 1988’den bu yana gerçekleşen 30 milyona yaklaşan satışıyla popüler bir bilim eseri için inanılması gerçekten güç olan bir tirajı yakalamıştır. 1955 kaybettiğimiz milenyumun bilim insanı olarak tarif ve tavsif edilen Albert Einstein’dan sonra gelen en parlak kuramsal fizikçi ve kozmolog olarak nitelenen Hawking, yakalandığı ölümcül amyotrofik lateral sikleros hastalığı yüzünden hayatının önemlice bir bölümünü tekerlekli iskemlede geçirmişti. Bu süreçte konuşamadığı için bir yazılımın sağladığı ses simülasyonu üzerinden iletişim kurabilen ve göz kapaklarından başka hiçbir istemli kasını hareket ettiremediği bir umumi felç tablosunda yaşamasına karşın, son nefesini verene değin ilmi çalışmalarını sürdürmeyi başarmış tepeden tırnağa irade ve zekâydı o. Hawking’in mezkûr eserini ‘bedeni tekerlekli sandalyenin tutsağı, ama beyni o denli hareketli ki, evrenin gizlerini gün ışığına çıkarabilmek için zamanın ve uzayın uçsuz bucaklığında sanki dört nala koşuyor’ diyerek manşete taşıyan prestijli Time Gazetesi gibi mecraların altını çizdiği üzere kuantum fiziği, kuantumlu genel görelilik kozmolojisi, kara delikler, Big Bang, genel görelilik gibi fiziğin bir çok önemli bahsinde insanlığın ufkunu açan tezlerin sahibi olan Hawking, ‘evrenin doğası nedir? Onun içindeki yerimiz ne, o ve biz nereden geldik? Evren niye böyle?’ sorularının peşinde kanat çırptığı hayatının son 55 yılında, Nobel Fizik Ödülü alamamasına karşın, bu ödülü kazananların çoğundan daha fazla hizmet etmiştir insanlığın imajinasyonunun ve kavrayışının zenginleşmesine. Bu bölümün kaynak metni olan söz konusu eserin, ‘kozmoloji ve kuramsal fiziğe giriş yapmak istiyorum. Kısa, özlü, vurucu, faydalı ve dahice olan tek bir kitaba ayıracak vaktim var, bana hangi eseri önerirsiniz?’ şeklindeki bir arayışın faili olanlar için biçilmiş kaftan olduğunu düşünüyoruz. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 



67) Konu: Fatih zehirlendi mi?, kitap: Helvahane Defteri ve Topkapı Sarayı’nda Eczacılık 

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Fatih Zehirlendi mi?, bahsedeceğimiz metin Helvahane Defteri ve Topkapı Sarayı’nda Eczacılık.  

Üzerinden 543 yıl geçmesine karşın, Fatih Sultan Mehmed’in gut hastalığından mı öldüğü, yoksa zehirlenerek mi öldürüldüğü kesinleştirilememiştir. 


Âşıkpaşazade Tarihi'ndeki bir şiirin yorumlarına ve ilk baskısı 1953’de yapılan Franz Babinger'in Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı başlıklı meşhur monografisinde Vatikan arşiv belgelerine dayandırarak ileri sürdüğüne göre Fatih, Venedik Devleti tarafından zehirlenerek öldürülmüştür. 1954’de yayınlanan makalesinde Naşid Baylav, Fatih Sultan Mehmed'in zehirlenerek öldürüldüğü iddiasını Osmanlı medikal kayıtlarına dayandırarak ispata çalışmıştır. Makale büyük yankı uyandırmış, Fatih'in kabrinin açılarak nâşı üzerinde tıbbi tetkik yapılması bile gündeme gelmişti. 

Söz konusu makalesinde Baylav, Roma’yı fethetmek üzere Üsküdar - Gebze arasındaki Hünkârçayırı'nda devasa bir ordu toplayan Fatih Sultan Mehmed’in 3 Mayıs 1481'de vefat edişini, Papalığın casusu olduğunu savunduğu ve sultanın çok güvenerek vezirlik verdiği 30 yıllık doktoru Venedikli Yahudi dönmesi Yakup Paşa, yâni Jacobus Maestro tarafından ilacına katılan çok zehirli bir bitki extresiyle zehirlenmesi sonucunda gerçekleştiğini, o zamana değin yayınlanmamış olan ve Osmanlı saray doktorlarının reçetelerini içeren, söz konusu ettiğimiz, çok nadir bir yazma esere dayanarak, kanıtlamaya çalışmıştır. 

Helvacıbaşı, padişah dahil sarayda yaşayan ve çalışan binlerce insana yemek hazırlayan çok geniş bir ekibin başındaki kişi olup, saray protokolünde yeri olan önemli bir makamdı. Helvacıbaşının, padişahın doktoru olan hekimbaşı'nın nezaretinde hazırladığı kimi çay, macun ve iksirler çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılırdı. Bu yönüyle helvacıbaşı, aşçılığın yanı sıra, bir çeşit eczacı gibi de çalışmaktaydı. Daha önce, Vatikan arşiv belgeleri gibi yabancı kaynaklara dayandırılarak temellendirilmeye çalışılan bu olayı Naşid Baylav, ilk kez bir Osmanlı vesikası üzerinden ve medikal zeminde delillendirerek dile getirmişti. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nil Sarı'ya göre, bahse konu el yazmasında yer alan reçetelerden bir tanesinde, Topkapı Sarayı'nda padişaha medikal servisler sunan hekimbaşlarının 'kargabüken' bitkisinin tohumlarından elde edilen striknin extresinden faydalandıklarına işaret edilmektedir. Yemeklere belli bir dozda katıldığında öldürücü olan bu zehrin gerçekten de Fatih'in yemeklerine eklenip eklenmediği, Fatih'in nâşından alınacak bir numude zehir aranması türünden tetkikler yapılmadan kesinleştirilebilecek bir husus değildir.

 

Fatih boğazına aşırı düşkün olduğu için gut hastalığından mı vefat etti, yoksa istilâ edilmekten korkan Venedik ya da Vatikan’ın bir suikastına mı kurban gitti, bilinmez; ancak Naşid Baylav'ın mezkûr makalesi, İstanbul'un Osmanlı İmparatorluğu'nca fethinin 500. sene-i devriyesi kutlamalarının yapıldığı sosyolojik, psikolojik ve fikri atmosferde büyük yankı uyandırmış ve söz konusu mevzunun tekrar ramp ışıkları altına altına taşınarak yeniden ve yeniden tartışılmasına vesile teşkil etmiştir. Tarihçilerin kutbu Halil İnalcık başta olmak üzere, çok sayıda üstadın ‘olabilir’ diyerek açık kapı bıraktığı bu önemli mevzu günümüzde de esrarını muhafaza etmektedir.

Arslan Terzioğlu imzalı 1992 tarihli Helvahane Defteri ve Topkapı Sarayı’nda Eczacılık, Topkapı Sarayı’nın Eczanesi olan Helvahane’de 1608 – 1767’de yapılan 186 ilacın reçetesini, Osmanlı tıp ve eczacılığının genel bir resmini ve kadim medeniyetlerden devraldığı birikim ve mirası ilmi açıdan tetkik etmekte olup çok önemli bir belgedir. Mevcudu epeydir olmayan bu eserin bir an önce yeniden basılması elzemdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 






68) Konu: Zor, Rıza Ve Hegemonya, Eser: İktidarın Meşruiyeti ve Rıza Üretimi

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Zor, Rıza ve Hegemonya, bahsedeceğimiz metin İktidarın Meşruiyeti ve Rıza Üretimi.

5 milyon yıllık geçmişimize baktığımızda, sayısız tehlike ve tekinsizlikle dolu gezegenimizi paylaştığımız canlıların çoğuna göre zayıf ve handikaplı olduğumuzu, bu yüzden de, mezkûr koşullar altında tek başımıza yaşayıp neslimizi sürdürmemizin imkânsız olduğunu görürüz. Bunun zaruri sonucu olarak geliştirdiğimiz toplumsal yaşam pratiklerimiz, ister istemez, güç ve iktidar ilişkilerini icat etmemizle sonuçlanmıştır. Tarımı, yerleşik hayatı, iş bölümünü, artık ürün ve artık değeri, sınıf farklılıklarını, yöneten – yönetilen dikotomisini ve devleti icat ettiğimiz 12,000 yıl öncesinden günümüze değin geçen süreçte ise, söz konusu güç ve iktidar ilişkileri günden güne daha da rafine edilmiş, inceltilmiş, hakiki mahiyetini gizleyen kılıklarda boy gösterir olmuştur. İktidarın esas olarak çıplak güç temelinde, zor ve şiddet merkezli inşâsı ve kullanımının tarih boyunca sosyal patlamalara ve devrimlere neden olduğu aşikârdır. Toplumsal rıza üreterek meşruiyet devşirmek ve sosyal mimariyi ağırlıklı olarak bunun üzerine bina etmek, kapitalist toplumsal formasyonun tarihsel birikiminde gözlendiği üzere, asırlara sâri bir kültürel – ideolojik – sosyopolitik hegemonya imal ve inşâ etmeye olanak sağlar. Bahse konu birlikte yaşama, yönetim ve yönetişim metodu, salt zor temelli olana kıyasla, çok daha düşük maliyetli ve sürdürülebilirdir. Bir diğer deyişle, bir ahbabımızla yaptığımız birlikte bir kahve içip muhabbet etmek gibi sıradan bir aktiviteden, şirketlerin - sivil toplum kuruluşlarının -  akademik yapıların - spor camialarının - kültür ve sanat organizasyonlarının sevk ve idaresine, bir milletin yönetilmesinden, fevkalâde karmaşık ve çok katmanlı olan uluslararası ilişkiler arenasında ittifaklar kurulmasına ve aktüel hasım cephenin zayıflatılmasına değin uzanan hayatımızın hemen her aşamasındaki, yönetime ve onun güncellenmiş sürümü olan yönetişime konu sayısız beşeri ve sosyal faaliyetimizi, güç ve rızanın birlikte kullanıldığı kombinler vasıtasıyla gerçekleştirirken, mezkûr kombinezonun rıza üretme yanına ağırlık vermek makul ve rasyonel olan tutumdur.

On binlerce yıllık pre-modern dönemin pre-kapitalist ihtiyaçlarına binaen üretilen efsaneler, destanlar, masallar, mitler ve teoloji kapsamındaki kimi anlatılar, yönetici sınıfların ve iktidar elitlerinin icraatlarının olumsuzluklarını maskelemiş, meşruiyetlerini beslemiş, güçlerini tahkim etmiştir. 1700 – 2024 dönemini kapsayan modern, post-modern ve post-postmodern süreçlerde ise gazeteler, dergiler, kitaplar, müzik eserleri, sahne sanatları, filmler, tv programları, reklâmlar, modaya konu antite ve akımlar, sosyal medya içerikleri gibi envai çeşit anlatılar; modern mitler, güncel destanlar, son moda masallar, aktüel teolojik argümantasyonlar olarak sahne almışlardır. Söz konusu vasıflarıyla verili adaletsiz küresel sistemin sömürü temelli hakikatini ve sınıfsal tabiat ve mahiyetini gizleyen bu fiktif kurgular, geniş yığınlar tarafından satın alınmakta, bu durum onları imal eden ve pazarlayan entelektüellerle, onların organik olarak eklemlendikleri hakim sınıfların egemenliğini sürdürmesiyle sonuçlanmaktadır.

Öğretim üyeleri Dr. Ahmet Öztekin ve Dr. Hülya Öztekin’in ortaklaşa yazdıkları İktidarın Meşruiyeti ve Rıza Üretimi: Masallardan ve Mitlerden Kitle İletişimine Toplumsal Bilincin İnşası kapsamlı bir akademik makale olup, mercek altına aldığı problematiği çeşitli cepheleriyle kuşatıp kucaklarken, araştırma nesnesini de ayrıntılı olarak otopsiye ve diseksiyona tabî tutup analiz etmektedir. Bizim de faydalandığımız mezkûr makalenin, konunun ilgilisi için işlevsel olacağını düşünüyoruz. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 



69) Konu: Virüsler, kitap: Genel Viroloji

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Virüsler, bahsedeceğimiz kitap Genel Viroloji.  

Daha öncesinde varlıklarına dair beslenen kimi şüphe ve varsayımlara karşın, ilk defa 1892’de Rus biyolog Dmitri Ivanovsky tarafından keşfedilerek ilmen tanımlanan virüs türlerinin günümüze değin geçen 132 senede on binlercesi tespit edilerek sınıflandırılmıştır. Diğer hiçbir organizmanın hayatiyetini sürdüremeyeceği sınır koşullarında bile fonksiyonlarını gerçekleştirebilmeleriyle, biyolojiye konu diğer organizmalardan ayrılan virüslerin kavramsal kökeni Latince zehir anlamına gelen vīrus’tur. Bilinen en büyük virüsler, varoluşun en küçük canlı organizasyonlarından olan bakterilerden bile en az 100 kere daha küçüktür. Bitkiler, hayvanlar, insanlar, mantarlar, bakteriler, algler ve arkeler gibi bilinen bütün canlı türlerini enfekte ederek onlarda patolojik tablolara ve ölümlere neden olabilen virüsler, mikrobiyolojinin bir alt kırılımı olan virolojinin ilgi alanındadır. İçerdikleri genetik malzeme, doğal seçilimin konusu olmaları, mutasyon geçirmeleri ve çoğalmaları gibi özellikleri üzerinden onları canlı olarak kabul eden bilim insanları olduğu gibi; bir oluşumun canlı olarak nitelenebilmesi için gerek şart olarak görülen bir kültür ortamına yerleştirildiğinde enerji üretme ve dönüştürme yeteneğine sahip olmamaları, bu ortamda büyüyüp çoğalamamaları, RNA ve DNA gibi kalıtsal malzemelerden sadece birisine sahip olmaları ve konak olarak kullandıkları bir başka canlı hücrenin genetik malzemesi ve enzimleri olmaksızın üreyememeleri gibi kimi kritik organel ve fonksiyon noksanları yüzünden virüsleri ‘yaşamın sınırlarındaki organizmalar’ ve ‘kopyalanmışlar’ olarak tanımlayan ve hatta daha da kestirmeden gidip ‘canlı değillerdir!’ diyen uzman ve otoriteler de vardır.

Binlerce yıllık kadim öğretilerde cansız tabiat – nebatat – hayvanat – insanat olarak klasifiye edilen varlık zinciri mitolojik, esoterik, teolojik, filozofik ve ilmi sayısız alt metin barındırır. Varlık zincirine dair yapılan biyolojik - maddi - ilmi bir izahat ise, onu beslenme zinciri üzerinden şu şekilde yeniden tanımlar: Bitkiler cansız doğayla, hayvanlar bitki ve hayvanlarla, insanlarsa bunların tamamıyla beslenirler, bu yüzden de türümüz hem beslenme zincirinin, hem de varlık zincirinin zirvesindedir. Bu tanımlama, varoluşun en basit biyolojik mimarisine sahip olmasına karşın, virüslerin, insanlar dahil her şeyle beslendiği hakikatini ıskalamakta ve türümüze hak etmediği bir önemi izafe etmektedir. Sakın virüsler, bu hakikatten hareketle, kendi aralarında şöyle iletişiyor olmasınlar: insanlar dahil her şeyle beslendiğimiz için beslenme ve varlık zincirinin zirvesinde oturan homo-sapiens-sapiens türü değil, biziz aslında! Türümüzün beslenme ve varlık zincirinin tepesine yerleştiğine dair olan esasen hakikatle de gayrı-mutabık mezkûr argümanı; insanlığın sonunu getirebilecek küresel bir yok oluşun nedenleri arasına virütik bir pandemiyi de yerleştiren uzman görüşleri ışığında, tekrar değerlendirmekte fayda vardır.

Şemsettin Ustaçelebi ve A. Dündar As’ın birlikte yazdıkları Genel Viroloji kitabı, virüslerin diğer mikroorganizmalardan çok farklı olan biyolojik mimari ve çoğalma özellikleriyle, onların hayvanlara ve bilhassa da insanlara bulaşma mekanizmalarını ve neticesinde yol açtıkları patolojik ve klinik tabloları 8 ana bölümde mercek altına almaktadır. Bu mahiyet ve muhtevasıyla mezkûr eser tıp fakültesi ve diğer sağlık branşlarındaki lisans öğrencilerine; mikrobiyoloji, viroloji ve epidemiyoloji gibi sahalarda eğitim alan lisansüstü öğrencilerine, TUS sınavına hazırlanan hekimlere ve viroloji konusuna odaklanmış araştırmacılara söz konusu alanın temel bilgilerini sunmaktadır. Programımızın başvuru kaynağı olan kitabın, bazı teknik kısımları müstesna tutulursa, genel okura da seslendiğinin altını çizmekte fayda vardır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 



70) Konu: Doğan Avcıoğlu, kitap: Doğan Avcıoğlu: Bir Jön Türk'ün Ardından

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Doğan Avcıoğlu, bahsedeceğimiz metin Doğan Avcıoğlu: Bir Jön Türk’ün Ardından. 

Sosyal bilimci, gazeteci, yazar, düşünür, aksiyoner Doğan Avcıoğlu, Jön Türkler'in liderlerinden Ahmet Rıza Bey'in elitist pozitivizmiyle jakoben merkeziyetçiliğinden etkilenen tezleriyle, giderek azalan bir şekilde de olsa, son 60 yıldır; sol-kemalist, sosyalist, ulusalcı, anti-emperyalist, anti-amerikancı, jakoben ve kısmen de milliyetçi ve muhafazakâr siyasi akımların tasavvur ve tahayyül kozmosları üzerindeki, etkili olmuş önemli bir kanaat önderidir. 1926’da Bursa’da doğan, otantik adıyla, Mehmet Erdoğan Avcıoğlu, Fransa’da sosyal bilimler okumuş, yurda döndüğü 1955’de Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde asistan olmuştur. Demokrat Parti iktidarına karşı muhalefet eden Ulus gazetesi ile Kim ve Akis dergilerinde yazan Avcıoğlu, 27 Mayıs darbesinin ardından CHP kontenjanından seçildiği Kurucu Meclis’te anayasa çalışmalarına katılmıştır. Çıkardığı Yön dergisi ve Devrim gazetesiyle dönemini domine eden, ‘asker – sivil aydın zümre’ dediği TSK unsurlarının da arasında olduğu ‘zinde kuvvetler’le gerçekleştirilecek sol – Kemalist bir askeri müdahaleyi doktrine etmenin yanı sıra, ordu içindeki cuntalarla dirsek temasında olduğu iddia edilen Avcıoğlu, desteklediği darbecilere karşı olan Amerikancı sağcı cuntanın verdiği 12 Mart muhtırasıyla cezaevine düşmüş, siyasetteki özgül ağırlığını ve öneminin büyük ölçüde kaybetmiştir. 1973’de aklanarak tahliye olduktan sonra büyük sıkıntılar çekmiş, öleceği 1983 Kasım’ına değin adeta politikaya küsmüştür. Bu yıllar onun fikirlerini kitaplaştırmak konusunda en verimli olduğu dönemidir. Gazete ve dergilerdeki sayısız makalesiyle birlikte Türkiye’nin Düzeni, 31 Mart’ta Yabancı ParmağıDevrim ÜzerineMilli Kurtuluş Tarihi, Türklerin TarihiDevrim ve Demokrasi kitaplarının oluşturduğu müktesebatı Osmanlı tarihi ve iktisadiyatı, Türklerin 5,000 yıllık tarihi, Kemalist tezler ve sosyalist teorinin orijinal bir sentezine dayanır. Telifinin bu mahiyetiyle o, Kemal Tahir ve İdris Küçükömer gibi orijinal ve yerli mütefekkirler arasına yazdırmıştır adını. Tahliye olmasına müteakip yaşadığı ‘persona non grata hali; ‘ordunun kılıcını atması’yla özetlenecek askeri darbe, muhtıra, cunta gibi demokrasi dışı müdahalelerle siyasetin ve toplumun dizayn edilmesine şiddetle karşı çıkan merkez sol ve Kemalist tahayyülün temsilcisi Bülent Ecevit ve ekibinin yanı sıra; toplumsal dönüşümü ancak halkın geniş katılımıyla gerçekleştirilebilecek bir sosyalist devrimin eseri olarak gören sol tasavvurun tercihleri yüzündendir. Bütün iyi niyetine, hesapçılıktan uzak, harbi, hasbi, dürüst ve namuslu duruşuna karşın Avcıoğlu halkın sağduyusundan ve irfanından, insanımızın kendisi için iyi olanı isteyebileceğinden zerrece ümidi olmayan jakoben zihniyete 1950’lerin sonunda eklenmiş olan oldukça önemli bir halkaydı. O, ne yazık ki TSK’daki cunta heveslilerine 'soft teknolojiler', 'ideolojik ikna imkânları' ve 'meşruiyet zemini' sunmuş; gençlerin radikalize olarak silaha sarılmalarına ve 12 Eylül 1980 darbesine giden yolun döşenmesine katkı vermiş, başta Türkiye İşçi Partisi olmak üzere, barışçıl ve meşru sosyalist mücadeleyi temel alan sol kesimlerin de önünü kesmiştir. 

Hikmet Özdemir’in yazdığı Doğan Avcıoğlu Bir Jön Türk’ün Ardından yapıtı, Avcıoğlu’na yapılmış bir ihtiram duruşu, ona adanmış bir armağan kitap olmasının yanı sıra, düşünürün yaşamı, fikriyatı ve icraatı hakkında ülküdaşı ve dava arkadaşı olan 68 kuşağı önderlerinin değerlendirilmelerini ve Hikmet Özdemir’in toparlayıcı analizlerini içermektedir. 1838 Ticaret Sözleşmesiyle, 1839’da başlayan Tanzimat Döneminin Osmanlıyı yarı sömürgeleştirip yıkıma götürdüğünü savunan bu yerli ve milli münevverimizin yeni kuşaklarca tanınması bakımından önemsediğimiz kaynak metnimiz, ilgilisine şayanı tavsiyedir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 

---------------------------------------------

Önceki 65 metne erişmek için bknz. ltfn.:

https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/03/trt-radyo-1-sayfalarn-dilinden-program.html


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder