'Coğrafi Keşifler'; Schrödinger'in Kedisi; Nüzhet Gökdoğan; Resim Sanatı; Flanörlük >>> metinler - 15



01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan mezkûr metinlerden 08 Nisan - 12 Nisan döneminde yayınlanacak olanlar aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek, Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.

71) Konu: 'Coğrafi Keşifler', kitap: Antik Dönemden Günümüze Haritacılar.

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu ‘Coğrafi Keşifler’, bahsedeceğimiz kitap Antik Dönemden Günümüze Haritacılar. 

Batı merkezli tarih yazıcılığında ‘Keşifler Çağı’ olarak nitelenen periyodun satırbaşları şöyledir: İskandinavyalı ve İzlandalı Vikingler 10. asırda Grönland ve Kanada’da koloniler kurmuş; Venedikli Marko Polo 13. asırda babası ve amcasıyla 24 yıl süren Asya seyahatini gerçekleştirmiştir. Portekizli Bartolomeu Dias 1488’de Afrika’nın en güneyindeki Ümit Burnunu kat etmiş, böylece Avrupalı gemicilerin uzun süredir peşinde olduğu Hindistan’a deniz yoluyla gidişi mümkün kılmıştır. Portekizli Vasko da Gama, Bartolomeu Dias’ın açtığı yol üzerinden 1498’de Hindistan’a denizden ulaşan ilk Avrupalıdır. Gerçekte nereye gittiğini anlayamayan Cenevizli Kristof Kolomb, tamamını Hindistan’ın doğusundaki adalar sandığı Küçük Antiller’e 1493’de, Trinidad’a 1498’de, Orta Amerika’nın doğu kıyılarına ise 1502’de giderken; Portekizli Ferdinand Macellan 1519 – 1522 arasında gezegendeki bütün okyanusları kat ettiği, bütün meridyenlerinin üzerinden geçtiği 70,000 kilometrelik seyahatinde, mürettebatıyla birlikte, Dünya’nın etrafında tam bir tur attığı belgelenen ilk insanlardan olmuştur. Geç Orta Çağ’la erken Modern Dönemi kapsayan bütün bu faaliyetin temel motivasyonu iktisadi temelliydi ve Batılı tarihçilerin ‘Eski Dünya’ dediği Avrupa toplumlarının hakim sınıflarıyla fikri ve siyasi elitlerinin, önce Arap ve Farsların, akabinde de Osmanlıların kontrolünde olan İpek ve Baharat Yolu üzerinden yürütülen ticarete hakim olmak; giderek de, yine Batı Aleminin telifi olan ‘ana akım literatür’ün kavramsallaştırmasıyla söyleyecek olursak, Yeni Dünya’nın, yâni Asya, Afrika ve Amerika’nın yerüstü ve yeraltı kaynaklarına ve zenginliklerine doğrudan erişerek, bunların kontrol ve kullanımını ele geçirmek düşüncesiydi. Hristiyanlığı yaymak merkezli misyoner faaliyeti, insan türünün bilinmeyeni keşfetmek noktasındaki sonsuz heves ve hırsı bu süreci güdüleyen diğer faktörlerdir. Kolomb Takası denen bir kavramı genelleyerek söyleyecek olursak, mezkûr süreçte ilk defa karşılaşan toplumlar arasında bitki, hayvan, maden ve mineral, kültürel – teolojik - sosyolojik kodlar ve normlar, endemik enfeksiyonlar, alet - edavat, araç - gereç temelli teknoloji değiş tokuşu yapılarak küreselleşmenin ilk ciddi adımları atılmış; oluşan sermaye temerküzü ve yığınsal köle emeği kullanımıyla klasik sömürgeciliğin ve emperyal kapitalizmin temelleri atılmıştır. Coğrafi keşifler nitelemesine belki de en çok uyan etkinlikler, 1909 – 1911 de yapılan Kuzey ve Güney Kutbu seferlerinde Arktika ve Antarktika’nın keşfedilerek haritalanması olmuştur. İnsanların uzun süredir yaşadığı bir coğrafyaya başka yerlerden insanların ilk defa gelmesi, akabinde de oraları talan edip sömürmesi insanlık adına değil, olsa olsa yeni gelenler adına bir keşiftir ve esasen de sömürgecilik olan insafsız ve ahlâksız bir faaliyettir. Ezcümle, Batılı toplumların ‘coğrafi Keşifler’ dediği antite, arkasında neredeyse 1000 yıllık bir suçlar ve günahlar galerisi olan ayıplı ve ahlâksız bir tarihsel külliyata referans verir.

Batılıların gezegenimizi keşfetmesi konusunda uzman olan Kaliforniya kökenli araştırmacı yazar Beau Riffenburgh’un hazırladığı ciltli, özenle tasarlanıp basılmış görsel şölen mahiyetindeki içeriği ve bunu destekleyen, kartografinin 25 asırlık tarihinin en önemli numunelerinden olan 15 adet harita ilâvesiyle Antik Dönemden Günümüze Haritacılar kitabı; konuya dair okuma yapmak isteyene şayanı tavsiyedir. Bu önerimizi, yazarın, ele aldığı mevzuyu ‘Dünya'nın keşfi, insanın evi bildiği gezegenimiz hakkındaki bilgilerini arttırması ve bunun üzerinden medeniyetin ilerlemesi’ şeklinde yorumlayarak emperyal güçlerin asırlara sâri sömürgecilik faaliyetlerini temize çeken bir mantaliteye sahip olduğunun gözden kaçırılmaması gerektiği uyarısıyla yapıyoruz. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 



72) Konu: Schrödinger’in Kedisi, Kitap: Schrödinger’in Kedisinin Peşinde

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Schrödinger’in Kedisi, bahsedeceğimiz kitap Schrödinger’in Kedisinin Peşinde.

Bilimin, özellikle fiziğin, ele aldığı bir hipotezi doğrulamak ya da yanlışlamak adına kurguladığı deneylerden maddi hayata uyarlanması mümkün olmayan, bu yüzden de salt teorik düzlemde kalan, spekülatif yanlar da barındırabilenlerine Düşünce Deneyi denir. Bunların en popülerleri Maxwell’in cini, Laplace’ın şeytanı ve Schrödinger’in Kedisi’dir. Kuantum mekaniğinin kurucularından olan fizikçi ve bilim kuramcısı Erwin Schrödinger, 1933’de Paul Dirac’la Nobel Fizik Ödülünü paylaşmıştı. Schrödinger; 1922 Nobel Fizik Ödülü sahibi Niels Bohr’un müellifi olduğu gözlemcinin, gözlemlediği olayları etkilediğini ve değiştirdiğini savunan Kuantum Mekaniğinin Kopenhag Yorumuna şiddetle karşı çıktığını, 1935’de yayımladığı, bahsettiğimiz düşünce deneyini de içeren çok ses getiren makalesiyle deklere etmişti. Mezkûr deney, içinde olup bitenler dışardan görülemeyen bir kutuya konmuş bir kedi, bir dedektör, radyoaktif ışıma yapan bir madde, bir çekiç ve öldürücü zehir içeren bir cam kap üzerinden kurgulanmıştı. Seçilen radyoaktif madde % 50 olasılıkla saatte bir elektromanyetik ışıma yaymaktadır. Bir saatin sonunda gözlemlemediğimiz kutuda gerçekleşecek sürecin kuantum mekaniğinin Kopenhag Yorumuna göre gelişimi şöyledir: 1- radyoaktif element % 50 olasılıkla ışıma YAPAR, bu ışıma dedektör tarafından saptanır ve çekici harekete geçirir, çekiç cam kabı kırarak içindeki zehrin kutuya yayılmasına ve kedinin ölümüne neden olur; 2- radyoaktif element % 50 olasılıkla ışıma YAPMAZ, dedektör bir şey algılayamayacağı için çekiç tetiklenmez, şişe kırılmaz, zehir de kutuya yayılıp kediyi öldürmez. Bu iki olası hal de, Kopenhag Yorumuna göre aynı anda gerçekleşirler. Kapalı kutudaki manzara, onu açıp içini gözlemlemediğimiz sürece, her iki olası durumu temsil eden kuantum dalga mekaniği denklemlerinin üst üste bindikleri bir süperpozisyon halindedir. Bir diğer deyişle, gözlemlemediğimiz sürece kedi aynı anda hem ölü, hem de diri olduğu bulutsu bir mahiyette ve bir Araf düzlemindedir! Kutuyu açıp içine baktığımızda, iki olası halin üst üste bindiği süperpozisyon durumu, hallerden birinin kuantum hal denklemine çökerek onun işaret ettiği olasılığı maddileştirir. Kopenhag yorumunun sağduyuyu iptal eden bu izahatı Hugh Everet III’ün 1957’de paylaştığı Çoklu Dünyalar Teorisi ile aşılmaya çalışılmıştır. Buna göre, bir olayın olası bütün hallerini yansıtan kuantum hal denklemleri sadece gözlenmediklerinde değil, gözlendiklerinde de çökmezler; kuantum hal denklemlerinin karşılık geldiği fiziki gerçekliklerden birini görüp deneyimleriz, diğerleri ise haberdar olamayacağımız çoklu dünyaları, paralel evrenleri varlık alanına çıkararak onlarda yoluna devam eder.

‘Kimsenin gözlemlemediği bir olay varlık sahnesine çıkamaz mı? Gözlemci, gözlediğini etkileyip değiştirebiliyorsa, bizler aslında süper güçlere mi sahibiz? Bu evrende dolar milyarderi olan, bir başkasında sersefil yaşıyor olabilir mi?’ gibi soruları akla getiren mezkûr düşünce deneyi felsefe, psikoloji, bilimkurgu, popüler kültür, sinema, komplo kuramları ve teoloji alanlarında derin etkiler yaratmıştır.

Popüler bilim kitapları yazarı, astrofizikçi, akademisyen John Gribbin’in yazdığı, 1984’de yayımlanan Schrödinger’in Kedisinin Peşinde – Kuantum Fiziği ve Gerçeklik, aradan geçen 40 yılda, Sicim Kuramı gibi radikal atılımlar yapılmasına karşın, güncelliğini ve geçerliliğini korumakta. İddiaları her gün sayısız kere ispatlanan kuantum fiziğiyle, onun kozmolojiye tatbikatının sonuçlarından olan Çoklu Evrenler gibi spekülatif argümanların popüler versiyonlarını çok satan kitaplara dönüştürmekte mahir olan Gribbin’in eseri, konuya giriş yapmak isteyenlere olduğu kadar, içeriğine aşina olanlara da faydalıdır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.




73) Konu: Nüzhet Gökdoğan, kitap: Kâinatta Bir Nokta: Nüzhet Gökdoğan

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Nüzhet Gökdoğan, bahsedeceğimiz kitap Kâinatta Bir Nokta: Nüzhet Gökdoğan.

Nüzhet Toydemir Gökdoğan, imparatorluk ortamını; ilk Cihan Harbi - mütareke ve işgalin sıkıntılarını yaşamış birisi ve ilk kadın astronomumuz, ilk kadın dekanımız, ilk kadın üniversite senatörümüz, Yüksek Mühendis Mektebi’nde, yâni İTÜ’de ders veren ilk kadın akademisyenimizdi. 14 Ağustos 1910’da doğan Nüzhet Hoca, Erenköy Kız Lisesi'ni 1928’de bitirdi, kazandığı devlet bursu ve Atatürk’ün talimatıyla Marsilya’ya matematik okumaya gitti. Matematik lisansını 1932’de Lyon Üniversitesinde, fizik lisansını ise 1933’de Paris Üniversitesi’nde tamamlayan Gökdoğan, astronomi dalını seçip Paris Gözlemevi’nde staja başladı. Yurda döndüğü 1933 sonunda, yeni kurulan İÜ Fen Fakültesi Astronomi Enstitüsü’nde asistan ve tercüman olarak çalışmaya başlayan Nüzhet Hoca, Eylül 1934’de Fen Fakültesi Astronomi Enstitüsü’nün ilk Türk Doçenti oldu. 1936’da Üniversite bahçesinde bir gözlemevi kurulmasına katkı veren Gökdoğan, aynı yıl İTÜ’ye müderris muavini olarak atandı. 1937’de, daha önce aldığı matematik doktorasına fen doktorasını da ekleyen Nüzhet Hocanın bu çalışması, Fen Fakültesi kayıtlarındaki bir numaralı doktora tezidir. 1938’de Ali Mukbil Gökdoğan’la evlenen Nüzhet Hoca 1940’da liseler için Astronomi kitabı yazdı. Aralık 1948’de İÜ Fen Fakültesi’nde profesör ve üniversite senatörü olan Gökdoğan; Cahit Arf, Mustafa İnan ve Nazım Terzioğlu ile birlikte Türk Matematik Derneği'ni ve ülkenin eğitimli ve kariyerli kadınlarıyla da Türk Üniversiteli Kadınlar Derneğini kurdu, uzun yıllar bu derneğin başkanlığını yaptı. Birçok uluslararası kongreye katılan, bilimsel makale ve kitaplar yazan, 1951 1952’de bulunduğu ABD’de, ülkenin en önemli rasathanelerinde gözlemler yapan Nüzhet Hoca Haziran 1954’de Fen Fakültesi Dekanlığına seçildi. Aynı yıl Türk Astronomi Derneği’nin kurucularından olan Gökdoğan 20 yıl bu derneğe başkanlık yaptı. 1958’de Astronomi Kürsüsü'nün başına geçen Nüzhet Hoca, 22 yıl Kürsü ve Bölüm başkanlığı yaptı, bu süreçte yurt dışındaki rasathanelerde çalıştı. 60’lar ve 70’lerde çok sayıda uluslararası etkinliğe katılan, ulusal ve uluslararası sivil toplum çalışmalarına destek veren Gökdoğan, 1978 İkinci kez Fen Fakültesi Dekanı oldu.

Eylül 1978’de düzenlediği 2. Ulusal Astronomi Kongresi'nde, 1997’de kurulacak olan Ulusal Gözlemevi fikrini ilk kez dillendirerek tartışmaya açan Nüzhet Hoca, 1980’de yaş haddinden emekli oldu. Çalışma arkadaşları ve öğrencilerinin ‘sevgiyle bilgiyi daima birlikte yaşayan ve yaşatan, talebelerini meslektaşı olarak görüp saygı gösteren, ilerleyen çağlarında bile ‘genç’ kalabilen, daima günceli yakalayan, Cumhuriyet Türkiye’sinin örnek bir yurttaşı ve öncü bir bilim insanıydı’ şeklinde tanımladıkları Nüzhet Gökdoğan, vefat ettiği 23 Nisan 2003’e kadar ilmi ve sosyal çalışmalardan kopmamış, yoğun ve örnek alınası hayatını ‘milletimin bana verdiklerini ödeyebilmek için uğraştım’ diye özetlemiştir.

Kadın haklarıyla ilgili müktesebatıyla tanınan sosyolog, yazar, editör, belgeselci ve akademisyen Feryal Saygılıgil'in yazdığı Kâinatta Bir Nokta - Nüzhet Gökdoğan biyografisi, kelimenin hakiki manasıyla Cumhuriyet kadını olan bir bilim insanımızı kuşatan ve sözlü tarih tekniğiyle kaleme alınmış ayrıntılı ve özenli bir monografi, bilim tarihimize düşülmüş önemli bir nottur. Vefatının üzerinden 21 yıl geçtiği şu aktüel uğrakta, özellikle genç nesillerin Gökdoğan’ı tanımaları bakımından, baskısı tükenen kaynak eserin bir an önce yeniden basılması faydalıdır ve elzemdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 



74) Konu: Resim Sanatı, kitap: Ressamlar – Yaşamları ve Eserleri

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Resim Sanatı, bahsedeceğimiz kitap Ressamlar – Yaşamları ve Eserleri.

Akla gelebilecek hemen her yüzeye renkler, konturlar, ışık – gölge kontrasları, perspektif teknikleri, envai çeşit materyaller marifetiyle yapılan; varoluş dairesindeki maddi bir fenomeni temsil ve simüle etmeye, insan imajinasyonundaki ve mutasavveresindeki belli bir antiteye referans vermeye, ya da, önceki resim ekollerinden radikal bir kopuşu ifade eden ve postmodern ve POST-postmodern dönemler olarak nitelenen son 65 yıla giderek daha çok rengini veren kavramsal sanat çerçevesinde, bir fikri – bir bağlamı – bir dilsel problemi – bir kavramı – bir problematiği tarif ve tasvir etmeye yönelik olarak ortaya konan plastik – grafik – estetik – matematik – ideolojik hasılaya resim denir.

Aktüel paleo-antropolojik çalışmalarla en az 30,000 yıl öncesine tarihlenen ve uzak atlarımızın, gezegenin çeşitli coğrafyalarındaki kaya duvarlarına ve fakat en çok da mağaraların diplerindeki kuytu duvar ve tavanlara yaptıkları av, savaş ve gündelik hayat tasviri konulu resimlerin ne amaçla yapıldı tam olarak bilinmemekle birlikte, sanat ve medeniyet tarihçilerince bu tasvir faaliyetlerinin arkasında teolojik, sosyolojik ve psikolojik kimi motif ve motivasyonlar olduğu değerlendirilmektedir. Son 10 asırda resim sanatı, tarihsel mirası ve genetik kodlarıyla kurduğu ilişki bakımından 3 önemli ontolojik kopuş yaşamıştır: 1- perspektifin icadı ve resme tatbikiyle birlikte Orta Çağ tasvirinden Rönesans resmine geçiş; 2- 1830’ların sonunda icat edilen fotoğrafın, yaygınlaşmaya başladığı 1870’lerden itibaren maddi dünyanın temsili görevini üstlenmesi, bu suretle de daha önce bu fonksiyonu îfâ etmeyi misyon edinen resim sanatının amaçsız kalması; 3- 20. asırda, husûsen de 1939 sonrasında yaşanan ve günden güne gelişen kitle iletişim araçları sayesinde gezegendeki kadın ve erkeklerin giderek daha fazlasının haberdar oldukları zulümlerin neticesinde oluşan ‘böylesi bir çağda sanatın ne anlamı var, resmin yapmanın ne kıymeti var?!?’ merkezindeki sorgulamalarla, modern sonrası düşünce akımlarının ve yeni teknolojilerin sağladığı açılımların, resim sanatının ontik köken ve mirasını imha etmesi, onu mâzi ve istikbal kiplerinden yoksun bir ‘SONSUZ ŞİMDİ ÂNI’na sürgün etmesinin yol açtığı aktüel anlam krizi.

Son 1,000 yıl boyunca klasizim, neo-klasizm, izlenimcilik, dışavurumculuk, maniyerizm, modernizm, soyut resim, soyut ekspresyonizm, art deco, art nuvo, naif resim, grafiti, op-art, oryantalizm, orfizm, foto-realizm, plüralizm, dijital resim, barok, gotik, rokoko, konstrüktivizm, kübizm, fovizm, halk sanatı, naif resim, taşizm, tonalizm, fütürizm, Fars minyatürü, Selçuklu – Osmanlı minyatürü, pointizm, pop art, postmodernizm, ilkel sanat, realizm, sürrealizm, toplumcu gerçekçilik, romantik realizm başta olmak üzere sayılamayacak kadar çok anlayış ve ekolü doğuran, bunlar sayesinde de girdiği krizleri atlatan resim sanatı, câri ontik krizini de aşar diye ümit edenlerdeniz.

Önsözü Andrew Graham-Dixon’a ait olan, her bölümü konunun uzmanı sanat tarihçilerinin kaleminden çıkma Ressamlar – Yaşamları ve Eserleri, ciltli – şömizli - büyük boy formu, mükemmel tasarlanmış görsel şölen mahiyetindeki rengarenk grafik yanı ve yetkin ve informatif mahiyetli içeriğiyle bütün kitapseverlerin arşivinde olmayı hak eden bir başvuru kaynağı, bir referans metindir. İslâm minyatürlerine, Hind, Amerikan yerlisi ve Afrika resmine hiç yer vermemesi, Japon ve Çin resmine ise az yer ayırması gibi eksikleri eserin zayıf yanı; Batı resim tarihini asırlara göre mükemmelen özetleyen kısımları ise, mezkûr alanlara dair okuma yapmak isteyenler için, ıskalanmaması gereken tarafıdır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.



75) Konu: Flanörlük, metin: Flanör olmanın İncelikleri ve Flanörlüğün Prensipleri

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Flanörlük, bahsedeceğimiz metin Flanör olmanın İncelikleri ve Flanörlüğün Prensipleri.

Modernizmin, endüstrileşmenin, kapitalizmin, kentleşmenin, evet, özellikle de kent ve şehir denen sosyolojik birimin evlâtlarıdır flanör ve dişisi olan flanözler. Şehirlerin sokak, cadde, bulvar, meydan ve çıkmazlarında, önceden belirlenmiş bir amaca, hedefe, plâna, hesaba, projeye meyletmeksizin; evvelden edinilmiş öngörüye, önyargıya, bilgiye ve donanıma bağlı olmaksızın; rehber eşhasa ve onların mütemmim cüzü olan rehber metin ve kitaplara, yâni o anlı şanlı, cafcaflı ve de meşhur guide book’lara zerrece prim vermeksizin; hayatının, ya da ayaklarının kendisini sürüklediği yere giden; erdiği menzilde insanlarla, fauna ve floraya dair bileşenlerinin oluşturduğu ekosistemle, mimari ve tarihi dokuyla kurduğu ilişkiler seyyahınkinden ve fakat bilhassa da turistinkinden mahiyetçe farklı olan; varoluşun derununa doğru temaşa etmek üzerinden nefes almaya, deneyim edinmeye ve tecrübe koleksiyonu yapmaya çalışan erkek ve kadınlara, malûm olduğunuz üzere, gündelik konuşmada ‘aylak’, ‘gezinti’ deriz, bilirsiniz; işte flanör ve flanöz bu banal, bu sıradan, bu basit, bu uncultured kavramın lacivert modu, afili kıyafeti, entelektüel formudur.

Henry David Thoreau, Nassim Taleb, J.K. Rowling, Albert Einstein, Charles Darwin, Aristoteles, William Wordsworth, Pierre Trudeau, Thomas Jefferson, Virginia Woolf, Soren Kierkegaard, Socrates, Friedrich Nietzsche, Ludwig Van Beethoven, Leo Tolstoy ve Leonard Cohen yaptığımız tarife şu veya bu şekilde uyan kişilerdir. Onlar, varlıklara – olgulara – fenomenlere yaklaşırken bildiklerini paranteze alıp iptal eden fenomenologlar gibidir.

İlkin Edgar Allen Poe’unun 1840’da yayımlanan Kalabalıkların Adamı hikâyesinde, isimlendirilmeden tarif edilmişti flanörlük. Hikâyeyi 1845’de Fransızcaya çeviren Charles Baudelaire, kavramı da kullanarak şöyle tanımlamıştı flanörü: ‘Kusursuz bir flanör, tutkulu bir gözlemci için ahalinin tam orta yerini, hareketin gel-git noktasını, gelip geçici ile sonsuzun arasını mesken tutmak müthiş bir keyiftir. Evden uzak kalmak ama her yerde evinde hissetmek; dünyanın merkezinde olmak, dünyayı gözlemek ama dünyadan saklı kalmak.’ Bu has Fransız şair ‘şehir sokaklarının centilmen gezgini’ diyerek serseri diye istiskal edenlere kontur çekmiş, onurlandırmıştı flanör ve flanözü. Walter Benjamin’e göre ise flanör ‘zeki gözlemler yapabilen amatör bir dedektif ve gazeteci’ydi. Edmund Whitesürekli bir şeyler öğrenip kendini geliştirme kaygısı, başarısını ispat için çalışma ihtiyacı, katı seyahat gündemi ve keskin hatlarla belirlenmiş güzergâhlar flanörlüğün en büyük tehditleridir’ diyor mealen bir metninde. Nassim Talep’in tanımı kısa ve öz: ‘Bir şeyleri yapmanın belirli bir yoluna kilitlenmeyen kişidir, turistin zıddıdır’. Şöyle toparlayalım mevzuyu biz de: mevcudata ve hayata meşaiyyûn gibi, ehl-i dalalet gibi peripatetik bir üslupla yaklaşan; varoluşu formatlamayan, hayata teslim olan; evi tüm dünya bir coğrafya üstü; saatsiz ve takvimsiz bir zaman dışı; hiper-empatik bir gezegen ferdi; alıcı kuş misali anlam vermeyen, anlam alan; eşyadan, makamdan, mesaiden, evden, sıladan, mâsivâdan âzâde ve hür; ‘şimdi ve burada’ya odaklı; ‘koşma, yavaşla, mümkünse dur!’ diyendir flanör.

Fotoğrafçı, gezi yazarı, bisikletçi, flanör, seyahat danışmanı Gökhan Kutluer’in bloğundaki Flanör Olmanın İncelikleri ve Flanörlüğün Prensipleri yazısı programımızın temel referansıydı. Flanör modunda gezmeye ve keşfetmeye meyyalseniz şayet, bu yazıyı okuduğunuzda, Kutluer’in diğer yazılarına da zaman ayırabilir, engin flanör literatüründe flanörlük yapabilirsiniz demektir, demedi demeyin. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 

-------------------------------------------

Önceki 70 metne erişmek için tklynz. ltfn.:  https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/03/trt-radyo-1-sayfalarn-dilinden-program_18.html

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder