TRT Radyo 1, Sayfaların Dilinden Programı, metinler - 12














01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan mezkûr metinlerden 25 Mart - 29 Mart döneminde yayınlanacak olanlar aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek, Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.


61) Konu: Nikolas Kopernik, kitap: Kopernik, Göklerin Devrimcisi

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Nikolas Kopernik, bahsedeceğimiz kitap Kopernik, Göklerin Devrimcisi

Güneş'in Dünya etrafında döndüğünü savunarak yaklaşık 1,500 yıl astronomiyi domine eden Aristotelesci - Batlamyuscu jeosantrik, yânî, Dünya merkezli Evren görüşünü bâtıl kılan ve Dünya'nın Güneş etrafında döndüğünü dillendiren heliosantrik, yânî, Güneş merkezli Evren anlayışının astronomi, kozmoloji ve fizikte baskın teori olmasının yolunu açan, bu sayede de, mezkûr argümantasyonun teoloji, metafizik ve astrolojinin gündemlerine de yerleşmesini tetikleyen Polonyalı Astronom Nikolas Kopernik, aralarında zengin tüccar ve aristokratların olduğu Silezyalı bir ailenin çocuğu olarak 1473'de Prusya Krallığı idaresindeki Lehistan'da doğdu. Kraków, Bolonya, Padova ve Ferrara Üniversitesi gibi döneminin prestijli akademik kurumlarında matematik, astronomi, tıp, ekonomi, siyaset ve kanon, yânî kilise hukuku okuyup, bir çok alanda doktora derecesini elde eden ve sadece kendi döneminin değil, belki de tüm çağların en büyük filolog, avukat, hekim, diplomat, politikacı, matematikçisi, fizikçi, astronom, sanatçı ve teologlarından olan Nikolas Kopernik, üstün zekâsı ve edindiği bahse konu çok yönlü ve kaliteli eğitimiyle kilise hiyerarşisinde zirveye tırmanabilecekken, hayatının hiçbir döneminde örgütlü Hristiyanlığın tam zamanlı çalışanı olmamıştır. O, hayatını, hali vakti yerinde olan ailesinin işlerini yöneterek, zaman zaman Katolik Kilisesi'nde danışmanlık yaparak ve çevresine medikal destek vererek idame ettirdi. Rönesans'ın şâhikasının yaşandığı 16. asrın başında Roma'ya giden Kopernik, zamanının büyük kısmını sadece zevk aldığı ilmi konulara yoğunlaşarak değerlendirmiş, akademik eğitiminden sonra hayatının sonuna kadar sürdürdüğü okuma - araştırma - gözlemleme süreçleri sayesinde, döneminin matematik, astronomi, fizik, filoloji, hukuk, iktisat ve haritacılıkla ilgili bütün birikimlerini kucaklayan ve bunları güncelleyip derinleştirerek aşan bir teorik formasyon edinmeyi başarmıştı. Bu gayretlerinin sonucunda, tam 30 yıl boyunca üzerinde çalışarak kaleme aldığı ve fikir tarihinin en radikal ve ufuk açıcı eserlerinden biri, ikonoklastik bir ilmi baş yapıt, ezber ve konfor bozan bir opus magnum ve janrının immortal bir klasiği olan 'De revolutionibus orbium coelestium - Göksel Kürelerin Hareketleri Hakkında' 1532'de tamamlayan âlim, agresif bir ideolojik hegemonya anlayışına ve amansız bir sansür zihniyetine sahip olan Katolik Kilisesi tarafından aforoz edilmekten korktuğu için, eserini bastırmaktan imtina etmiş, sadece en yakınındaki bir avuç hür fikirli liberal bilim insanıyla paylaşmıştır. 1542 sonuna gelindiğinde sağlık durumu iyiden iyiye kötüleşen ve Kilise'nin kendisine uygulayabileceği müeyyidelere dair kaygıları artık tâli plânda kalan Kopernik, 'Göksel Kürelerin Hareketleri Hakkında'nın 1543 başında, Nürnberg'de basılmasına nihayet izin vermiştir. Mezkûr eserin bilim camiasına mal olması, âdeta zincirleme bir reaksiyon gibi işlev görerek Tycho Brahe, Giordano Bruno, Johannes KeplerGalileo Galilei ve Isaac Newton'ın 1570 - 1730 döneminde gerçekleştirecekleri bilimsel buluşların çıkış noktasını oluşturmuştur. 

John Freely'nin yazdığı Kopernik Göklerin Devrimcisi kitabı; kökenleri kadim Hint, Çin, Mezopotamya, Mısır ve Grek medeniyetlerine kadar inen binlerce yıllık Güneş merkezli Evren anlayışını ilk defa modern bilim bağlamında ele alan dahice çalışmasıyla post-klasik astronomi ve kozmolojinin kurucu babası olan Kopernik'in müktesebatındaki 8. asır - 12. asır dönemi İslâm astronomisinin katkılarına da hak ettiği yeri vererek nesnel bir bilim tarihi metni olmayı başarmakta. Kopernik'in hayatının bütün veçhelerini layığıyla resmetmesinin yanı sıra, söz konusu bu nesnelliği de eseri okunulası kılmaktadır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 




















62) Konu: Elma, Kaynak: Sanat ve Mitolojide Elma İmgesi

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Elma, bahsedeceğimiz eser Sanat ve Mitolojide Elma İmgesi makalesidir

Gülgiller familyasından, malus cinsinden ve malus domestica türünden bir meyve olan elmanın, 1,000 kadarı aşılama gibi kültür çalışmaları neticesinde oluşan, bakiyesi doğal yollarla gelişmiş, 5,000'den fazla çeşidi olup, bunların 500 kadarı ülkemizde yetişmektedir. Zengin ve faydalı içeriği sayesinde tercih edilen yemişlerin başında gelen elmanın ana vatanı Kuzey Anadolu, Kafkasya, Orta Asya ve Avrupa Rusya'sının güneyidir. Bu mucizevi meyve, 1930'ların Kemalist Tarih Tezinin ikonik imajı olan Türklerin Orta Asya'dan bütün gezegene yayılmalarını resmeden o popüler göç haritasını andırır şekilde, Orta Asya'dan yayılmıştır bütün Dünyaya. 

Elmayı programımızın konusu kılan husus, paylaştığımız ansiklopedik ve didaktik malûmatı aşan; onun, meyvelerden bir meyve olarak varlık dairesinde işgal ettiği basit ve sıradan pozisyonun çok ötesindeki mahiyeti ve tarih, mitoloji, din, estetik, edebiyat, plastik sanatlar, felsefe, psikoloji, antropoloji, folklor, sosyoloji, ekonomi, şehir efsaneleri, komplo teorileri, davranış bilimleri, cinsel roller ve argo jargonlar gibi anlam alanlarının tamamına 'dokunabilen' çok katlı ve fevkalâde karmaşık bir kültürel antite olmasıdır. Buna birkaç örnek vereceğiz.

Adem ve Havva'nın Cennet'ten kovuluşuna dair olan semavi anlatıda, İbrahimi teolojide İlk Günah denilen Yaradan'ın yenmesini memnu kıldığı İyilik ve Kötülüğü Bilme Ağacı’nın meyvesi elma olarak resmedilir. Boğazımızdaki troid bezinin kıkırdağına, yani Gırtlak Çıkıntısı'na Adem Elması denir. İsviçre’nin kurucu figürlerinden milli kahramanı Guillaume Tell okçuluk alanındaki marifetini oğlunun kafasının üzerine koyduğu elmayı vurarak kanıtlardı. Dünyanın en kozmopolit ve enerjik megapolü sayılan New York’un argodaki adı Big Apple, yânî Büyük Elmadır. New York'un Hollanda kolonisi olduğu 17. asırda yöneticisi olan Peter Stuyvesant'ın efsanevi kayıp hazinesine de Big Apple denir. Pamuk Prenses ve 7 cüceler masalında, aynı zamanda cadı olan kötü kalpli üvey annesi Pamuk Prensesi öldürmek için zehirle kaplanmış alımlı bir elma kullanır. Aktüel piyasa değeri 3 trilyon doları aşan, dünyanın en kıymetli şirketlerinden Apple, kendisine isim olarak elmayı ve logo olarak da ısırılmış elmayı seçmiştir.  Beatles'ın plâk şirketinin logosu da elmaydı. Bilgisayar ve yapay zekâ çağının kurucu figürlerinden, Nazilerin Enigma şifresinin kırıcısı ve Turing Makinesinin mucidi dahi matematikçi Alan Turing, siyanürlü bir elma yiyerek intihar etmişti. Grek mitolojisinde Venüs'ü öfkelendiren ve Truva Şavaşına yol açan Paris'in altın meyvesi elmaydı. İngilizler en sevdiklerine gözümün elması’ - the apple of my eye der. Bir ortamı, bir süreci, bir işi bozan nedene / kişiye / olguya çürük elma deriz. Hz. Süleyman’ın Mesellerinde elma ağacı sevgiye işaret eder. Bir çocuk tekerlemesi emeği övmek adına çalışan kazanır, elması kızarırder. Alevilerin kutsal meyvesi kırmızı elmadır. Elma çiçeği feminist literatür ve feminist ezoterizmle anaerkil toplumların kutsallarındandır. Newton’a Evrensel Çekim Yasasını bulmasında, başına düşen bir elmanın ilham verdiği söylenir. Milletlerin büyük ideallerinin, ütopik hedeflerinin jenerik ismi Kızıl Elma; ülkemizdeki en prestijli reklâmcılık ödüllerinin adı ise Kristal Elmadır. Masalların o malûm finalinde adeta hat trick yaparcasına gökten daima 3 elma düşer. 'Elma dersem çık' ve 'yarım elma, gönül alma’ deyişleri sıklıkla kullanılır. 

Kaynaklarımızdan olan Gülay Karakuş'un Sanat ve Mitoloji Bağlamında Elma İmgesi makalesinin, konunun ilgilisine de faydalı olacağını düşünüyoruz. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 



63) Konu: Sokak Köpekleri  kitap: İstanbul ve Sokak Köpekleri

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Sokak Köpekleri bahsedeceğimiz eser İstanbul ve Sokak Köpekleri

tv kanallarındaki ve internet sitelerindeki gündemlerde ve sosyal medyada paylaşılan videolarda, başıboş köpeklerin faili olduğu ve giderek daha çok insanın zarar gördüğü saldırganlıkları konu alan haberlere son birkaç yıldır daha fazla rastlamaya başladık. Buradan hareketle, aktüel olarak Türkiye'nin hemen her büyük şehrinde ilerleyen zamanla birlikte adeta kartopu gibi büyüyerek üzerimize doğru gelen ve bizi tehdit eden bir sokak köpekleri problemi yaşanmaktadır dediğimizde, hakikatle mutabık bir tespit yapmış oluruz. En yüksek insan ve sokak köpeği popülasyonunu barındıran, metropol hayatının sıkıntılarının da her bakımdan zirve yaptığı merkez olan İstanbul, haliyle, mezkûr problemin de en şiddetli yaşandığı yerdir; onun üzerinden yürütülecek argümantasyonlar, sorunun genel manada kuşatılması ve tüm yerleşim birimlerimizi kucaklayan kalıcı ve akılcı çözümlerin üretilmesi bakımından bize ciddi bir örneklem ve güvenilir bir temsil imkânı sunmaktadır.  Sokak hayvanları, hususen de sokak köpekleri meselesi aslında İstanbul'un fethinden bu yana geçen 6 asırdır payitahtın sorunu olmuştur. İstanbul'u ziyaret eden yabancıların anılarına baktığımızda, 16. asırda misafirimiz olan Felemenk diplomat ve yazar Busbecq’in'in Türk Mektupları’nda anlattıklarıyla, 19 asrın son çeyreğinde şehre gelen İtalyan yazar ve seyyah Edmondo de Amicis’in İstanbul isimli monografisinde söyledikleri adeta örtüşmektedir ve bu tespitler dört asır boyunca yazılmış onlarca diğer İstanbul seyahatnamesini de temsil edebilecek mahiyettedir. Özetle şöyle demekte bahsi geçen bütün o ecnebiler: 'Türkler kedileri ve köpekleri çok seviyor; kediler sahipleniliyor, köpeklere ise sokakta bakılıyor. Bunun nedeni hem kültürel, hem de dini olabilir, bu motifler Türkleri sokak hayvanlarına karşı anlayışlı olmaya ve merhametli davranmaya sevk etmekte. Köpekler sokaklardaki çöpleri yiyerek hijyen sorununa çözüm üretirken, dışarıya kapalı yerleşim birimleri olan mahalleleri de yabancılara karşı korumaktalar'  İstanbullular ile sokak köpekleri arasındaki bu simbiyotik yaşam, tarihsel akış içerisinde, şehir vuran veba ve kolera gibi salgın hastalıkların yol açtığı korku ikliminde ve savaşlar neticesinde Kafkaslardan, Balkanlardan, Kırımdan çok sayıda göçmenin gelmesiyle bozulan demografik mimari neticesinde yerle bir olmuş; köpekler huzursuzlanarak saldırganlaşmış, insanlar da onları tehdit olarak görmeye başlayarak 'köpeksizleştirilmiş sokaklar' peşinde koşmuş, böylece büyük köpek katliamları ve sürgünleri gerçekleştirilmiştir. İstanbul'da köpeklere yönelik ilk toplu sürgün 17. asrın başında 1. Ahmet döneminde yapılmıştır. 1830'larda 2. Mahmut döneminde köpeklerin Sivriada'ya sürgünleri şehir ahalisinin büyük tepkisini çekince, hayvanlar geri getirilmişti. Sultan Abdülaziz döneminde bir kez daha Sivriada'ya sürülen İstanbullu köpekler, şehirde çıkan çok büyük bir yangına onların ahının yol açtığına inanan ahalinin baskısıyla yeniden payitahtın sokaklarına dönmüşlerdi. 1910'da İttihat ve Terakki hükümeti, modernleşerek Avrupalı gibi olmak sâikiyle şehirden toplattığı 80,000 köpeği yine Sivriada'ya sürmüş, hayvanlar aç ve susuz ölüme terk edilmişti. Aylarca köpeklerin çığlıklarıyla uykusuz geceler geçiren İstanbullular, bu büyük hayvan katliamı sonrasında yaşanan Marmara depremiyle, Balkan Savaşı faciasını köpeklerin ahına bağlamıştır.

Ümit Sinan Topçuoğlu'nun yazdığı İstanbul ve Sokak Köpekleri kitabı, insan - köpek - şehir üçgeninde yaşanan bahse konu problemleri ve bunlara dair üretilen çözümleri tarihsel süreklilik içinde mercek altına alan bir perspektife ve içeriğe sahip olup, meseleye dair bütünlüklü yaklaşımları hedefleyenler için de rehber metin mahiyetindedir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 


64) Konu: Halil Can, Kitap: Eczacı Yarbay Nâyzen Halil Can

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Halil Can bahsedeceğimiz eser Eczacı Yarbay Nayzen Halil Can

Neyzen, müzik araştırmacısı, dini müzik icracısı, hattat, mûsiki eğitmeni, eczacı Halil Can 1905’te Üsküdar’da doğduMevlevi dervişi, Uşşâkıyye tarikatı mensubu ve mûsikişinas olan babası bahriye kolağası Şükrü Efendi, evinde dinî müzik icra edilen toplantılar yaptığından, Can'ın kulakları doğumundan itibaren notalara aşinaydı. İlk sistematik mûsiki bilgilerini Üsküdar Mûsiki Cemiyeti'nde alan alan Halil Can akabinde neyzenbaşısı hattat Mehmed Emin Dede’den ney ve dinî mûsiki, Bestenigâr Ziyâ Bey’den Klasik Türk mûsikisi, Rauf Yektâ Bey’den nazariyat, Ahmet Avni Bey’den âyin, Hâfız Ömer Efendi’den nota bilgisi ve mûsiki tavrı eğitimi alarak müzikal formasyonunu pekiştirdi. 1925'de tekkeler kapatılıncaya değin Ahmed Celâleddin ve Ahmed Remzi dedelerin sohbet halkalarında bulunan ve onlara hizmetler eden sanatçı, Üsküdar Mevlevîhânesi şeyhi Ahmed Remzi Dede’den aldığı icazetle Mevlevî tarikatına katıldı. 1923’te girdiği Eczacılık Mektebini 1925’te bitiren Can, 1926’da yedek subay oldu. Terhis olacağı sırada yapılan bir regülasyonla eczane açma sınırı getirilince serbest eczacılık yapamayacağını görüp, ‘tezkere terk ederek’ muvazzaf asker olan Halil Can, Kasım 1927’de, yeni evliyken, üsteğmen olarak Adana'da askeri eczacılık kariyerine başladı. Akabinde sırasıyla tayin edildiği Adana, Maraş, Bitlis, Van, Elazığ, Ankara ve İstanbul'da kariyerini sürdüren Can, sürekli seyahat, tayin, taşınmalarla dolu bu süreçte yorulduğu ve müziğe daha fazla zaman ayırmak istediğinden, Ekim 1948'de yarbay rütbesiyle askerlikten istifa etti ve  özel sektörde eczacılığını sürdürdü. Kariyeri sırasında gitti her yerde yerel musiki oluşumlarına katılarak müzikten kopmayan sanatkâr, 1953-1971döneminde İstanbul Belediye Konservatuvarı Eserleri Tasnif ve Tesbit Heyeti üyeliği ve Yüksek İslâm Enstitüsü dinî mûsiki dersi hocalığı  yaptı. Bu süreçte aralarında Ulvi Erguner, Selâmi Bertuğ, Ümit Gürelman ve Ömer Erdoğdular gibi meşhur neyzenlerin de olduğu çok sayıda müzisyen yetiştirdi. 1961’de emekli olan sanatkâr, bütünüyle sanata, musikiye, meşke, Mevleviliğe odaklandığı 1973'e kadar olan yıllarını hayatının en bahtiyar dönemi olarak yaşadı. Dönemdaşı olan diğer tekke ve dini mûsikişinaslara kıyasla müthiş bir müzikal teorisi olan Halil Can, mûsiki dergilerine çok sayıda önemli makale yazdı, büyük bir gayretle ve tek başına yazıp yayınlamaya başladığı Türk Musikisi Lügati ise ne yazık ki yarım kaldı.

Güzel bir İstanbul ilkbaharında, 23 Mayıs 1973’de, 68 yaşında Hakk’a yürüyen eczacı Halil Can'ın vefatı, üstün musikişinaslığı ve ender bulunan insani hasletleri sayesinde fevkalâde özel ve ehemmiyetli bir parçası olmayı başardığı küresel Mevlevi camiasının derin bir yoksunluk hissine ve çok kuvvetli ve samimi bir teessür atmosferine sokmuştu.

Bedii N. Şehsuvaroğlu’nun editörlüğünü yaptığı ‘Eczacı Yarbay Nâyzen Halil Can (1905 – 1973), meslektaşı ve öğrencisi olan önemli mûsikişinas, hattat, mevlevi, eczacı ve sanatkârların katkı verdikleri bir armağan kitap, Halil Can'ı bütün cephelerden kuşatmaya çalışan bir melanj ve sanatkâr hakkındaki en önemli kaynaklardan olup, bu vasıflarıyla, konunun ilgilisinin muhakkak arşivine eklemesi gereken bir belge mahiyetindedir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 



65)Konu: Seçim ve Demokrasi, kitap: Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Anayasa, Seçim ve Meclis Tecrübesi.

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Seçimler ve Demokrasi, bahsedeceğimiz kitap Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Anayasa, Seçim ve Meclis Tecrübesi.

Hayatımızın hemen her alanında uyguladığımız, bu bakımdan da çok sayıda alt kırılımı, özel hali ve farklı içerik ve tatbikatları olan seçim olgusunu ulusal siyaset perspektifinden, yerel ve genel yönetimler özelinde ve aday, seçmen, parti, propaganda ve tanıtım kampanyası, vaat, iktidar, muhalefet kavramları ekseninde değerlendireceğiz. Verili bir aktüel toplumsal formasyonda kural ve kanunlarla önceden belirlenmiş kamusal görevleri ve hizmetleri yerine getirmeye, bunların icap ettirdiği iş ve işlemleri gerçekleştirmeye aday birden çok kişi arasında, bahse konu kural ve kanunlar seti çerçevesinde oy verme hakkı olanlar tarafından yapılan tercihte bulunma işine seçim denir. 

Üç argüman üzerinden ilerleyeceğiz: 1- 20. asırda olgunlaşan ve günümüzdeki haline büyük ölçüde 2. emperyalist paylaşım savaşının akabinde, 1945 sonrasında kurulan Yeni Dünya Düzeniyle evrilen demokratik seçim olgusunun tarihsel köken ve kaynaklarını 2500 yıl önceye, Antik Grek dönemine götürme gayretlerine sık sık rastlarız. Bu tutum, konuya dair oluşturulmuş devasa ve bitimsiz literatürü taradığımızda ve gündelik iletişimimiz sırasındaki temas ve deneyimlerimizde şahit olduğumuz ironik ve patetik bir yaklaşım ve hakikatle gayrı mutabık bir safsatadır. Mezkûr iddianın esasen içi boş bir argüman ve bilimsel mesneti olmayan bir efsane olduğunun altını kuvvetle çizmek durumundayız. Şurası kesindir ki; ne Sokrat, ne Aristo ve ne Platon zamanında Antik Grek'de demokrasi uygulanmamış, bahse konu kavramın zerresi bile toplumsal dokuya nüfûz edememiştir. Batı Düşüncesinin 'demokrasi' diye allayıp pullayarak insanlığa takdim ettiği mezkûr fenomen, toplumun kabaca %10 kadarının söz ve oy hakkına sahip olduğu teatral bir etkinlikten başka bir şey değildir. Büyük toprak sahipleri, zengin tüccarlar, aristokratlar, üst düzey bürokratlar dışında kalan ve Grek Medeniyetini emek ve icraatlarıyla ayakta tutan kadınlar, çiftçiler, zanaatkârlar, yabancılar, köleler bu sürecin tamamıyla dışındaydılar. 2- Seçimlerin olması demokrasi için gerek şarttır, ancak yeter şart değildir. Özgür muhalefetin, eşit propaganda ortamının, dürüst ve adil seçimlerin olmadığı Grek Medeniyeti, Mussolini İtalyası, Nazi Almanyası, Rusya'nın Sovyetler Birliği dönemi ve halen süregelen Kuzey Kore, Suriye Arap Cumhuriyeti ve Çin Halk Cumhuriyeti pratiklerinde cereyan eden seçim süreçleri, bütünüyle göstermeliktir ve tiranlığın meşrulaştırılması adına demokrasinin enstrümantalize edilmesidir. 3- Günümüzdekini andıran ilk demokratik tecrübeyi 2. Mahmud'un yaptığı reformlar çerçevesinde 1830'larda Bolu'da gerçekleştirilen muhtar seçimleriyle yaşadığımız günden bu yana geçen iki asırlık sürede 1. Meşrutiyet, 2. Meşrutiyet, Cumhuriyetin inşaası, kadınlara seçme ve seçilme hakkını veren yasal düzenleme, çok partili parlamenter dönem, darbeler, darbe teşebbüsleri, muhtıralar, ara dönemler gibi badire, merhale ve sınavlardan başarıyla geçmesini bilen insanımız, 2024'un Nisanını idrak etmek üzere olduğumuz şu aktüel uğrakta, demokrasiyi içselleştirmiş, seçimleri bir şenlik havasında yaşamayı alışkanlık haline getirmiş bir millet olmanın verdiği özgüvenle bakmakta istikbaline.

Fatih mehmet Sancaktar'ın yazdığı Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Anayasa, Seçim ve Meclis Tecrübesi (1876-1923) kitabı, mercek altına aldığı dönemde cereyan eden egemenliğin hükümdardan halka geçtiği süreci analiz etmektedir. Bu gibi eserlerle anayasa, seçimler, meclisler, siyasi partiler, demokratik meşruiyet ve siyasal iddia ve hedefler bağlamında gelenek, norm, alışkanlık, teamül, hafıza inşaası gibi politik ve sosyolojik pratiklerin oluşmasının tarihsel kökenlerine ışık tutulmasının, coğrafyamızdaki güncel gelişmelerin nesnel ve soğukkanlı değerlendirilmesine katkı vereceği aşikârdır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 

-----------------------------------------

Önceki 60 metne erişmek için bknz. ltfn.:

https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/03/trt-radyo-1-sayfalarn-dilinden-metinler.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder