86) Konu: Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi, kitap: Paris'te Bir Osmanlı Sefiri(*)
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini
yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un
sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Yirmisekiz
Çelebi Mehmed Efendi, bahsedeceğimiz kitap Paris'te Bir Osmanlı
Sefiri.
Peç seferinde şehit düşen yeniçeri ocağı mensubu Gürcü kökenli Süleyman Ağa’nın oğlu Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi tahminen 1765’de Edirne’de doğdu. Babası gibi yeniçerilere katılan Mehmed Çelebi, kurumun 28. taburunda yetiştiği için 28 mahlasını aldı. Sırasıyla çorbacılık, muhzırbaşılık, hâcegânlık, darphâne nâzırlığı ve Sultan’ın başmuhassipliğini yapan Mehmed Çelebi, ikinci murahhas âzâ olarak katılıp büyük yararlılık gösterdiği Pasarofça Antlaşması müzâkerelerine müteakip, 1720’de, bir meselenin halli için geçici bir süre uygulanan tedbir manasındaki ad hoc bir icraatla, reformist sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın önerisi ve Padişah 3. Ahmed’in iradesiyle muvakkat ve fevkalâde elçi olarak Fransa’ya gönderildi. Mehmed Çelebi; Osmanlının duraklama döneminin nihayetiyle gerileme döneminin başlangıcı kabul edilen ve ciddi toprak kayıplarını belgeleyen 1699 tarihli Karlofça Antlaşmasıyla, küçülmenin devamını resmileştiren 1718 tarihli Pasarofça Antlaşması sonrasında, imparatorluk asker – sivil bürokrasisiyle münevverlerinde askeri sahada işlerin kötüye gittiği, bunun harp usul ve teknolojilerinde Avrupa devletlerinin gerisinde kalınmasının sonucu olduğu, mezkûr ülkelerin eriştikleri seviyenin yerinde tetkikinin faydalı ve şart olduğu kanaatinin oluşmasıyla Fransa’ya gönderilirken, kalabalık heyetine, 1755 - 1756 döneminde sadrazam olan ve 1727'de İbrahim Müteferrika'yı Osmanlının ilk Müslüman matbaasını kurmaya azmettiren ve destekleyen kıvrak zekâlı, açık fikirli oğlu Sait Efendi’yi de katmıştı. Memlekete dönüşünden sonra da önemli görevler ifâ eden Mehmed Çelebi, Patrona Halil isyanıyla 3. Ahmed halledilip sadrazam öldürülünce, onlara yakın olduğundan, gözden düşerek Lefkoşe’ye sürülmüş, 1731’de orada vefat etmiştir.
Osmanlı
hariciye literatüründe sayıları 40’ı aşan sefâretnâmeler içinde Mehmed Çelebi’ninki
en çok yankı uyandıranı; verimli müzakereleri en çok tetikleyeni
ve gelecek 2 asırda imparatorluğun çehresini ve ahalinin istikbalini temelden
değiştirecek reformların da ateşleyicisiydi. Lâle Devri
uygulamaları, 3. Selim’in Senedi İttifak da dahil Nizâmı Cedîd reformasyonu,
başta Vaka-i Hayriye olmak üzere 2. Mahmud restorasyonu, Tanzimat, 1. Meşrutiyet,
2. Abdülhamid’in ıslahatları, 2. Meşrutiyet ve 1923 – 1938 erken Cumhuriyet uygulamaları
gibi kabaca 220 yıllık modernleşme, muasırlaşma ve Westernization sürecimizin işaret
fişeği, ilham kaynağı, yol haritası ve program hülasası olan Mehmed Çelebi Sefaretnamesi’nin
Şevket Rado tarafından
sadeleştirilerek dilimize kazandırılan versiyonunu içeren Paris’te Bir Osmanlı Sefiri – Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin Fransa
Seyahatnamesi, konunun ilgilisince mutlaka okuması gereken bir kaynak
eserdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça
kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
87) Konu: Benedictus de Spinoza, kitap: Spinoza: Bir Yaşam
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini
yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un
sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Benedictus
de Spoinoza, bahsedeceğimiz kitap Spinoza: Bir Yaşam.
‘Meleklerin
ve kutsal kişilerin hükümlerine dayanarak, Tanrı’nın ve kutsal cemaatin
tamamının rızasıyla, kutsal kitaplarımızın ve içlerinde yazılı 613 buyruğun
önünde, Baruch de Espinoza’yı ihraç ediyor, kovuyor, lanetliyor ve ona beddua
ediyoruz. Gün içinde kahrolsun, akşam kahrolsun; yattığında kahrolsun
kalktığında kahrolsun. Dışarı çıktığında kahrolsun, içeri girdiğinde kahrolsun.
Tanrı onu hiçbir zaman bağışlamasın, Tanrı’nın gazabı ve kıskançlığı hep bu
adamın üzerinde tütsün; yasa kitabında yazılı bütün lanetler onun üzerine olsun
ve Tanrı ismini göğün altından sonsuza dek silsin!’
İnsanlık tarihinin kayda geçmiş en ağır beddualarından olan bu yakarış, 1656’da,
Amsterdam’daki Portekiz menşeyli Yahudilerin sinagogundaki çok kalabalık bir
Şabat ayininde, 1670’de yayınlanır yayınlanmaz yasaklanacak olan Tractatus Theologico-Politicus’ta
olgunlaştıracağı heretik ve heterodoks argümanlarının öncüllerini dindaşlarıyla
paylaştığı için Baruch Spinoza’nın, Yahudi
Cemaatinden tard edildiği herem,
yâni, aforoz ayininde
dillendirilmişti. Hollanda tarihinin en keskin zekâsı ve orijinal mütefekkiri, metafizikçi,
Eski ve Yeni Ahit eleştirmeni, rasyonalist ve ahlâki filozof, ‘peki,
bununla ne yapacağı?’ diyen pratik ve faydacı düşünür, siyaset bilimci,
mercek yontucusu, başarısız tüccar Baruch Spinoza 24 Kasım 1632’de ticaretle uğraşan zengin ve
nüfuzlu bir sefarad ailenin çocuğu olarak Amsterdam’da doğdu, hayatını
kazandığı cam perdahlama işinin ciğerlerine yüklediği cam tozları yüzünden de 1677’de
44 yaşında öldü. Aforozuna müteakip Benedictus
olarak değiştirdiği ismi, doğumunda verilmiş Baruch ve yakınlarının ona yakıştırdığı Benito gibi aynı anlama geliyordu: KUTSANMIŞ KİŞİ! Descartes’ın fikirleriyle meczettiği kutsal metin
tefsirlerini Galileocu ve Kopernikçi kozmolojiyle bir potada eriterek inşâ
ettiği dünya görüşüyle Spinoza, Yaradan idesini paranteze alan bir ateist, Tanrı sevgisiyle dolu bir metafizikçi, savunduğu ‘varoluş
Tanrı’dan başka bir şey değildir’ mottosu gereği bir panteist ve her argüman ve praksisi ‘bu ne
işe yarar?’ diye sorgulayan şüpheci
bir pratisyen olarak değerlendirilmiş, bu suretle de düşünce tarihinin en
yanlış anlaşılan fikir insanlarından olmuştur.
‘Töz’ ve ‘İde’ gibi
muğlak kavramları bile matematik bir kesinlikte ifade etmek için, modern
geometrinin kurucusu Öklid’in
abidevi yapıtı Elementler’e benzer
bir yazım tekniğini kullandığı Ethica’nın
Tanrı’yı Varoluş’la özdeşleştiren ilk kısmı olan ‘De Deo – Tanrı’ya Dair’i 1663’de, kalan 4 bölümünü ise 1675’de
tamamlayan Spinoza; eserin 5 bölümünü içeren tek cilt birlikteliğindeki
tamamının basılmasından birkaç ay önce ayrılmıştı anlayışsızlık, bağnazlık,
ötekileştirme ve düşmanlıkla dolu çilekeş Dünya hayatından.
Meşhur mottosu ‘Deus sibe Natura – Tanrı yâni
Doğa’ bağlamında ve ‘her şey BİR’dir ve Tanrı denilen tözdür’
temelinde plüralist ve düalist yaklaşımları reddederek mutlak bir monizmi
savunan Spinoza’nın bütün eserleri, düşünürün 21 Şubat 1677'de ölümünün
ardından, yakın çevresince Amsterdam'da Opera Posthuma başlığıyla yayınlanır. ‘Bugün olanlar dün olanlarca tayin
edilmiştir, yarın olacakları ise belirleyecektir!’ hipotezini savunarak
mutlak determinizmi esas alan, bu suretle de özgür iradeyi yadsıyan Spinoza, ya
yanında, ya da karşısında konumlanarak görüş serdeden ardılları Hume, Novalis, Friedrich Schleiermacher, Jacobi, Moses Mandelssohn, Goethe, Schelling,
Hegel, Deleuze ve Althusser gibi filozof ve teologları derinden etkilemiştir. Steven Nadler’in yazdığı başvuru
metnimiz Spinoza: Bir Yaşam, gerek
Nadler’in bir kuyumcu titizliğiyle yaptığı arşiv çalışması temelli ana gövdesi,
gerekse de ülkemizin en önemli spinozacısı Ulus
Baker’in usta işi önsözüyle konunun meraklısı için vazgeçilemez bir kaynak mahiyetindedir.
Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve
muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
88) Konu: Provokasyon Tarihi, kitap: 1 Mayıs 1977
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini
yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un
sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Provokasyon Tarihi, bahsedeceğimiz kitap 1 Mayıs 1977.
Uluslararası arenada devletlerin rakip devletler aleyhine gizli servis faaliyetlerinde bulunmasının, karşı istihbarat ve kontrterör eylemlerine girişmesinin tarihi epeyce eskidir. Kapitalist – emperyalist sistemin hakim unsurları olan ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya gibi merkez ülkelerin bu sahada özellikle faal ve becerikli oldukları; bunların bazen birbirlerine, bazen kendi ülke ve insanlarına ve ama daha çok da gezegenin periferisini oluşturan milletlere karşı giriştikleri bahse konu faaliyetlerden, sadece operasyona doğrudan maruz kalanların değil, çok daha geniş kesimlerin, hatta kimi zaman insanlığın önemlice bir bölümünün zarar gördüğü bilinen bir gerçekliktir. 11 Eylül 2001 saldırılarını bahane eden ABD’nin İslâm coğrafyasında başlattığı yeni sürüm Haçlı Savaşı ile, MI6 – CIA - MOSSAD - Ukrayna Gizli Servisinin İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırımı unutturmak ve İslâm Alemiyle Rusya Federasyonu’nun arasını açmak için Müslüman görünümlü vekil tetikçilere yaptırdığı Moskova katliamı buna verilebilecek örneklerin en spesifik ve aktüel olanlarıdır.
Yakın tarihimize
bakıldığında, Türkiye’nin de söz konusu faaliyetlere maruz kaldığı ve bunlar
yüzünden çok ciddi zararlara uğradığı görülecektir. Ülkedeki servet
kompozisyonunu dramatik ve radikal bir şekilde değiştirmek ve nüfusu homojenize
etmek adına Payitaht’taki Rum asıllı vatandaşlarımıza karşı 6 – 7 Eylül 1955’de
tertiplenen İstanbul Pogromu, 12 Eylül 1980 Amerikancı askeri darbesine meşruiyet
zemini oluşturmak ve o temelde toplumsal rıza üretmek adına 1 Mayıs 1977’de
Taksim’de DİSK’in düzenlediği İşçi Bayramı kutlamasına yapılan silahlı
saldırıyla gerçekleştirilen katliam ve Türkiye ile Rusya Federasyonu’nun
arasını açmak için Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov’a, katıldığı bir sergi
açılışı sırasında Ankara’da FETÖ mensuplarınca yapılan suikast son 70 yılda
coğrafyamızda yaşanan provokasyonların en ses getirenleri, en yıkıcı ve
travmatik sonuçlar doğuranlarıdır. Başta Rusya – Ukrayna Savaşı ve Gazze’deki
jenosid olmak üzere, bölgesel ve küresel gelişmelere karşı izlediğimiz ilkeli
ve ahlâki politikalar yüzünden yabancı istihbarat örgütlerinin coğrafyamızda
yeni tertipler tezgâhlaması ihtimali her zamankinden yüksektir ve bunlara karşı
mütemadiyen müteyakkız olmak zorunda olduğumuz da tartışmaya kapalı olan bir
hakikattir. MİT ve emniyet güçlerimizin son zamanlarda MOSSAD adına 5. Kol faaliyeti
yürüten ülke içi unsurlara karşı gerçekleştirdikleri başarılı operasyonlar bu
çerçevede değerlendirilmelidir.
Korhan Atay'ın dönemin önemli kanaat önderleriyle yaptığı
söyleşilerin toplamı olan 1 Mayıs 1977 - İşçi Bayramı Neden ve
Nasıl Kana Bulandı? kitabı, 1 Mayıs 1977'de, Taksim'de DİSK'in
düzenlediği işçi bayramı kutlamalarına yapılan CIA – MI6 - Süper NATO – Gladyo – Kontrgerilla tertibinin perde
arkasını mercek altına alan ibretlik bir yakın tarih belgesidir. Resmi
kayıtlara göre 34 kişinin öldüğü, yüzlerce kişinin yaralandığı mezkûr tertip,
çeşitli sol görüşlerden önemli aktörlerin olaylar öncesinde ülkenin nasıl da
adım adım bir provokasyona ve katliama doğru sürüklendiğini göremediklerini
itiraf etmeleri bakımından ayrıca ibretliktir ve önemlidir. Türkiye ile hesabı
olan emperyalist ülkeler, bunların istihbarat örgütleri ve onlar adına 5. Kol faaliyeti
yürüten yerli işbirlikçilerinin söz konusu katliam öncesinde ve sonrasında başta
kitle iletişim araçları, akademya ve STK’lar olmak üzere, ülkemizin toplumsal
rıza üreten mekanizmaları vasıtasıyla yürüttükleri manipülatif operasyonları alt
metinler halinde ele alan kitap, programımızın referans metni olup, günümüzde
yaşanabilecek benzer olaylara karşı farkındalık inşâ edilmesi bakımından da
okunmaya değerdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça
kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
89) Konu: Oyun Teorisi, kitap: Akıl Oyunları
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın
metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un
sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Oyun
Teorisi, bahsedeceğimiz kitap Akıl Oyunları.
Oyun Teorisi sistemler
biliminde, mantıkta; başta iktisat, siyaset bilimi ve istatistik olmak üzere
sosyal bilimlerde, biyoloji ve diğer doğa bilimlerinde, bilişsel bilimlerde ve
yapay zekâ çalışmalarında tatbik sahası bulan, verili bir süreç içindeki
aktörlerden her birini ‘rasyonel ajanlar’ olarak kabul ederek, onların kararlarını
alırken, mezkûr sürecin diğer faillerinin olası kararlarını hesaba katmak
zorunda olduklarını argümante eden bir hipotez ve bu temelde geliştirilmiş
matematiksel bir yapı ve istatistiki bir mimaridir. Bir diğer deyişle Oyun Teorisi,
bir süreçteki rasyonel karar alıcıların işbirliği ve çatışma olasılıklarını
matematize ederek modelleme sanatıdır. Satranç, dama, go ve briç gibi
oyunlardan, pazar rekabeti içindeki şirketlere, uluslararası ilişkilerde mevzi
kazanmaktan, bir ortamın en güzel kızının dikkatini çekmeye çalışan çok sayıda
erkeğin giriştikleri kıyasıya rekabete kadar bütün süreçlerde aktörlerin
birbirlerini kollamasına stratejik etkileşim denir. Bir süreçte karar
alıcıların kararlarını oluşturması ortaklaşa olmuşsa buna işbirlikçi
stratejik etkileşim, aktörlerin her biri kararlarını
rakiplerinden gizli ve tek başlarına almışlarsa, buna da rekabetçi stratejik
etkileşim denir.
Diferansiyel
denklemler sahasında çalışan ABD’li bir matematikçi ve Rasyonel Beklenti
Kuramı’nın müellifi olan; strateji oyunları, ekonomik rekabet, evrenin
mimarisi, uzay geometrisi, asal sayılar kozmosu, bilgisayar tasarımı, dünya
dışı zeki canlılar ve ‘düşünen makinalar’ gibi alanlara odaklanmış, hayatın her
olgu, olay ve sürecine avantaj – dezavantaj muhasebesini matematize eden
algoritmalar penceresinden bakan, geliştirdiği düşüncelerle iktisat ve davranış
bilimlerini kökünden değiştiren 1928 doğumlu John Forbes Nash Jr., 1903 doğumlu Macar
asıllı ABD’li matematikçi, kuantum fiziği öncülerinden ve bilgisayar bilimcisi John
von Neumann’ın 1928’de yayınladığı Oyunlar Teorisi kuramının sorunlu
yanlarını revize ederek uygulanabilir hale getiren bilim insanıdır. Asırlar
önce şans oyunları oynayan bir grup insanın aktörü olduğu ‘sıfır toplamlı oyunlar’ı teorize ederek istatistiki matematiği
kuran düşünürlerin telifini bir adım öteye taşıyan Neumann grup üzerine
odaklanırken, Nash kişileri esas alıyor, böylelikle de selefinin takıldığı
problemi aşıyordu. Her bir bireyin, rakip ya da rakiplerinin en iyi
stratejisini uygulayacağından hareketle, kendisinin en iyi stratejisini uygulaması
durumunda, bir diğer deyişle, rasyonel davranması halinde, karar alma sürecinin
parçası olan bütün aktörlerin tatmin edici düzeydeki bir kazanımla süreci
tamamlayacaklarını savunan Nash, böylelikle literatürde ‘Nash Dengesi’ denen kritik kavramı teorize etmiş oldu. Aktörlerin kıyasıya
bir rekabet içinde oldukları için müzakere etmeye uzak, anlaşmaya ise çok daha uzak
oldukları bir süreçte bile Nash Dengesi,
her rasyonel öznenin parçası olabileceği bir pozitif toplamlı oyunu mümkün kılar.
Teorileri sosyoloji, biyoloji, çağdaş
ekonomi literatürü, bilgisayar bilimi, siyaset bilimi gibi çok farklı
disiplinleri radikal şekilde etkileyen Nash, 30 yıl pençesinde kıvrandığı ağır
bir şizofreni rahatsızlığını iradesi, dehası ve sıra dışı karakteriyle alt
etmesini bildi, akabinde de meslektaşları Harsanyi ve Selten’le birlikte 1994
Nobel Ekonomi Ödülüne ortak oldu. Sylvia Nasar tarafından yazılan ve
ülkemizde Akıl Oyunları ismiyle
basılan programımızın kaynak kitabı, 1998 tarihli bir Nash biyografisidir. Orijinal
adı A Beautiful Mind olan eser aynı
isimle 2001’de sinemaya da uyarlanmış, film, gişede elde ettiği başarıyı, başta
Oscar olmak üzere birçok prestijli ödül kazanarak taçlandırmıştır.
Bahsettiğimiz konuların ilgilisinin adı geçen kitap ve filmden hem istifade
edeceğini, hem de büyük zevk alacağını düşünüyoruz. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça
kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
90) Konu: Altın Kütüphane, kitap: Wikipedia
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini
yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un
sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Altın Kütüphane, bahsedeceğimiz kaynak: Wikipedia.
Kütüphaneci, araştırmacı, bibliyofil ve koleksiyonerlerin 5 asırdır ilgilendiği bir konudan, adeta bir efsane gibi dilden dile dolaşan Moskova Çarlarının Kayıp Kütüphanesi’nden,
yâni Altın Kütüphane’den
bahsedeceğiz.
İçerdiği koleksiyonu oluşturarak bu kütüphaneyi kuran 1460 –
1505’de yaşamış 3. İvan’dır. Kütüphanenin
yok olarak efsaneleşmesine neden olansa 1530’da 3 yaşındayken tahta geçen, Osmanlı
padişahları Kanuni, II. Selim ve III. Murat’ın saltanat dönemleriyle çakışan 1547
– 1584 döneminde iktidarda kalan, bugün 20 milyon km2’ye erişen
muazzam yüzölçümüyle dünyanın açık ara en büyük coğrafyasına hükmeden Rusya
Federasyonu’nun kurucu babası olan, ülkesini yönetip büyütürken kullandığı sıra
dışı ve fevkalâde acımasız metotlar yüzünden korku imparatorluğu kurmakla
suçlanan, bu yüzden de ‘müthiş, korku ve hayranlık uyandıran’ anlamındaki
Grozny lâkabıyla anılan İvan
Grozny, Ivan The Terrible yânî Korkunç
İvan’dır. Soğukkanlı tarih yazıcılarının 4. İvan demeyi tercih ettikleri çar, İktidarı için tehlike olarak
gördüklerini, oğlu bile olsa, affetmeyerek öldürmesi, rakibi olan kuzenini
desteklediği için ahalisinden binlerce kişiyle birlikte Novgorod şehrini imha
etmesi, ahaliden on binlercesini de Sibirya’ya sürmesiyle lâkabının ne denli
hak edilmiş olduğunu kanıtlarken, yanı sıra, ülkesinin önemli kurumlarının
temellerini de atmıştır.
Konunun üzerinde asırlardır sabır ve titizlikle çalışan
araştırmacılar, kütüphaneden kalan herhangi bir envanter ya da bir
liste olmadığı için, doğruluğu şaibeli söylentilerin, ikinci, hatta üçüncü
elden müphem tanıklıkların peşinden girmekte, onların flû şahadetlerine dayanan
tahminler üzerinden konuşmaktadır. Bunlara bakılacak olursa, Altın Kütüphane’nin
envanterindeki eserlerden bir kısmı, fethinden önce, 14. Asır sonu
ve 15. Asrın ilk yarısı gibi, Konstantinopolis’ten Rusya’ya kaçırılmış; İskenderiye
Kütüphanesi’nin 4. – 7. Asır arasında maruz kaldığı istilâ, talan ve
yangınlardan kurtarılan diğer bazılarıysa, bu süreçte, ‘bir şekilde’ Moskova Çarlığı’ndaki
bibliyofillerce elde edilerek Rusya’ya intikalleri sağlanmıştır. MÖ 2,000 – MS 600
yıllarına tekabül eden Grekçe, Latince, Aramice, Süryanice, Arapça, İbranice,
Kıptîce, antik Çince ve kadîm Sanskritçe olan el yazması kodeksler, papirüsler,
varaklar, risale ve kitaplardan oluşan mezkûr eserler, iddia odur ki, Dünya
tarihinin yeniden yazılmasına yol açacak, medeniyetin verili seyrini, bilim ve
teknolojinin aktüel kondisyonunu değiştirecek ve cârî teolojik kabulleri de temellerinden
sarsabilecek mahiyettedir. Bu yüzden de Altın Kütüphane asırlardır servet
avcılarının, hazine arayıcılarının, kudret peşinde koşan muktedir ve
otokratların radarından hiç düşmemiştir. Kimi çevreler Napolyon ve Hitler’in
Moskova’ya kadar giderek büyük risk almalarını, bu kütüphaneyi ele geçirmek arzusuna
bağlamaktadır. Büyük Petro’nun da Altın
Kütüphane’nin tutkulu arayıcılarından olduğu bilinir. Kara büyü ile
uğraştığı, bu alanda yetkin olduğu speküle edilen 4. İvan’ın, ölmeden önce Altın
Kütüphane’yi bilinmeyen bir yere naklettiği, onu arayanları ise ‘kör
olasınız!’ diye lanetlediği rivayet edilir.
Asırlar içinde ismi bu kayıp kütüphanenin gizem dolu öyküsüyle anılan Michail Tripolis, Moskova Büyük Prensi Vasili III, Prens Kurbskii, Franz Nyenstadt, Johannes Wetterman, Konon Osipov, V. Makariev, Prenses Sophia Alekseyevna, Profesör Dabelov, Profesör Clossius, Profesör Thraemer, Prenses Sophia Palaiologina, Profesör I.E. Zabelin, S.A. Belokurov, arkeolog Ignatius Stelletskii gibi şahıslar, âdeta ‘çözün bu esrarı, bulun bu kitapları!’ diyerek tarihin meçhul labirentlerinden seslenmekteler bize. Wikipedia’nın İngilizce versiyonundan faydalandığımız konuya dair Türkçe kaynakların bir an önce oluşturulması temennimizle tamamlıyoruz. Bir sonraki sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
-----------------------------------------------------
Önceki 85 metne erişmek için bknz. ltfn.:
https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/04/trt-radyo-1-sayfalarn-dilinden-program_8.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder