TRT Radyo 1, Sayfaların Dilinden Programı, metinler - 17


01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan mezkûr metinlerden 29 Nisan - 03 Mayıs döneminde yayınlanacak olanlar aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.

86) Konu: Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi, kitap: Paris'te Bir Osmanlı Sefiri(*)

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi, bahsedeceğimiz kitap Paris'te Bir Osmanlı Sefiri

Peç seferinde şehit düşen yeniçeri ocağı mensubu Gürcü kökenli Süleyman Ağa’nın oğlu Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi tahminen 1765’de Edirne’de doğdu. Babası gibi yeniçerilere katılan Mehmed Çelebi, kurumun 28. taburunda yetiştiği için 28 mahlasını aldı. Sırasıyla çorbacılık, muhzırbaşılık, hâcegânlık, darphâne nâzırlığı ve Sultan’ın başmuhassipliğini yapan Mehmed Çelebi, ikinci murahhas âzâ olarak katılıp büyük yararlılık gösterdiği Pasarofça Antlaşması müzâkerelerine müteakip, 1720’de, bir meselenin halli için geçici bir süre uygulanan tedbir manasındaki ad hoc bir icraatla, reformist sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın önerisi ve Padişah 3. Ahmed’in iradesiyle muvakkat ve fevkalâde elçi olarak Fransa’ya gönderildi. Mehmed Çelebi; Osmanlının duraklama döneminin nihayetiyle gerileme döneminin başlangıcı kabul edilen ve ciddi toprak kayıplarını belgeleyen 1699 tarihli Karlofça Antlaşmasıyla, küçülmenin devamını resmileştiren 1718 tarihli Pasarofça Antlaşması sonrasında, imparatorluk asker – sivil bürokrasisiyle münevverlerinde askeri sahada işlerin kötüye gittiği, bunun harp usul ve teknolojilerinde Avrupa devletlerinin gerisinde kalınmasının sonucu olduğu, mezkûr ülkelerin eriştikleri seviyenin yerinde tetkikinin faydalı ve şart olduğu kanaatinin oluşmasıyla Fransa’ya gönderilirken, kalabalık heyetine, 1755'de sadrazam olduğunda İbrahim Müteferrika'ya Osmanlının ilk Müslüman matbaasını kurduracak olan, kendisi gibi kıvrak zekâlı, açık fikirli oğlu Sait Efendi’yi de katmıştı. Memlekete dönüşünden sonra da önemli görevler ifâ eden Mehmed Çelebi, Patrona Halil isyanıyla 3. Ahmed halledilip sadrazam öldürülünce, onlara yakın olduğundan, gözden düşerek Lefkoşe’ye sürülmüş, 1731’de orada vefat etmiştir. 

O güne değin Avrupalıların sadece askeri imkân ve kâbiliyetlerini bilen Osmanlılar, 1719’da Viyana’ya geçici elçi olarak gönderilen İbrahim Paşa ve 1720 – 1721 döneminde Fransa’da bulunan Mehmed Çelebi ve heyetinin yerinde ve doğrudan deneyimleri sayesinde, ilk defa hasım medeniyetin mimarlık, şehircilik, sınai ve zirâî hayat, musikî, opera, tiyatro, giyim kuşam, yeme içme, eğlenme, tıp ve eczacılık uygulamaları, eğitim, yerel ve merkezi idare, insan ilişkileri gibi envai çeşit veçhesiyle tanışırken; bu ziyaret Avrupa'da da bir aydınlanmaya yol açmış, Kral 14. Louis’nin önerisiyle Molière’in Türkleri aşağılayan bölümler eklediği Kibarlık Budalası komedisi de dahil, çok sayıda faktörün beslediği Osmanlı – Türk düşmanlığının izalesine ve başta giyim kuşam, mimari, iç dekorasyon, yeme – içme kültürü, musiki olmak üzere hayatın her alanına yayılmış Turquierie modasının başlamasına vesile olmuştur. Ahmet Hamdi Tanpınar ve Enver Ziya Karal gibi otoriteler süreci ‘Garp Alemine açılmış ilk önemli pencere’ olarak nitelemiştir.

Osmanlı hariciye literatüründe sayıları 40’ı aşan sefâretnâmeler içinde Mehmed Çelebi’ninki en çok yankı uyandıranı; verimli müzakereleri en çok tetikleyeni ve gelecek 2 asırda imparatorluğun çehresini ve ahalinin istikbalini temelden değiştirecek reformların da ateşleyicisiydi. Lâle Devri uygulamaları, 3. Selim’in Senedi İttifak da dahil Nizâmı Cedîd reformasyonu, başta Vaka-i Hayriye olmak üzere 2. Mahmud restorasyonu, Tanzimat, 1. Meşrutiyet, 2. Abdülhamid’in ıslahatları, 2. Meşrutiyet ve 1923 – 1938 erken Cumhuriyet uygulamaları gibi kabaca 220 yıllık modernleşme, muasırlaşma ve Westernization sürecimizin işaret fişeği, ilham kaynağı, yol haritası ve program hülasası olan Mehmed Çelebi Sefaretnamesi’nin Şevket Rado tarafından sadeleştirilerek dilimize kazandırılan versiyonunu içeren Paris’te Bir Osmanlı Sefiri – Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin Fransa Seyahatnamesi, konunun ilgilisince mutlaka okuması gereken bir kaynak eserdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  



87) Konu: Benedictus de Spinoza, kitap: Spinoza: Bir Yaşam

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Benedictus de Spoinoza, bahsedeceğimiz kitap Spinoza: Bir Yaşam.

‘Meleklerin ve kutsal kişilerin hükümlerine dayanarak, Tanrı’nın ve kutsal cemaatin tamamının rızasıyla, kutsal kitaplarımızın ve içlerinde yazılı 613 buyruğun önünde, Baruch de Espinoza’yı ihraç ediyor, kovuyor, lanetliyor ve ona beddua ediyoruz. Gün içinde kahrolsun, akşam kahrolsun; yattığında kahrolsun kalktığında kahrolsun. Dışarı çıktığında kahrolsun, içeri girdiğinde kahrolsun. Tanrı onu hiçbir zaman bağışlamasın, Tanrı’nın gazabı ve kıskançlığı hep bu adamın üzerinde tütsün; yasa kitabında yazılı bütün lanetler onun üzerine olsun ve Tanrı ismini göğün altından sonsuza dek silsin!’ İnsanlık tarihinin kayda geçmiş en ağır beddualarından olan bu yakarış, 1656’da, Amsterdam’daki Portekiz menşeyli Yahudilerin sinagogundaki çok kalabalık bir Şabat ayininde, 1670’de yayınlanır yayınlanmaz yasaklanacak olan Tractatus Theologico-Politicus’ta olgunlaştıracağı heretik ve heterodoks argümanlarının öncüllerini dindaşlarıyla paylaştığı için Baruch Spinoza’nın, Yahudi Cemaatinden tard edildiği herem, yâni, aforoz ayininde dillendirilmişti. Hollanda tarihinin en keskin zekâsı ve orijinal mütefekkiri, metafizikçi, Eski ve Yeni Ahit eleştirmeni, rasyonalist ve ahlâki filozof, ‘peki, bununla ne yapacağı?’ diyen pratik ve faydacı düşünür, siyaset bilimci, mercek yontucusu, başarısız tüccar Baruch Spinoza 24 Kasım 1632’de ticaretle uğraşan zengin ve nüfuzlu bir sefarad ailenin çocuğu olarak Amsterdam’da doğdu, hayatını kazandığı cam perdahlama işinin ciğerlerine yüklediği cam tozları yüzünden de 1677’de 44 yaşında öldü. Aforozuna müteakip Benedictus olarak değiştirdiği ismi, doğumunda verilmiş Baruch ve yakınlarının ona yakıştırdığı Benito gibi aynı anlama geliyordu: KUTSANMIŞ KİŞİ! Descartes’ın fikirleriyle meczettiği kutsal metin tefsirlerini Galileocu ve Kopernikçi kozmolojiyle bir potada eriterek inşâ ettiği dünya görüşüyle Spinoza, Yaradan idesini paranteze alan bir ateist, Tanrı sevgisiyle dolu bir metafizikçi, savunduğu ‘varoluş Tanrı’dan başka bir şey değildir’ mottosu gereği bir panteist ve her argüman ve praksisi ‘bu ne işe yarar?’ diye sorgulayan şüpheci bir pratisyen olarak değerlendirilmiş, bu suretle de düşünce tarihinin en yanlış anlaşılan fikir insanlarından olmuştur.

Töz’ ve ‘İde’ gibi muğlak kavramları bile matematik bir kesinlikte ifade etmek için, modern geometrinin kurucusu Öklid’in abidevi yapıtı Elementler’e benzer bir yazım tekniğini kullandığı Ethica’nın Tanrı’yı Varoluş’la özdeşleştiren ilk kısmı olan ‘De Deo – Tanrı’ya Dair’i 1663’de, kalan 4 bölümünü ise 1675’de tamamlayan Spinoza; eserin 5 bölümünü içeren tek cilt birlikteliğindeki tamamının basılmasından birkaç ay önce ayrılmıştı anlayışsızlık, bağnazlık, ötekileştirme ve düşmanlıkla dolu çilekeş Dünya hayatından.

Meşhur mottosu ‘Deus sibe Natura – Tanrı yâni Doğa’ bağlamında ve ‘her şey BİR’dir ve Tanrı denilen tözdür’ temelinde plüralist ve düalist yaklaşımları reddederek mutlak bir monizmi savunan Spinoza’nın bütün eserleri, düşünürün 21 Şubat 1677'de ölümünün ardından, yakın çevresince Amsterdam'da Opera Posthuma başlığıyla yayınlanır. Bugün olanlar dün olanlarca tayin edilmiştir, yarın olacakları ise belirleyecektir!’ hipotezini savunarak mutlak determinizmi esas alan, bu suretle de özgür iradeyi yadsıyan Spinoza, ya yanında, ya da karşısında konumlanarak görüş serdeden ardılları Hume, Novalis, Friedrich Schleiermacher, Jacobi, Moses Mandelssohn, Goethe, Schelling, Hegel, Deleuze ve Althusser gibi filozof ve teologları derinden etkilemiştir. Steven Nadler’in yazdığı başvuru metnimiz Spinoza: Bir Yaşam, gerek Nadler’in bir kuyumcu titizliğiyle yaptığı arşiv çalışması temelli ana gövdesi, gerekse de ülkemizin en önemli spinozacısı Ulus Baker’in usta işi önsözüyle konunun meraklısı için vazgeçilemez bir kaynak mahiyetindedir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  



88) Konu: Provokasyon Tarihi, kitap: 1 Mayıs 1977

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Provokasyon Tarihi, bahsedeceğimiz kitap 1 Mayıs 1977. 

Uluslararası arenada devletlerin rakip devletler aleyhine gizli servis faaliyetlerinde bulunmasının, karşı istihbarat ve kontrterör eylemlerine girişmesinin tarihi epeyce eskidir. Kapitalist – emperyalist sistemin hakim unsurları olan ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya gibi merkez ülkelerin bu sahada özellikle faal ve becerikli oldukları; bunların bazen birbirlerine, bazen kendi ülke ve insanlarına ve ama daha çok da gezegenin periferisini oluşturan milletlere karşı giriştikleri bahse konu faaliyetlerden, sadece operasyona doğrudan maruz kalanların değil, çok daha geniş kesimlerin, hatta kimi zaman insanlığın önemlice bir bölümünün zarar gördüğü bilinen bir gerçekliktir. 11 Eylül 2001 saldırılarını bahane eden ABD’nin İslâm coğrafyasında başlattığı yeni sürüm Haçlı Savaşı ile, MI6 – CIA - MOSSAD - Ukrayna Gizli Servisinin İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırımı unutturmak ve İslâm Alemiyle Rusya Federasyonu’nun arasını açmak için Müslüman görünümlü vekil tetikçilere yaptırdığı Moskova katliamı buna verilebilecek örneklerin en spesifik ve aktüel olanlarıdır.

Yakın tarihimize bakıldığında, Türkiye’nin de söz konusu faaliyetlere maruz kaldığı ve bunlar yüzünden çok ciddi zararlara uğradığı görülecektir. Ülkedeki servet kompozisyonunu dramatik ve radikal bir şekilde değiştirmek ve nüfusu homojenize etmek adına Payitaht’taki Rum asıllı vatandaşlarımıza karşı 6 – 7 Eylül 1955’de tertiplenen İstanbul Pogromu, 12 Eylül 1980 Amerikancı askeri darbesine meşruiyet zemini oluşturmak ve o temelde toplumsal rıza üretmek adına 1 Mayıs 1977’de Taksim’de DİSK’in düzenlediği İşçi Bayramı kutlamasına yapılan silahlı saldırıyla gerçekleştirilen katliam ve Türkiye ile Rusya Federasyonu’nun arasını açmak için Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov’a, katıldığı bir sergi açılışı sırasında Ankara’da FETÖ mensuplarınca yapılan suikast son 70 yılda coğrafyamızda yaşanan provokasyonların en ses getirenleri, en yıkıcı ve travmatik sonuçlar doğuranlarıdır. Başta Rusya – Ukrayna Savaşı ve Gazze’deki jenosid olmak üzere, bölgesel ve küresel gelişmelere karşı izlediğimiz ilkeli ve ahlâki politikalar yüzünden yabancı istihbarat örgütlerinin coğrafyamızda yeni tertipler tezgâhlaması ihtimali her zamankinden yüksektir ve bunlara karşı mütemadiyen müteyakkız olmak zorunda olduğumuz da tartışmaya kapalı olan bir hakikattir. MİT ve emniyet güçlerimizin son zamanlarda MOSSAD adına 5. Kol faaliyeti yürüten ülke içi unsurlara karşı gerçekleştirdikleri başarılı operasyonlar bu çerçevede değerlendirilmelidir.

Korhan Atay'ın dönemin önemli kanaat önderleriyle yaptığı söyleşilerin toplamı olan 1 Mayıs 1977 - İşçi Bayramı Neden ve Nasıl Kana Bulandı? kitabı, 1  Mayıs 1977'de, Taksim'de DİSK'in düzenlediği işçi bayramı kutlamalarına yapılan CIA – MI6 - Süper NATO – Gladyo – Kontrgerilla tertibinin perde arkasını mercek altına alan ibretlik bir yakın tarih belgesidir. Resmi kayıtlara göre 34 kişinin öldüğü, yüzlerce kişinin yaralandığı mezkûr tertip, çeşitli sol görüşlerden önemli aktörlerin olaylar öncesinde ülkenin nasıl da adım adım bir provokasyona ve katliama doğru sürüklendiğini göremediklerini itiraf etmeleri bakımından ayrıca ibretliktir ve önemlidir. Türkiye ile hesabı olan emperyalist ülkeler, bunların istihbarat örgütleri ve onlar adına 5. Kol faaliyeti yürüten yerli işbirlikçilerinin söz konusu katliam öncesinde ve sonrasında başta kitle iletişim araçları, akademya ve STK’lar olmak üzere, ülkemizin toplumsal rıza üreten mekanizmaları vasıtasıyla yürüttükleri manipülatif operasyonları alt metinler halinde ele alan kitap, programımızın referans metni olup, günümüzde yaşanabilecek benzer olaylara karşı farkındalık inşâ edilmesi bakımından da okunmaya değerdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  



89) Konu: Oyun Teorisi, kitap: Akıl Oyunları

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Oyun Teorisi, bahsedeceğimiz kitap Akıl Oyunları. 

Oyun Teorisi sistemler biliminde, mantıkta; başta iktisat, siyaset bilimi ve istatistik olmak üzere sosyal bilimlerde, biyoloji ve diğer doğa bilimlerinde, bilişsel bilimlerde ve yapay zekâ çalışmalarında tatbik sahası bulan, verili bir süreç içindeki aktörlerden her birini ‘rasyonel ajanlar’ olarak kabul ederek, onların kararlarını alırken, mezkûr sürecin diğer faillerinin olası kararlarını hesaba katmak zorunda olduklarını argümante eden bir hipotez ve bu temelde geliştirilmiş matematiksel bir yapı ve istatistiki bir mimaridir. Bir diğer deyişle Oyun Teorisi, bir süreçteki rasyonel karar alıcıların işbirliği ve çatışma olasılıklarını matematize ederek modelleme sanatıdır. Satranç, dama, go ve briç gibi oyunlardan, pazar rekabeti içindeki şirketlere, uluslararası ilişkilerde mevzi kazanmaktan, bir ortamın en güzel kızının dikkatini çekmeye çalışan çok sayıda erkeğin giriştikleri kıyasıya rekabete kadar bütün süreçlerde aktörlerin birbirlerini kollamasına stratejik etkileşim denir. Bir süreçte karar alıcıların kararlarını oluşturması ortaklaşa olmuşsa buna işbirlikçi stratejik etkileşim, aktörlerin her biri kararlarını rakiplerinden gizli ve tek başlarına almışlarsa, buna da rekabetçi stratejik etkileşim denir.

Diferansiyel denklemler sahasında çalışan ABD’li bir matematikçi ve Rasyonel Beklenti Kuramı’nın müellifi olan; strateji oyunları, ekonomik rekabet, evrenin mimarisi, uzay geometrisi, asal sayılar kozmosu, bilgisayar tasarımı, dünya dışı zeki canlılar ve ‘düşünen makinalar’ gibi alanlara odaklanmış, hayatın her olgu, olay ve sürecine avantaj – dezavantaj muhasebesini matematize eden algoritmalar penceresinden bakan, geliştirdiği düşüncelerle iktisat ve davranış bilimlerini kökünden değiştiren 1928 doğumlu John Forbes Nash Jr., 1903 doğumlu Macar asıllı ABD’li matematikçi, kuantum fiziği öncülerinden ve bilgisayar bilimcisi John von Neumann’ın 1928’de yayınladığı Oyunlar Teorisi kuramının sorunlu yanlarını revize ederek uygulanabilir hale getiren bilim insanıdır. Asırlar önce şans oyunları oynayan bir grup insanın aktörü olduğu ‘sıfır toplamlı oyunlar’ı teorize ederek istatistiki matematiği kuran düşünürlerin telifini bir adım öteye taşıyan Neumann grup üzerine odaklanırken, Nash kişileri esas alıyor, böylelikle de selefinin takıldığı problemi aşıyordu. Her bir bireyin, rakip ya da rakiplerinin en iyi stratejisini uygulayacağından hareketle, kendisinin en iyi stratejisini uygulaması durumunda, bir diğer deyişle, rasyonel davranması halinde, karar alma sürecinin parçası olan bütün aktörlerin tatmin edici düzeydeki bir kazanımla süreci tamamlayacaklarını savunan Nash, böylelikle literatürde ‘Nash Dengesi’ denen kritik kavramı teorize etmiş oldu. Aktörlerin kıyasıya bir rekabet içinde oldukları için müzakere etmeye uzak, anlaşmaya ise çok daha uzak oldukları bir süreçte bile Nash Dengesi, her rasyonel öznenin parçası olabileceği bir pozitif toplamlı oyunu mümkün kılar.  

Teorileri sosyoloji, biyoloji, çağdaş ekonomi literatürü, bilgisayar bilimi, siyaset bilimi gibi çok farklı disiplinleri radikal şekilde etkileyen Nash, 30 yıl pençesinde kıvrandığı ağır bir şizofreni rahatsızlığını iradesi, dehası ve sıra dışı karakteriyle alt etmesini bildi, akabinde de meslektaşları Harsanyi ve Selten’le birlikte 1994 Nobel Ekonomi Ödülüne ortak oldu. Sylvia Nasar tarafından yazılan ve ülkemizde Akıl Oyunları ismiyle basılan programımızın kaynak kitabı, 1998 tarihli bir Nash biyografisidir. Orijinal adı A Beautiful Mind olan eser aynı isimle 2001’de sinemaya da uyarlanmış, film, gişede elde ettiği başarıyı, başta Oscar olmak üzere birçok prestijli ödül kazanarak taçlandırmıştır. Bahsettiğimiz konuların ilgilisinin adı geçen kitap ve filmden hem istifade edeceğini, hem de büyük zevk alacağını düşünüyoruz. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  



90) Konu: Altın Kütüphanekitap: Wikipedia

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Altın Kütüphane, bahsedeceğimiz kaynak: Wikipedia. 

Kütüphaneci, araştırmacı, bibliyofil ve koleksiyonerlerin 5 asırdır ilgilendiği bir konudan, adeta bir efsane gibi dilden dile dolaşan Moskova Çarlarının Kayıp Kütüphanesi’nden, yâni Altın Kütüphane’den bahsedeceğiz.

İçerdiği koleksiyonu oluşturarak bu kütüphaneyi kuran 1460 – 1505’de yaşamış 3. İvan’dır. Kütüphanenin yok olarak efsaneleşmesine neden olansa 1530’da 3 yaşındayken tahta geçen, Osmanlı padişahları Kanuni, II. Selim ve III. Murat’ın saltanat dönemleriyle çakışan 1547 – 1584 döneminde iktidarda kalan, bugün 20 milyon km2’ye erişen muazzam yüzölçümüyle dünyanın açık ara en büyük coğrafyasına hükmeden Rusya Federasyonu’nun kurucu babası olan, ülkesini yönetip büyütürken kullandığı sıra dışı ve fevkalâde acımasız metotlar yüzünden korku imparatorluğu kurmakla suçlanan, bu yüzden de ‘müthiş, korku ve hayranlık uyandıran’ anlamındaki Grozny lâkabıyla anılan İvan Grozny, Ivan The Terrible yânî Korkunç İvan’dır. Soğukkanlı tarih yazıcılarının 4. İvan demeyi tercih ettikleri çar, İktidarı için tehlike olarak gördüklerini, oğlu bile olsa, affetmeyerek öldürmesi, rakibi olan kuzenini desteklediği için ahalisinden binlerce kişiyle birlikte Novgorod şehrini imha etmesi, ahaliden on binlercesini de Sibirya’ya sürmesiyle lâkabının ne denli hak edilmiş olduğunu kanıtlarken, yanı sıra, ülkesinin önemli kurumlarının temellerini de atmıştır.

Konunun üzerinde asırlardır sabır ve titizlikle çalışan araştırmacılar, kütüphaneden kalan herhangi bir envanter ya da bir liste olmadığı için, doğruluğu şaibeli söylentilerin, ikinci, hatta üçüncü elden müphem tanıklıkların peşinden girmekte, onların flû şahadetlerine dayanan tahminler üzerinden konuşmaktadır. Bunlara bakılacak olursa, Altın Kütüphane’nin envanterindeki eserlerden bir kısmı, fethinden önce, 14. Asır sonu ve 15. Asrın ilk yarısı gibi, Konstantinopolis’ten Rusya’ya kaçırılmış; İskenderiye Kütüphanesi’nin 4. – 7. Asır arasında maruz kaldığı istilâ, talan ve yangınlardan kurtarılan diğer bazılarıysa, bu süreçte, ‘bir şekilde’ Moskova Çarlığı’ndaki bibliyofillerce elde edilerek Rusya’ya intikalleri sağlanmıştır. MÖ 2,000 – MS 600 yıllarına tekabül eden Grekçe, Latince, Aramice, Süryanice, Arapça, İbranice, Kıptîce, antik Çince ve kadîm Sanskritçe olan el yazması kodeksler, papirüsler, varaklar, risale ve kitaplardan oluşan mezkûr eserler, iddia odur ki, Dünya tarihinin yeniden yazılmasına yol açacak, medeniyetin verili seyrini, bilim ve teknolojinin aktüel kondisyonunu değiştirecek ve cârî teolojik kabulleri de temellerinden sarsabilecek mahiyettedir. Bu yüzden de Altın Kütüphane asırlardır servet avcılarının, hazine arayıcılarının, kudret peşinde koşan muktedir ve otokratların radarından hiç düşmemiştir. Kimi çevreler Napolyon ve Hitler’in Moskova’ya kadar giderek büyük risk almalarını, bu kütüphaneyi ele geçirmek arzusuna bağlamaktadır. Büyük Petro’nun da Altın Kütüphane’nin tutkulu arayıcılarından olduğu bilinir. Kara büyü ile uğraştığı, bu alanda yetkin olduğu speküle edilen 4. İvan’ın, ölmeden önce Altın Kütüphane’yi bilinmeyen bir yere naklettiği, onu arayanları ise ‘kör olasınız!’ diye lanetlediği rivayet edilir.

Asırlar içinde ismi bu kayıp kütüphanenin gizem dolu öyküsüyle anılan Michail Tripolis, Moskova Büyük Prensi Vasili III, Prens Kurbskii, Franz Nyenstadt, Johannes Wetterman, Konon Osipov, V. Makariev, Prenses Sophia Alekseyevna, Profesör Dabelov, Profesör Clossius, Profesör Thraemer, Prenses Sophia Palaiologina, Profesör I.E. Zabelin, S.A. Belokurov, arkeolog Ignatius Stelletskii gibi şahıslar, âdeta ‘çözün bu esrarı, bulun bu kitapları!’ diyerek tarihin meçhul labirentlerinden seslenmekteler bize. Wikipedia’nın İngilizce versiyonundan faydalandığımız konuya dair Türkçe kaynakların bir an önce oluşturulması temennimizle tamamlıyoruz. Bir sonraki sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 

-----------------------------------------------------

Önceki 85 metne erişmek için bknz. ltfn.:

https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/04/trt-radyo-1-sayfalarn-dilinden-program_8.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder