TRT Radyo 1, Sayfaların Dilinden Programı, metinler - 16



01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan mezkûr metinlerden 22 Nisan - 26 Nisan döneminde yayınlanacak olanlar aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.

81) Konu: Evren Tutumludur, kitap: Doğanın En Temel Davranışı

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Evren Tutumludur, bahsedeceğimiz kitap Doğanın En Temel Davranışı. 

‘Hayvan ve bitkilerin büyümesi gibi organik süreçlerden, cansız doğadaki gelişmelerden ve astronomik proseslerden damıtılan hareket yasalarıyla bunların türevleri olan diğer tabiat kanunları, esasen varoluşun temelindeki en az eylem ihtiyacının bir sonucudur.’ İlmi yaklaşımıyla Newton fiziği savunucusu, felsefi duruşu bakımındansa ampirist ve pozitivist olan 18. asrın önemli Fransız bilimci ve düşünürlerinden Pierre Louis Maupertuis’in müktesebatından özetle ve mealen aktardığımız bu görüşler varoluşun tunç yasası, hayatın olağan akışı, eşyanın tabiatı diyebileceğimiz bir prensibe işaret eder: EN AZ EYLEM İLKESİ! Minimum iş prensibi de denen bu hipotez; kuantum fiziğine konu atom altı süreçlerden astrofiziğin sahasındaki galaksiler arası olgu ve olaylara değin Kozmos'taki bütün ‘oluş – yok oluş – oluş’ sarmallarının, enerjinin bir biçimden bir başka biçime, bilgi ve maddenin bir mahiyetten bir başka kaliteye doğru evrilmesi ve dönüşmesinden ibaret olduğunu; bütün bunlar olurken de Kâinat’ın son derece ‘eli sıkı’ davranıp ekonomik adımlar attığını ve yaptığı her ne ise, işte onu en kısa yolu kat ederek, en az çaba ve enerji harcayarak gerçekleştirdiğini vaz’eder.

5000 yıl önceki kadim medeniyetlerde yeşeren ilkel öncüllerinden başlayan ve Galilei, Descartes, Newton, Maupertuis , Lagrange, Hamilton, Euler, Leibniz, Dirac, Schrödinger, Feynman'ın geliştirdikleri En Az Eylem İlkesi, hareketin – değişimin – dönüşümün olduğu neredeyse bütün varoluş süreçlerinin asal prensibi olup, doğa bilimlerinin ecesi olarak nitelen fiziğin optikten klasik mekaniğe, genel görelilikten kuantum fiziğine değin bütün bahislerinin de temel koyucu, kanonik ve birleştirici ilkesidir.

Mezkûr ilke; bir ışık huzmesindeki fotonların ve her şeyin yapıtaşları olan atomaltı parçacıkların hareketlerinden uzay-zaman sürekliliğindeki astronomik ve kozmik nesnelerin sergiledikleri davranışlara değin, Evren’deki çok geniş bir olgu, olay ve süreçler manzumesinde geçerliyken, insanın merkezinde olduğu beşeri ve sosyal süreçler En Az Eylem İlkesi’nin hükmünü icra edemediği bir istisna kozmosu olarak belirirler. Türümüz homo sapiens sapiens’in öznesi, bilinçli faili ve nesnesi olduğu olay ve süreçlerin neredeyse tamamına yakınında, amaçlanan hedefe erişmek için mevcut yollardan ve çözümlerden çoğunlukla uzun, masraflı ve zahmetli olanını seçmesi, başta zaman olmak üzere imkân, kaynak ve kâbiliyetlerini israf etmesi gibi tercihleri insana ister istemez şu sorgulamayı yaptırmakta: ‘kaynak israfı temelli tarzımızla kozmosun bizim dışımızda kalanından ayrı düşmemiz, En Az Eylem İlkesi gibi varoluşun çimentosu sayılabilecek temel bir kritere çoğunlukla aykırı davranmamız genomumuzun yol açtığı yapısal bir anomali mi, yoksa sömürüye ve sınıflı topluma dayalı son 12,000 yıllık yerleşik yaşam tarzımızın bize yüklediği sonradan edinilmiş bir anormallik mi?’ Bu ehemmiyetli bir sual-i kebirdir ve türümüzün selâmeti ve istikbali bakımından cevaplanması zaruridir.

Matematik öğretmeni Sibel Çağlar’ın kurucusu ve yazarı olduğu matematik.org sitesindeki Doğanın En Temel Davranışı: En Az Eylem İlkesi yazısı programımızın referans metinlerinden olup, konuya ilgi duyanlar de için ideal bir başlangıç metnidir. Mezkûr dijital platform, doğrudan matematikle ilgili olan konuların yanı sıra, bir şekilde matematikle ilintili olan bütün varoluş halleri hakkındaki popüler bilim yazılarına da yer verdiğinden, türün meraklısı için başvurulası bir adrestir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  



82) Konu: Fatma Aliye, kitap: Uzak Ülke

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Fatma Aliye, bahsedeceğimiz kitap Uzak Ülke. 

Tarih, edebiyat, felsefe, kadın hakları konularında eserler veren ülkemizin ilk kadın romancısı ve Osmanlı döneminin ilk feministlerinden Fatma Aliye Topuz 22 Ekim 1862’de İstanbul’da doğdu. Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı olan Fatma Aliye, özel hocalardan iyi bir eğitim aldı, mükemmel Fransızca öğrendi. II. Abdülhamid’in yâverlerinden Kolağası Fâik Bey’le yaptığı evlilikten olan 4 kızını yetiştirirken yazı hayatına girdi. Okuma ve tercüme faaliyetlerini eşinden gizli yaparken, 1889’da yayımlanan ilk çevirisi ‘Meram’ı ‘Bir Hanım’ muhtasarıyla neşretmesine müteakip bu uğraşılarını alenileştirdi. Ahmet Midhat Efendi tarafından övülmesi ve ‘evlâd-ı maneviyemdir’ diye sahiplenilmesiyle Fatma Aliye bir anda meşhur oldu. Dönemin en etkili kültür insanıyla böylece başlayan, karşılıklı gönderilen mektuplarla da pekişen ilişki, ikilinin birlikte yazdıkları Hayal ve Hakikat romanının 1891’de neşredilmesiyle zirveye taşındı. İlk romanı Muhadarat’ı kendi adıyla 1892’de yayımlanan Fatma Aliye’nin akabinde diğer edebi anlatıları Udi, Ref’et, Enin, Levayih-i Hayat neşrolunmuş; muhafazakâr açıdan kadın sorunları ve haklarıyla ilgili incelemeleri Hanımlara Mahsus Gazete’de tefrika edilmiştir. İslâm Alemi’nde kadının durumunu tasvir ve tahlil ettiği İngilizce ve Fransızcaya çevrilen, ABD ve Avrupa’da ses getiren ve ödüller alan Nisvan-ı İslâm’ı 1892’de yayımlayan yazarın popülaritesi, Ahmet Midhat tarafından yazılmış biyografisi Bir Muharrire-i Osmaniye'nin Neşetinin yayımlanmasıyla pekişmiştir. Yazarlığının yanı sıra 2. Abdülhamit tarafından ödüllendirilen başarılı sosyal sorumluluk faaliyetlerinde bulunan Fatma Aliye Hanım, Nisvan-ı Osmaniye İmdat Cemiyeti’nin kurucusu ve Hilal-i Ahmer’in de ilk kadın üyesidir. Döneminin sosyo-politik ve sosyo-ekonomik panoramasının arka plânını oluşturduğu âsârında; fert olmayı başarmış, geçimini sağlayarak erkeğe bağımlılıktan kurtulmuş, bazı muhafazakâr kodlara sadık olmakla birlikte, modern hayatı da arzulayan kadınların sesi ve temsilcisi olan yazar, evlilik hayatında aşk, sevgi, saygı, anlayış ve uyumun önemine kuvvetli ve sürekli vurgu yapmıştır. 1914’de yayımlanan son yapıtı Ahmed Cevdet Paşa ve Zamanı eserinde dillendirdiği görüşleri İttihat ve Terakki rejiminin topluma dayattığı resmi anlatılarla çeliştiğinden, kültürel ve sosyal hayattan dışlanmış, unutulmaya terk edilmiştir. Vefat ettiği 13 Temmuz 1936’dan bu yana Feriköy Mezarlığı'na medfun olan Fatma Aliye hanım’ın zikrettiklerimizin dışında Taaddüd-i Zevcât’a Zeyl, Terâcim-i Ahvâl-i Felâsife, Tedkîk-i Ecsâm, Târîh-i Osmâniyye’nin Bir Devre-i Mühimmesi - Kosova Zaferi ve Ankara Hezîmeti gibi kuramsal eserleri mevcuttur. Osmanlının hâce-i evvel, yâni ilk öğretmen kabul edilen Ahmet Mithad ve Ahmet Cevdet’in tesirinde yazılmış edebi kalitesi vasat, ancak içerdiği değerler seti ve sosyolojik kodlar bakımından belge mahiyetindeki kurmacalarıyla Tanzimat Edebiyatına eklemlenen yazar, ‘Doğu’nun mânevî değerlerini ve İslâm’ın umdelerini koruyarak Batı’nın ilim ve tekniğinden faydalanmalıyız’ tezini savunan münevverlerdendi.

Fatma Aliye Hanım’ı 100 yıldır terk edildiği nisyan ve zulmet kuyusundan çekip çıkararak ülke gündemine yeniden dahil eden sosyolog ve romancı Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun yazdığı hakikatlere sadık 2007 tarihli biyografik roman Uzak Ülke’dir. Bu ‘docu-drama’ sayesinde hatırlanan yazar, 2009’da tedavüle giren 50 liralarda yer alan portresiyle toplumsal hafızaya kök salmış, akabinde de külliyatı çeşitli yayımcılar tarafından tekrar ve tekrar basılarak okuruyla yeniden buluşmuştur. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 


83) Konu:
 Doğu Hindistan Şirketi, kitap: Anarşi

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Doğu Hindistan Şirketi, bahsedeceğimiz kitap Anarşi. 

Hindistan ve Uzak Doğu’dan yapılan baharat ve diğer hammadde ticaretini kontrol eden Portekiz ve İspanyol donanmalarını 16. asır sonunda yenen İngiliz armadası, Hint Denizinde hakimiyet kurmuş; İngiliz tüccar ve sermayedarları, Kraliçe I. Elizabeth'den aldıkları imtiyaz çerçevesinde, 31 Aralık 1600’de East India Company'yi, yâni Doğu Hindistan Şirketi’ni kurarak, Doğu Hint Adaları ve Hint alt kıtasında faaliyete geçmişti. Coğrafyayı yöneten Babürlülerden imtiyazlar koparan şirket, Hollanda donanması ve tüccarlarıyla yaptığı mücadelede ise aynı başarıyı gösterememişti. İngiltere – Hollanda kapışmasını fırsat bilen Fransa’nın Hindistan’daki faaliyetlerini arttırması üzerine, İngiliz Parlamentosunda 1773’te kabul edilen Hindistan Kanunuyla Kral ülkeye bir genel vali atayarak kıtayı yönetme hakkını tekeline almış, şirketin imtiyaz ve iktidarını tırpanlamıştı. Kurulduğu süreçte çay, ipek, baharatlar, pamuk, güherçile, çivit boyası, afyon ve tuz gibi emtiaların ticaretini yapmaya odaklanmış bir tekel olan şirket, zaman içinde politik bir fonksiyon üstlenerek Büyük Britanya emperyalizminin koçbaşı vasfını kazanmış, yönetsel yetkilerini büyük ölçüde kaybettiği Kraliçe Victoria döneminde bile Çin’deki Britanya operasyonlarının merkezinde yer almıştı. Sadece sermayedarları için değil, İngiltere devleti adına da davranması, kurumu ülkesi için vekâlet savaşları yapmaya itmiş; bu durum, bölgedeki menfaatlerini korumak ve geliştirmek için kurduğu güvenlik biriminin, 18. asır ortasında mevcudu 200,000 kişiye varan mükemmel silahlandırılmış ve çok iyi eğitilmiş bir özel orduya dönüşmesiyle sonuçlanmıştır. Hindistan'daki Müslüman ve milliyetçi direniş odaklarıyla sürdürdüğü savaşlar ve patlak veren isyanlar yüzünden İngiltere 1858’de Hindistan’ın yönetimini doğrudan eline almış, nihayet 1874’de de Doğu Hindistan Şirketi feshedilmiştir. İngiltere’nin atadığı genel valinin Hindistan’ı yönetirken, şirketin oluşturduğu idarî, malî ve hukukî yapıyı kullanması, mezkûr kurumun ideolojik hegemonya ve kültürel dominatörlüğünün devamını sağlamıştır. Doğu Hindistan Şirketi’nin bölgedeki 3 asra yaklaşan faaliyeti en çok asırlardır ülkeyi yöneten İslâm devletini ve Müslümanları olumsuz etkilemiş; ülkeye yoğun olarak giren ve bütün sektörleri süratle finansallaştıran Birleşik Krallık sermayesi, geleneksel metotlarla tarım ve hayvancılık yapan yerli halkı iktisaden iflasa sürüklemiş, köylüler varlıklarını kaybetmiştir. Ekonomik çöküşü politik gerileme ve eğitim – kültür – sanat – bilim alanlarındaki çözülmeler izlemiştir. Müslüman elitlerin kullandığı Urduca ve Farsçanın yerine İngilizcenin ikame olması ideolojik ve psikolojik inhitatı pekiştirmiş, İngiliz sömürgeciliği ve emperyalizmine karşı direnen Müslüman çevrelerin başta Osmanlılar olmak üzere, küresel güçlere yaptıkları yardım çağrıları da sonuçsuz kalmıştır. Pakistan – Hindistan – Bangladeş – Keşmir havzasındaki halen çözümlenememiş ve her an bölgesel ve küresel savaşlar doğurma ihtimali olan câri problemlerin kökeni büyük ölçüde bölgenin İngiltere’nin sömürgesi olduğu işte bu döneme dayanmaktadır.

İskoç kökenli tarihçi ve tv yayıncısı William Dalrymple'nin yazdığı ANARŞİ - Doğu Hindistan Şirketi'nin Amansız Yükselişi kitabı, Londra’nın mütevazı bir semtinin gösterişsiz bir ofisindeki bir avuç aşırı hırslı kapitalistin, kendilerinden neredeyse 10,000 km uzaktaki tarihin en köklü medeniyetlerinden birine ev sahipliği yapmış aşırı kalabalık ve çok büyük bir coğrafyayı sömürgeleştirmelerinin akıllara durgunluk veren hikâyesini belgeler temelinde anlatmakta. Başvuru kaynağımız olan eser, vahşi İngiliz kapitalizmi ve kolonyalizmi hakkında kitap arayana şayanı tavsiyedir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 



84) Konu: Veba, kitap: Kara Ölüm

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Veba, bahsedeceğimiz kitap Kara Ölüm. 

Arapçada ‘bulaşıcı hastalık, epidemi, salgın’ karşılığı olarak kullanılan veba kavramı, Osmanlı Türkçesine çok öldürücü olan spesifik bir hastalığın adı olarak girmiştir; bizim veba dediğimiz hastalığın Arapça karşılığı aslında taun’dur. Zoonotik, yâni, hayvandan insana geçen ve İsviçre doğumlu Fransız doktor ve bakteriyolog Alexandre Emile Jean Yersin tarafından 1894’de keşfedildiği için ona izafeten yersina pestis denen basil adı verilen bir bakteri türünün yol açtığı vebanın en çok görülen türleri bubonik, yâni hıyarcıklı veba, septisemik veba, pnömonik, yâni akciğer vebası ve gastrointestinal vebadır. Tarih boyunca mortalite nispeti çok yüksek olan onlarca veba pandemisi kaydedilmiştir. Hastalık pireler tarafından taşınmasına karşın, çoğunlukla mezkûr haşere tarafından ısırılarak enfekte olan fare ve sıçanlardan insana bulaştığından, bu kemirgen türü, Doktor Yersin’in veba basilini keşfettiği 19. asır sonuna değin hastalığın asli faili sanılmıştır. Tarihsel kayıtlarda antik çağlara değin izi sürülen veba pandemilerinin en ölümcül olanı 1347 – 1352 döneminde Avrupa’yı kasıp kavurarak nüfusun %35’ini telef eden hıyarcıklı veba salgınıydı. Zikrettiğimiz veba türleri içinde %75 oranla en çok görüleni olan bubonik, yâni hıyarcıklı vebanın semptomları yüzünden ölüm öncesinde cilt rengi koyulaşan hastalar, mezkûr illetin kara ölüm diye isimlendirilmesine neden olmuştur.

Hijyen koşullarının ve beslenme imkânlarının kötü olduğu Afrika ve Asya’nın bazı ülkelerinde raporlanan birkaç bin veba vak’ası, küresel ölçekteki yıllık veba karnemizdir. Uygun antibiyotiklerle yapılan tedavilerin başarı oranı erken teşhis halinde %100'ken; tedavisi yapılmamış bubonik vebanın mortalite nispeti de yine %100'dür. Büyük Moğol hakanı Cengiz Han, imparatorluğunu genişletmek adına kuşattığı şehirler teslim olmadığında, vebadan ölen farelerin leşlerini mancınık marifetiyle surlardan içeriye attırarak tarihin bilinen ilk biyolojik silahını kullanmıştı. Bugün Moğolların izinden giderek, biyoterörizm amacıyla laboratuvarda modifiye edilmiş süper bir veba basili üretip, bunu biyolojik silah olarak kullanacak çevrelere karşı insanlığı koruyabilecek etkili bir antibiyotiğin ve tedavi usulünün mevcut olmadığı ne yazık ki aşikârdır. 14. asırdaki veba salgını gibi ölüm oranı çok yüksek felâketlerin, insanların bir kısmını eskisinden de sofu kıldığı, aşırı ve abartılmış dini pratiklerden başka bir şey düşünemez ve yapamaz hale getirdiği; bir kısmının ise metafizik ve semavi şeylere olan inançlarını bütünüyle yitirerek sadece dünyevi şeyleri, maddi ve tensel hazları düşünen ve isteyen hedonist ve kötücül canavarlara dönüşmesine neden olduğu göz önünde bulundurulduğunda, benzer bir ölümcül ve çaresiz salgının gezegenimizdeki 8.1 milyar kadın ve erkek üzerindeki olası tesirlerini düşünmek bile istemiyor doğrusu insan.

Tolgahan İmamoğlu'nun yazdığı Kara Ölüm - Orta Çağ Dünyasını Yok Olmanın Eşiğine Getiren Veba; tabii afetler, kuraklık, kıtlık, savaş ve katliamlara benzer kitlesel yok oluşlara neden olan bir diğer faktörü, pandemilerin en amansızı olan vebayı, özellikle de onun 14. asırda en çok Avrupa’yı etkileyen bahsettiğimiz dalgasını almış mercek altına. Söz konusu ‘kara ölüm’, milyonlarca insanın canına mal olmakla kalmamış, yanı sıra, Avrupa milletlerinin gündelik hayatlarını, giyim – kuşam kültürünü, yaşam ritimlerini ve rutinlerini, beslenme ve barınma tarzlarını da derinden etkilemişti. Yanı sıra mezkûr salgın edebiyat, tıp ve eczacılık, teoloji, felsefe, plastik sanatlar, mimari, ulaştırma, mitoloji, folklor gibi sahalarda da verili kabulleri ve kalıpları sarsmış, yeni anlayışların ve tarzların yeşermesinin önünü açmıştır. Salgın hastalık anlamındaki veba'nın özel bir hastalık için kullanıldığı coğrafyamızı etkileyen kara ölüm salgınlarını inceleyen kapsamlı bir çalışmanın yapılması şarttır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 



85) Konu: Karıncalar, kitap: Karıncalar Arasında Serüvenler

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Karıncalar, bahsedeceğimiz kitap: Karıncalar Arasında Serüvenler. 

Bilinen ve sınıflandırılan 1 milyona yakın türünün yanı sıra, bir o kadar da keşfi ve tasnifi beklenen çeşidi olduğu sanılan böcekleri inceleyen bilim dalı entomolojinin bir alt kırılımı olan mirmekoloji karıncaları inceleyen ilmi disiplindir. Ortak bir atadan geldikleri yaban arıları ve arılarla birlikte  canlıların zar kanatlılar denen takımına dahil olan karıncalar, günümüzden kabaca 120 milyon yıl önceye tarihlenen Kretase Dönemi denen jeolojik çağda ortaya çıkan bir böcek türünden evrilerek gelmişlerdir günümüze. Aktüel ilmi çalışmalar, bilinen 15.000 civarındaki karınca türünün yanı sıra, bir o kadar daha keşfi ve sınıflandırılmayı bekleyen karınca türü olduğuna işarete etmekte. Tabiatın parçası olan kayaların ve kayaçların çatlaklarıyla, mimari dokunun unsurları olan binaların temel ve duvarlarındaki boşluklar gibi birkaç m2’lik çok sınırlı mahallerde yaşayan yüzün altındaki avcı karıncadan oluşan mikro kolonilerden, çok geniş sahaları habitat kılmış onlarca milyon karıncanın oluşturduğu devasa topluluklara değin, çok farklı karakterlerdeki sosyal yapıları ve yaşam birlikteliklerini inşâ etmeyi başaran, her türlü hayvan ve bitkiyle beslenebildikleri için de hepobur, hepçil ya da omnivor canlılar olarak tarif edilen karıncalar bu vasıfları sayesinde, Arktika, Antarktika, Grönland, İzlanda gibi çok soğuk ve buzlu coğrafyalar dışında kalan gezegenimizin hemen her yerinde yaşamaktadırlar. Yapılan araştırmalar, gezegenimizdeki toplam sayıları 20 KATRİLYONdan fazla olan karıncaların kümülatif ağırlığının, Dünya’da yaşayan 8.1 milyar insanın toplam ağırlığının %20’sine denk olduğunu göstermekte.

Kompleks bir sosyal mimariye, sadakatle uyulan kurallara tâbî  mükemmel bir iş bölümüne, örneğine ancak tekno-totaliter ve distopik bir beşeri sistemde rastlanabileceğimiz kusursuz bir hiyerarşiye sahip olan büyük bir karınca kolonisinde, kısır dişilerin oluşturduğu çok sayıda asker, yâni, işçi karınca, yumurtlayabilen dişinin dönüştüğü bir, ya da koloni çok büyükse, birkaç tane kraliçe karınca ve onları döllemekle mükellef bir miktar erkek karınca bulunur. Karınca toplulukları üzerinde yapılan gözlem ve deneyler, koloni hayatından izole edilerek sadece kendisiyle aynı işi yapan türdeşleriyle birlikte yaşamaya zorlanan karıncaların paralize olup öldüklerini göstermiştir. Bu durum bir karınca kolonisinin; 'gündelik - rutin işleri görmek', 'keşif yapmak ve savaşmak', 'yönetmek ve doğurmak' ve 'döllemek' gibi işlevleri olan unsurların uyumlu birlikteliğinden oluşan bir süperorganizma formunda ve mahiyetinde davrandığını göstermekte bize. Bir diğer deyişle karıncaların kolektif yaşamı, tek başlarına ele alındıklarında ‘akıllı’ ya da ‘zeki’ denilemeyecek sıradan yapılar olan sinir hücrelerinin, bir araya gelip beyin ve sinir sistemini oluşturduklarında, medeniyet dediğimiz antitenin kreatörü olmasına benzer bir mucizeye neden olmaktadır.

Diğer birçok rol ve işlevinin yanı sıra karıncalar organik malzemeyi parçalayarak çürümesini kolaylaştırmak, toprağı havalandırmak, tohumları dağıtmak, zararlı haşereleri elemine etmek, diğer hayvanlar için yaşam alanı oluşturmak ve besin zincirinin önemli bir basamağını teşkil etmek gibi fonksiyonlara da sahiptir. Türkçe de dahil Dünyanın birçok lisanında hamarat, verimli, organize çalışmaya örnek gösterilen iki canlı türünün, karınca ve arıların uzaktan akraba olmaları tesadüf değil, evrimsel biyolojinin determinist proseslerinin bir sonucudur.

Biyolog, entomolog, araştırmacı, seyyah ve fotoğrafçı Mark W. Moffett'ın yazdığı Karıncalar Arasında Serüvenler, okurunu gezegenimizde çıkardığı harikulâde bir yolcukla karıncaların kozmosuna dahil etmekte, bunu yaparken de Mark Moffett karıncaların Jane Goodall’lıdır’ diyen bilimcileri haklı çıkaracak mükemmellikte bir iş koymakta ortaya. Konunun meraklısına da, bu eseri edinip okumak düşmekte hiç kuşkusuz. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 

-----------------------------------------------------------------

Önceki 80 metne erişmek için bknz. ltfn.:

https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/04/trt-radyo-1-sayfalarn-dilinden-program.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder