TRT Radyo 1, Sayfaların Dilinden Programı, metinler - 18



01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan mezkûr metinlerden 06 Mayıs - 10 Mayıs döneminde yayınlanacak olanlar aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.





91) Konu: Yakup Kadri Karaosmanoğlu, kitap: Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Yakup Kadri Karaosmanoğlu, bahsedeceğimiz kitap Yakup Kadri Karaosmanoğlu. 

27 Mart 1889’da Kahire’de doğan yazar, gazeteci, siyasetçi ve hariciyeci Yakup Kadri Karaosmanoğlu Osmanlı’nın son yıllarıyla Cumhuriyetin ilk yarım asrının düşünce hayatını etkileyen önemli entelektüellerdendir. Manisa’nın ileri gelenlerinden Karaosmanzâdeler, 1833’de yöreyi işgal eden Kavalalı İbrahim Paşaya yardımcı olmuş, Osmanlıyla yaptığı savaş bitince de paşayla Mısır’a giderek sarayına yerleşmişti. Babası Abdülkadir Bey Mısır Hidivi sülâlesinden İkbal hanımla orada tanışıp evlenen Yakup Kadri, Kahire’de doğduğu sarayda dadılar arasında büyük bir şatafatla geçen, bir prens gibi şımartıldığı çocukluğunun ve ana dili gibi vakıf olduğu Fransızcasından okuduğu parnasist ve sembolist ediplerle, elitist - aristokrat Marcel Proust ve pesimist Guy de Maupassant’ın tesirlerinden ömrü boyunca kurtulamamıştır. Bu durum köylüler gibi eğitimsiz, yoksul insanlarla kurduğu ilişkileri olumsuz etkilemiş, eserlerine sinen karamsarlığı ve depresifliği beslemiştir. Ailesiyle 1895’de Manisa’ya dönen, babasının ölümü üzerine annesiyle tekrar Mısır’a giderek İskenderiye ve İsviçre’de eğitim gören Yakup Kadri, İstanbul’da Mekteb-i Hukuk’ta 2 yıl okumuş, yakalandığı tüberkülozu İsviçre’de atlatıp 1919’da İstanbul’a döndükten sonra İkdam gazetesinde Millî Mücadele’yi destekleyen yazılar yazarken Kiralık Konak ve Nur Baba romanlarını yayımlamıştır. 1920’de Ankara Hükümetinin çağrısıyla Anadolu’ya geçen Yakup Kadri, 1921’de Ankara’ya yerleşerek Gazi’nin yakın çevresine katılmış, 3 dönem TBMM’ne seçildiği bu süreçte gazete yazarlığı ve imtiyaz sahipliği yapmış, ses getiren edebi metinler yayımlamıştır. Anadolu Ajansı’nın reorganizasyonuna yönetici olarak katılan, Türk Dil Kurumu’nun da kurucularından olan Karaosmanoğlu; İsmail Hüsrev Tökin, Burhan Asaf Belge, Şevket Süreyya Aydemir ve Vedat Nedim Tör’le birlikte 1932 – 1935’de 36 sayı çıkardıkları Kadro Dergisi üzerinden Cumhuriyet rejimine ve Gâzi’ye istikamet tayin etmeye ve sosyalist doktrine müzahir bir ideolojik sistematik dayatmaya kalkışınca, gözden düşmüştür. 1934 – 1955 döneminde ‘zoraki diplomatlık’ yapan Yakup Kadri; Tiran, Prag, Lahey, Bern, Tahran ve tekrar Bern’de elçi olmuş, bu dönemini otobiyografik eseri Zoraki Diplomat’ta anlatmıştır. 27 Mayıs İhtilâlinin ardından Kurucu Meclis üyeliği, Manisa milletvekilliği ve Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu başkanlığı yapan yazar, 13 Aralık 1974’de vefat etmiştir.

Edebi eserleri ve fikir yazılarında Tanzimat’tan beri yaşadığımız büyük değişimleri incelemiş, başlangıçta Servet-i Fünun’a tepki olarak doğan ‘sanat şahsi ve muhteremdir’ ve ‘sanat, sanat içindir’ mottoları gereği ferdiyetçi anlayıştaki Fecr-i Âtî’ye katıldıysa da, akabinde gerçekçi ve toplumcu anlayışı ve dilde sadeleşmeyi benimsemiştir. Mistik ve bedbin içerikli Erenlerin Bağından ve Okun Ucundan ile mensur şiir geleneğinin Cumhuriyetteki önemli mümessili olmuş; deneme kitaplarında ve romanları Kiralık Konak, Hep O Şarkı ve otobiyografik mahiyetli Bir Sürgün’de batılılaşma – modernleşme – taklitçilik - köksüzlük problematiğini; Sodom ve Gomore’de İşgal İstanbul’undaki alafranga züppeliği, yozlaşmayı ve ihaneti; Nur Baba ve Hüküm Gecesi’nde müesseselerin yozlaşarak çöküşlerini; Yaban’da aydınımızın toplum gerçeklerinden kopukluğunu ve köylülerin sefaletini, otobiyografik Ankara ve Panorama I – II’de yeni rejimin başarı ve başarısızlıklarını; Politikada 45 Yıl’da İsmet Paşa merkezli anılarını paylaşmıştır.

Başvuru kaynaklarımızdan olan edebiyat teorisi, edebiyat öğretimi ve edebi metin sahalarında yoğunlaşmış akademisyen, yazar, şair Prof. Dr. Şerif Aktaş’ın yazdığı Yakup Kadri Karaosmanoğlu monografisi, mercek altına aldığımız mevzuyu derinlemesine incelemek isteyen için faydalı bir referanstır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  



92) Konu: Blucin, kitap: Belki Duyulur Sesim

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Blucin, bahsedeceğimiz kitap Belki Duyulur Sesim. 

Halil İnalcık bir metninde mealen şöyle diyor: '15. ve 16. asırda Denizli ve Akhisar çevresinde üretilen kaba lifli pamuktan dokunan kalın kumaşlar dayanıklı ve ucuz olduklarından beğeniliyor, Osmanlının Avrupa’yla yaptığı ticaretinde önemli yer tutuyordu. İtalyan ve İspanyollar, bunları Anadolu’dan ithal edip, orta ve Güney Amerika’daki plantasyonlarda çalışan işçi ve kölelerin patronlarına satıyordu. Önceleri pamuk renginde olan bu kumaşlar, daha sonra çivit mavisine boyandıklarından indigo diye anılırdı.’ Halil Hoca’nın blucinin geçmişine ışık tutan tespitleri, şu anlatıyla bütünlenmekte: ’15. asırda Cenova’da üretilen, dayanıklı ve ucuz olduğundan yoksullarla emekçilerinin tercih ettiği kumaş türüne, Fransa’da, geldiği yere nispetle ‘genes’ denmiş; bu isim İngilizceye ‘jean’ olarak geçmişti.’ Modern blucinleri her bakımdan andıran ilk örnekler, 19. asrın ortasında altın aramak saikiyle California eyaletine yapılan o büyük ‘kavimler göçü’yle araziye yayılan maceracılar ve yoksul madencilerle, ‘Yeni Dünya’da büyükbaş ve küçükbaş hayvan çobanlığı yapan kovboyların giydikleri işçi tulumlarıyla pantolonlardı. 19. asrın 2. yarısında Fransa’da üretilen daha ince, kaliteli ve yumuşak kumaşın adı olan ‘serge de Nimes’, diğer dillere ‘denim’ olarak geçmiş, bu, blucin kategorisinin jenerik isimlerinden olmuştur. Altın arayıcılarına çadır, iş elbisesi, alet edevat satan San Francisco’lu tüccar Levi Strauss’la, terzi Jacob Davis’in 1873’de mavi pamukludan ortaklaşa ürettikleri, tasarımı Strauss’a ait olan, iş elbiseleri, bildiğimiz manadaki ilk blucinler olup, bu olay, 1.5 asırdan fazla bir zamandır süren bir modayla, bir giyim – kuşam markası ve efsanesinin milâdıdır. Dilimize blucin karşılığı olarak giren kot’un ilginç öyküsü ise şöyledir: Arnavut kökenli Edremitli bir ailenin çocuğu olan Muhteşem Kot, Paris’te terzilik eğitimi aldı, İstanbul’a dönüşünde Galata’da atölyesini açıp tüccar – terzi olarak mesleğe atıldı. Fransa’da tanıdığı, Amerika’daki geçmişini de bildiği blucinleri ‘Kot’ markasıyla üreten girişimci, ürünleri ucuz, rahat, dayanıklı ve pratik olduğundan, başarılı oldu. 1958’de vefat edince işi devralan oğlu Aytaç, ‘Kot’ markasını tescil ettirdi ve üretimi arttırdı. Özellikle kır emekçilerinin gözdesi olan ‘Kot’ markası, ilki 1950’lerde İncirlik’de kurulan, 1960’lardaysa Türkiye’nin her yanını yayılan Amerikan Pazarları - PX’lerde satılan ABD menşeyli kotlar yüzünden, satış rakamlarını olmasa da, eski havasını kaybetti. 1960’lardan sonra ABD’de doğup, bir pandemi misali, gezegenin büyük kısmına yayılan anti-kapitalist, anti-emperyalist, savaş karşıtı, özgürlükçü, çevreci, feminist dalganın alametifarikalarından biri de kot giymekti. Kot modası giderek bir ‘kotmania’ halini almış, bu akıma, onun siyasal – ideolojik kökenlerine katılmayanlar da, salt ‘havalı’ görünmek adına, eklemlenmişlerdi. Türkiye’deki üslerde çalışan ABD’lilerin eşya ve giysilerinin satıldığı, en büyüklerinden biri Tophane’de olan PX’ler 1955 – 1984 döneminde, insanımızın kota erişim adresiydi. 1984 sonrasında Özal liberalizasyonunun getirdiği ithalat serbestisi bu durumu değiştirecekti.12 Eylül Darbesi öncesi âdeta bir üniforma gibi mavi kot üzerine yeşil parka giyen solcular 'hani Amerika'ya karşıydınız?!' diye eleştirildiğinde, 'bunu emekçiler giyiyor ama!' diyerek savunurdu kendini. 

MÖ 2000 yılında Fenikeli gemicilere yelken bezi üreten Anadolu dokumacılığının global fenomen blucin üretimindeki merkezi rolüne işaret eden referans metnimiz, Derya Bengi ve Erdir Zat tarafından yazılıp derlenen ‘100. Yılında Cumhuriyet’in Popüler Kültür Haritası 2 (1950 – 1980) – Belki Duyulur Sesim’, adeta ‘Kırk Ambar’ niteliğindeki ansiklopedik içeriğiyle muhatabına zevkli ve bilgilendirici okumalar vad’etmekte. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  














93) Konu: Eric Hoffer, kitap: Kesin İnançlılar

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Eric Hoffer, bahsedeceğimiz kitap Kesin İnançlılar. 

Beşeri davranışlarla sosyolojik olgu, olay ve süreçlerin felsefesini yapan,  özellikle de kendini gerçekleştirme, kitle psikolojisi, kişisel onur, liderlik ve moral değerlere odaklanan Alman asıllı ABD’li filozof Eric Hoffer 25 Temmuz 1902’de NY’da doğdu. 5 yaşındayken annesinin kucağında merdivenden yuvarlanarak geçici hafıza kaybı yaşayan Hoffer 6 yaşında annesini kaybetti, 7 yaşında, 15 yaşına kadar devam edecek olan, körlükle tanıştı. Almanca ve İngilizceyi mükemmelen konuşup okusa da, belirgin Almanı aksanını ölene değin değiştiremedi. Hayatı boyunca okula gitmeyen, formel – kurumsal eğitim almayan Hoffer, 1926 – 1943 sürecinde çoğunlukla ağır ve pis işlerde bedenen çalıştı, uygunsuz yerlerde yaşadı, yatağa aç girdiği oldu. Yaşamı öylesine zordu ki, 1931’de zehir içerek intiharın eşiğinden dönmüştü. Söyleşilerinde, yaşadığı onca sıkıntıya karşın hayata tutunabilmesini okumaya olan tutkusuna bağlayan Hoffer, bulunduğu her yerde kütüphanelere üye olur, işten artan tüm zamanlarını okuyarak geçirirdi. Döne döne, ezberlercesine okuduğu Montaigne’in denemeleri onu derinden etkileyecek; beşeri ilişkilere sosyolojik network’lere, özellikle de ahlâki problemlere dair notlar almasına ve 1951’den sonra yayımlayacağı yazılar yazmasına yol açacaktı. 1942’de ABD ordusuna katılma teşebbüsü sağlık nedenleriyle reddedilen Hoffer, 1943’de San Francisco limanında hamal olarak çalışmaya başladı. Düzenli bir geliri ve kalacak nispeten eli yüzü düzgün bir yeri olunca morali düzelmiş, okumaları ve notları üzerinden ciddi bir yazma sürecine girmişti. 1951’de yayımlanan ilk kitabı Kesin İnançlılar – Kitle Hareketlerinin Doğası Üzerine Düşünceler ABD’de milyonlarca satarak ve birçok dile çevrilerek büyük bir başarı kazandı. İşin enteresan tarafı, ortalama felsefe okuru Kant, Hegel, Heidegger, Witgenstein, Sartre, Derrida, Lacan ve Zizek gibi önemli filozofların eserlerini ‘bir gün okurum’ diye alıp bir türlü okuyamazken, bu eser milyonlarca sıradan insan tarafından gerçekten okunmuş, çok ciddi bir moral ve sosyal etkileşime neden olmuştu. Dikkat çekici bir diğer husus da; eleştirmen, akademisyen, felsefeci gibi alanın profesyonel ve otoritelerinin mezkûr eseri çok beğenmiş olmasıydı. Ölümüne değin 9 kitap daha yayımlayan, söyleşilerini derleyen bir kitap ve âsârından yapılan bir antolojiyle müktesebatı 12 kitaplık bir külliyata erişen Hoffer’ın yüzlerce deftere aldığı notlar incelenmekte ve yayım sırasını beklemektedir. Adına uluslararası bir kitap ödülüyle, Berkeley’deki California Üniversitesi tarafından bir deneme ödülü ihdas edilen Eric Hoffer, 1951’den itibaren defalarca tv ve radyo kanallarına konuk olmasına, dergi ve gazetelerde geniş yer bulmasına ve eskisiyle kıyaslanmayacak bir refaha erişmesine karşın, 1964 ortasına değin fırsat bulduğu her gün bütün bu gelişmelerden bîhaber olan liman işçisi arkadaşlarıyla beraber hamallık yapmaya devam etti. 1965’de California Üniversitesi’nde yardımcı profesör olan Hoffer, 1970’de kamusal alandaki bütün faaliyetlerinden emekli olarak kendisini sadece okuma ve yazmaya adadı. Hayatının büyük kısmı çilelerle geçen Eric Hoffer, 1983’de 80 yaşındayken San Francisco’daki evinde huzur içinde öldü.

Alman asıllı sef made düşünür benliğinin ham ve amorf kitlesini yontarak ondan küresel şöhret sahibi bir filozof çıkardı ve gezegene ‘Amerikan Rüyası bu işte!’ dedirtti. Kitle hareketlerinin tabiatı ve dinamikleri; toplumsal eylemliliğin kendisini gerçekleştirmekten çok, kendisinden kaçıp harici bir kolektif kuvvete eklemlenme ihtiyacına dayandığı ve kişisel onurun en güçlü motivasyon kaynaklarından olduğu gibi politik psikolojiye dair antiteleri inceleyen referans metnimiz Kesin İnançlılar, kolay okunan ve okunması faydalı bir eserdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  














94) Konu: Canis Lupus Familiariskitap: Köpek Psikolojisi

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Canis Lupus Familiaris, bahsedeceğimiz kitap Köpek Psikolojisi. 

Kurt, köpek, tilki ve çakalı kapsayan köpekgillerin ortak atasının 60 milyon yıl önce, Asya’da yaşamış miacis isimli gelincik benzeri küçük bir memeli olduğu; kabaca 35 milyon yıl önce miacis’ten ilk gerçek köpek kabul edilen cynodictis’in evrildiği, bunun da modern kurtların, köpeklerin ve tilkilerin atası kabul edilen tomarctus’un ortaya çıkmasını sağladığı zoologların üzerinde ittifak ettikleri bir bilimsel hipotezdir. Jeolojik devirlerden günümüze yaklaşalım. Türümüz ‘homo sapiens sapiens’ın kabaca 12,000 yıldır yardımcısı olan, son arkeolojik bulgulara göreyse, atalarımızla olan yakın irtibatının geçmişi 25,000 yıl önceye tarihlenebilen canis lupus familiaris, ya da halk arasındaki ismiyle köpek, büyüklüğüne ve formel özelliklerine göre birbirinden farklılaşan 500’e yakın ırkı olan ve gezegenimizdeki toplam sayısının da 1 milyara yaklaştığı sanılan etçil bir memelidir. Köpek isminin etimolojik kökenlerine kısaca göz atmakta fayda var. Önce Latince ismi alalım mercek altına: Bu türün Latince bilimsel adı, bu gibi taksonomik kategorizasyonların isimlendirilmelerinde olduğu üzere trinominal olup Canis, yâni köpek, lupus, yâni kurt ve familiaris, yâni evcil sözcüklerinin terkibinden oluşur. İsmin Türkçe kaynaklarına baktığımızda gördüğümüz şudur: köpek, 6 asır önce Kıpçak Türkçesindeki ‘hacmini büyütmek, kabarmak, cesametini arttırmak’ anlamındaki ‘köp’ fiiliyle, ‘ufaklık, küçümen’ manalarına gelen ‘ek’ sonekinin birleşmesiyle ortaya çıkmış, şu an konuştuğumuz modern Türkiye Türkçesinin vokabüler haznesine eklenmiştir. 14. asırda Araplara Türkçe öğretmek için Memlûklu Kıpçakçasıyla yazılmış bir Türk dili grameri ve sözlüğü olan Kitâbü'l-İdrâk li-Lisâni'l-Etrâkyâni Türklerin Dilini Anlama Kitabı’nda ise şu tanım yer almaktadır: ‘İtin iri ve tüylü olan cinsine köpek denir’. Keza, hem Orhun Yazıtlarında ve hem de Tuvaca ve Yakutçada köpek yerine ‘ıt’, ya da ‘it’ kelimesinin kullanıldığını görürüz. Coğrafyamızın bir çok yerinde de halen ‘it’ ismi köpeğin ikamesi olarak kullanılmaktadır. Avlanma sırasında avlanacak canlının izini sürmek; aranan kişilerin, eşyaların ya da uyuşturucu gibi kriminal malzemelerin yerini tespit etmek; çığın, heyelanla yerinden oynamış toprak kütlelerinin ya da yıkılmış yapıların altında kalan canlıları bulmak; insanlarla onlara ait olan canlı ve cansız varlıkların bekçiliğini, gözcülüğünü ve koruyuculuğunu yapmak; çobanları, kovboyları ve sığırtmaçları küçükbaş ve büyükbaş hayvan sürülerinin sevk ve idaresinde asiste etmek; çocuklar, yaşlılar ve hastalar başta olmak üzere, her yaştaki ve durumdaki insanın vaktini hoşça geçirmesini, bu suretle de moralize olmasını sağlamak; sivil savunma, kontrespiyonaj ve muharebe gibi kritik süreçlerde işlerin sağlıklı yürümesine katkı vermek; engelli insanları asiste ederek handikaplarının minimize edilmesini sağlamak köpeklerin türümüze yaptığı katkılardandır. Ortalama ömrü 13 yıl olan köpek türünün saptanmış en uzun yaşam süresi 29.5 yıldır.

Nüfusun yoğun olduğu yerleşim yerlerinde serbestçe dolaşan köpeklere ilmi literatürde sokak köpekleri denir. Ülkemizde aktüel sayılarının 5 – 10 milyon arasında olduğu sanılan sokak köpekleri ciddi bir halk sağlığı problemi oluşturmaktadır. Bunların acil olarak olarak kısırlaştırılmaları şarttır, aksi halde, ‘İNSANIN HAYATINI TEHDİT EDEN HİÇ BİR CANLI TÜRÜ KORUNMAYI HAK ETMEZ’ düsturu gereği, itlaf da dahil her türlü tedbir meşrudur, makuldür, makbuldür.

Veteriner hekim ve uzman psikolog Prof. Dr. Tamer Dodurka’nın yazdığı kaynak kitabımız Köpek Psikolojisi'ni okumak, sokak köpeklerinin sürekli gündemde olduğu ülkemizde, onları anlamak bakımından zaruri ve faydalıdır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  














95) Konu: Kara Delik, kitap: Kara Delik

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Kara Delik, bahsedeceğimiz kitap Kara Delik.

Kuramsal fizik, astronomi, kozmoloji ve asrofiziğin en gizemli, en spesifik ve en spektaküler fenomenlerinden olan kara delikler, sahip oldukları çekim alanının gücü yüzünden her çeşit maddesel fenomenin, ışık dahil bütün elektromanyetik ışımaların ve mesaj - data gibi akla gelebilecek her türden bilgi içeriğinin kendilerinden uzaklaşmasına, kaçıp kurtulmasına izin vermeyen astronomik ve kozmolojik olgulardır. Kara delikler işte bu yüzden karadır. İsimleri de buna nispetledir. Einstein’ın, hatta Newton’ın kuramları kara delikleri öngörmeye elverirken, onlar bunu kestirememişlerdi. Bütün özelliklerini belirleyen kütle, açısal momentum ve elektriksel yük gibi 3 temel niteliği olan kara deliklerin var olabileceğine ilk işarete eden, Einstein’ın genel görelilik denklem seti üzerinden yaptığı hesaplamalarla Karl Schwarzschild’dir. Kara delik kavramını ilk kullanansa John Wheeler’dır. Bir kara deliğin, madde – enerji – mesaj gibi akla gelebilecek her şeyin artık kendisinden kaçamayacağı bölgesine kara delik olay ufku denir. Kara deliğin olay ufku içine giren bir ışınının kara deliğin içine düşmekten kurtulması, ya da, içine düştüğü kara delikten çıkmayı başarabilmesi ancak normal hızının üzerine çıkmasıyla söz konusu olur ki, bu da bildiğimiz bütün fizik kurallarının ihlâli demektir. Bir kara deliğin içi şu ana değin gözlemlenememesine karşın, orada cereyan edebilecek olaylara dair matematik modellemeler uzun süredir yapılmakta ve bunların üzerine de bazı kuramsal izahatlar inşâ edilmektedir. Ancak bunlar bütünüyle varsayımdır, baştan aşağı spekülatiftir. Öte yandan şunu da epeydir biliyoruz: Kara deliğin içindeki çekim gücü öylesine yüksektir ki, orada fizik yasaları geçerli değildir. Burada soru şudur: Fizik yasalarının hükmünü icra edemediği bir yerde olan biten hakkında hakikatle mutabık varsayımlarda bulunmak mümkün müdür? Hakkında ancak spekülasyon yapabildiğimiz bu gibi hallere kozmolojide ‘TEKİLLİK’ deniyor. Kara delik tekilliğinden anlamamız gereken, sonsuz küçük bir noktaya toplanmış, boyutsuz ve hacimsiz bir uzay-zaman sürekliliğine sıkışmış çok büyük miktardaki kütledir. Evrenin ortaya çıkmasına neden olduğu kabul edilen Big Bang / Büyük Patlama, fizik kurallarının çalışmadığı bir başka tekilliktir. 20 yıl öncesine kadar bırakın içinde gerçekleşenleri gözlemlemeyi ve anlamayı, dışarıdan görünüşlerinin ne olduğu bile tamamen varsayımsal ve spekülatif olan, bu yüzden de fizikle metafizik arasındaki müşterek alanda, ya da, varoluşun arafında yer alan kara delikler, 2000’lerin başından bu yana günden güne gelişen gözlem düzenekleri sayesinde, en azından dışardan gözlemlenebilmiş; imajları da Kozmos’a dair bilgi külliyatımızın parçası haline gelmiştir. Kara deliklerin kısmen de olsa, artık deneysel fiziğin ve gözlemsel astrofiziğin nesnesi olması bundandır. Bunu mümkün kılan, kara deliğin sahip olduğu olağanüstü büyük çekim gücünün, etrafındaki gözlemlenebilir olgu, olay ve süreçler üzerinde yarattığı etkidir. 

Kara deliklere düşen madde, enerji ve enformasyona ne olur? Meselâ siz kara deliğin içine düştüğünüzde başınıza ne gelir? Kara delikler sonsuz kozmik kuyular mıdır, yoksa diğer uçları ‘ak delikler’ midir? Kara delikler paralel evrenlere açılan kapılar olabilir mi? Kuantumlu kütle çekim kuramı kara deliğin içinde olup bitenleri anlamamıza elverecekse, bu Büyük Patlama’yı da anlayabileceğimiz anlamına mı gelir? Kara delikler hem zamanda ve hem de sonsuz hızla mekânda yapılacak seyahatleri mümkün kılar mı? gibi sorular ilginizi çekiyorsa, Marcia Bartusiak’ın yazdığı referans metnimiz Kara Delik kitabını tam size göredir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  

--------------------------------------

önceki 90 metni okumak için bknz. ltfn.: https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/04/trt-radyo-1-sayfalarn-dilinden-program_15.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder