Kültür Karın Doyurur mu?; Watts Kuleleri; Dataizm; Hoş Gelişler Ola; Tomris Hatun >>> metinler - 32



01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. Mezkûr metinler, muhtasar bir ifadeyle, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki - hayvan - böcek - toprak - su gibi bileşenlerinin oluşturduğu o alâimisemâ mahiyetli muhteşem mimari ve muhtevanın referans verdiği eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin fenomenlerinden / tezahürlerinden birisinin, ana hatlarıyla da olsa, kuşatılma teşebbüsüdür. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan bahis konusu entelektüel hasılanın 05 Ağustos - 09 Ağustos haftasında yayınlanacak olanları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.



156) Kültür Karın Doyurur mu?

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Kültür Karın Doyurur mu?

‘Yorum hür, ama, gerçekler kutsaldır’ beyanı gezegenimizin medya kozmosunda popüler olan Charles Prestwich Scott, 60 yıl boyunca The Guardian Gazetesi’ne editör ve yazar olarak istikamet tayin etmişti. 2000’lerin başında, 203 yıllık tarihiyle modern İngiltere’nin entelektüel kara kutusu ve hafızası diyebileceğimiz liberal demokrat – merkez sol tandanslı mezkûr gazetenin Opinion sayfasında, Givelight Cheerfullsoul müstearıyla yayımlanan makale büyük yankı uyandırmış, medya – akademya – siyasi partiler – meslek örgütlerinin tarafı olduğu uzun soluklu bir tartışmanın fitilini ateşlemişti. Yazarın gerçek kimliği tam manasıyla netleştirilememiş olsa da, onun, İngiltere’nin ana akım gazete ve dergilerine kültür – sanat – felsefe – bilim yazıları yazan fikir insanlarından birisi olduğunda ittifak edilmiştir. Mezkûr yazısında Cheerfullsoul özetle ve mealen şu argümanları dillendirmişti: ‘Yıllardır Birleşik Krallık kültür dünyasına katkı sağlamaktayım. Edebiyattan resme, müzikten mimariye, sinemadan spora, psikolojiden sosyolojiye, antropolojiden arkeolojiye, tarihten iktisada, fizikten biyolojiye, kozmolojiden zaman yolcuğuna, kara madde ve kara enerjiden kuantum dalga mekaniğine, mantıktan matematiğe, paradokstan olasılık kuramına, teolojiden metafiziğe, ahlâktan popüler kültüre değin akla gelebilecek hemen her konuda yazdıklarımın kayda değer bulunarak beğenilmesi haliyle mutlu etmekte beni. Bunlar için aldığım telif ücretinin ise; berber, bahçıvan, terzi, ayakkabı tamircisi, şoför, elektrikçi, çilingir, aşçı, sıhhi tesisatçı, boyacı gibi zanaat temelli meslek erbabının kazancının çok gerisinde kalması, sosyoekonomik mimarimizle değerler dünyamıza dair ciddi bazı problemlere sahip olduğumuza işaret etmektedir. Dikkat edilirse, doktor, avukat, bilgisayarcı, mali müşavir gibi meslek mensuplarının benimkini kat be kat aşan astronomik kazançlarına girmedim bile. Yazılarımın, saydığım zanaatkârların ortaya koydukları mesai kadar insanlara yararlı olmadığı gerekçesiyle, verili ücretlendirilme rejimini temize çekerek rasyonalize edenlere bir çift sözüm olacak. Şayet siz; bilim, sanat, felsefe gibi ana başlıkların altındaki yüzlerce alt disiplinin kapsadığı sayısız konuya dair bilginin; çilingirin kilitli kapınızı açması, boyacının evinizi boyaması, ya da, terzinin söküğünüzü dikmesi kadar değerli olmadığını düşünüyorsanız, o takdirde, hayatı sadece pratik sonuçlara, güncel kazançlara, maddi avantajlara ve tabeladaki skora göre değerlendiren bir neticecilikle malûlsünüz demektir. Bireyi, sosyal dokuyu ve küresel medeniyeti tek boyutlu bir varoluşa kilitleyen bu mekanik, pragmatist, maddiyatçı, menfaatçi ve teknik yaklaşımın terk edilmesi, insanın entelektüel düzeyiyle mental kondisyonunun, sürekli gelişen teknolojiye paralel olarak, gelişmesini sağlayacak olan yegâne yoldur.’ Cheerfullsoul’un 20 küsur yıl önce İngiltere özelinde dilendirdiği itiraz fevkalâde aktüel olup, biyoteknoloji - yapay zekâ – robotik – nanoteknolojinin domine ettiği yakın gelecekte hangi mesleklerin kaybolacağını, hangilerinin önem kazanacağını, bunların ışığında eğitim sisteminin nasıl revize edilmesi gerektiğini tartışan insanlığın verili haliyle de âdeta birebir örtüşmektedir. Bu yüzden de, üniversite öncesi eğitimin kalitesinin düşük olduğu, birçok üniversite mezununun diplomalı işsizler ordusuna katıldığı, meslek liselerine bir türlü gereken önemin verilemediği, gençlerin kamuda istihdam edilmeyi çıkış yolu gören monist ve kısır bir seçeneği yeğlediği 2024 Ağustos’unda, Givelight Cheerfullsoul’un milenyum başında sorduğu ‘bilim, kültür, sanat, felsefe alanlarına dair düşünmek, araştırmak karın doyurur mu’ sorusunun da parçası olduğu bir tartışmayı, problemin bütün paydaşlarının dahil oldukları geniş bir bağlamda derinleştirerek sürdürmek faydalı olacaktır. 

Mercek altına aldığımız konunun ilham kaynağı ve menşeyi olan makalenin dijital adresine, onu paylaşmak sâikiyle,  gittiğimizde, The Guardian Gazetesi’nin onu, 20 yıldan öncesine ait olan diğer birçok materyalle birlikte, sitesinden kaldırdığını üzülerek gördük. Bu yüzden de, söz konusu metnin, arşivimizdeki, mealen yapılmış bir özetini esas almak zorunda kaldık. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 


 

157) Watts Kuleleri

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Watts Kuleleri.

Yakınlarının Saboto ya da Sam dedikleri Simon Rodia’nın, Güney Los Angeles’taki Watts bölgesinde, evinin arka bahçesinde yaptığı birbirine bağlı 17 kule, heykel, mimari yapı ve mozaiklerden oluşan entegre sanat eseri, küresel ölçekte Watts Kuleleri, Simon Rodia Kuleleri, ya da Nuestro Pueblo olarak tanınmaktadır. İtalya göçmeni bir inşaat işçisi, yer karosu ve kiremit ustası ve tamirci olan Sabato Rodia tarafından 1921 – 1954 döneminde tam 33 yıl süren bir tasarlama ve inşâ sürecinde gerçekleştirilen mezkûr sanat kompleksinin en yüksek noktası 30.3 metre olup, eser, üslûbu bakımından, sanat tarihçilerince Art Brut ve İtalyan – Amerikan Naif Sanatı türlerine dahil edilmektedir. Söz konusu sanat eseri 1990 yılında hem Los Angeles’in, hem de Kaliforniya’nın ulusal tarihi simgesel yapılar listesine dahil edilerek korumaya alınmıştır. 12 Şubat 1879’da İtalya’da doğan Sabato, 15 yaşındayken erkek kardeşiyle Amerika’ya göçtü. Kardeşini maden kazasında kaybeden Sabato, üç çocuğunun olduğu eşinden boşandı ve birçok işe girip çıktıktan sonra 1920’de Watts’a yerleşti. Beldenin önemli binalarının inşaatında çalışırken, kendisine şöhret kazandıracak opus magnum’unu adım adım tasarlamaya ve inşaya başladı. Bir kısmı semtin çocukları tarafından toplanıp getirilen ve tamamı atık ya da hurda malzeme olan inşaat demiri, kümes teli, demiryolu malzemeleri, çelik boru, beton, porselen – fayans – cam – seramik – yer karosu parçaları, deniz kabukları, meşrubat şişeleri, aynalar, heykelcikler ve çeşitli eşyalardan faydalandığı inşaat ve dekorasyon sürecinde Sabato, sanat kompleksine İtalya’da doğduğu evin ve cemaatinden olduğu kilisenin havasını vermeye gayret ettiği için, ona İspanyolcada Bizim Kasabamız anlamındaki Nuestro Pueblo adını verdi. Eserini tek başına inşâ ettiği 33 yıl boyunca, hiçbir aşamada basit el aletleri dışında gelişmiş bir alet ve ekipman kullanmayan sanatçı, sürecin tasarım kısmını da masa başında değil, bütünüyle sahada ve inşâ faaliyeti sırasında gerçekleştirdi. Bürokratik baskılardan yılan ve ağır inşat sürecinin altında ezilen Sabato, üstüne üstlük 1954’de felç geçirip bir de inşaatta düşünce, ‘benden bu kadar!’ deyip, 1955’de mülkünü ve sanat eserini bir komşusuna bıraktı ve 1965’de ölene değin birlikte yaşayacakları kızının yanına gitti. ‘Niçin bu işe kalkıştın?’ diye soran bir gazeteciye ‘büyük bir şey yapmak istiyordum, yaptım da. Bir insanın hatırlanması için ya çok iyi olması lâzım, ya da çok kötü. Umarım ben iyi anılırım’ diye cevap veren Sabato’nun kulelerini, sağlam olmadıkları gerekçesiyle, yıllarca yıkmaya uğraşan belediyeye cevabı, takip eden yıllarda depremden ve vandalların saldırılarından zarar gören eseri restore eden uzmanlar verecekti: ‘ancak kaliteli mühendis, mimar, işçi ve ustaların elinden çıksaydı bu denli sağlam ve artistik olabilirdi!’ Simon Sabato Rodiabu Dünyaya gelmemizin bir amacı olmalı, o amacı anlayıp, gereğini yapacağım!’ diye yola çıkanlardan, başyapıtlarını iğneyle kuyu kazarcasına ve bir mabedi tuğla üzerine tuğla koyarak gökyüzüne doğru yükseltircesine hedefine


kilitlenen idealistlerdendi. Saboto’yu, tam da  umduğu gibi, iyi biri olarak biliyoruz.

Konumuz hakkındaki en kapsamlı araştırma Wikipedia’nın İngilizce edisyonundaki Watts Towers başlıklı maddedir. 1973’de BBC’de gösterildiğinde müthiş sükse yapan ve belgesel yayımcılığın dönüm noktalarından birisi olarak kabul edilen İnsanın Yücelişi isimli dokümanter dizi, akabinde Dünya’nın diğer önemli tv kanallarıyla birlikte, 1974’de TRT televizyonu tarafından da yayımlanmıştı. Belgeselin metin yazarı ve sunucusu olan Polonya asıllı İngiliz matematikçi ve filozof Jacob Bronowski’nin, bu diziyi baz alarak hazırladığı bol görselli ve diziyle aynı isimli kitabı 1974’de İngiltere’de ve 1975’de de ülkemizde yayımlandı. Eser Watts Kulelerine yer veren nadir Türkçe kaynaklardandır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  



158) Dataizm

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Dataizm.

Akıllı telefonların ve sosyal medya platformlarının hayatımıza girmesiyle temelleri atılan, ardından Big Data'nın bizi domine etmesiyle önce bir fikir hareketine, akabinde de, Silikon Vadisi merkezli New Age bir inanca evrilen DATAİZMden ilk defa bahseden, 2013'de New York Times’da yayımlanan makalesiyle David Brooks’du. Konuyu daha kapsamlı ele alan bir sonraki teorik kuşatma çabası, Steve Lohr’un yazdığı 2015 tarihli Data–ism kitabıydı. Data, ya da veri; bilgi, malûmat ya da enformasyonun işleme tâbi tutulmamış temel ham maddesi, bilişim ve iletişim süreçlerinin atomaltı parçacığıdır. Çıplak gözle, ya da, gözleme ve ölçme sistemlerinin desteğiyle gerçekleştirdiğimiz pratiklerimiz sırasında elde ettiğimiz sayısal karakterli sonuçlara nicel veri; matematize edilmemiş, nicelleştirilmemiş, ait olduğu olgu, olay, süreç ve pratiğin kalitesi ve temel karakteristikleri hakkında konuşan bilgi birimlerine ise nitel veri deriz. Verilerin şekillendirdiği bilgilerimizle kurduğumuz fikirlerimiz üzerinden, karşılaştığımız problemleri nasıl çözeceğimizi kararlaştırırız. Bir problemi çözerken izlediğimiz adımlarının oluşturduğu sıralı akış diyagramı algoritmadır. Dataizm taraftarlarının bu kavramlar dolayımıyla varoluşu anlamlandırmaları özetle şu şekildedir: Atomaltı parçacıklardan, her biri ortalama 200 milyar yıldız sistemi içeren milyarlarca galaksiden oluşmuş büyük galaktik kümelere; virüslerden sekoya ağaçlarına ve mavi balinalara; Gözlemlenebilir Evren’in Big Bang öncesindeki sonsuz küçük o kozmik yumurta fazından, çapı 28 milyar parsek, yâni 93 milyar ışık yılı olan güncel büyüklüğüne kadar her şey data setlerinden oluşur. Her veri kümesi aynı zamanda bir algoritma sayılır, zîra bunlar, bir problemin çözülmesi, bir sorunun aşılması sırasında algoritmik adımlarla davranırlar. Algoritmalar, verileri girdi olarak kullanır, onları işler ve ürettiği çözümü çıktı olarak, yani yeni bir veri seti halinde Evren’e gönderir. İnsan üzerinden ilerleyelim. Ortalama bir birey, ikili sarmal yapısındaki 46 kromozumuna kaydedilmiş milyarca bilgi içeriğiyle, başta yüz milyardan fazla nöronunun kurduğu trilyonlarca bağlantı olmak üzere, sahip olduğu trilyonlarca hücresinin veri değerlendirme kapasitesiyle mükemmel çalışan bir veri işleme ve veri üretme sistemi, her gün aldığı sayısız karara kumanda eden algoritmik adımlarıyla da, biyokimyasal bir algoritma ve bilgi işlem ünitesidir. An itibarıyla gezegenimizde yaşayan 8.2 milyar insandan oluşan toplam insanlığı tek bir algoritma, entegre bir veri işlemci ve tekil bir data seti kabul edersek, bunun parçası olan her bir insan tekinin bu toplam içerisinde, akıllı bir cihazdaki tek bir çip gibi işlev gördüğünü söyleyebiliriz. Evrenin varlık nedeni, dataların uzayzaman sürekliliğinde ışık hızında ve özgürce dolaşmasını sağlamaktır. Ne kadar çok veri işlenir ve bu veriler kozmik seyahatlerini ne kadar hızlı gerçekleştirirlerse, Evren’in varoluş amacı o oranda gerçekleşmiş demektir. Dataları en hızlı ve en verimli işleyen algoritma, varoluş zincirinin tepesine yerleşir. Yapay Zekâ bu yüzden varlık zincirinde insanın üstündedir. Türümüzün milyonlarca yıllık macerası naturasantrik, teosantrik, homosantrik duraklardan geçerek, günümüzdeki datasantrik evreye erişmiştir. Gelecek, sadece insanlığın değil, Evren’in tamamının ürettiği sonsuz datadan oluşan KOZMİK BİG DATAnın kozmik yapay zekâca işleneceği öylesine üstel bir gelişmeye sahne olacak ki, bu, hakkında şu an konuşamayacağımız bir tekillik olacaktır.

Böyle buyurdu dataist! diyelim ve referansımıza gidelim. David Brooks’un ilk cümlesi ‘Eğer benden günün yükselen felsefesini anlatmamı isteseydiniz, bunun data-izm olduğunu söylerdim’ olan, NY Times’da 4 Şubat 2013'de yayımlanan The Philosophy of Data başlıklı makalesi, hem bu kavramın ilk defa kullanıldığı metin olması, hem de dataizm tartışmalarına ivme kazandırması bakımından tarihi öneme sahip bir kaynak metindir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  

159) Hoş Gelişler Ola


Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Hoş Gelişler Ola.

Ekim 1924; Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın çıktığı bir yurt seyahatinde, Erzurum ve Sarıkamış’ın ardından Kars’a geleceğini haber alan mahalli unsurlar, heyecanlı bir bekleyişle göz alıcı bir karşılama töreni hazırlamanın hummalı mesaisinin iç içe geçtiği komplike bir süreci deneyimlemekteydiler. Azerbaycan ve Dağıstan’ı düşman işgalinden kurtarmakla vazifeli olan, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa komutasındaki Kafkas İslâm Ordusu’nun 15 Eylül 1918’de Bakü’ye girişi sırasında ilk defa çalınan ‘Hoş gelişler ola, kahraman Enver Paşa marşı, gazeteci ve şair Mehmet Türkel tarafından, daha sonra Cumhuriyetimizin simge marşlarından biri haline gelecek olan ‘Hoş gelişler ola, Mustafa Kemal Paşaşeklinde Gazi’ye adapte edilir. Kompozitör Tağı Oşenyüzen’se, marşın 1918’de Bakü’de bestelenen orijinal harmoni ve aranjmanına ufak tefek revizyonlar yaparak onun bestesini 1924 – 2024 döneminde sayısız kere icra edilen o bildiğimiz aktüel haline kavuşturur. Eski Türk illerinden Gümrü’de tiyatro eğitimi alan Cumhuriyet’imizin ilk tiyatrocularından Settar Güldür, bu marşla birlikte oynanması için, o günden beri Kars ilimizin kültürel alametifarikalarından olan bir folklor oyununun koreografisini gerçekleştirir. 6 Ekim 1924’de Kars Tren Gar’ına ulaşan Gâzi ile Latife Hanım’ın da arasında olduğu konukları tatlı bir sürpriz beklemektedir. Kızlarla erkekler birlikte, koreografisi geleneksel Kafkas dansları havasında olan bir halk oyununu sergilenmekte, gardaki kalabalık da, coşkuyla söylediği ritmi yüksek bir marşla onlara eşlik etmektedir. Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, konukların tamamını duygulandıran bu manzaraya katkı veren ve işini mükemmelen icra eden minik orkestranın yıldızları ise, hiç şüphesiz, yörenin meşhur müzisyenlerinden garmon, yâni akordeon sanatçısı Seyyit Ağdamlı ve nağara yâni ritm ustası İbrahim Bey’dir. Soyadı kanunuyla birlikte İbrahim Aydın olarak anılacak olan Kars Valisi Garbi Azerbaycan kökenli Cihangirzâde İbrahim Bey, bu başarılı ve coşkulu karşılamanın perde gerisindeki kurmayı ve asli failidir. Gâzi ve yanındakiler karşılama seremoni ve törenini çok beğendiklerinden, gardaki program akşam Kars Türk Ocağı’nın açılış merasiminde tekrar sahnelenir. Mustafa Kemal Paşa, bu başarılı organizasyona emeği geçen herkese hediyeler ve nakdi ödüller verir. Tam bu noktada, popüler kültürümüze mâlolmuş efsanevi bir anekdotu aktarmamız faydalı olacaktır: şarkıcı ve bestekârlığının yanı sıra Kars’ın ilk Türk ve Müslüman tiyatrocusu da olan ve hayatının ayrıntıları hakkında bilgiye sahip olamadığımız Garbi Azerbaycan Türklerinden Tağı Bey, yâni, Tağı Oşenyüzenkurduğu tiyatro grubuyla yıllarca başta serhat beldelerimiz olmak üzere, Türkiye’de ve yurt dışında sahneye çıkar, başarılı temsiller verir. Ancak, tiyatro grubunun masrafları yüzünden içine düştüğü ekonomik kriz sanatçıyı derin bir depresyona sokacak ve intihara sürükleyecektir. Terekesinde bulunan ve Kars karşılamasına mukabil verildiği anlaşılan Mustafa Kemal imzalı, o dönem için ciddi bir meblağ olan, 500 liralık çeki Tağı Bey, Gâzi’nin imzasını taşıdığı için, çektiği o dayanılmaz finansal sıkıntıya karşın, bozdurmaya kıyamamıştır. Muzaffer Sarısözen tarafından TRT arşivine kazandırılan Hoş Gelişler Ola’nın 2 ay sonra ilk icrasının 101. seneyi devresini yaşayacağımızı da hatırlatmış olalım.  



Kafkas halk danslarına ve müziğine 40 yıldan uzun bir zamandır emek veren folklorcu ve müzisyen Çetin Adıgüzel’in 16 Ocak 2021’de mahalli yayın olan Gazete Kars’ta yayımlanan ve Çetin Adıgüzel’den tarihi bir yazı: Atatürk’ün Kars’a gelişi ve ‘Hoş Gelişler Ola’ türküsü ve oyunu başlıklı makalesi, bahse konu müzik eseri hakkında erişebildiğimiz en güvenilir ve kapsamlı kaynaktır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  



160) Tomris Hatun

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Tomris Hatun.

MÖ 6. asırda yaşayan savaşçı kadın hükümdarların arketipi Tomris Hatun’un kökeni konusunda kaynaklarda çelişik bilgiler mevcuttur. İskitlerle akraba olan, kuzeydoğu Avrasya stepleriyle Tarım Havzası menşeyli, hayvancılık ve madencilik faaliyetleriyle öne çıkan Sakalar, Batılı ve İranlı tarihçiler tarafından İrani, Türk tarihçilerce Proto-Türk olarak nitelenen bir kavimdir. Türk araştırmacıların Saka kavminin yaşarken efsaneleşen hükümdarı kabul ettikleri Tomris'i Proto-Türk, lisanını da Ön Türkçe olarak nitelemeleri bundandır. Tomris'in eski İrani dillerden birini konuştuğunu savunan geniş bir bilim insanları topluluğu, onun, İrani ve Türki unsurlardan oluşan Massaget Konfederasyonunun hükümdarı olduğu görüşündedir. İsmi çeşitli kadim dillerde demir, aile, tohum, mikrop ve akrabalık anlamlarına gelen Tomris, hayatı boyunca Pers ve Med coğrafyalarında hüküm süren ve Büyük Kiros olarak da anılan 2. Kiros tarafından kurulmuş Ahameniş İmparatorluğu’yla mücadele etmiştir. Komşularıyla barışçıl ilişkiler kurmaya çalışan Tomris'in bu tutumu rakibi tarafından savaştan korktuğu şeklinde algılanmış, bu yanlış yorumdan hareketle Kiros, Massaget topraklarına sayısız akınlar düzenlemiştir. Tomris'in izlediği standart mukabele metoduysa özetle şöyleydi: tarları ve insan eliyle yapılmış her şeyi yak ve yık, ordu tarafından koruması sağlanan siviller, hayvanlar, eşyalar ve erzaklarla birlikte dağlık ve ormanlık alanlara çekil, düşmanı orada savaşı kabule zorla. Kiros, Tomris Hatun ve kavmiyle, onların istedikleri zeminde kapışmayacak kadar zekiydi. Kiros’un rakibine karşı sergilediği stereotip stratejinin önemli taktiksel evreleri ise şunlardı: belli bir aşamasında kovalamacayı bitir, ülkene dön; bir müddet sonra hasmına kıymetli hediyeler gönder, eşzamanlı olarak da, Ahameniş İmparatorluğunun hükümdarlığını tanıyan sadık bir teba olması koşuluyla, ona eş olmasını öner. Kiros’a zerrece güvenmeyen Tomris, kolayca tahmin edilebileceği üzere, samimiyetsiz bir politik manevra olarak gördüğü bu teklifleri, hediyeleri elçilerin başlarına çalarak, her seferinde reddetmiş ve hasmına meydan okumayı sürdürmüştür. Onlarca yıl süren bu husumet ve mücadele süreci MÖ 529’da, şahit olanlarda ‘işte dananın kuyruğu koptu dedirtecek ve taraflardan birine kesin bir hezimet yaşatacak nihai kapışma başlıyor!’ düşüncesini oluşturacak şekilde gelişmiş, çok büyük bir ordu ve savaşmaya şartlanmış şekilde eğitilmiş binlerce köpekle Massaget topraklarını istilâ eden Kiros, her zaman olduğu üzere, geri çekileceğini sandığı Tomris ve ordusunu, Seyhun Irmağı yakınlarındaki zorlu bir arazide mevzilenmiş ve savaş tertibine girmiş olarak beklerken buluvermişti. Savaş öncesi iki ordugâh arasındaki arazide düşürüldüğü bir tuzakta maiyetindekilerle öldürülen Tomris'in oğlu Spargapises'in trajik sonu, annesini ve kumanda ettiği askerleri ekstra motive etmiş, Tomris'e intikam yemini ettirmişti. Tarihçilerin piri Heredot’un ‘Yunanistan’ın dışındaki en büyük ve kanlı muharebe!’ diye tarif ettiği savaşta Massagetler, sayıca üstün olan düşmanlarını okçuluk ve binicilikteki maharetleri ve araziyi iyi tanımaları sayesinde ağır bir hezimete uğratmış, Ahameniş ordusu, kaçmayı başaran bir avuç kılıç artığı dışında kalan, Kiros da dahil, bütün unsurlarıyla imha edilmişti. Spekülatif bazı kaynaklarda, Kiros’un başını bizzat kesen Tomris’in, onu kanla dolu bir fıçıya atarak yeminini yerine getirdiğine işaret edilir.

Tarihe damgasını vuran Türk hükümdarların biyografilerini, maddi gerçekleri baz alarak yazılmış bir romanla, tarihi bir monografi arasında salınan bir anlatı şeklinde kaleme alan Altay Akman’ın yazdığı referans metnimiz Tomris Hatun - Türklerin İlk Kadın Hükümdarı, mercek altına aldığımız konuya dair olan az sayıdaki eserden birisi ve kolay okunan akıcı üslûbu yüzünden de, konunun meraklısı için ideal bir başlangıç metnidir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  

------------------------------------------------------------------

Bundan önceki 155 metne erişmek için bknz. ltfn.:

https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/07/ozgur-irade-zbigniew-kazimierz.html 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder