01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. Mezkûr metinler, muhtasar bir ifadeyle, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki - hayvan - böcek - toprak - su gibi bileşenlerinin oluşturduğu o alâimisemâ mahiyetli muhteşem mimari ve muhtevanın referans verdiği eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin fenomenlerinden / tezahürlerinden birisinin, ana hatlarıyla da olsa, kuşatılma teşebbüsüdür. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan bahis konusu entelektüel hasılanın 02 Eylül - 06 Eylül haftasında yayınlanacak olanları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.
176) Rıza Nur
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini
yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un
sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Rıza Nur.
Politikacı, doktor, yazar Rıza Nur 30 Ağustos 1879’da Sinop’ta doğdu.
1905’de Feni Hıtan, yâni, İlmi Sünnet adıyla basıldıktan sonra
Almancaya da çevrilecek olan bitirme teziyle 1901’de Askeri Tıbbiye’den tabip
yüzbaşı olarak mezun olan Rıza Nur, Osmanlı’nın ilk fenni sünnetçisiydi. Kamuoyu
tarafından tanınmasını sağlayan kitabının basılmasından, Yahyâ Kemal’in ‘ateşle
ve kanla siler bir gün ordumuz lekeyi / bu insanoğluna bir şeyn olan mütârekeyi’
dizeleriyle tasvir ve telin ettiği, İmparatorluğun işgalinin temelindeki Mondros Mütârekesi’ne
kadar olan süreci Rıza Nur dolu dizgin yaşayacaktı. 1907’de aldığı cerrahî
profesörlüğü; 1908’de tabip binbaşı olması; İttihat ve
Terakki Cemiyeti listesinden Osmanlı Meclis-i Mebûsanı'nın Sinop milletvekili seçilmesi; anlaşmazlığa düştüğü Cemiyet’ten
istifa etmesiyle tıbbiyedeki kürsüsünün lağvedilerek profesörlüğünün
düşürülmesi; tenzili rütbeyle kolağası yapılması; Prens Sabahaddin’in Ahrar Fırkasına katılması; ardından istifa ederek Hürriyet ve İtilâf
Fırkası’nın kurucularından olması; 1912 seçimlerine müteakip İtilafçılar’dan da
ayrılması; ağır eleştirilerde bulunduğu Cemiyet’in Bâbıâli
Baskını’yla iktidarı alması üzerine, mesleki tetkikler bahanesiyle yurt
dışına sürülmesi; Köstence, Cenevre, Nice, Paris ve Kahire’de bulunduğu bu ilk
sürgün dönemini doktorluk ve İttihatçılık karşıtı siyasi faaliyetlerle geçirmesi; anılarında ‘Morfin bağımlısıydı, sıklıkla kafa-göz kavga
ederdik, hastalıklı ve zayıf yaratıklar olan diğer kadınlar gibi eşine sadakat
sıkıntısı çekiyordu’ diyerek aşağıladığı ve 1932’de boşanacakları, Edirne
Müdâfii olarak tarihe geçmiş, eski
serasker Deli Şükrü Paşa’nın kızı İffet Hanım’la Nice’te evlenmesi
gibi önemli olaylar bahse konu bu 13 yıllık periyotta gerçekleşecekti. Mütarekeye müteakip döndüğü İstanbul’da, son
Osmanlı Meclisi Mebûsanı’nda Sinop vekili olan Rıza Nur, işgal güçlerince meclisin
dağıtılması üzerine Ankara’ya geçmiş, Milli Mücadele’ye katılmıştı. İstiklâl
Harbi sırasında meclisin seçtiği ilk eğitim bakanı ve ikinci Sağlık Bakanı olan Nur, bir dönem Hariciye Nezâreti’ne
vekâlet etmiş, fevkalâde murahhas sıfatıyla gittiği Moskova’da, 16 Mart 1921’de
Sovyetlerle akdedilen antlaşmaya katkı verdi. Mustafa Kemal Paşa’ya geçici
bir süre için geniş yetkiler tanıyan Başkumandanlık Kanunu tasarısını meclise
sunan mebuslara önderlik eden Rıza Nur, cerrah olarak katıldığı Sakarya Meydan
Muharebesi’nin ardından, 1 Kasım 1922 tarihinde, metnini yazdığı kanunun
mecliste kabulüyle, saltanatın ilgasında kilit rol oynayacaktı. TC’nin tapusu
ve kurucu metni sayılan Lozan Konferansı'nda, baş
müzakereci İsmet Paşa’yı ikinci delege sıfatıyla asiste eden Rıza Nur, 1923 seçimlerinde tekrar Sinop vekili seçildi. Gâzi’nin hükümet tarzıyla ters düşmesi
üzerine çıktığı yurt dışında 13 yıl kalan Nur; 2. sürgün hayatının 1926 – 1933
döneminde Paris’te, 1933 – 1938 arasındaysa İskenderiye’de yaşamış, bu süreçte,
1920’lerin başında giriştiği Türk tarihi araştırmalarına ağırlık vermişti.
Gurbette gerçekleştirdiği edebiyat, tarih, müzik müktesebatının temel karakteristik
özelliği Türk Milliyetçiliği olan Rıza Nur, Atatürk’ün vefatı üzerine çıkarılan
afla Aralık 1938’de Türkiye dönmüş, yazma ve yayımcılık faaliyetine odaklanmayı
sürdürdüğü 4 yılın sonunda, 8 Eylül 1942’de vefat etmişti. Başta Arnavutlar
olmak üzere, bazı milletler hakkındaki ırkçı tespitleri ve kadınlara dair aşağılayıcı
iddiaları yüzünden eleştirilen yazarın hayatını ayrıntılı olarak anlattığı otobiyografisi Hayat ve Hatıratım; İstiklâl
Harbi, Lozan Konferansı ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki bütün olumlu ve
başarılı işleri sahiplenen, hata ve olumsuzlukları ise başta Atatürk ve İnönü
olmak üzere, Yeni Türkiye’nin diğer kurucu babalarına ciro eden tutumu ve içerdiği
ciddi mantık hataları ve maddi tutarsızlıklarıyla spekülatif ve güvenilmez bir metin olup,
nesnel görüş edinmek adına Cavit Orhan Tütengil’in Dr. Rıza Nur Üzerine ve
Turgut Özakman’ın Dr. Rıza Nur Dosyası’yla birlikte okunmasında fayda vardır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle;
hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
177) Şeker
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba;
Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını
üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu Şeker.
2023 verilerine göre Dünya’da 10 milyona yakını tip 1, ezici çoğunluğuysa
tip 2 karakterli olmak üzere, toplamda 530 milyon kadar diyabetli, yâni, şeker
hastası vardır. Bizim projektör tutup analiz edeceğimiz şeker bahsiyse, diyabetin
de sebeplerinden olmasıyla bir tehdit unsuru olan, bununla birlikte, besleyici
özelliği sayesinde, günümüzün en temel ve vazgeçilemez enerji kaynağı olan besin
içeriği olarak şeker, yâni, sakkarozdur. Bitkilerdeki en
önemli şeker olan ve en çok da şeker kamışıyla şeker pancarından elde dilen sakkaroz,
diğer şeker türleri olan glukoz ve fruktozla karıştırılır.
Bu durum, üç kavramın, sanki ikame terimlermiş gibi, yanlışlıkla birbirinin
yerine kullanılmasına yol açabilir. Bir
glukoz ve bir früktoz molekülünün birleşerek oluşturduğu disakkaritin teknik
adıdır sakkaroz. Sükroz, ya da, halk arasında, çay şekeri de
denir sakkaroza. Monosakkarit olan glukozun bir diğer adı ise dekstrozdur.
Bir diğer monosakkarit olan fruktoz; bal, çeşitli meyveler ve kök
sebzelerinde bol miktarda bulunur. İnsan bünyesinde, alkol içeren ürünlerin yol
açtığı hasara benzer yıkımların sebebi olan fruktoz, karaciğerde metabolize
edilerek yağa dönüştürüldüğünden, ihtiyaçtan fazla tüketildiğinde, obezite,
diyabet ve metabolik sendrom riskini arttırır. Kolay sindirilen ve en pratik
ve zahmetsiz enerji kaynaklarından olan sakkarozun aşırı tüketimi de,
fruktoz gibi, obezite, metabolik sendrom ve diyabet nedenidir.
MÖ 3000 yılından önceki çağlarda şeker kamışını çiğneyerek ağzını tatlandıran Polinezyalılar,
Doğu ve Güneydoğu Asya coğrafyalarının şekerin anavatanı olarak anılmasını
sağlamıştır. Büyük Darius’un katip ve tarihçilerinin tuttuğu kayıtlar
bize, bu önemli Pers hükümdarıyla maiyetinin, MÖ 6. asrın başında
giriştikleri Hindistan seferinde, İndus Nehri kıyılarındaki şeker kamışı
tarımına dair yaptıkları gözlemleri içermesi bakımından tarihi öneme sahiptir. MÖ
4. asrın başında aynı coğrafyayı fetheden Büyük İskender, mukaddes
kamış dediği şeker kamışı numunelerini Doğu Akdeniz, Ege Çanağı ve
Doğu Afrika sahillerine taşıyarak, bu egzotik bitkinin Akdeniz havzasıyla
tanışmasını sağlayacaktı. Şeker kamışından, bazı iptidai endüstriyel metotlarla,
kristalize şeker elde edilmesinin kaynağının İndus vadisi olması şaşırtıcı
değildir. Şekeri İspanya ve Portekiz üzerinden Avrupa’ya taşıyan, onunla İran
seferinde tanışan Araplardır. Yüksek gelir sağlayan ve endüstriyel gelişimi de
tetikleyen şeker kamışı tarımını Karayipler havzasıyla, Orta ve Güney Amerika’ya
taşıyan İspanyol ve Portekizliler oldu. 16. asrın ortasına gelindiğinde, söz
konusu coğrafyalarda, şeker kamışından kristalize şeker üreten işliklerin
sayısı on bine yaklaşmıştı. Şeker bazlı endüstriyel alt yapı öylesine muazzam,
kullanılan teknoloji de öylesine devrimciydi ki, bu hal ister istemez bizi ‘endüstriyel devrim 1750’lerde Manchester’daki
dokuma tezgâhları temelinde yükselmiştir’ ezberini terk etmeye
zorlamaktadır. Şeker pancarının şeker içerdiği, şeker kamışının tatlı
olduğunun keşfinden yaklaşık 50 asır sonra, 18. asrın ortasında, Germen
kimyager Andreas Sigismund
Marggraf tarafından anlaşılacaktı. Tropikal ve subtropikal iklimleri seven egzotik şeker
kamışının aksine, şeker pancarının, karasal iklimin hakim olduğu Avrupa ve Batı
Asya’da yetiştirilebilmesi, şeker endüstrisi ve ticaretinin ağırlık
merkezleriyle nakil hatlarını çeşitlendirdi. Ülkemizde pancar şekeri ziraatının
miladı 1926 Kasım’ıdır. %80’si kamıştan, %20’si pancardan elde edilen Dünya
sakkaroz kökenli şeker üretimi 177 milyon ton olup, Brezilya 42, Hindistan 33,
Tayland 11, Çin 9, Amerika 8, Türkiye 2.7 milyon ton yıllık üretim yapmaktadır. BBC
Dünya Servisi’nden Fernando Duarte’nin Gıda ve Tarım Örgütü, FAO’nun 2018
verileri temelinde yaptığı araştırmaya göre, Dünya’da kişi başı yıllık şeker
tüketimi 23 kg, ülkemizde ise 31 kg’dır. İsrail, yıllık kişi başı 64 kg tüketimle
açık ara birincidir. Siyonist rejim idaresindeki bu toplum daha
az şeker tüketirse, saldırganlığının dozu düşer mi acaba? diye düşünmeden
edemiyor insan.
Ulbe Bosma’nın yazdığı Şekerin Tarihi, 100 yıl önce ortalama bir insan 5 kilonun altında şeker tüketirken, nasıl oldu da bu miktar günümüzde 25 kiloya yaklaştı? gibi stratejik soruları yanıtlayan okunması elzem bir referanstır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler
178) Sağlıklı Yaşam ve Michael Mosley
Radyo 1'in değerli
dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in
yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların
Dilinden programının bugünkü konusu Sağlıklı Yaşam ve Michael Mosley.
21. yüzyılın ilk çeyreğinin tamamlanmasına sayılı günlerin kaldığı yaşadığımız aktüel uğrakta, iletişim ve bilişim olanaklarının geometrik bir şekilde gelişmesi faydalı şeyler yemek, düzenli egzersiz yapmak, stresini yönetmek, kaliteli uyumak, bir amaca sahip olmak, gereksiz risklerden kaçınmak ve sosyalleşmeyi ihmal etmemek gibi bileşenleri olan sağlıklı yaşam olgusunu her zamankinden daha bilinir kılmaktadır. Öte yandan ekonomik krizler, savaşlar, küresel iklim değişikliği, doğal afetler, bölgesel ve küresel salgın hastalıklar, küresel şirketlerin empoze ettiği sağlıksız alışkanlıkların yaşamsal ezberlerimiz halini alması gibi olumsuzlukların, insanlığın %80’inden, en zengin %20’sine doğru gerçekleşen servet transferini hızlandırdığı da bir vakıadır. Bu büyük resmin bize sunduğu içerik şudur: sağlıklı yaşam anlatısı, neredeyse, insanlığın yarısının malûmuyken, hayatını bahse konu ilkeler temelinde tasarlayıp kurabilen insanların sayısı, ne yazık ki, sınırlı kalmaktadır. Özetle, an itibarıyla gezegende yaşayan 8.1 milyar insanın en fazla %20’si, sağlıklı, kaliteli ve uzun yaşamayı amaç edinmekte, bu konuda okumakta, belgeseller izlemekte, araştırmakta, tecrübe paylaşmakta, hayatını bu alanın kanaat önderlerinin müktesebatları doğrultusunda formatlamakta, ya da, en azından, gündelik pratiklerini bu doğrultuda revize etmeye uğraşmaktadır. Sağlıklı yaşam fikrini ve bu temeldeki pratikleri hayatının yegâne referansı, tartışmaya kapalı amacı, asrı saadet ve yeryüzü cenneti vaat eden miti, muhkem mutlağı ve eleştiriden azade kutsalı haline getiren küçük bir kesimin, bir diğer deyişle, kabaca insanlığın %1’inin, özellikle son 40 yıldır, bu temelde muasır bir put ve new age bir itikadi sistem inşaa etmeleri, tartıştığımız konunun ekstrem bir görüngüsüdür.
Mercek altına aldığımız olguya sıcak bakanlar, 9 Haziran 2024 günü aldıkları bir haberle derinden sarsıldılar. İngiliz doktor, televizyon programcısı, yazar ve sağlıklı yaşam gurusu Michael Mosley, tatil yapmakta olduğu Yunanistan’ın Sömbeki adasında ölü bulunmuştu. Adli tıpçıların 5 haziran günü gerçekleştiğine hükmettikleri ölümüyle gezegendeki milyonlarca izleyenini ve sevenini üzen Dr. Mosley, 22 Mart 1957 doğdu. Oxford’da felsefe, ekonomi ve politika okuyan, ancak, psikiyatr olmak istediğinden, tıp eğitimine başlayan sağlıklı yaşam gurusu, sınavları verip diplomasını aldığında, psikiyatri stajlarının kendisini hayal kırıklığına uğratması yüzünden, doktorluk yapmama kararı alacaktı. Tam da o sırada BBC’ye stajyer olarak giren Mosley, böylelikle 1985 – 2024 dönemini kapsayan 40 yıl boyunca, Birleşik Krallık’ta kamu yayımcılığı yapan mezkûr kurum için, aralarında İngiltere’yi Kim Şişmanlattı; Bana Güvenin, Ben Doktorum; Mikrop Yuvası! Parazitlerle Yaşamak gibi çok izlenen, başarılı ve faydalı popüler bilim, biyoloji, tıp ve sağlıklı yaşam temalı programların da olduğu sayısız yapımı gerçekleştireceği bir yolculuğun da ilk adımını atıyordu. 2013’de yayımlanan The Fast Diet kitabında önerdiği haftada 5 gün sağlıklı beslenmeyi, 2 gün minimum kalori almayı ve her gün de düzenli egzersizi içeren Hızlı Diyet, ya da Beşe İki Diyeti diye anılan sistemiyle Mosley küresel bir fenomen halini alacaktı. Karbonhidratları yasaklayan, proteini minimize eden, günlük kalori ihtiyacını esas olarak yağlar üzerinden karşılamayı öneren ketojenik diyet bir müddettir parkinson, alzheimer ve epilepsi gibi nörolojik hastalıkların tedavisinde kullanılmakta, kısmen de olumlu sonuçlar vermektedir. Ciddi yan etkilere yol açabilen bu rejimi kilo vermek isteyen sağlıklı insanlar için önermesi yüzünden sert eleştirilere uğrayan Michael Mosley, ketojenik diyetin sadık uygulayıcılarındandı. Yaşına kıyasla son derece fit ve enerjik görünmesine ve sağlıklı yaşamın bütün şartlarını sağlamasına karşın, 67 gibi erken sayılabilecek bir yaşta ve spor yaparken ölmesi, onun önerileri doğrultusunda hayatlarını düzenleyen milyonlarca insana ‘Dr. Mosley önerdiği yaşam reçetesi yüzünden mi öldü?’ dedirtecek ve sağlıklı yaşam miti etrafında tereddütler oluşturabilecek türden dramatik bir gelişmedir. Her şeye karşın, Dr. Mosley’in katkı verdiği tv programlarına rastladığımızda, eleştirel gözle de olsa, izlemenin faydalı olacağını düşünüyoruz. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
180) McTaggart'ın Zaman Kuramı
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba;
Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını
üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu McTaggart’ın Zaman Kuramı.
1866 – 1925 döneminde yaşamış, 19. asrın
sonlarıyla, 20. asrın ilk çeyreğinin önemli sistematik metafizikçilerinden
ve iz bırakan Hegelyan tandanslı idealistlerinden olan İngiliz
filozof John McTaggart Ellis McTaggart, düşünce
tarihindeki kalıcı yerini, biraz da, önce 1908’de Mind
Dergisi’nde yayımlanan Zamanın Gerçek Dışılığı makalesinde
yer alan, akabinde The Nature of Existence kitabında daha ayrıntılı ele aldığı ‘varoluşun
gerçekliği tükettiği ve zamana niteliğini veren kipsel kavramların gerçekliğe
uygulanamayacağı’ argümanları etrafında şekillenen zaman
hakkındaki spekülatif hipotezleriyle edinmiştir. Zamanın gerçek olmadığı
merkezindeki radikal görüşünü ilk olarak 1889’da, dönemin önde
gelen ressam ve post-ekspresyonist sanat eleştirmeni Roger Fry’a
gönderdiği mektubunda dillendiren Mc Taggart, ‘var olan hiçbir şey zamansal
değildir, bu nedenle zaman da gerçek değildir’ diye özetleyebileceğimiz
mezkûr iddiasını, olayların kronolojik olarak sınıflandırılmalarının iki farklı
seri, yâni, dizi üzerinden okunabileceği argümanıyla temellendirir. Bunlardan
ilki olan B-dizisi’ne göre, olaylar arasında sadece ‘öncelik’,
‘sonralık’ ve ‘eşzamanlılık’ ilişkisi vardır ve bu ilişkiler sabittir. Meselâ 2. Dünya Savaşı
1. Dünya Savaşı’ndan sonra ve 1. Savaş
ikincisinden öncedir. Uygulanan
savaş ekonomisi sayesinde, işsizlik oranlarının düşerek tam istihdam koşulunun
sağlanmasıysa 2. Harple eşzamanlıdır. Bahse konu olayların arasındaki ilişkilerde bir değişiklik
olması, örneğin, 1. Dünya Savaşı’nın ikincisinden sonra gerçekleşmesi, ya da, 2. Harp sırasındaki tam istihdam koşullarının
2 savaş arasındaki yıllarla eşzamanlı olması mümkün değildir. McTaggart’ın
tezini temellendirirken yarattığı 2. zihni enstrüman olan A-dizisine göre olaylar arasında geçmiş
– şimdi – gelecek şeklinde bir zamansal ilişki
olup, bu, B-dizisi’ndekilerin
aksine, sabit olmayıp değişkendir. Bunu da şöyle örnekleyebiliriz: 2,500
yılında gezegenimize çarparak onu un ufak edecek olan devâsâ bir asteroidin yol
açacağı kozmik felâket günümüz koşullarında uzak
gelecekken, şimdinin ilerlemesiyle
önce yakın gelecek, ardından,
felâketin gerçekleştiği sırada şimdi, akabinde de önce yakın geçmiş ve nihayet uzak geçmiş olacaktır. McTaggart’ın açtığı yolda ilerleyerek, zamanın
niteliği hakkındaki literatüre katkı yapan filozof ve kuramsal fizikçiler, gerçekleşen
olaylar arasındaki kronolojik ilişkiler sabit olduğu ve geçmiş
– şimdi – gelecek zaman kipleri de gerçek kabul edilmediği
için, B-dizisi’ne statik zaman teorisi, ya
da
kipsiz zaman teorisi demişlerdir. Öte yandan, şimdinin sürekli ilerlemesi sonucu, vuku bulan olaylar arasında mütemadiyen
değişen dinamik bir ilişki olduğundan, kuramcılar A-dizisini dinamik zaman teorisi, ya da, kipli zaman teorisi olarak
adlandırmıştır. Burada soru şudur: zamanın ve olayların doğası bakımından
A-dizisi mi, yoksa
B-dizisi mi temel alınmalıdır? McTaggart’a göre A-dizisi olmaksızın
B-dizisi olamaz, zirâ, zamanı ontik düzleme taşıyarak var eden A-dizisinin
bizatihi kendisidir. ‘Olaylar ilk önce gelecek, sonra şimdi, daha sonra da
geçmiş olurlar’ diyen düşünür, akabinde dillendirdiği ’eğer ben bir olay geçmiştir dersem, bu,
bu olayın ne şimdi, ne de gelecek olduğunu imâ eder’ iddiasıyla da, literatürde McTaggart Paradoksu denen açmazın temellerini
atacaktır.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü Din Felsefesi Anabilim Dalı hocalarından Prof. Dr. Engin Erdem’in Felsefe Tartışmaları Dergisi’nin Temmuz 2010 tarihli 44. sayısında yayımlanan Zaman ve Kip başlıklı makalesi; The Stanford Encyclopedia of Philosophy’de yer alan İngiliz felsefeci Kris McDaniel tarafından yazılmış John M. E. McTagart başlıklı madde ve McTagart’ın zaman felsefesinin kurucu metinlerinden kabul edilen ve ‘Zaman nedir? Zaman insan zihninin ürettiği bir kurgu veya yanılsama mı, yoksa zihnimizden bağımsız bir gerçeklik mi? Zamanda geriye doğru gidilebilir mi?’ gibi soruların peşini kovalayan, bu niteliğiyle de Bertrand Russell gibi Analitik Felsefecilere ilham veren öncü makalesi Zamanın Gerçek Dışılığı referans metinlerimizdir ve ilgilisine de okuma önerilerimizdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
---------------------------------------------------------------------------
Önceki 175 metne erişmek için bknz. ltfn.:
https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/08/voynich-elyazmas-turgut-uyar-tuz.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder