Voynich El Yazması; Tuz; Kurt Gödel'in Eksiklik Kuramı; Turgut Uyar; Felis Silvestris Catus >>> metinler 35




















01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. Mezkûr metinler, muhtasar bir ifadeyle, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki - hayvan - böcek - toprak - su gibi bileşenlerinin oluşturduğu o alâimisemâ mahiyetli muhteşem mimari ve muhtevanın referans verdiği eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin fenomenlerinden / tezahürlerinden birisinin, ana hatlarıyla da olsa, kuşatılma teşebbüsüdür. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan bahis konusu entelektüel hasılanın 26 Ağustos - 30 Ağustos haftasında yayınlanacak olanları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.














171) Voynich El Yazması

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Voynisch El Yazması

Kitabiyat aleminin ve kültür kozmosunun en esrarengiz olgularından birisi, hiç kuşkusuz, Voynich El Yazmasıdır. Giderek gelişen çeşitli tekniklerle yapılan yaşlandırma metotlarına göre 1404 – 1438 periyoduna tarihlenen eser, dana derisinden yapılmış, bazıları, diğerlerine göre oldukça büyük ve katlı haldeki 100’den fazla parşömendeki, bilinmeyen bir alfabe ve meçhul bir lisanla yazılmış metinlerle, bunları destekleyen çok sayıdaki renkli illüstrasyon ve diyagramı içeren 240 sayfadan oluşmaktadır. Uzmanlar, el yazmasının 32 sayfa içeren bazı varaklarının eksik olduğunu düşünmektedir. 1865 – 1939 döneminde yaşamış Çarlık Rusya’sı doğumlu, Leh asıllı İngiliz kimyager, eczacı, Polonya’nın istiklâli için Çarlıkla savaşan radikal bir devrimci, koleksiyoner, nadir kitap eksperi ve önemli sahaflardan Wilfrid Woynisch tarafından 1912’de elde edilip kataloglanarak, bilinen geçmiş sahipleri kayıtlara geçirilen eser, tarihin bir başka namlı bibliyofilli ve antika kitapçısı Hans Peter Kraus tarafından 1969’da Yale Üniversitesi'nin Beinecke Nadir Kitaplar ve El Yazmaları Kütüphanesi'ne bağışlandı. Kriptografların 110 yıldır deşifre etmeye çalışmalarına karşın, bu konuda bir türlü ciddi mesafe kat edemedikleri, insanlığın gizem duygusunu ve merak hassasını uyarmaya devam eden ve etrafında çok sayıda kurgusal anlatı şekillenen eserin eni 16.2 cm, yüksekliği 23.5 cm olup, sayfalarının toplam kalınlığı 5 santimi bulmaktadır. Mezkûr yazmanın keçi derisinden olan cilt kapaklarının orijinal olmayıp, Roma Koleji olarak da bilinen Papalık Gregoryen Üniversitesi kitaplığına katıldığı 17. asırda yapıldığı sanılmaktadır. X Işını Spektroskopisi ve X Işını Kristalografisi metotlarıyla yapılan incelemeler, yazmanın metniyle illüstrasyonlarında kullanılan mürekkebin karakterinin ve üretim tarihinin aynı olduğunu; eserinin bazı sayfalarının, asırlar içerisinde yeniden yazılıp resimlendiği koymuştur ortaya. Sistematik bir noktalama işaretleri setinin kullanılmadığı akıcı bir kaligrafiyle kaleme alınmış el yazmasının bazı sayfalarında, Latin Alfabesi kullanılarak yazılmış bilinmeyen dilden pasajlar da yer almaktadır. 1940’larda, kriptograf William Friedman başkanlığındaki bir heyet tarafından ilk defa girişilen bilgisayar destekli transkripsiyon çalışmaları sonucunda, 170,000’i aşkın karakter tarafından teşkil edilen, 8,114’ü benzersiz olmak üzere, toplamda 35,000 kadar kelimeden oluştuğu saptanan eserin sözcük mimarisi, 2. Dünya Savaşı’nda çok sayıda düşman şifresinin deşifre edilmesine katkı veren efsanevi kriptanalist Elizebeth Smith Friedman'a göre ‘kodkırıcıları hayal kırıklığına uğratmaya namzettir’. Bu konuda halâ kayda değer mesafe alınamamasının nedeni bu olsa gerektir. Çeşitli bitkilere ve ağaçlara, astronomik ve astrolojik süreçleri temsil eden dairesel diyagramlara, kaplıca ve küvetlerde banyo yapan kadınlara, kozmogonik ve kozmolojik olgulara, farmasötik terkiplerde kullanıldığı düşünülen bitki ve köklere dair çok sayıda görselle desteklenen metnin, Geç Orta Çağ’la, Erken Rönesans dönemlerinin tıp ve eczacılık bilgilerini kucaklayan bir çeşit vademecum ve farmakope olduğu değerlendirilmektedir. Başta Wilfrid Woynisch olmak üzere, eser üzerinde çalışan uzmanlar, teyitli ilk sahibi, 17. asrın ilk yarısında Prag’da yaşamış simyager Georg Baresch olan yazmanın sahiplik jeneolojisini şöyle sıralar: Kutsal Roma İmparatoru 2. Rudolph; 2. Rudolph’un doktoru, eczacı Jacobus Sinapius; Georg Baresch; Prag'daki Charles Üniversitesi'nin rektörü Jan Marek Marci; Cizvit alimi, teolog ve Mısırbilimci Athanasius Kircher; Roma Koleji Kitaplığı; sahhaf Wilfrid Woynisch; Wilfrid’in eşi, İrlandalı romancı Ethel Woynich; Ethel yakın arkadaşı Anne Hill, antika kitap taciri Hans Peter Kraus ve nihayet Yale Kütüphanesi. Wilfrid Voynisch, Giovanni Fontana, Edward Kelley, Roger Bacon ve John Dee’nin olası yazarlarından olduğu düşünülen eserin bugüne değin deşifre edilememesinin oluşturduğu gizem, el yazmasını konu alan film, dizi, çizgi film, belgesel ve bestelerin yapılmasını, kurmaca ve bilimsel kitap, makale ve tezlerin yazılmasını tetiklemiştir. Wikipedia’daki ilgili maddeler, Voynisch El Yazması konusundaki temel referans kaynağımız olup, ilgilisi için de mücevher evsafındadır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 



172) Tuz

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Tuz

Bir zamanlar bir ülkede, toplumunu adil yönettiği için çok sevilen 3 kız babası bir hükümdar varmış. Bir şölende kızlarına ‘söyleyin bakalım, beni ne kadar seviyorsunuz?’ diye sorduğunda, en büyük kızından, riya kokan bir tavırla verilmiş ‘Dünya kadar’, ondan aşağı kalmak istemeyerek eli yükselten ortanca kızındansa samimiyetsiz bir edayla söylenmiş ‘gökyüzü kadar’ cevaplarını almış. Yalan da olsa, güzel sözlerle aldatılmak insana iyi gelir. Nitekim, hükümdar da bu yalanlarla mest olmuş şekilde, erdemli kişiliği yüzünden en çok sevdiği küçük kızına dönüvermiş. Ablalarının sahte sevgi gösterisine iğrenerek bakan dürüst kızın cevabı, herkesi şaşırtacak denli ayrıksıymış: ‘yemeğe kattığım bir fiske tuz kadar!’ En çok sevdiği prensesinden hiç ummadığı bir cevap alan hükümdar çok öfkelenmiş ve onu ülke dışına sürmüş. Küçük prenses gittiği komşu ülkenin prensiyle evlenerek mutlu bir yuva kurmuş, kocasının, yaşlanan babasının yerine geçerek kral olmasıyla da kraliçe oluvermiş. Her şey yolundaymış, ancak çiçeği burnunda kraliçe, babasını ve ülkesini çok özlüyormuş. Aradan yıllar geçmiş, hükümdar, ülke yönetimine ortak ettiği 2 kızıyla, küçük kızının ülkesini ziyarete gelmiş. Küçük kızının kraliçe olduğundan bihaber olarak katıldığı şölende, görüntüleriyle damak çatlatacak denli lezzetli oldukları izlenimini veren yemekleri tattığında, hepsinin tuzsuz olduğunu görerek öfkeyle haykırmış: ‘bölgenin en kudretli hükümdarını ve maiyetini tatsız tuzsuz yemeklerle ağırlamak cüretini nereden buldunuz?!?’ Cevap, hemen karşısında, ev sahibi kralın yanında oturan yüzü peçeli kraliçeden gelmiş: ‘hayata ve yemeklere tadını veren, kararınca katılmış bir fiske tuzdur’. Yüzünü açan kraliçenin, çok sevdiği küçük kızı olduğunu gören hükümdar, hatasını anlayarak, pişmanlık ve sevinç gözyaşlarına boğulmuş. Mutlu sonla biten bu popüler masalı Kral Lear trajedisine uyarlayan Shakespeare, nedendir bilinmez, tuz temasını kullanmamayı yeğlemişti. Modernite öncesindeki binlerce yılda Beyaz Altın denilerek mutenalaştırılan tuz minerali, ilkin MÖ 3000 dolaylarında Çin, Mısır ve Mezopotamya medeniyetlerinde etlerin bozulmasını önlemek, besinlere tat katmak, üretim ve ticaretinden vergi alarak devlete gelir sağlamak ve takas için kullanılmıştı. Hindistan’ın verdiği bağımsızlık mücadelesinin fitilini, İngiltere’nin koyduğu tuz vergisine itiraz eden Gandhi önderliğindeki direnişçilerin yaptıkları Büyük Tuz Yürüyüşü ateşleyecekti. Birçok dinde ve kadim kültürde tuz kutsal kabul edilir, yere dökülmez. Gezegene yayılmış çeşitli toplumların cenaze ve düğün törenleriyle, kan davalarını bitiren barışma şölenlerinde, merkezinde tuzun olduğu ritüeller vardır. Çok farklı coğrafyalarda, tuzun bereket getirdiğine; kötü ruhları, hayaletleri, şanssızlıkları uzaklaştırdığına inanılır. Roma imparatorluğunda lejyonerlerin maaşının tuz olarak ödenmesi, İngilizcede ücret anlamındaki salary ve asker anlamındaki soldier kelimeleriyle, Almancada asker anlamındaki soldat kelimelerinin kaynağıdır. Hipokrat, Galen, İbn-i Sînâ’nın müktesebatları, binlerce yıl boyunca, tuzu, çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanan protokoller içermiştir. Yetişkinlerin günde ortalama 6 gram tuz alması yeterliyken, ülkemizde erkeklerin günde 20, kadınlarınsa 17 gram fazla tuz tüketmeleri, bilinenden çok daha fazla hipertansiyon hastasına sahip olmamıza yol açmaktadır. %60 klor ve %40 sodyumdan oluşan sofra tuzu sodyum klorürün kan serumundaki miktarının normalden az olmasının da, fazla olmasının da tetiklediği ciddi sağlık komplikasyonları vardır. Sadece vücudumuzdaki elektrolit dengesine sağladığı benzersiz katkı yüzünden değil, ekonominin yüzlerce alanındaki binlerce ürünün üretim süreçlerine de katkı verdiği için tuz minerali, vazgeçilmezlerimizdendir.

Derleyiciliğini Emine Gürsoy-Naskali’nin yaptığı Tuz Kitabı, 34 yazarın uzmanı oldukları konularda yazdıkları 33 makaleyle, mercek altına aldığımız konuyu bütün veçheleriyle kuşatan bir rehber, hayatın tadına ve tuzuna ve ele aldığı mevzuların anlaşılmasına, çorbada tuz olmak misali, katkı vermek amacındaki programımızın referans metni ve okuma önerimizdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 



173) Kurt Gödel'in Eksiklik Kuramı

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Kurt Gödel'in Eksiklik Kuramı

Avusturya kökenli Amerikalı mantıkçı, matematikçi, filozof Kurt Gödel, 28 Nisan 1906’da, Avusturya – Macaristan İmparatorluğu şehri Brünn’de doğdu. Hayatı boyunca dini pratiklere uzak durmasına karşın, kendisini bir ateist ya da Spinozacı bir panteist olarak değil, Leibnizci inançlı bir teist olarak tanımlayan Gödel, çocukluğunda her şeyi sorgulayan kişiliği yüzünden Herr Warum, yâni, Bay Niçin olarak anılıyordu. Platoncu dünya görüşünü edinmesi, fizik okumak için gittiği Viyana Üniversitesi’nde matematik ve felsefeye yoğunlaşmasıyla gerçekleşti. Viyana Çevresi, Mantıksal Pozitivizm ya da Analitik Felsefe olarak anılan, bilginin mantıki ve tecrübi yollarla analiz edilmesiyle kurulan bilimselleştirilmiş bir felsefi zeminde, metafiziği bütünüyle düşünme pratiklerinin dışına atmayı hedefleyen bir fikri çevreyle, hocaları Moritz Schlick ve Hans Han’ın yönlendirmesiyle tanışan Gödel, ısınamadığı bu ekole dahil olmamıştır. Jan Brouwer’in fikirleriyle, Rudolf Carnap’ın Aritmetiğin Felsefi Temelleri başlıklı metamantık derslerinden etkilenen Kurt Gödel, eş zamanlı olarak incelediği David Hilbert ve Bertrand Russell’ın matematiğin temellerine dair görüşlerinden de köklerini alan ‘bir formel sistemin aksiyomları, sistemin bütün modellerinde doğru olan ifadeleri türetmek için yeterli midir?’ problematiğini inceleyen eksiksizlik sorunsalına odaklandı. 1930’da bu konudaki teziyle matematik doktorasını alan Gödel, 1931’de basılan Principia Mathematica ve Benzeri Sistemlerin Biçimsel Olarak Karar Verilemeyen Önermeleri Üzerine isimli makalesiyle, ‘doğal sayılar aritmetiğini kapsayan ve tutarlılığı kendi içinde kalınarak gösterilemeyen bir biçimsel sistem öyle önermeler içerir ki, bunların ne doğruluğu ve ne de yanlışlığı ispatlanabilir’ iddiasını kanıtlayarak, Aristoteles’le başlayıp, Gottlop Frege – Giuseppe Peano – David Hilbert - Bertrand Russell – Alfred North Whitehead şeklindeki 2400 yıllık bir silsilenin, doğruluğu tartışılamaz derecede kesin ilk ilkelerden hareketle, tutarsızlık ve paradokslar içermeyen tümdengelimli kesin ve tam bir sistem kurma merkezindeki idealini kökünden sarmıştı. Kuantum fiziğinin indeterminist ve belirsiz ikliminin domine ettiği bir zihni kozmosda yeşeren Eksiklik Kuramı, kuramsal fiziğin mutlak manada aksiyomatikleştirilmesini sınırlamakla kalmamış, doğa bilimlerinin diğer branşlarının da tam, kesin, tutarlı ve yetkin olma iddiasını zedeleyerek Thomas Kuhn ve Paul Feyerabend gibi radikal bilim felsefecileriyle, Fransız postmodern düşünürlerin önünü açmıştı. Gödel’le Wittgenstein’ı uzlaştırmaya çalışan tevilciler, Wittgenstein’ın ‘felsefi meseleler felsefece çözülür, felsefeyle matematiğin birbirlerine söyleyecek sözleri ve matematik işlemlerin de ontolojik, epistemolojik, metafizik sonuçları yoktur; salt algoritma ve hesaplamadan ibaret olan matematik sonuçlara ne sıradan anlamlar, ne de metafizik ve platonik mahiyetli meta-içerikler yüklenemez!’ şeklindeki köşeli argümanlarına çarpıp etkisizleşiyordu. Formel sistemlerin aynı zamanda hem tutarlı ve hem de eksiksiz olamayacağını kanıtlayan Eksiklik Kuramı’yla Gödel, matematiği, mantığı ve bunları temel alan ilmi disiplinleri kökten etkileyerek, Aristoteles’ten bu yana gelmiş en etkili mantıkçı, modern dönemin de en parlak matematikçilerinden birisi olmuştur. Mart 1940’da Amerika’ya göçen Gödel, çalışmaya başladığı Princeton İleri Araştırmalar Enstitüsü’nde Einstein’la yakın dost olur. Genel Görelilik denklem setini kullanarak, kendi ekseni etrafında dönen bir Evren için, ışık hızını aşmadan, zamanda geçmişe yolculuk yapmayı mümkün kılan özel bir çözüm üretmeyi başaran Gödel, 1955’de Einstein’ı, 1977’de de 'her şeyim!' dediği eşini kaybedince, depresif, vesveseli ve paranoyak kişiliği daha da kırılganlaşır; zehirleneceğinden korkarak, kendi yaptığı yemekleri bile yememeye başlar. Bilim ve felsefenin bu büyük ferdi, beslenmeye direndiği hastanede açlıktan öldüğü 14 Ocak 1978’de sadece 29.5 kiloydu.

Ernest Nagel ve James Newman tarafından yazılıp 1958’de yayımlanan, dilimizeyse Bülent Gözkân tarafından kazandırılan Gödel Kanıtlaması, Eksiklik Kuramı hakkında anlaşılır, güvenilir ve klasikleşmiş bir kaynak olup, konunun ilgilisine şayanı tavsiyedir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 

174) Turgut Uyar

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Turgut Uyar

4 Ağustos 1927’de doğan ve doğduğu ayın 22'sinde, 1985’te aramızdan ayrılan Turgut Uyar, ‘belki de asıl ustalık budur, her zaman acemi olmayı bilmek’ diyerek dervişane bir duruş sergilemiş bir 'sivil edip'ti. Bir taraftan umumi duruşu ve yaşamsal pratikleriyle, öte yandan da inşa ettiği metaforlardan mürekkep edebi tarzıyla o, ediple edebin müşterek alanlarının mütekabili olan bir anlam dairesine referans veren, esas olarak bu dalga boyunda var olan bir kültür ve sanat erbabıydı. Edebiyat ve edep kavramlarının hem eserde ve hem de hayatın görüngülerinde bu denli organik bir birliktelik içerisinde meczedilebilmesi nadirattandır. Türkçe'nin en güzel şiirlerinden bazılarını yazmayı başardığından Uyar, 'asal gaz' kadar asil, Higs Bozon'u kadar nâdirdir. Unikorn, dört yapraklı yonca, pegasus ve zümrüdüankâ gibi var olmayan varlıkların mukayyeti, kelime kuyumcusu ve şuur cengaveri olan şairin, hayat boyu başucu kitabımız olmaya lâyık Büyük Saat – Bütün Şiirleri’ni gelin birlikte karıştıralım. Göğe Bakma Durağının ilk kıtasında sevdiğine şöyle seslenmiş Uyar: İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım / Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından / Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından / Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar / Şu aranıp duran korkak ellerimi tut / Bu evleri atla bu evleri de bunları da/  Göğe bakalım. Serâpâ acı ve zulümle örülen Dünya halleriniyse Acıyor şiirinin giriş dizelerinde bakın nasıl betimlenmiş: Mutsuzluktan söz etmek istiyorum / Dikey ve yatay mutsuzluktan / Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun / sevgim acıyor. Aynı şiirin son kıtası, varoluşun kırılganlığıyla zamanın umarsızlığını kuşatmakta adeta: Eylül toparlandı gitti işte / Ekim falan da gider bu gidişle / Tarihe gömülen koca koca atlar / Tarihe gömülür o kadar.

Turgut Uyar’a sivil edip demiştik, sivil şiir söyleyen manasında. Eğitim hayatı boyunca askeri okullarda okumuş, ardından uzun süre askeri memurluk yapmış ve nihayetinde de SEKA'daki memuriyetiyle hayatını kazanmış olmasına karşın Uyarşiirine resmi ideolojinin sirayet edemediği ender cumhuriyet dönemi şairlerindendir. Bu yüzden, 'bir Cumhuriyet zabitinin ‘Sivil Şiir’idir Turgut Uyar poetikası’ denildiğinde, hakikatle fevkalâde mutabıktır bu tarif. Uyar'ın toplu şiirleri olan Büyük Saat’i karıştırıp, onun duyarlılığıyla hemhal olan bir şiir müptelâsı, bu birlikteliğinin neticesinde, aşka gelip, meselâ Ey Büyük Saat’in muvakkiti, ey sözcüklerin mürebbisi, sen, bildim ben, sen, ayrı düşmüş manaların muvahhidisin, belli ki, metaforların mücahidi diye coşarsa şayet, bunun hoş karşılanması gerektiği kanaatindeyiz. Benliğin şiire izdüştüğü, cismin dizede eridiği paralel bir mana evreninden konuşan Uyar, şiire gitmez, şiir ona gelir; şiir yazmaz, şiir onu yazar. İnsanın ve çağın şuuruymuşçasına retoriğe hakimdir ve evlâdıdır lisanının. Kölesi değil, efendisi olmak sözünün, Turgut Uyar'ı lisanı kullanırken, lisanın kullandıklarından kılar. Anlayacağınız, telifi, müellifidir onun adeta. Çokluk Senindir şiirinden dizelerle tamamlıyoruz: Özenle soyduğum şu elma söyle şimdi kimindir / Özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir /  Ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın / Kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir / Bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın / Ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir / Senindir ey sonsuz veren ne varsa hayat gibi / Tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir / Ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın / Aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.

 



175) Felis Silvestris Catus

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Felis Silvestris Catus.

Aktüel antropolojik ve arkeolojik çalışmalar, Zoolojideki tasnifte esas alınan Latince ilmi adıyla Felis Sivestris Catus’un, ya da, gündelik deyişle evcil kedinin, neolitik çağ ya da cilalı taş devri denen ve günümüzden 12,000 yıl öncesine tarihlenen tarım devrimiyle hayatımıza girdiğini koymakta ortaya. Lengüistikçilere göre Türkçedeki kedi, Latincedeki catta, klasik Grekçedeki katta, İngilizcedeki cat, Bulgarcadaki kotka, Lehçedeki kot, Arapçadaki qitt başta olmak üzere, gezegende emisyonda olan dillerin çoğunda, bu hayvana nispet edilen isimlerin önemlice bir kısmının kökeni bir ve aynıdır ve Avrasya coğrafyasından orijinini alan Hami – Sami kaynaklı bir kavramdır. Homo sapiens – sapiensın günümüzdeki verili halini alması, jeolojik çağlar ve hayatın gelişimi göz önünde bulundurulduğunda, daha dün denilebilecek bir evrede, sadece 70,000 yıl önce gerçekleşmişken ve diğer birçok memeli türü için de bu süre sanılandan oldukça kısayken, kedigiller söz konusu olduğunda, durum değişmektedir. Fosiller üzerinde yapılan çalışmalar, modern evcil kedilerin, verili halleriyle günümüzden 5.5 ilâ 3.5 milyon yıl önce Plyosen Çağ denen bir jeolojik devirde ortaya çıktıklarını ve o günden bu yana da ciddi bir değişiklik göstermeyerek umumi evrim örüntüsünde arızi bir resim oluşturduklarını söylemekte bize. Evcil kedi türünün, yâni, ırkının sayısı konusunda çalışma yapan küresel ölçekte güvenilir kişi ve kurumlar, bunu, 40 ilâ 75 arasında değişen değerlerin oluşturduğu bir enterval şeklinde nicelleştirmekteler. Zoolog ve genetikçiler; adeta bir step kurduymuşçasına, tek başına avlanabilmesine karşın, sosyalleşmeyi de çok iyi beceren etobur memeliler olan evcil kedilerin, 6 milyon yıl ve daha öncesine giden evrimsel süreçte, geçirdikleri radikal genetik mutasyonlarla, akrabaları olan arslan, kaplan, pars, puma, jaguar, vaşak gibi büyük ve orta boy kedilerden farklılaştıklarını varsaymaktalar. Yapılan genetik çalışmalar, evcil kedinin, günümüzden kabaca 12,000 yıl kadar önce, Felis Silvestris Lybica denen Afrika Yaban Kedisi’nin Mezopotamya’da ehlileşmesi sonucu ortaya çıkan ırktan türediğini göstermekte. Aktüel olarak gezegenin en popüler ve en çok sevilen evcil hayvanı olan kedilerin, insanın yaşadığı bütün coğrafyalarda ona eşlik ederken, şayet kısırlaştırılmamışlarsa, birçok memeli türden daha yüksek olan doğurganlıkları sayesinde, popülasyonlarının hızla artacağı bir vakıadır. Nüfusları kritik bir eşiği geçerse, besin ve mekân yetersizliğinin yol açtığı stresle, kedilerin türdeşlerine ve arasında insanın da olduğu diğer dost canlılara zarar verebilme olasılığı belirmektedir. Her bir sevimli kedi yavrusunun, aslında, genetik olarak, bünyesinde yırtıcı bir büyük kedinin mikro modelini barındırdığını düşünecek olursak, bahsettiğimiz olasılığın küçümsenmemesi gerektiği çıkar ortaya. Tarihsel süreklilikte, kedilere karşı olumlu ve olumsuz tutumlar sergilediğimiz dönemler ve coğrafyalar oldu. Antik Mısır tanrıçası Bastet’in kedi başlı tasvir edilmesi ve İskandinav tanrıçası Freya’nın arabasını kedilerin çektiğine inanılması yüzünden, Mısır ve İskandinavya merkezli geniş coğrafyalarda kedilere uzun süre sevgi ve hürmet gösterilmişken; tehdit olarak gördüğü pagan inancından olan kadın şifacılara karşı Orta Çağ’da giriştiği imha faaliyetinde Hristiyanlar, o kadınların alametifarikası sayılan kara kedileri de hedefe koyarak, imhacı bir tutum sergilemişlerdir. Özelde kara olanların, genelde de tüm kedilerin itibarının iadesi, onların, vebayı yaydığı anlaşılan sıçanlara karşı en etkili mücadele imkânı olduğunun görülmesiyle olacaktır.

Kedi besleyen ya da beslemek isteyen, veya, kedilere şu veya bu oranda ilgi ve muhabbet duyan herkesin okumasında fayda gördüğümüz, BBC TV’nin ilgi gören başarılı belgeseli One by One’ın kaynaklarından olan Kedi Bakımı Kedi – Kedi Sahiplerine Rehber Kitap, uluslararası çoksatar Zoovet kitap serisine içerik sağlayan küresel ölçekte meşhur veteriner cerrah David Taylor tarafından yazılmış bol görselli, kolay anlaşılır ve çok faydalı bir referans olup, buraya dikkat: Türkçedeki en kapsamlı kaynaktır da. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.

--------------------------------

Önceki 170 metne erişmek için bknz. ltfn.:

https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/08/suat-yalaz-temel-atf-hatas-margaret.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder