Çeviride Kaybolan / Ulysses; Modern Sanat - Çağdaş Sanat - Kavramsal Sanat; Fante Bukowski; Mutlak Sıfır; Kemalettin Tuğcu >>> metinler - 40














01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. Mezkûr metinler, muhtasar bir ifadeyle, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki - hayvan - böcek - toprak - su gibi bileşenlerinin oluşturduğu o alâimisemâ mahiyetli muhteşem mimari ve muhtevanın referans verdiği eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin fenomenlerinden / tezahürlerinden birisinin, ana hatlarıyla da olsa, kuşatılma teşebbüsüdür. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan bahis konusu entelektüel hasılanın yılın 40. haftasına denk düşen 30 Eylül - 04 Ekim döneminde yayınlanacak olanları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.













196) Çeviride Kaybolan / Ulysses

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Çeviride Kaybolan - Ulysses.

Bir metin, yaşamın doğrudan kendisine atıfta bulunmak yerine, maddi dünyanın olay, olgu ve süreçlerinin deneyimlenmesinin temsil ve tasvirine dayanan metinlere, ya da, bütünüyle hayal ürünü olan metinlere gönderme yapmayı, bu metinleri temsil, taklit ve tasvir etmeyi, ya da geliştirmeyi ve aşmayı esas alıyorsa, bu takdirde ortaya çıkan entelektüel hasılaya metinlerarası metin denir. Ezcümle, metinlerarası metin, Dünya’ya değil, diğer metinlere dayanan metindir. Kavram ilk defa, Bulgar asıllı Fransız post-yapısalcı, feminist felsefeci, dilbilimci, göstergebilimci, eleştirel edebiyat kuramcısı, eleştirel post-psikanalist düşünür Julia Kristeva tarafından, 1966’da yayımlanan bir metninde paylaşılmıştı. Avangart modernist tarzıyla tüm zamanların en önemli yazarlarından olan İrlandalı romancı, şair, edebiyat eleştirmeni James Joyce’un, önce Amerikalı yenilikçi edebiyat dergisi The Little Review’da Mart 1918 – Aralık 1920 döneminde tefrika edilen, kitap halinde basımıysa, Joyce’un 40. yaş gününe denk düşen 2 Şubat 1922’de, Sylvia Beach’in yayımevi Shakespeare and Company tarafından Paris’te yapılan Ulysses, yazarının, Homeros’un çığır açan anlatısı Odysseia efsanesini, metinlerarası metin üretmek perspektifiyle 1904 İrlanda’sına adapte etmesi sonucu çıkmıştır ortaya. Leopold Blum ve arkadaşlarının 16 Haziran 1904 günü yaşadıklarını, gözlemlerini, düşüncelerini ve bilinçaltlarını, İngilizcenin, neredeyse, bütün imkânlarını kullanarak, ilgili edisyonun sayfalarındaki ortalama kelime sayısına göre, 750 ilâ 900 sayfa arasında değişen bir hacimde tasvir eden Ulysses’in, noktalama işaretlerinin kullanılmadığı, bilinçakışı tekniğiyle ve tek bir birleşik cümle halinde kotarılmış olan, yine farklı edisyonlarda, 40 ilâ 50 sayfa arasında yer kaplayan 18. ve son bölümü, âdeta edebi bir gövde gösterisi mahiyetindedir. Romanın bu vasıfları, Ulysses’in, birçok dil havzasının kültür insanınca, çevrilmesi çok zor bir metin olarak nitelenmesine ve çeviride kaybolan manasındaki lost in translation olgusunun tecessüm etmiş numunesi olarak gösterilmesine neden olmuştur. Çeviride ne kaybolduğuna, değişik çevirilerde ortaya çıkan anlam farklılıklarına ve bunların bazı çevirilerde anlam kaymalarına yol açıp açmadığına karar vermemizi sağlayacak somut bir örnek üzerinden ilerleyelim ve mercek altına aldığımız Ulysses’in ilk sayfasındaki birkaç satırın 3 farklı Türkçe çevirisini yatıralım masaya.

Nevzat Erkmen çevirisi:

Buck Mulligan bir an aynanın altından bir göz attı, ardından tıraş tasını güzelce örttü.

– Haydin kodese, dedi sertçe.

Vaaz verircesine de ekledi:

- İşte budur, Ey aziz dostum, gerçek Efkaristiya: Bedeniyle, ruhuyla, kanıyla, yarasıyla. Müzik yavaşlasın, lütfen. Gözlerinizi kapatın, bayanlar, baylar. Bir saniye. Şu akyuvarlarla başımız dertte biraz. Susun, hepiniz.’

Armağan Ekici çevirisi:

‘Buck Mulligan aynanın altına çabucak bir göz attı ve sonra tası hemen kapatıverdi.

- İstikamet kışlalar, dağılın marş marş, dedi haşince.

Bir vaizin ses tonuyla ekledi:

- Çünkü bu sevgili müminler, sahici Nisa’dır(*): bedeni ve ruhudur, Allah canımı alsın. Yavaş müzik alalım lütfen. Beyler, gözlerinizi kapayın. Bir saniye. Şu akyuvarlar bize biraz zorluk çıkarıyor. Sessiz olalım.

Fuat Sevimay çevirisi:

Buck Mulligan aynanın altından bir anlığına dikiz atıp ardından tıraş tasını ustalıkla kapatıverdi.

- Geri marş kışlalara, dedi buyurgan bir edayla.

Bir vaizin tınısıyla da ekledi:

- İşte bu, aziz mümin kardeşim, hakiki Efkaristiya’dır: Beden ile ruhu, yara ile kanı. Hafif bir müzik lütfen. Gözlerinizi kapatın, beyler, bir anlığına. Şu akyuvarlarla başımız azıcık dertte. Sessizlik, herkes sussun.

Bu paragraflar arasındaki, bazıları önemli sayılabilecek, hatta anlam kayması oluşturabilecek, çeviri farklılıkları, eserin bu üç çevirisinin tamamına yayılmış durumdadır.  Bu yüzden de, Dünya edebiyat tarihinin en önemli eserlerinden olan Ulysses’in Nevzat Erkmen, Armağan Ekici ve Fuat Sevimay çevirilerinin üçünü birden, Ulysses’in İngilizce orijinaliyle birlikte, okumanın enteresan bir edebi ve dilbilimsel deneyim ve önemli bir entelektüel meydan okuma olduğunu düşünmekteyiz. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.

(*): Hristiyanlığın en önemli ayin ve ritüeli olan komünyonun Latince imlâsı communionem, Grekçesi ise efkarastiya / evharastiyadır. Roma Katolik Kilisesi inanlıları, bunu Missa Ayini olarak da isimlendirirler. Çeviride Missa yerine, sehven, 'kadınlar' kavramının Arapçası olan nisâ kelimesinin kullanıldığını düşünüyoruz. 

197) Modern Sanat - Çağdaş Sanat - Kavramsal Sanat

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Modern Sanat - Çağdaş Sanat -Kavramsal Sanat.

Dönemin giysilerini kuşanmış, hamileliğinin, ‘karnı burnunda’ dedirten, son fazındaki bir kadın, Empresyonist Ressamlar Sergisi’nin yapıldığı salona girmek üzereyken, endişeli bir edayla, ‘Hanımefendi, içeri girmek akıllıca olmaz!’ diyen bir polisin engellemesine mâruz kalır. Olay, 1832 – 1937 döneminde Paris’te yayımlanan karikatürlü hiciv gazetesi Le Charivari’nin 1877’deki bir nüshasında, grafik sanatçısı Cham’ın, empresyonistlerin bir resim sergisini hiciv amacıyla çizdiği bir karikatürde resmedilmektedir. Resim ve heykel gibi sanatların; var olanların hakikatine yüksek sadakat taşıyan bir anlayışla ve anatominin ve matematiğin prensiplerine mutlak manada riayet eden bir temsil perspektifiyle yapıldığı, kabaca 2,600 yıl hüküm süren klasik plastik sanat kozmosu; 1839’da keşfedilen, takip eden 40 yılda da gündelik hayatı domine edecek bir konfora dönüşen, fotoğrafla birlikte alt-üst olacak; klasizm yerini, 1870 – 1970 periyodunda hüküm süren ve her birinin de ömrü ancak birkaç yıl olabilen, çok sayıdaki sanat akımlarının toplamını tarif eden modern Sanat kozmosuna bırakacaktı. 15 Nisan 1874’de, meşhur fotoğrafçı Nadar’ın eski atölyesinde açılan ve aralarında Paul Cezanne, Edgar Degas, Claude Monet, Camille Pisarro, Auguste Renoir, Alfred Sisley gibi ressamların olduğu 29 sanatçının eserlerinin sergilendiği sıra dışı etkinlik, cumhuriyet karşıtı muhafazakâr çevrelerin büyük tepkisini çekmiş, Le Charivari gibi liberal demokrat anlayıştaki yayım organları bile, bu alışılmadık sanat olayını, inkâr temelinde ve alay ederek karşılamıştı. Sanat eleştirmeni Louis Leroy, sergiyi yerden yere vuran ‘Empresyonist Sergi’ başlıklı hicvi, 25 Nisan 1874’de Le Charivari’de yayımlandığında, modern sanat akımlarının mîlâdını oluşturarak sanat tarihine damgasını vuracak radikal bir ekole vaftiz babalığı yaptığını, hiç kuşkusuz, tahmin dahi edemezdi. Klasik sanat anlayışı, sanatçı olarak failin, kendi dışındaki kozmosun kusursuz temsil ve taklidine odaklanmasıyla oluşan dışa dönük bir antiteyken; modern sanat yaklaşımı, ilgisini, dış âlemden ziyade kendisine yönelten sanatçı olarak öznenin, sanatın mana – içerik – imkân – otantisite - mimari – gramer gibi öz niteliklerine kilitlenmiş bir ideolojik bagajın domine ettiği içedönük müktesebatını gerektirir. 1870 – 1970 döneminde empresyonizm, ekspresyonizm, tonalizm, sembolizm, fovizm, art nouveau, kübizm, puantizm, fütürizm, Dadaizm, bauhaus, op-art, konstrüktüvizm, art deco, sürrealizm, sosyalist realizm, abstract creativisme, aksiyon resim, art brüt, pop art, stüasyonizm, foto-realizm duraklarından geçen modernist sanat damarı, son 55 yılda, popülaritesini, çağdaş sanat ve kavramsal sanat olarak nitelenen şemsiyenin kapsadığı yepyeni anlayışlara kaptırmıştır. 

Aslında hem modern sanat ve hem de çağdaş sanat, kapitalist pazar ekonomisinin her şeyi ticarileştirerek metaya indirgemesiyle; nereye koştuğu, insanlığı, medeniyeti ve gezegenimizi nereye sürüklediği artık kestirilemez olan teknoloji patlaması gibi iki dominatörün determine ettiği süreçlerken, bunları birbirinden ayıran 2 temel fark vardır; 1) modern anlayışın sanat üretme kaygısı gütmesi; minimalizm, performans, enstelasyon, video art, süreç sanatı, arazi sanatı gibi bileşenleri olan çağdaş ve kavramsalcı yaklaşımlarınsa, sanatı öncelemekten çok, küreselleşme, biyomanipülasyon, çevre sorunları, göç, bellek, tahakküm, cinsiyet eşitsizliği, teknoloji, kimlikler gibi problem alanları hakkında düşündürmeyi amaçlamasıdır. 2) Picasso ve Dali gibi sanatçıların işlerinin parçası olduğu modernist külliyat, muhatabının müdahalesine kapalı - bitmiş ürünlerden oluşurken; girişine Creativity tabelası asılı bomboş bir odaya kum dolu bir kova koyan, duvara da, ‘kovadan aldığın bir avuç kumu zemine serpebilirsin’ yönlendirmesinin olduğu bir plaket asan çağdaş sanat uygulaması, muhatabını, sürece katkıya davet eden açık uçlu bir deneyimdir.

George Melly ve J. R. Glaves-Smith’in metinlerini yazdığı A Child of Six Could Do It – Cartoons About Modern Art başlıklı karikatür albümüyle, Susie Hodge’un yazdığı ve okuruna görsel şölen yaşatan Beş Yaşındaki Çocuk Bunu Neden Yapamaz, kaynakçamızın asli unsurları, meraklısına da okuma önerimizdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.


198) Fante Bukowski

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Fante Bukowski.

Kurmaca bir karakterin öznesi olduğu hayal mahsulü bir anlatıyı, yazarının ustalığı sayesinde, gerçek sanıp, kitabı bitirdikten sonra, ‘şunun internetteki cemâziyelevveline bir göz atayım’ dediğinizde, o acı hakikat kafanıza dank eder, ardından da, şaşkınlık – aldatılmışlık – kızgınlık hissinin bileşiminden oluşan karmaşık bir psikolojik hali kuşanıverirsiniz. Spoiler mahiyetindeki girizgâhımızın nedeni olan Fante Bukowski’den bahsedebiliriz artık. 7 Temmuz 1984 doğumlu Amerikalı bağımsız yazar, karikatürist, çizgi romancı Noah Van Scriver’ın başyapıtı; Amerikan bağımsız çizgi romanının kalelerinden olan Fantagraphics Books tarafından 2015’de basılan, bir çok ödüle lâyık görülmüş, çok sayıda dile çevrilmiş kült eser Fante Bukowski’dir. Kitabın başında, yayımcısının paylaştığı biyografiye göre, esas adı Kelly Perkins olan Fante Bukowski, hukuk bürosu sahibi zengin ve etkili bir avukatın oğlu olarak 1992’de, Denver, Colorado’da geldi Dünya’ya. Babasının zoruyla başladığı ve fakültede geçirdiği her anından nefret ettiği hukuk eğitimini bitiren Kelly, üniversite yıllarında kendini adadığı Emo tarzı yaşam ve o temelde yaptığı müzikte, yeteneksizliği yüzünden, umduğunu bulamayınca, ezik karakterli marjinal birinden aldığı John Fante’yle Charles Bukoowski’ye ait eserlere odaklandı. Yeraltı edebiyatının bu iki marjinal yazarından öylesine etkilendi ki Kelly, müzik tutkusunu terk etmesiyle oluşan manevi boşluğunu, aniden alevlenen yazar olmak ateşi dolduruverdi. Kelly Perkins’in gerçek adını, mürşidi bellediği bu yazarların soyadlarından oluşan Fante Bukowski’yle değiştirmesi tam da bu sıraya denk düşer işte. İçindeki o naif ve köklü yazma tutkusu, o denli ontolojik bir gereklilikti ki, ilerleyen yıllarda da onu terk etmeyecekti. 2016’da taşındığı Columbus, Ohio’da zamanını bütünüyle yazmaya hasreden Fante, yayımcılar, metinlerine 'saçma ve beceriksizce!' deyip, basmayınca, çareyi fanzin üretmekte bulmuş, iki A4 kâğıdını ortadan bölerek oluşturduğu A5 boyutundaki 8 sayfaya daktiloyla yazdığı en sevdiği şiirlerini, ‘6 ŞİİR’ başlığıyla ve fotokopiyle tam 20,000 nüsha çoğaltmıştı. Bunları, çeşitli dağıtım kanalları vasıtasıyla, edebiyat marketine toptan vermekte başarısız olduğu yetmezmiş gibi, rica – minnet – duyar kasma – şaklabanlık gibi dekadans metotlarla satmayı başardığı, ya da, bedelsiz verdiği, birkaç yüzü hariç, kalanlarının, ağzında sigarayla uyuduğu için cayır cayır yanmasına yol açtığı motelle birlikte, gözlerinin önünde kül olmasına şahit olmuştu. Bazı sektör profesyonellerine göre, edebiyat tarihinin en tutkulu ve ama, aynı zamanda da en yeteneksiz yazarlarından olan, diğer bazılarına göreyse, en az soyadlarını sahiplendiği John Fante ve Charles Bukowski kadar alternatif, bağımsız, samimi, özgün, özgür, öfkeli, lirik, ironik, ikonik ve kalıcı olan Fante’nin hayatına giren kamusal bilinirlik sahibi eşhastan, hakkında çok olumlu bir yazı yazan New York Times kitap eleştirmeni Trilly Stein, Fante’ye beslediği aşka yeterince karşılık bulamayan genç ve başarılı yazar Audrey Catron, edebiyat ajanı Ralph Bigsburgh, yayımcı William Sands, şair Atticus Blake, bir yazarlar konferansında tanıştığı ve bahsettiğimiz esere bir de önsöz yazan Ryan Boudinot’dan sadece Budinot gerçektir, diğerlerinin tamamı, Fante Bukowski gibi, bütünüyle uydurmadır! Bayağı spoiler vermemize karşın, türün meraklısı, zenginliğini yansıtmakta gerçekten aciz kaldığımız bu güzel grafik romanı muhakkak okumalıdır.

Noah Van Sciver'ın yazıp çizdiği Fante Bukowski - Fante Bukowski'nin Tüm Eserleri, okurunu ters köşe eden senaryosu ve gerçeklikle kurmaca arasındaki sınırları imha eden kurgusuyla öne çıkmakta. Savruk ve naif gibi gözükse de, aslında, senaryosuyla uyumlu olan grafik yanıyla da meraklısına göz kırpan albüm, iyi edebiyat meraklılarını, edebiyat dünyasına dair magazinel haberleri kovalayanları, 'yüreğinin peşinden git!' mottosunu benimseyenleri, çizgi romanları, özellikle de bağımsız – avangart – underground olanları okumadan yaşayamam! diyenleri ve bağımsız sinema tutkunlarını, mıknatısın demir tozlarını kendisine çekmesi misali, cezbedecek bir bağımsız grafik romandır ve bu nitelikleriyle de meraklısına şayanı tavsiyedir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.












199) Mutlak Sıfır

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Mutlak Sıfır.

Amerikalı astronom Edwin Hubble, 1923’de Evren’in genişlediğini kanıtlamıştı. Evren, ortaya çıktığı Big Bang’den bu yana, durmaksızın genişliyor, genişlemeye de devam edecek. Evrenin sonuna dair olan hipotezlerden birisi, Evrenin Isı Ölümü, yâni, Büyük Donmadır. Bu hipoteze göre, genişleyen Evren’de, belki 500 milyar, belki de 2 trilyon yıl sonra, galaksiler, yıldızlar, gezegenler arasındaki ortalama uzaklıklar akıl almaz büyüklüklere erişecek; gezegenimizle arasındaki mesafe 384,000 km olan Ay, bahse konu Büyük Donma sırasında bizden katrilyonlarca km uzaklaşacak. Bu zaman süresinde, yıldızlar, çekirdeklerindeki yakıtı tükettiğinden, sönecek, soğuyacak, uzay kararacak, ıssız, bomboş bir sonsuzluk çıkacak ortaya. Büyük Donma denen durum işte böyle bir finale işaret etmekte. Termodinamiğin 2. Yasası başta olmak üzere, bütün kozmik prensipler seti, Evren’in olası sonlarından birisi olarak, dillendirdiğimiz bu soğuma – donma temelli apokaliptik finalin olabilirliğine işaret etmekte. Evrenin Isı Ölümü, şu anda 2.73o Kelvin ve 'eksi 270.42o santigrat' olan Evren’in ortalama sıcaklığının, mutlak sıfıra, yâni, 0o Kelvin’e ve 'eksi 273.15o santigra'ta inmesi demek. Mutlak sıfır, bir nesneyi oluşturan moleküllerin toplam entalpisiyle, yâni, bünyesinde barındırdığı her türden enerjinin toplamıyla, entropisinin, teorinin izin verdiği minimum değere ulaştığı termodinamik sıcaklık ölçeğinin alt limitidir. Mutlak sıfır sıcaklığına ulaşan, yâni, inen bir nesnenin iç enerjisi sıfırlanacağından, artık onu daha fazla soğutmak mümkün değildir. Bir nesneyi oluşturan moleküllerin toplam iç enerjisinin ve ısısının sıfırlanması demek, elektronlarının ve atomlarının hareket yeteneğini yitirmesi, bir diğer deyişle, bahse konu nesnenin mutlak bir hareketsizlik içine gömülmesi demektir. Anlayacağınız, Evren’in bütün unsurları, Büyük Donma denilen Evren’in ısı ölümüyle birlikte, sadece donmayacak, mutlak bir hareketsizliğe de mahkûm olacaktır. Isısı mutlak sıfır düzeyine inen bir nesnenin temel parçacıklarının, kuantum dalga mekaniği çerçevesinde, çok temel düzeyde ve olağanüstü küçük frekanslarda da olsa, titreştiğinden hareketle, burada paylaştığımız ‘mutlak hareketsizlik’ tabirine itiraz edilebilir. Pratik sonuçları ölçümleyemeyeceğimiz kadar ihmal edilebilir karakterde olduğundan, Planck uzunluğu ve Planck zamanında gerçekleşen söz konusu hareket, son derece marjinal karakterlidir ve mühendislik uygulamaları bakımından denklem dışında bırakılabilecek niteliktedir; bu durum, az önceki kuramsal itirazın ontik zeminini zayıflatan bir durumdur. Şu ana değin gözlemlenebilen evrende saptayabildiğimiz en düşük sıcaklık, Bumerang Nebulası’ndaki karanlık bir gaz bulutuna aittir. Yapılan gözlem ve ölçümlere göre mezkûr alandaki sıcaklık, mutlak sıfırın sadece 1o santigrat üstündedir. Mutlak sıfır, sonsuzluk ve hiçlik gibi, soyut, hatta, metafizik bir kavram olduğundan, onu deneyimleyemez, olsa olsa ona ancak yakınsayabiliriz. Bir düşünce deneyi çerçevesinde, uzaydaki zifiri karanlık olan sıfır madde ve enerji içerikli bir bölgeyi saptadığımızı ve mutlak sıfırı ölçümlemek adına, ölçüm düzeneğimizi devreye soktuğumuz varsayalım. Bu durumda, ölçüm düzeneğimizin sıcaklığı mutlak sıfırdan büyük olacağı için, düzenekten mutlak sıfır bölgesine termodinamik akış olacak ve mutlak sıfır sıcaklığındaki uzay bölgesinin sıcaklığı artacaktır. Görüldüğü üzere, Evren’in mutlak sıfır sıcaklığındaki bir bölgesi saptansa bile, onun ısısının sağlıklı ölçümü imkânsızdır. Ahiret, yâni, öte dünya inancı içeren teolojik sistemlerin bazılarının, cehennemi, neredeyse mutlak sıfır derekesinde soğuk olan bir ortam olarak tasvir etmeleri incelenmeye değer bir ayrıntıdır.

Science ve Nature gibi gezegenin en itibarlı bilim dergilerinin kıdemli editörü, yazar, bilim gazetecisi, fizikçi ve astrofizikçi İngiliz vatandaşı Joanne Baker’ın yazdığı Gerçekten Bilmeniz gereken 50 Fizik Fikrisöz konusu disiplinlere dair olan diğer konularda olduğu gibi, bu programımızda da, referans metnimiz ve meraklısının uzak duramayacağını düşündüğümüz bir başvuru kaynağıdır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.












200) Kemalettin Tuğcu

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının ikiyüzüncüsüyle karşınızda olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Programımızın bugünkü konusu Kemalettin Tuğcu.

200’ü roman; bakiyesi hikâye, biyografi, makale ve dördü Fransızcadan yapılmış roman ve araştırma çevirisi olmak üzere, toplamda 300’den fazla esere imza atan yazar, romancı Kemalettin Tuğcu, 27 Aralık 1902’de, Çengelköy’de, Sultan 2. Abdülhamit’in hizmetlilerinden ve Yıldız Sarayı’nın da Kilercibaşısı olan, dedesi Faik Bey'e, babası Ömer Bey’den kalan, padişah hediyesi, bahçe içerisindeki köşkte geldi Dünya’ya. Çanakkale ve Sarıkamış cephelerinde yararlılıklar göstermiş, iki kere yaralanmış gâzi bir Osmanlı zâbiti olan Binbaşı Galip Beyle, okuma - yazma bilen, iyi düzeyde keman çalabilen münevver ve musikişinas bir ev kadını olan Şazimend hanımın ikinci erkek evlâdı olan Kemalettin, her iki ayak tabanında doğuştan var olan ortopedik bir rahatsızlığın yanlış tedavisi yüzünden sakat kalmış, yürüme özürlü olmuş, bunun maddi ve manevi ceremesini de, vefat ettiği 18 Ekim 1996’ya kadar süren 94 yıllık hayatı boyunca çekmiştir. 2. Meşrutiyet’ten sonra, mütevazi bir maaşla emekli edilen dedesi Faik beyin bu durumu, aileyi manen ve maddeten sarsmış, aile, köşklerinin bir kısmını bir okula kiraya vererek bu mali dar boğazı aşmaya çalışmıştır. Babası, dayısı ve dedesinin, abisi Nurettin’e verdikleri Fransızca ve diğer eğitimlere gönüllü olarak katılan, köşkün kütüphanesinden yaptığı okumalar sayesinde, hiç okula gitmemesine karşın, kolej talebesi seviyesinde bir kültürü edinmeyi başaran Kemalettin, daha 13 yaşındayken, 81 yıl aralıksız sürecek yazarlık pratiğine başlamış ve sonradan imha edeceği ilk şiirleriyle ilk romanını yazmıştı. Annesine karşı hayatının sonuna değin büyük bir sevgi ve minnet besleyen yazar, tedavisini erken sona erdirdiği için sakat kalmasından mesul tuttuğu babasını ise iyi yad etmemiştir. 1922’de Kasımpaşa Deniz Hastanesi’nde geçirdiği başarılı bir ameliyatla bir ayağı iyileşen Kemalettin, bu sayede yürümeye ve özlemini duyduğu sosyal hayata katılmaya başladı. Cumhuriyetin ilânı, genç Kemalettin’in semt sakinlerine okuma – yazma dersleri vermesine vesile oluşturmuştu. 1927 - 1928’de, Ankara - Çankırı demiryolu inşaatında ambar memuru olarak çalışırken yakalandığı sıtma yüzünden eve dönen Kemalettin, 1928 Kasım’ındaki Harf İnkılabı’ndan sonra, Çengelköy Fırını’nda açılan kursta, yeni harfleri halka öğretenlerden olmuş, hemen ardından, yıllardır amatörce yürüttüğü yazarlığını; sonradan Türkiye Yayınevi'ne dönüşecek olan, Türkiye Matbaası'nın sahibi Tahsin Demiray’ın teklif üzerine, 1932’de başlayıp, 65 yıl sürecek profesyonel bir kariyere dönüştürmüştü. Bu süreçte mürettiplik, matbaa işçiliği, yöneticilik, musahhihlik, çevirmenlik, editörlük, yayımcılık gibi sorumluluklar alan Kemalettin, yoğun rutini sırasında, her gün düzenli olarak yazmaktan taviz vermeyecekti. Genç kızları hayata hazırlayacak ve kadınların hayatını kolaylaştıracak broşür, makale ve dergileriyle ve ardı ardına yayımladığı romanlarıyla, 1940 - 1985 dönemine damgasına vuran Kemalettin Tuğcu’nun eserleri, baş rolünü bir çocuğun oynadığı ilk Türk filmi Ayşecik başta olmak üzere, filmlere ve tv dizilerine uyarlanmış, yazar, neredeyse tamamı son yıllarında olmak üzere, ödüller almıştır. 












Bazı kesimlerce ‘duygu sömürüsünü esas alıyor; merhamet istismarı üzerinden ticaret yapıyor’ diye küçümsenen eserleri zaman zaman kimi ebeveynler ve öğretmenler tarafından yasaklansa da, en az üç kuşak, onun dostluğu, merhameti, dayanışmayı, dürüstlüğü, çalışmayı olumlayan romanlarıyla empati yeteneğini geliştirmiş; bu durum, ona hayranlıklarını belirten, başta Selim İleri ve Orhan Pamuk olmak üzere, çok sayıda önemli fikir insanımız tarafından da dillendirilmiştir. Narin evlâdımızın yaşadığı trajediden sonra; edebiyat yaşamı ve anlayışını ‘13 yaşımdan beri yalnız yazı yazdım. Beni bu yazılar avuttu, yazdıklarımla yaşadım; yazdıklarım hep güzel biter, umut verir. Yazdıklarımda hiç kimseyi öldürmemişimdir. Çocuklar cinayetten hoşlanmazlar’ diye özetleyen yazarın eserlerini hatırlıyor ve ‘Tuğcu’nun külliyatının okunmasını teşvik etsek, çocuklarımızın kötülüklerden korunmasına katkı verir miyiz acaba?’ diye sormadan edemiyoruz doğrusu.

Yeğeni Nemika Tuğcu’nun yazdığı Sırça Köşkün Masalcısı / Kemalettin Tuğcu'nun Yaşamöyküsü programımızın kaynaklarından olup, konunun meraklısına da okuma önerimizdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 

--------------------------------------------------------------

Önceki 195 metin için bknz. ltfn. 

https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/09/metinler-39.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder