01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. Mezkûr metinler, muhtasar bir ifadeyle, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki - hayvan - böcek - toprak - su gibi bileşenlerinin oluşturduğu o alâimisemâ mahiyetli muhteşem mimari ve muhtevanın referans verdiği eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin fenomenlerinden / tezahürlerinden birisinin, ana hatlarıyla da olsa, kuşatılma teşebbüsüdür. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan bahis konusu entelektüel hasılanın yılın 41. haftasına denk düşen 07 Ekim - 11 Ekim döneminde yayınlanacak olanları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.
201) Üst Akıl
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver
Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza
Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu Üst
Akıl.
Söze, fikri çerçevemizi inşaa etmek adına, Dünya’nın belli başlı
istihbarat örgütlerinin, insanlığın en muktedir ve en zengin figürlerinin
unsuru olduğu kamuya kapalı yapılanmaların ve devlet dışı bazı uluslararası organizasyonların olağan şüphelileri olduğu faaliyetlerin anlamlandırılma
yollarından olan Komplo Teorileri’ni mercek altına aldığımız
programımızdaki bir kavramsallaştırmayla başlayalım:
‘‘Komplo; iki ya da daha fazla kişinin, mutlak bir
gizlilik içinde yürüttükleri faaliyetlerle bir kişinin, kurumun, grubun,
milletin, insanlığın çoğunluğunun, hatta Kâinat'ın 'kayda değer' bir kısmının
zarar görmesine yol açmaları, ya da, buna kalkışmalarıdır. Komplo
teorisi ise; esasen son derece karmaşık olan yerel, ulusal ya da
uluslararası bir meseleyi, veri ve anlayış eksikliği yüzünden, tam olarak
analiz edememek, sorunun unsurlarını basitleştirip şematize ederek, sebeplerle
sonuçlar arasındaki illiyet bağlarını iptal ederek, olan biteni dahili
nedenlerden çok harici faktörlerin etkin olduğu bir sürecin nihayetinde ortaya
çıkmış gibi değerlendirerek okumak, anlamak ve anlatmaktır. Bir diğer deyişle
komplo, komplo diye nitelenen şeyin gerçekten olması ya da, olanların komplo
olarak nitelenebilecek şekilde olması için hazırlık yapılmasıyken; komplo
teorisi, gerçekleşmiş ya da gerçekleşmesi olası şeylere dair mesnetsiz bir
iddia, mantık kurallarını zorlayan bir okuma biçimi, hayatın doğal akışını ve
eşyanın tabiatını tek boyuta indirgeyen uç bir vulgarizasyon teşebbüsü,
paranoya mahsulü bir zihni kurgudur.’ Programımızın konusu olan Üst Akıl’ı bu teorik bağlamda kuşatmaya
çalışacağız.
Hayatımızı kolaylaştırarak vazgeçilemez konfor alanları oluşturdukları
için, gündelik pratiklerimizin, neredeyse, tamamının parçası haline gelen
elektronik cihazların, istihbarat örgütleri marifetiyle, kitle imha silahlarına
dönüştürülebildiği; ‘devlet görünümlü’ soykırımcı bir terör örgütünün Filistin
milletini adım adım yok edişine birçok ‘devlet’le, neredeyse bütün uluslararası
örgütlerin seyirci kalabildiği; yapay zekânın, sadece insanlığın önemlice bir
bölümünü işinden etmekle kalmayacağı, üstüne üstlük, gelişiminin kritik bir
eşiğini geçmesinin ardından, kendisi için yakın bir tehdit ya da potansiyel bir tehlike
olduğumuza karar vermesi halinde, türümüzü toptan yok etmek, ya da, köleleştirmek
gibi işlere kalkışabileceği ve küresel iklim değişiminin de yeryüzünü yaşanamaz
bir planete dönüştürme sürecinin hızlandığı bir dönemden geçiyoruz. Tahmini ve
analizi çok da kolay olmayan milyarlarca değişkenin karakterini verdiği bu
kritik süreç, sadece insanlık için değil; homo sapiens sapiens dışındaki
diğer milyonlarca canlı türüyle birlikte, gezegenimiz Gaia Ana için de, zorlu
ve tehlikeli bir yüzleşme vaat etmekte. Verili aktüel konjonktürde, betimlemeye
çalıştığımız bu dinamiklerin oluşturduğu belirsizlik iklimi, orta ve uzun
vadeye dair hakikatle mutabık, ya da, gerçekleşme olasılığı yüksek, kestirimlerde bulunmayı çok zorlaştırırken, türümüz, hiç sevmediği bu bilememe
/ öngörememe halini, birbiriyle taban tabana zıt karakterli olan iki imkândan birine,
bazen bilimsel düşünceye, bazen de komplo kuramlarına başvurarak, aşmaya
çalışmakta. ‘Üzerine pratiklerimizi bina
edeceğimiz teorik zeminin kompozisyonunu rasyonel düşünceyle bilimsel şüphe belirlemeli,
strateji ve taktiklerimizin lafzı, yanlışlanmaya elverişli olmalıdır’ prensibine
vurgu yapıp ilerliyoruz. Üst akıl ve bu kavramsallaştırmanın
İngilizcedeki karşılığı olarak önerilen master mind ve suprem
intellect terimleri, söz konusu ettiğimiz her iki imkânın ortak alanındaki,
bir diğer deyişle, kesişim sahasındaki, düşünsel bir enstrümana gönderme
yapmaktadır. Komplo teorilerine, kategorik olarak, ihtiyatla yaklaşırken,
onların tutarlı olanlarını gözden bütünüyle uzak tutmamanın bize, en azından,
düşünsel zenginlik kazandırabileceği bir vakıadır. Sıraladığımız bu argümanlardan sonra, hüküm cümlesinin vaktidir ve yeridir: üst akıl versiyonlarının, sadece, rasyonel düşüncenin domine ettiği, komplocu
yaklaşımlarınsa ancak renk katabildiği örnekleri, Dünya’nın hakikatiyle, şu veya bu oranda, mutabık olmaları yüzünden, problemlerin çözümünde etkili olabilirler.
Encyclopaedia Britannica’nın Scott A. Reid tarafından yazılmış ve en son, lütfen tarihe dikkat, 11 Eylül 2024’de güncellenmiş conspiracy
theory maddesi ve uzantısındaki bir dizi diğer madde, programımızın ana başvuru kaynağı ve ileri okuma yapmak
isteyene de önerimizdir. Bir
sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve
muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
202) Antimadde
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver
Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza
Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu Antimadde.
Einstein’ın Özel Görelilik kuramıyla, Kuantum Mekaniğini birleştiren İngiliz
fizikçi Paul Dirac, Evren’deki her temel parçacığın, ayna
görüntüsüne sahip bir zıddının olduğunu, bir diğer deyişle, antimaddeyi
öngördüğünde, sene 1928’di. Amerikalı fizikçi Carl D. Anderson’ın antielektronu, yâni,
pozitronu 1932'de keşfetmesi,
Nobel Fizik Ödülü‘nü 1933’de Dirac’ın, 1936’daysa kendisinin
almasına yol açacaktı. Az sonra değineceğimiz Büyük Patlama sonrasındaki büyük
yok oluştan arta kalan antimadde
partikülleri, meselâ pozitronlar,
başta, yediğimiz muz ve bedenimiz olmak üzere, hemen her şeydedir. Ancak, uzay-zaman
sürekliliğinin 1 m3’üne düşen kütlesi o kadar azdır ki, etkisiz eleman durumundadır. PET, yâni, Pozitron Emisyon Tomografisi
gibi ileri görüntüleme teknolojilerinin de temelini oluşturan antimadde
olgusuna daha yakından bakalım. Popüler kültürün, özellikle de onun bilimkurgu alt
bileşeninin şemsiyesi altındaki film, dizi, roman, hikâye, çizgi roman ve
bilgisayar oyunlarının vazgeçilmezlerinden antimadde;
bizi
ve bildiğimiz ve deneyimleyebildiğimiz diğer her şeyi oluşturan konvansiyonel
maddenin proton ve elektron gibi temel yapı taşlarının sahip olduğu çok önemli
bazı fiziksel parametrelerin tamamen zıttı metriklere sahip antiparçacık denen temel unsurlardan oluşmuş madde türüdür.
En önemli antiparçacıklar; klasik maddenin pozitif yüklü protonlarının simetriği olan negatif yüklü antiproton
ve negatif yüklü elektronun simetriği olan pozitif yüklü pozitrondur. Evrene dağılmış eser miktardaki
varlıklarını tespitin çok zor olduğu pozitron ve antiprotonları
incelemek, onların, nispeten daha büyük hacimlerde oluştukları CERN'deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı gibi
parçacık hızlandırıcılarında üretilmeleriyle mümkündür. Öte yandan, bu temelde
yapılan bütün o büyük bütçeli araştırmalara karşın, bırakınız, Dan Brown’ın Melekler Ve Şeytanlar romanındaki gibi, Vatikan’ı havaya uçuracak bombanın etkin maddesi olarak, ya da; Uzay Yolu dizisinin ikonik yıldız gemisi Atılgan’ın ışıktan hızlı gitmesini
sağlayan motorunun enerji kaynağı olarak kullanılmasını, karşımadde üzerinde henüz kayda değer bir deney dahi yapılamamıştır. Bunun nedeni, madde ve antimaddenin aynı uzayzaman sürekliliğini paylaştıklarında,
birbirlerini yok etmesidir. Bilimin halen çözmediği en büyük kozmik problemlerden
birisi, işte bu yok etme temelinde şekillenen enigmatik sorunsaldır. Buna göre,
sadece saf enerjinin olduğu Büyük
Patlama sonrasındaki o ilk birkaç nanosaniyelik kozmik simetri sürecinden
hemen sonra, ortam soğudukça, simetri gereği, eşit miktarda madde ve antimadde oluşması
beklenirken, nedendir bilinmez, söz konusu o asal simetri kırılmış, her ‘bir milyar bir madde parçacığı’na
karşılık, ‘bir milyar antimadde
parçacığı’ oluşmuştur. Bu küçük fark büyük bir sonuç doğurarak, 13.8 milyar
yılda, bildiğimiz Evren’i oluşturacaktır. Hipotezlerini paylaştığımız kozmologların
evrendoğum temelli argümanlarına göre, Big
Bang’in hemen sonrasında madde –
antimadde dengesizliğine neden olan simetri kırılımı, eş zamanlı olarak, Evren’deki
4 temel kuvvet olan zayıf nükleer, yeğin nükleer, elektromanyetik ve kütle çekimini de birbirinden ayırmış, böylelikle de, varoluşun o bildik yasalarının
işlemeye başladığı mimarisiyle asimetrik
Evren matrisi şekillenmiştir. Yarım gram antimaddeyle, yarım gram madde
reaksiyona girdiğinde ortaya çıkan enerji, 9 Ağustos 1945’de Amerika’nın
Nagasaki’ye attığı atom bombasının yıkıcı gücü olan 21.5 kiloton TNT eşdeğerindedir.
Antimadde bu yüzden, şayet yeterince üretilebilirse, bilinen en büyük enerji
jeneratörlerinden birine dönüşebilir. Antimaddenin teknolojik yollarla
üretilmesi, hızlandırıcıların hayatımıza girdiği son 100 yılda olmuştur. Buna
karşın, bütün bu süreçte üretilen antimaddenin toplamı, bahsettiğimiz
yıkıcılıktaki bir bombanın gerektirdiği yarım gramın 30 milyonda birine bile
erişememiştir. Üretiminin olağanüstü pahalı oluşu, antimaddenin enerji kaynağı olmasının
önündeki aktüel engeldir.
Popüler bilim ve teknoloji platformu evrimagaci.org’da yer alan, Mehmet Yılmaz’ın derlediği, Çağrı Mert Bakırcı’nınsa editörlüğünü yaptığı Antimadde Nedir? Antimadde Hakkında Bilmeniz Gereken Her Şey başlıklı makale, programımızda başvurduğumuz kaynakların en başlıcası, konuya dair derinleşmek isteyen için de şayanı tavsiye bir metindir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver
Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza
Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu Francis
Fukuyama.
Siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler ve jeopolitik sahalarında
çalışan fikir insanlarını, devletleriyle olan ilişkileri bakımından, ikiye
ayırmak mümkündür: 1- proje sipariş
edenler: Bunlar George Kennan, Zbigniew
Brzezinski, Henry Kissinger, Samuel Huntington ve Francis Fukuyama gibi, çığır açan çalışmaları sayesinde, uzmanlık
alanlarında küresel ölçekte tanınan kişilerdir.
Akademya ve iş çevrelerinin yanı sıra, en elit politikacı ve teknokratlarla,
hayatın her alanında sivrilmiş etki ajanlarından oluşan göz kamaştırıcı bir
ilişkiler ağına sahip olan bu eşhas; aktüel uğraktaki global gelişmeleri çok
iyi okur, konjonktür analizlerini de fevkalâde ustaca yapar; bunlar, küresel kapitalist düzenin ideolojik A
Takımıdır. Yakın ve orta vadeli fırsat ve risk olasılıklarına dair önemli
argümanlar içeren tezlerini, âdeta, ‘bunlar ev ödeviniz, üzerinde çalışın,
onlara uygun strateji ve politikalar geliştirin!’ dercesine, yerel ve
uluslarüstü karar alıcıların önüne koyan bahse konu entelektüellerin bazı
argümanlarının hayat tarafından yanlışlanması, onlara dair olan küresel ilginin
azalmasına neden olmaz. 2- proje
sipariş edilenler: Daha çok güvenlik bürokrasisi, istihbarat çevreleri ve
iliştirilmiş medya mecralarıyla organik eklemlenme içerisinde olan ve küresel kapitalist sistemin ideolojik B
Takımını oluşturan Daniel Pipes, Graham
Fuller, Richard Perle, Henry Barkey, Paul Dundes Wolfowitz gibi figürler, ülkemizin de parçası olduğu İslâm coğrafyasındaki manipülatif
ve provokatif söylem ve eylemleriyle öne çıkmış tartışmalı kanaat önderleridir.
Küresel
kapitalist düzenin ideolojik A Takımının
verdiği ev ödevi çerçevesinde, bürokrasinin geliştirdiği politika ve
stratejilerin taktik evrelerini oluşturmak üzere, bürokrasi tarafından
vazifelendirilen B Takımı, A Takımıyla karşılaştırıldığında, gerek
sektör profesyonelleri, gerekse de ortalama insan nezdindeki bilinirlik ve itibarları
bakımından, çok da imrenilecek bir mevkide değildir. Politik ve bürokratik
elitlere proje sipariş eden A Takımı mensuplarından Francis Yoshihiro Fukuyama, 27 Ekim 1952 doğumlu Amerikalı bir tarihçi,
siyaset bilimci, stratejist ve uluslararası ilişkiler uzmanıdır. Babasının
büyükbabası 1905 Rus – Japon savaşından kaçarak Amerika’ya yerleşmiş, rahip ve
sosyoloji doktoru olarak sürdürdüğü hayatına, Japon değerleri yerine, Amerikan kültürel
kodlarını monte eden babası ise, oğlunu da bu anlayışla yetiştirmişti. Bu durum
Fukuyama’nın Japonca öğrenmemesine ve Dünya’yı, çocukluğunu geçirdiği Manhattan
üzerinden okumasına yol açacaktı. 20 asrın en önemli sağ Hegelyanı olan Alexandre Kojève’in Hegel okumalarını, Berlin Duvarı’nın yıkılması
ve Sovyetler Birliği’yle Doğu Bloğu’nun çökmesi gibi aktüel gelişmeler
üzerinden güncelleyen Fukuyama, ekonomik altyapıda piyasa kapitalizmini, siyasal
üstyapıdaysa liberal demokratik bir düzeni önceleyen Batılı ülkelerin, bu
sayede, insanlık tarihinin ideolojik – kültürel – siyasi – ekonomik zirvesine
ve finaline eriştiğini, bununsa, türümüzü, artık sonsuza kadar değişmeyecek olan
mükemmel bir sisteme kavuşturduğunu savunan tezlerini önce 1989’da Tarihin Sonu mu? başlıklı makalesinde
dillendirecek, akabinde, bu metnin gördüğü olağanüstü ilgi üzerine, onu
genişleterek, 1992’de Tarihin Sonu ve
Son İnsan başlığıyla kitaplaştıracaktı. Maddi gelişmelerin yanlışladığı
öngörüleri yüzünden, bu kitabındaki bazı temel tezlerini, bir çoğu dilimize de
kazandırılan ve tamamı da çok satan takip eden kitaplarında revize ve hatta
terk eden Fukuyama’nın, arasında, pratik değerlerini bütünüyle kaybettiğini
savunduğu komünizm ve faşizm gibi totaliter sistemlerle, liberalizmin temellerini
çürüttüğünü iddia ettiği izafiyetçi postmodernist anlatılara cepheden saldıran argümanlarının
olduğu görüşleri, onlara katılmayanları bile provoke edip ilgisini diri
tutabilen mahiyetiyle, bilim kılığındaki çağdaş bir mitosun vücut bulmuş hali
gibidir.
Zülfü Dicleli’nin özenli Türkçesiyle dilimize kazandırdığı Tarihin Sonu ve Son İnsan, yukarıda işaret ettiğimiz handikapına karşın, halâ küresel çoksatar olmaya devam ederken; klasik manadaki tarihle, o bildik içeriğinin şekillendirdiği konvansiyonel ideolojiler kozmosunun nasıl ve niçin sona erdiğine dair esaslı bir sağ Hegelyan perspektif sunmakta, metodu ve retoriğiyle de, türün meraklılarının uzak duramayacakları bir anlatı olarak öne çıkmaktadır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
204) Kaçışçılık / Eskapizm
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın
metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un
sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Kaçışçılık /
Eskapizm.
Asuman
Susam’ın yazdığı Gülten başlıklı Gülten Akın biyografisinde şöyle demiş Türkçeyi kozmosu,
şiiri de yaşam biçemi kılmayı beceren bu has şairemiz: ‘Ben kaçarak şiir yazan, daha
doğrusu şiire kaçan biriyim.’ Bugünkü sözümüz, en büyük icatlarımızdan olan kaçış
eylemimize ve kaçmak imkânlarımıza dair. Kaçıştan, kaçmaktan ve onun
kuramsallaştırılması olan kaçışçılıktan / eskapizm’den bahsettiğimizde, bunların gönderme yaptıkları dört ana damara vurgu yapılabilir: 1) kişinin içeriye, yani, benliğine gömülmesi; ve 2) bununla taban tabana zıt
olan, dışarıya, yâni, maddi dünyaya kilitlenmesi. İçeriye,
kişiliğimizin derinliklerine kaçtığımızda, dış alemi; dışarıda, yâni, varoluşun
sayısız görüngülerinin oluşturduğu o kaleydoskopik uzay-zaman sürekliliğinde
kaybolduğumuzdaysa, iç alemimizi, benliğimizi ihmal ve hatta iptal ederiz. 3) Kaçmanın, yaşanmış
bir ‘kayıp cennet’e ve ‘asrı saadet’e duyulan nostaljik özlem
anlamındaki geçmişe sığınmak ve 4) yaşanılan bütün sıkıntıların çözümünün,
belirsiz bir istikbalde gerçekleşeceğine dair duyulan derin inanç temelinde
şekillenen geleceğe bel bağlamak formasyonları, bu kavramsallaştırmanın diğer halleridir. Tanıl
Bora, kavramın etimolojisini şöyle özetliyor: ‘Zaten kaçma deneyimi için kullanılan
kavram, eskapizm, esasen
sanat-edebiyat tarihinin kavramıdır. Kelimenin kökünde escapade var,
yana atlama anlamında, at terbiyesinde atın yanlış sıçrayışını anlatıyor.
Sonraları “kaçamak, macera,” anlamında kullanılmış. Modern zamanlarda
psikolojide ve sosyal teoride, “gerçeklikten kaçma, hayali bir gerçekliğe
sığınma” anlamında kullanılıyor.’ Kavramsal boyut üzerinden tarihsel
perspektife sıçramanın zamanıdır. Tanım aralığı; tehdit ve tehlikelerden sakınmak,
hayatımızı daha emin, korunaklı ve konforlu bir şekilde sürdürmek adına mekân
ve coğrafya değiştirmemiz gibi fiziki boyutta gerçekleşenlerden; gündelik
hayatımızda karşılaştığımız problemlerden ve onların yol açtığı stresten
uzaklaşmak, gerçekliğin benliğimizde yol açtığı tahribata mâni olmak için, hayal
gücü marifetiyle sığındığımız mahremiyetimize ve ricat ettiğimiz düşünsel,
sanatsal, kurgusal kozmoslara değin yayılmış geniş bir alanı kucaklayan kaçınma
eğilimimizin psikoloji, davranış bilimleri, sosyoloji ve felsefedeki
karşılığıdır kaçışçılık, ya da, eskapizm. Geniş bir
açıdan bakıldığında, türümüz homo sapiens-sapiens’in kabaca 100,000
yıllık tarihi, pekâlâ, bir kaçışlar manzumesi olarak da okunabilir. Bir diğer
deyişle, şimdiye değin kültür ve teknoloji adına ne ürettiysek, hepsi, parçası
olduğumuz doğadan kaçmak içindir. Uzak atalarımızın, iklim değişikliği ve besin
kıtlığı gibi temel zorunluluklar yüzünden, paleoantropologlar ve arkeologlarca
ana kucağı – baba ocağı olarak nitelenen Afrika’dan, gezegenin, yaşamaya daha
elverişli coğrafyalarına dağılmaları, hiç kuşkusuz, eskapizmin ilk ve en önemli
örneğiydi. Keza, avcı – toplayıcı – göçer – talancı yaşam tarzının belirsizlik,
tekinsizlik ve tehditlerinden kurtulmak için icat ettiğimiz ve 12,000 yıl
önceye tarihlenen tarım devrimiyle yerleşik yaşama geçişimiz de, bir başka
majör eskapizm denemesiydi. İş için; savaşlardan, doğal afetlerden ve baskıcı
rejimlerden kaçmak için; tatil için; statü elde etmek için, alışveriş için
mekân, semt, şehir ve ülke değiştirmek; yüksek hastalık ve ölüm risklerine
rağmen, alkole ve uyuşturucuya teslim olmak; stresi alışverişle aşmaya kalkmak; dış
alemden koparak sığındığı kozasında / fildişi kulesinde sanata, edebiyata,
felsefe gömülmek; yaşamla başa çıkamayıp, özkıyımı seçmek; diğer faaliyetleri
aksatacak denli ekran odaklı olmak; mistik, metafizik bir hedefe kilitlenerek
inzivaya çekilmek en bilinen kaçış türleridir. ‘Peki, ya yaşadığımız total kapitalizm
çağında, gözleme – izleme – denetleme – kontrol toplumunda kaçışın bütün
yolları tıkalıysa?’ sorusu zihnimizi zorlarken tamamlıyoruz sevgili dinleyen.
1930 – 2022 döneminde
yaşayan, beşeri coğrafyanın son 60 yıldaki tartışmasız en önemli temsilcisi ve hümanist
coğrafya ekolünün de kurucusu sayılan, 20’den fazla kitabı onlarca dile
çevrilmiş, bol ödüllü saygın sosyal bilimci, Çin asıllı Amerikalı coğrafyacı Yi-Fu Tuan’ın en popüler eserlerinden Bir Kurucu Unsur Olarak Kaçış kitabı, Tanıl Bora’nın Birikim Dergisi’nin Temmuz
2024 sayısında yer alan Kaçmak başlıklı
makalesiyle birlikte, temel referanslarımızdan olup, konunun meraklısına da
ileri okuma önerimizdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın,
kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
205) Feza Gürsey
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver
Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza
Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Feza Gürsey.
Cahit Arf’la birlikte, 20. asırda
yetiştirdiğimiz en önemli bilim insanlarından olan, 7 Nisan 1921 doğumlu
matematikçi ve fizikçi Feza Gürsey, coğrafyamızda yetişmiş öncü bilim kadınlarından olan
annesi Remziye Hisar’dan 2 ay önce, 13 Nisan 1992 vefat etti.
Fizikçi, eğitimci ve medikal tıp doktoru olan Reşit
Süreyya Gürsey’le, Darülfünun'da fen okuyan ilk kız öğrencilerinden, Sorbonne
Üniversitesi’nde kimya doktorası yapan ilk Müslüman kadın, Cumhuriyet Türkiye’sinin
öncü bilimcisi ve modern kimyanın coğrafyamızdaki kurucu figürü olan Remziye
Hisar’ın oğlu olan Feza, ilk eğitimini, annesinin doktora eğitimi yüzünden bulundukları
Paris’teki Jeanne d'Arc ilkokulunda aldığı sırada, zekâsı ve yetenekleriyle
hocalarının ilgi odağı olmuştu. Annesinin doktorasını tamamlaması üzerine
döndükleri İstanbul’da, Galatasaray Lisesi’nde eğitimine devam eden Feza’dan,
bakın ilerleyen yılların başarılı diplomatlarından sınıf arkadaşı emekli
büyükelçi Özer Fuat Tevs, nasıl da sitayişle bahsetmekte:
‘…zamanının bütün Galatasaray Liselilerini ve yerli
yabancı kıymetli hocalarını etkilemiş bir talebe idi. Ortaokul üçüncü sınıfta,
akşam etüdünde, bakardık, Feza bir köşede Proust'un
‘Yitik Zamanı Araştırırken’ adlı
felsefi hikâyelerini okuyor veya Cézanne'ın
reprodüksiyonlarını inceliyor... Fransız hocalarımız büyük teneffüslerde onu
muallimler odasına çağırır sohbet ederlerdi... Bizden iki sınıf daha büyük, çok
çalışkan bir öğrenci daha vardı. Mezun olduktan sonra Fransız hocalardan
birisine, 'Feza mı yoksa diğer öğrenci mi daha üstündü' diye sormuşlar. O da,
'bir köy öğretmeni ile bir ordinaryüs profesör arasında ne kadar fark varsa,
Feza ile diğer öğrenci arasında o kadar fark vardı' demiş.’
1940’da Galatasaray Lisesi’ni, 1944’de de İstanbul
Üniversitesi Fizik -Matematik bölümünü birincilikle tamamlayan Feza Gürsey,
kazandığı Maarif Vekâleti bursuyla gittiği İngiltere’de, 1945 – 1950 döneminde,
Imperial College'da, Prof. Dr. H. Jones'un danışmanlığında
doktorasını yapmış, bu arada iki de önemli ilmi makale yayımlamıştı. Dehasının
farkında olan meslektaşı Cahit Arf’ın desteğiyle atandığı İstanbul Üniversitesi
Tatbiki Matematik Kürsüsü asistanlığını yürüttüğü 1951 – 1957 periyodunda, ilmi
yayınlarına devam etmiş, 1953 yılında da doçentlik tezini vererek kariyerindeki
yükselişini sürdürmüştü. Atom Enerjisi Komisyonunun bursu ile gittiği ABD'de,
Brookhaven Ulusal Hızlandırıcı Laboratuvarı, Princeton İleri Çalışmalar
Enstitüsü ve Berkeley ve Columbia Üniversitelerinde, fizik dünyasının küresel
şöhret sahibi dehalarıyla en üst seviyede bilim yaptığı 1957 – 1961 döneminde, eşi
ve oğlu da yayınındaydı. Gürsey’in, mesai arkadaşı, 1945 Nobel Fizik Ödülü
sahibi, dahi fizikçi Wolfgang Pauli’den, Princeton’daki araştırmalarına devam edebilmek
adına yardım istediğinde aldığı cevap efsanevidir: 'Ben, seni tavsiye edebilir miyim diye düşünmüyorum, tam tersi, Princeton
Enstitüsünü sana tavsiye edebilir miyim diye düşünüyorum.’ 1961’de
Türkiye’ye dönen Gürsey, Erdal İnönü’nün ısrarıyla ODTÜ Teorik Fizik Bölümü’nde
çalışmaya başladı. ODTÜ’deki mesaisini uzun süre Yale Üniversitesi’ndeki
hocalığıyla birlikte yürüten Feza Gürsey, rektör Tarık Somer’in dönüşümlü hocalık rutinine itiraz etmesi
üzerine, 1974’de ODTÜ’deki görevinden ayrıldı ve emekli olacağı 1991’e değin
kürsü başkanlığını da yürüteceği, Yale Üniversitesinde bilim yaptı, bilim
insanı yetiştirdi. 1991’de yeniden Türkiye’ye dönen Gürsey, Boğaziçi
Üniversitesi’nde emeritus profesör olarak bilime hizmet ettiği sırada yakalandığı
prostat kanserinin tedavisi için gittiği New Haven’da, 13 Nisan 1992′de hayata
veda etti. Yaşamı sırasında, Nobel Fizik Ödülü hariç, neredeyse bütün önemli
fizik ödüllerini kazanan Feza Gürsey, gezegenin en muteber fizik akademisi ve enstitülerinin
de üyesiydi. Kabri Anadoluhisarı Mezarlığı’nda olan bu önemli bilim insanımızın,
iki yılda bir, hem doğduğu ve hem de vefat ettiği ay olan Nisan'da yapılacak
bilimsel sempozyumlarda anılmasını, gençlerimizin de onu rol model olarak
almalarını dileyerek tamamlıyoruz efendim. bogazici.edu.tr’deki Türkçe ve
İngilizce yazılmış ayrıntılı biyografisi, Savaş
Erman’ın yazdığı mütevazi Feza Gürsey
kitapçığı ve Wikipedia’da adına
açılmış Feza Gürsey maddesinden
oluşan mütevazi kaynakçamız, konunun ilgilisine önerebileceğimiz ileri
araştırma imkânlarıdır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle;
hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
-----------------------------------------
Önceki 200 metne erişmek için bknz. ltfn.:
https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/09/metinleraraslk-ulysses-lost-in.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder