01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. Mezkûr metinler, muhtasar bir ifadeyle, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki - hayvan - böcek - toprak - su gibi bileşenlerinin oluşturduğu o alâimisemâ mahiyetli muhteşem mimari ve muhtevasının referans verdiği eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin fenomenlerinden / tezahürlerinden birisinin, ana hatlarıyla da olsa, kuşatılma teşebbüsüdür. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan bahis konusu entelektüel hasılanın yılın 45. haftasına denk düşen 04 Kasım - 08 Kasım döneminde yayınlanacak olanları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.
221) Hüseyin Yılmaz, Einstein'ı çürüttü mü?
Radyo
1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini
yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un
sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Hüseyin
Yılmaz Einstein’ı Çürüttü mü?
Ulusal tv kanallarında, gazetelerde, internetteki haber sitelerinde, radyolarda ve sosyal medya platformlarında sık sık ‘okuma - yazmayı 12 yaşında öğrenen öksüz ve yetim Acıpayam’lı çoban Hüseyin, Einstein’ın meşhur Fonksiyon Teorisi’ni çürüttü!’ argümanı etrafında şekillenen iddialarla karşılarız. Gelin birlikte ‘kimdir bu çoban Hüseyin, neler yapmıştır, hakkındaki iddialar doğru mudur, yoksa şehir efsanesi mi? sorusunun peşinden gidelim. 13 Ağustos 1924’de Denizli’nin Acıpayam kasabasının Yumrutaş köyünde, yoksul bir ailenin evlâdı olarak doğan, ABD’nin en önemli bilim merkezlerinde 60 yıla varan bir bilimsel kariyerden sonra Cambridge, Massachusetts'te vefat ettiği 27 Ocak 2013’de, arkasından fizik biliminin çeşitli disiplinlerine yapılmış önemli katkılar bırakmış Türk asıllı bir Amerikalı bilim insanının hayatıdır çoban Hüseyin’in öyküsü. Anne ve babasını çocukken kaybeden, okuma yazmayı 12 yaşında öğrenen, daha o çağlarında matematik ve fizikte olağanüstü yetenekli olduğu anlaşılan Hüseyin, yatılı okuduğu Denizli Lisesi’ndeki bir hocasının, İTÜ Fizik profesörü Nusret Kürkçüoğlu’na gönderdiği dehasından bahseden ve mezuniyet sonrasında İTÜ’ye davetine neden olan mektubunun, hayatını kökten değiştireceğini tahmin dahi edemezdi. Kabul edildiği İTÜ Fizik bölümünden 1950’de lisans, 1951’de master derecelerini alan, tez danışmanın temasa geçtiği Massachusetts Institute of Technology’den davet alan, o davete 1952’de icabet eden, MIT’deki doktorasını 1954’de tamamlayan, akabinde sırasıyla Stevens Teknoloji Enstitüsü, Sylvania Electric Products, Princeton İleri Araştırmalar Enstitüsü, Arthur D. Little Company, MIT Biyoloji Bölümü, Eindhoven Algı Araştırmaları Enstitüsü, Algı Teknolojileri Şirketi, Northeastern Üniversitesi, Tufts Üniversitesi Elektro-Optik Araştırma Merkezi ve Japonya'daki Hamamatsu Fotonik firması’nda çalışan Prof. Dr. Hüseyin Yılmaz, 1959’da gerçekleştirdiği uyarılmış radyasyon emisyonu ile çoğaltılmış mikrodalga kullanımıyla Genel Görelilik Teorisi araştırmaları yüzünden Kütleçekim Araştırmaları Vakfı Ödülü'ne layık görülecekti. Edwin Land'in evrimle ilgili teorisini görme mekanizmasının renk algısına uygulayarak geliştirdiği teorisi ve seslerin algılanma algoritması dolayımıyla temellerini attığı teknolojinin, sesli komutlarla çalışan günümüzün akıllı cihazlarının sesli asistan hizmetlerine ilham kaynağı oluşu, onun ilmi mirasının en önemli unsurlarıdır. Einstein’ın Genel Görelilik Kuramı’na alternatif olarak geliştirdiği kütle çekimi teorisiyle Big Bang’i, Evren’in genişlemesini, kara delikleri, olay ufkunu ve kütleçekim kuvvetiyle eğilen 4 boyutlu uzay-zaman sürekliliğini reddeden Prof. Yılmaz, hayatının son yıllarında, bahse konu iddialı argümantasyolarının, hem kuramsal ve hem de deneysel yollarla zayıflatıldığına şahit olmasına karşın, geri adım atmamış, literatürde The Yilmaz Theory of Gravitation olarak bilinen hipotezinin arkasında durmuştur. Onun ‘Kütleçekimi teorim, gravitasyonel kuvvetle kuantum dalga mekaniğini birleştirmesi sayesinde, çok karmaşık bir matematiksel ardalana oturan ve fazlasıyla spekülatif olan Süper Sicim Teorisin’e de en ciddi alternatiftir’ iddiası ise, ne yazık ki, şu ana değin kanıtlanamamıştır. Bu yüzden de Hüseyin Yılmaz’ın, Einstein’ın Genel Görelilik Kuramını çürüttüğü doğru değildir; onun Einstein’ın Fonksiyon Teorisi’ni çürütmesiyse maddeten imkânsızdır, zîrâ, Germen bilimcinin bu isimle bilinen bir teorisi yoktur! Prof. Yılmaz’ı, gezegenin en popüler bilimcisiyle yarıştırmaya kalkan bu manasız mukayeseci yaklaşım yerine, onun bilime ve teknolojiye olan katkılarına vurgu yapmak en doğrusudur.
Masallara özgü inanılması zor
bir başarı hikâyesi olan Hüseyin Yılmaz’ın
müktesebatını, ona karıştırılan abartılı ve hakikatle mutabık olmayan olgulardan
arındırarak, bir diğer deyişle, doğru sanılan yanlışları gerçeklerden yalıtarak
veren popüler bilim sitesi evrimagaci.org’da
yer alan fizikçi Prof. Dr. Bayram Tekin’in
danışmanlığı altında Çağrı Mert Bakırcı’nın
yazdığı Hüseyin Yılmaz, Albert Einstein’ın Kütleçekim Teorisini Çürüttü mü?
başlıklı makale, kaynakçımızın temel referansı, ayrıntılı okuma yapmak isteyen konunun
ilgilisine de önerimizdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak
dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
222) Ipse Dixit!
Radyo
1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini
yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un
sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Ipse
Dixit!
Düşünce kozmosumuz üzerindeki tesirini binlerce yıldır sürdüren Latince Ipse Dixit argümantasyonu, Roma medeniyetinin en önemli hatip ve filozoflarından olan MÖ 106 – MÖ 43 yılları arasında yaşamış Marcus Tullius Cicero’nun çığır açan teoloji klasiği De Natura Deorum’da, yâni, Tanrıların Doğası Üzerine’de ilk defa kullanıma sokulan bir dilsel enstrüman olup, Grekçe autos épha’nın birebir çevirisidir. ‘O böyle dedi’, ‘Üstat böyle buyurdu’, ‘Usta böyle söyledi’, ‘O bizzat söyledi’, ‘Kendisi öyle dedi’ gibi farklı Türkçe karşılıkları olan deyişin Grekçesi autos épha, ilk defa, MÖ 570’de Aydın’ın Kuşadası ilçesinin burnunun dibindeki Sisam adasında doğan, MÖ 495’de Güney İtalya’daki Crotone’da ölen filozof, din adamı, eğitimci, retorikçi Pisagor’un görüşlerini dillendiren talebelerinin, söylediklerini delillendirmek adına sarf ettikleri hüküm cümlesi olarak MÖ 5. asrın ikinci yarısında telaffuz edilmeye başlanmıştı. MÖ 7. asırdan itibaren İyonya’da şekillenen ve gerçekleşen bütün olayları gözleyerek, deneyerek, akılla, mantıkla ve neden – sonuç illiyeti içerisinde anlamlandırmaya ve açıklamaya çalışan Doğa Felsefecilerinin yaptıklarının tersine, Pisagorcular, bir olayı açıklar ve bir eylemi gerekçelendirirken, hem aklı ve hem de nakli devre dışı bırakarak ipse dixit, yâni, usta öyle dedi demekle yetiniyordu. Bir ifadenin tartışılmadan, kanıtlanmadan, sadece birisine referans verilerek mutlak doğru kabul edilmesi ve salt ipse dixit deyişiyle gerekçelendirilmesi, Pisagor’dan çok etkilenen ve MÖ 384 – MÖ 322 arasında yaşayan Makedonyalı filozof, polimat, yâni, hezârfen, bir diğer deyişle binfenli bilge Aristoteles’in talebelerince benimsenecek, onlar da açıklama gerektiren her durumda, ustalarının otoritesine müracaat ederek ‘usta öyle dedi!’ diyecekti. Bir versiyonu da ‘magistram dixit’, yâni, ‘ustam der ki’ olan ipse dixit, kabaca 5. ilâ 15. asırlar arasındaki koca bir milenyumu kapsayan Orta Çağ’ın hakim zihniyeti olan ve 800 – 1500 yılları arasını domine eden, Aristotelyen müktesebatı Bible’ın lafzıyla ve kutsal kitap tefsir külliyatıyla meczetmiş Skolastik Felsefe’nin de temel argümantasyon biçimiydi. Pisagorculukla start alan, Aristoculukla erginleşmeye başlayan, skolastik ekolle olgunlaşan, modern çağdaysa zirve yapan ipse dixit mantalitesi için ‘artık daha fazla yükselemez, bundan sonra hareketi aşağı yönlü olur, popülaritesini yitirir’ tespitlerini yapanlar, safsata temelli bu dogmatik ve kendi kendisini doğrulayan yargı metodunun, postmoderniteyle daha da canlandığına, içinde yaşadığımız post-truth çağdaysa âdeta nirvanasına eriştiğine şahit olmaktalar. Yaşadığımız aktüel uğrakta, ‘niçin Güneş Dünya’nın etrafında dönüyor diyorsun?’, ‘niçin Dünya düz diyorsun?’, ‘niçin Oyuk Dünya Teorisini savunuyorsun?, ‘niçin ABD’deki büyük kentlerin kanalizasyon şebekelerinde, aslında Dünyamızın gerçek efendileri ve gizli muktedirleri olan sürüngen-insan hibridi canlılar yaşamakta diyorsun? ’ diyene; kendisine gönderme yapan, kendisiyle konuşan, kendi üzerine kapanan bir paradoks misali, ‘çünkü, öyle!’ cevabını veren her politik duruşun ve bütün felsefi bagajların yeminli ve bağnaz ipse dixitçileri, mezkûr metotlarının bu denli revaçta oluşundan bir hayli memnun olsalar gerek. Sosyal medya ağlarının narsistik kişilik bozukluğuyla, ya da, dışındaki bir iradeye mutlak tâbî olmanın yarattığı saltık bir edilgenlikle davranan aktörleri, işkembe-i kübradan atmanın konforunu ipse dixitçilikle hemhal etmelerinin doğal bir tezahürü olarak, her ‘niçin böyle?’ sorusuna, özgüven patlamasının eşlik ettiği bir ‘çünkü öyle!’ cevabını verdiklerinde, onlarla aynı ‘yankı odası’nı paylaşan gönüldaşlarından yükselen ve like’lar şeklinde beliren tezahüratı da yazmaktalar hanelerine. Majör aktüel sosyokültürel çürüme emarelerindendir bu.
Editörlüğünü Umberto Eco’yla Riccardo Fedriga’nın yaptıkları, her bahsi, konunun küresel manada önemli uzmanlarınca yazılmış 7 ciltlik Felsefe Tarihi’nin Antik Yunan başlıklı ilk cildiyle; Antik Yunan düşüncesi, Orta Çağ felsefesi ve dogmatizm maddelerinden yararlandığımız The Stanford Encyclopedia of Philosophy kaynakçamızın temel eserleri, ileri okumalar için kaynak arayışında olanlara da şayanı tavsiyedir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
Radyo
1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini
yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un
sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Gıda
Güvenliği.
Son birkaç yılda sosyal medyada dolaşıma giren video paylaşımlarına, haber programlarına, daha çok kadınları hedef alan, ancak, toplumun diğer kesimlerince de ilgiyle izlenen gündüz kuşağı programlarına, varoluşun sonsuz tezahürleri hakkında bildirimler içeren ve sayıları onlarca milyonu bulan o rengârenk farklılıklarıyla kişisel bloglar kozmosuna ve doğrudan deneyimlediğimiz gündelik pratiklerimize dayanarak bir tespit yapacağız: yaşları 2 ilâ 12 arasında değişen çocuklar, gezegenin neredeyse her ülkesinde görülebileceği üzere, kamusal alandaki varlıkları sırasında, özellikle edinmek istedikleri bir şeye erişemediklerinde, aşırı reaksiyoner davranabilmekte, patetik kaprislerden histerik ağlama nöbetlerine kadar uzanan bir abartılmış tepkiler koleksiyonunun tezahürlerini sergileyebilmekteler. Diyetisyen, davranış bilimci, sinirbilimci, pedagog ve psikologlar, bu ekstrem tabloya, mercek altına aldığımız fiillerin öznesi olan çocukların bilinçaltlarındaki örtük bir travmanın tetiklenerek bilinç düzeyine çıkmasının; uzun süreli ekran maruziyetinin kişiliklerinde oluşturduğu patolojik deformasyonların; akranlarıyla büyüklerinin sergiledikleri benzer sayrılı davranışlardan içselleştirdiklerini taklit etme tercihlerinin ve gıdalarındaki glikoz şurubu, aşırı tuz, doymamış yağla, çok sayıda toksik katkı maddesinin yol açtığı nörolojik ve endokrinolojik transformasyonların neden olduğuna işaret etmekteler. Mezkûr davranış bozukluklarıyla, onların nedenleri arasındaki çocuklarımızın sağlıksız beslenmesi problemini, her biri çok önemli içeriklere referans veren 15 Ekim Dünya Kadın Çiftçiler Gününün, 16 Ekim Dünya Gıda Gününün ve 16 Ekim Dünya Ekmek Gününün hak ettiği düzeyde değerlendirilmesine, en çok da, Ekim ayında paylaşıldığından beri gündemimizin baş sırasına yerleşen Tarım ve Orman Bakanlığı’nın düzenlediği Taklit ve Tağşiş Yapılan Gıdalar Listesiyle, Sağlığı Tehlikeye Düşürecek Gıdalar Listesinin işaret ettiği problem alanlarının analiz edilmesine katkı sağlamak adına mercek altına aldık. Bunlar, Gıda Güvenliği meselesinin başat unsurlarıdır. Literatürde genel kabul gören ve bize göre oldukça dar kapsamlı olan gıda güvenliği tanımına, mezkûr başlığın îmâ, iddia, isnat, ikaz ve işaret ettiği bütün olgu ve süreçleri kapsayan holistik bir mahiyet kazandırmanın zamanıdır. İşaret ettiğimiz bütüncül gıda güvenliği; bir toplumun sağlıklı beslenme matrisini oluşturan bütün besin maddelerinin üretimini; dahilde üretilemeyenlerin, dış alemden teminini; beslenmeye konu bütün malzemelerin işlenmesi, ambalajlanması, depolanması ve naklini; gıda maddelerinin yurttaşlar tarafından erişilebilir ve tüketilebilir fiyatlarla markete çıkarılmasını; sürecin altını çizdiğimiz bütün bu fazlarının, uluslarüstü gıda sağlığı otoritelerinin belirlediği hijyen ve sağlık normlarına uygunluğunun temin ve denetimini; bu süreçlerde rolü olan sektör paydaşlarıyla, tüketicilerin, asgari düzeyde de olsa, bir gıda güvenliği bilinci formasyonu edinmelerini sağlayacak eğitim imkânlarının oluşturulmasını; vurgu yaptığımız bu integral sürecin sürekliliğinin ve sürdürülebilirliğinin sağlanmasını temindir. Toplumun verili bir andaki aktüel sağlığı da, sağlıklı nesiller üzerinden inşaa edilecek gelecekteki sağlık mimarisi de, gıda güvenliği olgusunun, az önce tarif ettiğimiz geniş tanımına uygun olarak, öncelenmesi ve uygulanmasıyla olasıdır. Gıda güvenliğinin sağlandığı, toplumun tamamı için sağlıklı beslenme imkânlarının temin edildiği bir ülkedeki eğitim, hukuk, siyaset gibi üst yapı müesseseleriyle, ekonomi gibi temel alt yapı matriksleri de bu pozitif manzaradan olumlu etkilenecektir ister istemez. Meseleye vice versa tekniğiyle, yâni, tersinden ele aldığımızda, gıda güvenliğini sağlayamamış toplumlardaki olumlulukların geçici ve aldatıcı olduğunu, olumsuzluklar üreten problem alanlarınsa kalıcı ve yapısal mahiyet arz ettiklerini görürüz. Ezcümle gıda güvenliği sağlıklı bir toplum inşaa etmenin ve sağlıklı nesiller yetiştirmenin sine qua none’u, sağlıklı nesillerse, sağlıklı bir istikbalin jeneratörü ve dominatörüdür.
Halil Yalçın’ın editörlüğünü yaptığı, 30 bilim insanının uzmanlık alanlarına giren 15 farklı konuya katkı vererek oluşturdukları Gıda Güvenliği kitabıyla; İrfan Donat’ın Oksijen Gazetesi’nin 197. sayısındaki Fiyatlar Yüksek, Emek Değersiz, Ürünler Hileli başlıklı yazısı, programımızın başvuru kaynakları, ileri okumalar için de ideal referanslardır Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
224) Dış Göz
Radyo
1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini
yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un
sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Dış
Göz.
Dünya’da olup bitenlere baktığımızda, aklımıza ‘yapıp
ettiklerimiz acaba homo sapiens sapiens’ten daha zeki, daha ileri teknoloji
sahibi bir varlık tarafından nasıl görülürdü?’ sorusu geliyor aklımıza.
Güneş dışındaki diğer yıldızların etrafında dönen gezegenlerin astronomideki teknik isimlendirilmesi dış gezegendir.
Güneş Sistemi’ne en yakın yıldız, sistemimizin dış sınırı kabul edilen
uzay-zaman sürekliliği bölgesinden 4.25 ışık yılı uzaktaki Proxima Centauri’dir. Bu yıldızın etrafında döndüğü, yapılan
gözlemlerle 2016’da doğrulanan ilk dış
gezegen, Proxima Centauri B’dir.
Burada kurulu olduğunu varsaydığımız uygarlığımızdan milyonlarca yıl ilerideki
bir uygarlığın bizden çok zeki olan mensupları, teknolojide sağladıkları
olağanüstü gelişme sayesinde, ışık hızına yakın hızlarda yol alabilen araçlar
imal etmiş; hastalıkları ve genomlarındaki saldırganlık kodunu alt ederek, bizden
çok daha uzun ve barış içinde yaşayan, bir tür haline gelmiş; kendilerini
gözleyen canlı ya da cansız her türden varlığın algısından saklanmak için de, görünmezlik
sağlayan bir teknoloji geliştirmiştir. Bilimkurgu kozmosunda yaptığımız
yolculuğa dört nala devam edelim. Dünyamızı izlemek için gönderdikleri ve Gözcü dedikleri görevli, ihtiyaç
duyduğunda, görünmezlik moduna geçtiğinden, gezegenimizin bütün coğrafyalarında
rahatlıkla gezmiş, ayrıntılı incelemeler yapmış, birkaç ay içinde Dünya ve
uygarlığımız hakkında büyük bir veri ve bilgi seti sahibi olmuştur. Onun,
gezegeni Proxima Centauri B’deki
yöneticilerine gönderdiği raporlarından bazı kısımları, mercek altına aldığımız
Dış Göz bahsiyle ilgili olduğundan, paylaşıyoruz:
‘İnsan acımasız ve agresif bir tabiata
sahip, bizim 3 milyon yıl önceki vahşi halimizi andırıyor. Sadece diğer
canlılara ve gezegenine karşı değil, kendi türünden olanlara da şiddet
uygulamaktan, onları öldürmekten, hatta, savaşlarda toplu katliamlar yapmaktan geri
durmuyor. Gezegendeki milyarlarca insanın kutsal sayıp çok değer verdiği avuç içi
büyüklüğündeki bir coğrafyada, Dünya’nın en büyük askeri gücünün desteklediği
küçük, teknolojik, aynı zamanda da çok vahşi bir ordunun, silahsız sivillerden
oluşan bir topluluğu, gezegenin gözleri önünde yok etmesi, bu katliamların en
güncel örneği. Sadece vahşi değil insan, aynı zamanda çok da garip. Milyarlarcasının
afiyetle yediği inek dedikleri bir canlıya, 1.5 milyarı tanrı diye tapmakta. Asya’nın
doğu ve güneydoğusundaki 2 milyara yakın insanın yediği köpek denilen canlı,
8.1 milyar dünyalının geri kalanı tarafından baş tacı edilmekte, evlerde
beslenmekte, insan türünün önde gelen dört ayaklı dostu olarak görülmekte. Kendilerine
vejetaryen diyen ve et yemeyi
reddeden milyonlar, et yiyen milyarlarca türdeşine karşı öylesine öfkeyle dolular ki, onları ‘leş yiyen akbabalar ve ceset yiyen sırtlanlar’la mukayese
edebilecek kadar ileriye götürmekteler eleştirilerini. Bir de vegan denilen daha küçük bir topluluk
var, bunlar sadece et değil, hayvanlardan elde edilen diğer besinleri de yemiyor,
hayvan kökenli şeyleri kullanmıyor. Vejetaryenler, veganları romantik aşırıcılar olarak
nitelerken, veganlar da onları insan
dışındaki canlıları köleleştiren ve istismar eden ikiyüzlü konformistler ve ‘sözde politik doğrucular’ olmakla
suçlamakta. Absürd zıtlıkların diyarı Dünya; İnsanların 1 milyarının açlık yüzünden,
2 milyarınınsa aşırı beslenmenin neden olduğu obezite nedeniyle ölüm tehdidi
altında olması buna bir örnek. Bir diğer örnekse, 8.1 milyar dünyalının %1’inin, küresel servet ve gelirin %99’una sahip
olması. Böylesi bir dengesizliği biz Proxima
Centauri B halkının ne anlaması mümkün, ne de mazur görmesi! Gezegenin her
bakımdan en kuvvetli ülkesinde 260 milyon yetişkin ve 400 milyon ateşli silah
var. Ülkedeki ortak akıl, giderek artan silahlı saldırı ölümlerine karşın,
sivil silahlanmaya karşı etkili önlem alamıyor. Anlayacağınız insan; vahşi, öngörülemez, aşırı
hırslı ve tehlikeli bir varlık, onları bizden uzak tutmalı, biz de onlarla
olmamalıyız!’
Muhatabında sakin bir köşeye çekilme, olan biteni, bir uzaylının dış gözüymüşçesine soğukkanlılıkla izleme, durup çokça düşünme, Dünya
ahvalini derinlemesine değerlendirme, yapıp ettiklerini hesaba çekme, anımsama, şefkat ve
merhamet hissiyatını ve fikriyatını uyandırabileceğini düşündüğümüz Marcel Proust’un şaheseri Kayıp
Zamanın İzinde’yi okumanın, satırlarını içselleştirmenin zamanıdır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça
kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
225) Maliyeci Cavid Bey
Radyo
1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini
yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un
sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Maliyeci
Cavid Bey.
2. meşrutiyet döneminin Maliye Nazırı, siyasetçi, devlet
adamı, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde yetişmiş en yetkin
iktisatçılardan, yazar ve liberal düşünce tarihimizin öncülerinden olan Mehmed
Cavid Bey, Mustafa Kemal Paşa’ya karşı tertiplenen İzmir Suikastına dahli
olduğu iddiasıyla yargılandığı İstiklâl Mahkemesi tarafından idama mahkûm
edilmiş, hüküm, 26 Ağustos 1926 günü Ankara’da infaz edilmiştir. Doğumu için Wikipedia.org’un
Türkçe edisyonunda verilen 1877 tarihi yanlıştır; doğrusu, bahse konu sitenin
İngilizce edisyonunda, TDV İslâm Ansiklopedisi’nde, Atatürk Ansiklopedisi’nde
ve Cavid Bey’in üyesi ve tepe yöneticilerinden olduğu Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar
Büyük Locası’nın resmi sitesinde yer alan 1875 tarihidir. Sabetayist inancından
tüccar Naim Beyle, ev kadını Pakize hanımın evlâdı olarak Selânik’te Dünya’ya
gelen Mehmed Cavid, İstanbul
Lisesi ve Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne’yi bitirdikten sonra, 1896’da Ziraat
Bankası’nda çalışmaya başlamış, 1902’de döndüğü Selânik’de yeni kurulan
Mekteb-i Feyziyye lisesinin öğretmenlerinden biri ve müdürü olmuştur. Hemen
akabinde Selânik’teki mason locasıyla, İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nde
çalışmaya başlayan Cavid Bey, Cemiyet’in liberal kanadının teorisyenlerinden ve yöneticilerinden biri olarak sivrilecekti 2. Meşrutiyet’in ilânına müteakip, Çanakkale ve Selanik mebusu olarak Meclisi
Mebusan’da görev yapan Mehmed Cavid, 31 Mart Vakası’ndan sonra Sadrazam Ahmet
Tevfik Paşa tarafından Maliye Nazırlığına atanmıştır. Bu görevi sırasında, tel
tel dökülen ve teknik iflası çok önceden gerçekleşmiş olan Osmanlı Maliyesini
derleyip toparlamak, mesuliyeti altındaki bürokratik mekanizmaya, günün
ihtiyaçlarına uygun modern bir nitelik kazandırmak için çok çalışmış, bunda
kısmen de başarılı olmuştur. İmparatorluğu asırlardır sömüren kapitülasyonların
kaldırılması için de canın dişine takan Cavid Bey, reformculuğundan rahatsız
olan çevrelerce istifaya zorlandıktan sonra, bu kez de Nâfia Nâzırlığına
atanmış, savaşların dibe vurdurduğu mali yapıya neşter vurması için tekrar
Maliye Nazırlığına atanması bunun ardından geçekleşmişti. Cihan harbinde
tarafsız kalırsak kapitülasyonların kaldırılacağına inanan Cavid Bey, Enver
Paşa’nın domine ettiği imparatorluk, Almanya’nın yanında savaşa girince, Cemiyet’le
ters düşmüştü. İttihatçı şeflerin mağlubiyet sonrası yurt dışına kaçmasına
karşın o, nâzırlık ve Düyûn-ı Umûmiyye İdaresi Türk dâyinler vekilliği gibi
önemli görevlerde çalışmaya devam etmiş, Damad Ferid Paşa hükümetinin direktifiyle
İttihatçılar’ı yargılayan Dîvân-ı Harb-i Örfî’de gıyabında on beş yıl kürek cezasına
mahkûm edilmesi üzerine de Fransa’ya kaçmıştır. Fransa ve İsviçre’de Cemiyet’in
kılıç artıklarını örgütlemeye çalışan, bu arada Şehzade Burhâneddin Efendi’nin
eski eşi Aliye Hanım’la evlenen Mehmed Cavid, Şubat 1921’de toplanan Londra
Konferansı’na Ankara hükümetinin danışmanı olarak katılacaktır. Millicilerin
güvenini kazanmasından aldığı kuvvetle İstanbul’a dönen Cavid Bey, 21 Kasım
1922’de başlayan Lozan konferansında Türk delegasyonunun müşavirlerindendi.
İsmet Paşa’yla iktisadi alanda yaşadığı fikir ayrılığı üzerine Lozan’dan
ayrılan, ardından, Cumhuriyet idaresinin kamu kaynaklarıyla kalkınmayı
hedefleyen devletçi yaklaşımına karşı, özel sektörü esas alan serbest piyasacı zihniyetini
uygulamaya çalışan Cavid Bey, İzmir Suikastı teşebbüsünün organizatörü Kara
Kemal ve diğer İttihatçı kadroların, İzmir’deki evinde, eylem öncesinde yaptıkları
toplantı yüzünden, yargılanıp idama mahkûm edilecekti. Serbest piyasaya,
yabancı sermayeye, dış borca, küresel ekonomiye entegre olmaya sıcak bakan
Cavid Bey, onu darağacına gönderenlerin bile bilgisine, zekâsına, analitik
düşünme kapasitesine, dürüstlüğüne, çalışkanlığına, belâgat ve ikna yeteneğine
saygı duydukları bir şahsiyetti. Gâzi Paşa’nın, İstiklâl Mahkemelerinin verdiği
idam kararları içinde en çok Cavid Bey’inkine üzüldüğü de rivayetler arasındadır.
TDV İslâm Ansiklopedisi’ndeki Selim İlkin’in yazdığı
Câvid Bey, Mehmed maddesi,
Atatürk Ansiklopedisi’ndeki A. Gülsüm Polat’ın yazdığı Mehmed Cavid Bey maddesi ve tarihçi Nazmi Eroğlu’nun yazdığı 421
sayfayı bulan kapsamlı İttihatçıların
Ünlü Maliye Nazırı Cavid Bey kitabı, yakın tarihimizin bu önemli ve
talihsiz sîmâsı hakkında telif edilen edilmiş literatürden bizim faydalandıklarımız
ve ileri okuma arayışındaki konunun ilgilisine de tavsiyemizdir. Bir
sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve
muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
-----------------------------------------------
Önceki 220 metne erişmek için bknz. ltfn. https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/10/olumsuzluk-sistem-aptallastryor-mu-tom.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder