01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. Mezkûr metinler, muhtasar bir ifadeyle, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki - hayvan - böcek - toprak - su gibi bileşenlerinin oluşturduğu o alâimisemâ mahiyetli muhteşem mimari ve muhtevasının referans verdiği eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin fenomenlerinden / tezahürlerinden birisinin, ana hatlarıyla da olsa, kuşatılma teşebbüsüdür. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan bahis konusu entelektüel hasılanın yılın 44. haftasına denk düşen 28 Ekim - 01 Kasım döneminde yayınlanacak olanları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.
216) Ölümsüzlük
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın
metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un
sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Ölümsüzlük.
Bir canlı organizmanın yaşamsal faaliyetlerinin zamanla kısıtlı olmamasının, bir diğer deyişle, ölümden âzâde olmasının, sonu olmayan bir varoluş sürecinin eyleyicisi olarak varlık alanında boy göstermesinin biyolojideki teknik karşılığı ölümsüzlüktür. Kızıl Elmamız haline getirdiğimiz arzumuz, kovaladığımız en maksimalist hedefimiz olan sonsuz yaşam hakkında, psikiyatrist Kemal Sayar, Ernest Becker’in Pulitzer ödüllü kitabı Ölümü İnkâr’a yazdığı takdim metninde şöyle diyor: ‘İnsanın bu dünyadaki trajedisi, kaçınılmaz ölümlülüğünün farkında olarak yaşamasıdır. Boynumuzda ölüm fermanımızla doğar ve zaman içinde sevdiğimiz insanların ölümüne tanık oluruz. Kimileyin de ölümden saklanmakla ondan korunacağımızı sanırız, onu yadsır ve görmezden gelirsek sanki bizim semtimize uğramayacak zannederiz. Ernest Becker, … insan uygarlığının nihai anlamda ölümlülük bilgisine karşı geliştirilmiş bir savunma düzeneği olduğunu yazar. İnsan bu dünyada kendi zamanını aşacak, onu sonsuzluğa taşıyacak ölümsüzlük projelerinin bir parçası olmak ister.’ Bütün canlılar içinde sadece homo sapiens sapiensin öleceğinin farkında olduğu varsayılır. Metafizik, teoloji, mitoloji, edebiyat, felsefe, doğal bilimleri gibi çeşitli anlatı kozmosları; muhtelif itikat disiplinlerinin müjdeledikleri ölümden sonraki sonsuz yaşam ihtimalini, reenkarnasyon yoluyla tecrübe edileceği vazedilen formdan forma geçiş temelli ebedi fiziki varoluş süreçlerini ve maddi dünyadaki sınırlı konvansiyonel varoluşumuzun teknoloji temelinde immortalize edilebilme imkânlarını konu edinir kendisine. Klonlamayla ve kendilerini kopyalayarak çoğalan bakteriler, kopyalarından sadece biri yaşasa bile, orijinali de yaşamış olacağından, teknik olarak ölümsüzdür. Daha büyük canlı türlerinden turritopsis cinsi deniz analarıyla, yassı solucanlar da, uzun yaşamak konusunda bize göre çok başarılıdır. Kusursuz genlerle doğan, sağlıklı çevrelerde bulunan, doğal beslenen, sedanter yaşam tarzı yerine hareketli bir rutini tercih eden, stresiyle başa çıkan ve kaliteli uyuyabilenlerin 120 yıl yaşayabilmesinin birbiriyle çelişen iki bilimsel açıklaması var: 1- bu, insanın biyolojik donanımıyla genetik kodifikasyonunu bütünleyen ekosferinin doğal sonucudur, 2- genlerimizin türümüze sağladığı doğal yaş sınırı 38’dir, bunun üstü, uygarlığımızın bize sağladığı bir katma değerdir. Bu açıklamalardan hangisinin doğru olduğunda henüz mutabakat sağlayamayan modern bilim paradigmasıyla, onun aktüel teknoloji formlarındaki tatbikatları, insan ömrünü binlerce, hatta, milyonlarca yıla eriştirerek, türümüzü homo sapiens sapiensten homo deusa evriltmek gibi çok cüretkâr bir konuda, neredeyse, hemfikirdir. Bu olağanüstü iddialı ve müstekbir proje, fütürist tekno-teoloji dışındaki konvansiyonel teolojik sistemler tarafından şüphe, endişe ve itirazlarla karşılanmakta, tenkit ve hatta tekfir edilmektedir. Moleküler biyolojinin ‘sağlıksız genleri iyileştiren, mükemmel genomik ilâvelerle 'süper insanı' mümkün kılan CRISPR metodu’ gibi genetik mühendisliği uygulamaları, ölümsüzlüğe giden bir potansiyel yolken; her biri bilimkurgu alanından, tedricen, bilimin sahasına geçen nanoteknoloji ve robotik endüstrilerinin müşterek alanındaki nanobotlarla hastalıkları ve yaşlılığı alt etmek; kriyojenik beden dondurma metoduyla zamanı durdurmak; ışık hızına yakın hızlarda seyahat ederek, ya da, çok büyük kütle çekim alanı maruziyeti yaratarak zamanı yavaşlatmak; dijitalize ettiğimiz belleğimizi bir başka organik beyne, insanın robotla hibritleşmesinin ürünü yarı-organik bir androide, veya, insan görünümlü robot olan cyborga, veyahut da, büyük verinin rahmi sonsuz dijital buluta transfer etmek, türümüzün üzerinde yoğunlaştığı diğer immortalite teknikleridir. Patetik ölümsüzlük saplantısının, bilimi geliştirirken, insanı, tanrı olmaya soyunmak gibi ekstrem bir hadsizlik kipine büründürdüğü de gözden kaçırılmamalı.
Ernest Becker'in başyapıtı Ölümü İnkâr; John Gray’in yazdığı Ölümsüzleştirme Kurulu – Bilimin Işığında
Kefeni Yırtmaya Dönük Garip Arayış; Robert Pogue Harrison’ın eseri Gençleşme – Yaşımızın Kültürel
Tarihi; John Ellis McTaggart’ın
yazdığı Ölümsüzlük ve Ezeliyet kitaplarıyla, popüler bilim sitesi evrimagaci.org’daki Çağrı Mert Bakırcı imzalı Ölümsüzlük
Mümkün mü? Ölümsüz Canlılar Var mı? başlıklı makale programımızın
kaynakçası, meraklısına da ileri okuma önerilerimizdir. Bir sonraki
programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle
kalın değerli dinleyenler.
217) Ouovadis İnsan?
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın
metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un
sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Quovadis
İnsan?
Okulların paydos saatinde, And Dağları’ndaki 3,500 metre irtifalı Qusqo kentinde, beldenin periferisindeki bir marketin kasa kuyruğundayız; yaşları 12 – 14 arasındaki üçü morbid obez, ikisi epeyce kilolu, 5 öğrenci, aldıklarını, daha ödemeden yiyip içiyor, mobil cihazlarında video izlerken yaptıkları ergen şakalarıyla ortamı velveleye veriyor. Babaları yaşındaki güngörmüş kasiyer, içleri boşalmış ambalajları optik göze okuturken ‘o cânım meyveler yerine, glikoz şuruplu, bol katkı maddeli atıştırmalıkları ve en az onlar kadar zararlı aşırı kalorili gazlı içecekleri götürüverdiler ayak üstü, üstelik hepsi aşırı kilolu’ diye hayıflanır içten içe. Ödeme yapan çocuklar, bir gözleri ekranda, paten ve kaykaylarıyla, yürüyüş mesafedeki evlerine doğru, hızla uzaklaşırlar. Bir Cuma akşamı, Rusya Federasyonu’nun en doğusunda, Büyük Okyanus’un Ohotks Denizi’yle Bering Denizi arasındaki bölgesinde, Alaska’ya komşu sayılabilecek Kamçatka Yarımadası’nın en büyük beldesi, ahalinin hayatını balıkçılıkla kazandığı Petropavlovsk’dayız; yörenin en önemli iktisadi işletmesi olan balık konservesi fabrikası çalışanlarının müdavimleri olduğu mekânın, bu akşamı bütün bir mesai haftası dört gözle bekleyen müşterilerinden Aleksey Victor Şvedoviç, garsona seslenir: ‘duble patatesle duble kola eşliğinde, en yağlı yerinden yapılmış bir devburger, üzerine de kızdırılmış kuyruk yağı eklemeyi ihmal etme!’ İriyarı kadın garsonun ‘nikotin, alkol ve yağdan başka bir şey tüketmiyorsun Aleksey, şöyle nefis bir somon ızgarayla, bol mineralli maden suyu daha iyi olmaz mı sence?’ uyarısına, mekândaki müşterilerin büyük kısmı gibi, gözü cebinin ekranına kilitlenmiş Aleksey, yapıştırır cevabı: ‘buralarda ziyan olacağına, halk sağlığı merkezinde çalışmalıymışsın Olga, önce kendin yap dediklerini bence, baksana, yürüyen fıçıya döndün!’ Başını ‘ne halin varsa gör, sersem herif!’ dercesine sallayan Olga, siparişi hazırlatmak üzere mutfağın yolunu tutar. Yazdan kalma Ekim ayının bir Pazar günü, 11.00 sularında, üç çocuklarıyla Mutlu ailesi, piknik yapacakları Dokuma Park’a gitmeden önce, su, kola ve patates cipsi aldıkları bir zincir market şubesinden çıktılar. Antalya’nın Kepez ilçesi, Namık Kemal Caddesinden, piknik alanına doğru yürümeye başladıklarında, 7 yaşındaki Esmanur, çikolata görünümlü, belirsiz içerikli ve yüksek kalorili gofret ve şekerlemeler alınmayınca başlattığı protestosunu, ağlayarak sürdürüyor. ‘Sarma yaptım, mercimek köftesi var, kahvaltılıklar da cabası, halâ gözünüz abur cuburda!’ diye çıkışan annenin tepkisi, kızın ağlamasını şiddetlenlendirirken, pusetteki 3 yaşındaki Burcu bebek de katılır ablasına. Derdi, babasının telefonunu alıp oyun oynamak olan 10 yaşındaki oğulları Furkan, izin çıkmadığından, alt dudağını sarkıtmış, o da ağladı, ağlayacak. ‘Bak Neriman, bunlar hep senin şımartmaların yüzünden oluyor; izlediğin kadın programlarından, arkadaşların ve öğretmenlerle konuşmalarından öğrendiklerin yüzünden çocuklarımızı cezalandıramaz, eğitemez olduk.’ diye çıkışır, ailesinin geçimi için 2 işte birden çalışan baba. Yatıştırmak için büyük kızına telefonunu veren Neriman ‘üzeceğine, sen de oğlana ver telefonunu da, ağız tadıyla gidelim şu pikniğe, Rıza!’ diye söylenir. Anne ve üç çocuğu aşırı kilolu olan aile Dokuma Park’a girdiklerinde, pusetteki bebeğin kucağında patates cipsi, Furkan ve Esmanur’un ellerindeyse ebeveynlerinin telefonları vardır. Los Angeles’deki Santa Monica Bulvar’da, 10 dolar karşılığında satranç saatiyle hızlı satranç oynayarak hayatını kazanan ve önüne çıkanı ezen Afrika kökenli Amerikalı efsanevi sokak oyuncusu, ‘yürüyüş bandında koşarken bilgisayar oyunu oynayan, o sırada da duble hamburger yiyip kola içen o kadar çok obez var ki buralarda, şaşarsın. Bu abukluklardan sonra, çok katlı spor salonlarında yürüyen merdiven kullanma garabetine sıra gelmez, devran o kadar absürdleşti anlayacağın.’ dedi bir kez daha yendiği rakibine.
Teknoloji, gıda, otomotiv, elektronik, finans, medikal endüstrilerin domine ettiği köleleştirici ve teknototaliter bir sistemin girdabında kaybolmak üzereyiz; bizi imha edecek bu büyük belâ karşısında ‘QUOVADİS İNSAN, NEREYE EY UYGARLIK!' diye haykırmak hayati ve mecburidir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
218) Western'in Kralı: Tom Mix
Radyo 1'in
değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan
Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların
Dilinden programının bugünkü konusu Western'in Kralı: Tom Mix.
Avrupalı göçmenlerin, 19. asır boyunca, Kuzey
Amerika’nın Atlantik Okyanusu kıyılarından başlayıp, batıya, Pasifik Okyanusu
kıyılarına kadar devam eden işgal, ilhak ve katliam politikalarını özetleyen yaşam
tarzına ve medeniyet stiline referans verir Western kavramı. Vahşi
Batı olarak da anılan mezkûr niteleme, hem bir coğrafya ve hem de tarihsel
dönem isimlendirmesi olup, ABD’nin temellerinde yer alan, milyonlarca cana mal
olmuş kızılderili soykırımıyla da özdeştir. Başta Hollywood filmleri olmak
üzere, kabaca son 2 asırdır üretilen yumuşak güç temelli devâsâ ikna araçları
koleksiyonu, Amerikalı beyazların söz konusu insanlık suçlarını mazur göstermeye
ve meşrulaştırmaya yöneliktir. 2. Dünya Harbi sonrasına damgasını vuran Soğuk
Savaş atmosferinde Amerika’nın yanında mevzilenen Türkiye’de, büyük bir
Amerikan kültürü hayranlığı ve Amerikan tarzı yaşam taklitçiliği
peydahlanmıştı. Amerikan filmleri, Amerikalı edebiyatçıların yazdığı eserler, meşhur
Amerikalıların haberleriyle dolu gazete ve dergiler, eğitim müfredatıyla ve
radyo programlarıyla taşınan ideolojik kodlar, başta yeme – içme kültürü olmak
üzere, gündelik hayatın her görüngüsünü kuşatan Amerikan tarzı tercihler bu
taklitçiliğin tezahürleriydi. Anlayacağınız, dönemin iktidarının ülkemizi ‘Küçük Amerika’ olarak niteleyen
zihniyet kozmosu, fiiliyatta, Türkiye’nin, âdeta bir Amerikan müstemlekesi
görünümü almasına yol açmıştı. Sessiz sinemanın son dönemiyle, sesli sinemanın
başlangıcına tekabül eden Amerika kaynaklı Western filmleri furyasıyla, o
temelde şekillenen çizgi roman yayıncılığının tetiklediği, 1940 – 1990
sürecinin en belirgin popüler kültür fenomenlerinden olan güçlü damar, ABD –
İtalya – Türkiye üçgeninde oluşan ve Amerikalı efsanevi aktör Tom Mix’in de
merkezinde olduğu enteresan bir terkiptir, orijinal bir amalgamdır aslında.
6 Ocak 1880’de
Mix Run, Pennsylvania’da doğan Thomas Edwin Mix, 1909 – 1935 dönemine tarihlenen erken dönem Western filmleri furyasının
en başarılı ve sevilen aktörüydü. Bu dönemde çevirdiği 291 filmin sadece 9’u
sinemanın sesli dönemine ait olan Tom Mix, Hollywood sisteminin ürettiği
ilk süper starlardan biri ve star temelli sinema endüstrisinin de kurucu babalarındandı.
Zengin bir kereste tüccarının ahır sorumlusu babası sayesinde Mix, atları
sevmeye ve ata binmeye çok küçük yaşta başlayacaktı. 1898’deki ABD – İspanya savaşına
katılan, rodeolarda ve törenlerde atlı gösteriler yapan, barmenlik, gece
bekçiliği, sığırtmaçlık, keskin nişancılık işlerinde çalışan Mix, böylelikle,
21 Ekim 1909’da gösterime giren Milyoner Kovboy filmindeki kısa rolüyle adımını
atacağı aktörlük kariyerinde işine çok yarayacak olan önemli tecrübeler
biriktirdi. 1910’da gösterime sokulan kovboylarla ilgili belgeselde sergilediği
başarı, onu, Hollywood’un erken dönem starlarından yapacaktı. Temiz yüz ifadesi
sayesinde Amerikalı çocuklarla ebeveynlerinin sevgilisi olan Tom Mix,
filmlerindeki tehlikeli sahneleri dublörsüz çekiyor, bu yüzden de sık sık
yaralanıyordu. Dönemin en astronomik ücretli oyuncularından olduğundan, geniş bir
arazi alıp oraya bir film platosu inşaa edebilen aktör, büyük buhranda girdiği
finansal darboğaza karşın, 5. kez evlenmeyi de ihmal etmedi. Diğer işlerindeki
kazançları hariç, sadece aktörlükten, bugünün satın alma gücüyle, 135 milyon
dolar kazanan Mix, kahramanı olduğu radyo skeçlerinin ölümünden 10 yıl sonra
bile ilgiyle dinlenmesi sayesinde, Amerika’nın ortak bilinçaltında derin izler
bırakmıştır. 12 Ekim 1940’da bir trafik kazasında vefat eden aktör, sonradan
küresel şöhret kazanacak olan efsanevi aktör John Wayne’le, ileride ABD Başkanı
olan Ronald Reagan’ın rol modeli ve gençlik idolleriydi. 1938 – 1953 döneminde
ABD, Almanya, Kanada, Avustralya ve İsveç’te protagonist kahramanı olduğu çizgi
romanlar yayımlanan Aktör Tom Mix, İtalya’da EsseGesse’yle, Sergio Bonelli Editore’nin
uzun soluklu Western çizgi romanlarının ilham kaynağı; Türkiye’deyse, 1950 – 1990 döneminde çizgi romanın jenerik isminin Teksas
– Tommiks olmasının kök nedeniydi.
8 bölümlük bir tv belgeselinin kitaplaştırılmış hali olan Geoffrey C. Ward’ın yazdığı bol görselli The West An İllustrated History’le, Wikipedia’nın İngilizce edisyonundaki Tom Mix maddesi, referanslarımız ve meraklısına okuma önerimizdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
219) Bergama Kütüphanesi
Radyo 1'in
değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan
Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların
Dilinden programının bugünkü konusu Bergama Kütüphanesi.
Helenistik dönem Yunan Kralı 1. Ptolemaios Soter tarafından MÖ 3. asrın başında kurulan İskenderiye Kütüphanesi’yle boy ölçüşebilecek zenginliğe ve niteliğe sahip yegâne kütüphane, Pergamum, ya da, Pergamon olarak anılan Krallığı’nın başkenti Pergamon’da, yâni, günümüzde İzmir ili sınırları içinde olan Bergama’da kurulan Pergamon Kütüphanesi’ydi. MÖ 197 – 160 döneminde Bergama Kralı olan 2. Eumenes, 200,000 nüfusa erişen kentini, çağının megapolleri olan İskenderiye ve Antakya’yla demografi, ekonomi, politika, kültür ve dini açılardan rekabet edebilir hale getirmiş, Bergama, antik çağın en önemli cazibe merkezlerinden olmuştu. MÖ 2.asırda Bergama Kralı olan Attalos tarafından yaptırılan ve antik çağın şaheserlerinden olan Pergamon Zeus Tapınağı, ya da, Bergama Zeus Altarı, 1869 – 1884 döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nda yol mühendisi olarak çalışan Alman Carl Humann’ın 1869 – 1878 arasında yaptığı kaçak kazılarla parça parça Berlin’e kaçırılmaya başlanmıştı. İstanbul’daki Alman Büyükelçisinin, 1878’de Sultan Abdülhamit’le yaptığı görüşmeler sonrasında, tapınağın kaçırılan kısımları için 20,000 Frank’a uzlaşılmış, alınan izinle aleniyet kazanan kazılarsa 28 Temmuz 1884’de tamamlanarak, anıtın son parçaları Berlin’e gönderilmiştir. Payitaht, izinli kazılarda çıkarılan 2. tertip parçalar için Almanya’dan 20,000 Frank daha almış, böylelikle, Berlin’de inşaa edilen Pergamon Museum’da 1901’den beri sergilenerek izleyeni hayran bırakan bu benzersiz eser üzerindeki kanuni haklarımızdan vazgeçilmiştir. Zeus Altarı’nın inşai, mimari, estetik, plastik değeri bize Bergama Krallığı’nın ne denli yüksek düzeyde bir medeniyet kurduğunun ipuçlarını sunmaktadır. Buradan hareketle, mezkûr kütüphane binasıyla içerdiği koleksiyonun kalitesinin çok yüksek olduğunu öngörebiliriz. Aynı zamanda kitaplık, arşiv, yayınevi, akademya, araştırma enstitüsü fonksiyonu gören İskenderiye ve Bergama Kütüphanelerini, günümüzün muadil kurumlarıyla kıyaslayamayız. Aralarında ölümcül rekabet olan söz konusu iki kurum, sadece önemli eserlerin aslına en sadık kopyalarını değil, aynı zamanda, onları açıklayacak, çevirecek, yorumlayacak bilim insanlarının en kalitelilerini de bünyelerine katmak için mücadele ediyorlardı. Bu rekabet bazı efsanevi anekdotlar, kimi abartılı skeçler ve hakikatle mutabık olmayan bazı anlatılar üretilmesine de yol açmıştır. Ptolemy Hanedanı’nın firavunu 5. Ptolemaisos’un, en parlak döneminde 250,000 cilt eser barındıran Bergama Kütüphanesinin gelişip İskenderiye Kütüphanesi’ni geçmemesi için, Bergama Krallığı’na yapılan papirüs ihracatını yasakladığı, bunun üzere Bergamalıların, papirüsün ikamesi olarak, dana ve ceylan derisini kimyasal işlemden geçirip tabaklayarak ürettikleri vellum ve parşömeni icat ettiği anlatısı, bahsettiğimiz bu gerçekdışı anlatı külliyatının en popüleridir. Gerek Bergama kökeninden gelen parşömen ve gerekse de vellum, Bergama Krallığı’ndan çok önce yazı vasatı olarak kullanılıyordu. MÖ 133’de Roma İmparatorluğuna katılan Bergama’nın 200,000 ruloyu aşan efsanevi arşivi, MÖ 30'a doğru Marcus Antonius tarafından İskenderiye’ye taşınmış, böylelikle, Julius Caesar’ın MÖ 48’de gerçekleştirdiği seferde büyük zarar gören ve papirüs varlığının önemli kısmını kaybeden İskenderiye Kütüphanesi’ne can suyu sağlanmıştır. Antonius’un, aşık olduğu Mısır Kraliçesi Kleopatra’ya jest yapmak isteğinin, bu aksiyonun temel motivasyonu olduğu bir başka tarih soslu efsanedir. Mercek altına aldığımız İskenderiye – Bergama arasındaki bahse konu kütüphane ve kültür hizmeti rekabeti, görüldüğü üzere, son tahlilde Mısır’ın zaferiyle sonuçlanmış, Bergamalıların bin bir emekle oluşturdukları bu muazzam külliyat, sıfır maliyetle, rakibinin eline geçmiştir. ‘Âh mine’l aşk, sen nelere kadîrsin!’ deyip tamamlamış olalım değerli dinleyen.
Andrew
Pettegree ve Arthur Der Weduwen’in yazdıkları Kütüphane
– Kırılgan Bir Tarih, Fernando Baez’in yazdığı Kitap Kıyımının Evrensel Tarihi,
Richard Ovenden’ın yazdığı Kitapları Yakmak – Bilgi Tarihi Saldırı
Altında ve Lucien X. Polastron’un
yazdığı Kitap Yakmanın Tarihi kaynakçamızın asli unsurları, meraklısına
da ileri okuma önerilerimizdir. Bir sonraki programımızda
birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli
dinleyenler.
220) Şevket Rado
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver
Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza
Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu Şevket Rado.
Yazar, edebiyatçı, araştırmacı,
eğitimci, arşivci, gazeteci, yayımcı, dergici, ansiklopedist, sohbet türündeki
metinlerin ustası, koleksiyoner, hüsnü hat uzmanı, matbaacı, radyo programcısı Şevket
Rado, 21 Nisan 1913’de, evlâdı fatihan diyarı Kuzey Makedonya’daki
Radoviş’de doğdu. Anne tarafından dedesi, Selânik mebusu, Rumeli, Zaman ve Ayna gazetelerin yayımcısı Radovişli Mustafa Bey’den
tevarüs ettiği genlerin, Rado’nun bahsettiğimiz faaliyetlerini mümkün kılan istidatlarının kökenini oluşturduğunu
söylediğimizde değerli dinleyen, umarız çok iddialı bir argümantasyon yapmamış
oluruz. 8 Ekim 1912’de başlayan Balkan Harbiyle ailesi, Şevket henüz 9 aylık bir kundak bebesiyken, 1913’ün
son günlerinde, Payitaht’a göçmüştü. Vefa ve Pertevniyal gibi köklü okullarda,
Nurullah Ataç gibi önemli eğitim ve kültür insanlarının talebesi olan Şevket, onların yönlendirmesiyle şiire başlamış, lise son sınıfla, 1936’da mezun olacağı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin
ilk sınıfında, hece vezniyle ve sade bir Türkçeyle ve Şevket Hıfzı
müstearıyla yazdığı şiirleri Varlık, Milli Mecmua, Muhit gibi dönemin önemli
dergilerinde yayımlanmıştır. Genç Şevket, 1933’de, Fransızca
hocası Nurullah Ataç’ın desteğiyle, henüz lise son talebesiyken düzeltmen
ve muhabir olarak Son Posta Gazetesi’nde başladığı yolculuğunun, 9
Nisan 1988’deki vefatına değin sürecek olan, ülkenin kültür hayatına ciddi
katkılar yapacağı büyük ve kesintisiz bir maceraya dönüşeceğini hiç kuşkusuz,
tahmin dahi edemezdi, 1934’de Akşam Gazetesi’nin Ankara muhabiri, 1945’de
Yapı ve Kredi Bankası’nın desteklediği Doğan Kardeş Yayınlarında yönetici
olan Rado; Fransızların dergicilik sahasındaki en başarılı fotoğraflı
yayını olan Paris Match’la, küresel basın kozmosunun en önemli savaş fotoğrafçılığı ve foto-habercilik
mecrası olan Life Magazine ayarında bir mecmuayı ülkemizde yayımlamanın
hayalini kuruyordu. Bunu gerçekleştirmenin yoluysa, o güne değin
coğrafyamızın yabancısı olduğu yeni bir imkânı, tifdruk baskı teknolojisini
ithal etmekti. Güçlü bir sermaye, teknoloji transferi ve yetişmiş insan kaynağı
gerektiren bu yatırımı, finansörü olan bankanın desteğiyle gerçekleştiren Rado,
Mayıs 1952 – Temmuz 1955 döneminde 39 sayı çıkardığı aylık Resimli
Hayat Mecmuası’yla, sonraki yayımcılığına hazırlanıyordu aslında. 6
Nisan 1956 günü ilk sayısı yayımlanan haftalık Hayat Mecmuası sektöründe çığır açmış,
1978’de başlayan bir greve müteakip, 6 Temmuz 1979’da çıkan son
sayısıyla da okuruna veda etmiştir. Sığınmacılarla birlikte 95 milyonu bulan
aktüel nüfusumuza karşın, haftalık dergilerimiz, satışları
5,000’i bulursa, yayımcıları ‘başarılıyız, iyi
sattık’ deyip seviniyor. Buraya dikkat lütfen sevgili
dinleyen, 68 yıl önce, nüfusumuz sadece 24.5 milyonken, Hayat Mecmuasının ilk
sayısı, Rado'ya göre 170,000, Wikipedia'ya göreyse 193,000 basılmış, tamamı birkaç
saatte tükenivermişti. Bu net satış ilk sayıya özel, istisnai bir başarı
değildi, mecmuanın tiraj rakamları 1968 sonuna kadar 150,000 civarında
seyretmiş, satış kondisyonu, Yassıada Duruşmaları Karar Özel Sayısı gibi fevkalâde
nüshalarda 250,000’in üzerine çıkmıştı. Hayat Mecmuası’nın başarısı Rado’yu
motive edecek, arka arkaya projeler geliştirmesine neden olacaktı; her biri
alanında lider ve öncü olan, ses getiren, çok satan, sosyolojik normlarımızla,
kültürel kodlarımız üzerinde etkili olmuş Ses, Resimli Roman, Hayat Spor, Hayat Tarih, Ayna dergileri bu
motivasyonun semereleriydi. Hayat Ansiklopedisi başta olmak üzere, çok
satan, okunan ve sevilen ansiklopedilerin yayımcısı olan Rado, 25 yıl aralıksız
yayımlanan radyo sohbetleri ve aşığı olduğu hat sanatına dair zengin
koleksiyonuyla da hatırlanmaktadır.
Venedik’in
Osmanlı elçiliğinde görevli araştırmacı yazar, kültür insanı Giambattista
Toderini’nin yazdığı, Rikkat Kunt’un çevirdiği, Kemalettin Tuğcu’nun
Türkçesini güncellediği, önsöz yazımını, notlandırılmasını ve Türk Matbaacılığında ve Türk Mecmuacılığında Yenlikler
başlıklı 3. bölümünün telifini Şevket Rado’nun yapıp yayıma hazırlayarak
bastığı İbrahim Müteferrika Matbaası
ve Türk Matbaacılığı ve Osman Nebioğlu’nun yayıma hazırladığı Türkiye’de Kim Kimdir – Yaşıyan Tanınmış
Kimseler Ansiklopedisi’nin 1962 tarihli 2. baskısındaki Şevket
Rado maddesi kaynaklarımız olup, meraklısına da şayanı tavsiyedir. Bir
sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve
muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
---------------------------------------------
Önceki metinlere erişmek için bknz. ltfn.:
https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/10/tesebbus-i-sahsinin-nirvanas-mica-ahmet.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder