1929 Büyük Buhranının simgesi olan ve Life Dergisinden alınan fotoğraf American Tarzı Yaşam efsenesinin nasıl çöktüğünü gözler önüne seriyor. |
Dünyanın 2008 Eylül'ünden beri yaşamakta olduğu ve halen de derinleşme istidadı taşıyan ekonomik kriz, sistem muhaliflerinin 1848'den beri ısrarla gerçekleşeceğini öngördükleri ve kapitalizmin mezar kazıcısı olacak olacağını umdukları o nihai kriz midir?
Son zamanlarda neredeyse bütün toplumsal aktörler tarafından, ama özellikle de sistem muhaliflerince, cevabı aranan kritik soru budur.
'O nihai kriz' denildiğinde, benim de içlerinde olduğum kapitalizme pek de hayırhah bakmayanların, ona sempati beslemeyenlerin gönderme yaptıkları; içinde yaşadığımız
kapitalist sistemin sonunu getirecek, mezarını kazacak olan nihai altüst oluşun fitilini ateşleyebilecek ekonomik krizdir.
kapitalist sistemin sonunu getirecek, mezarını kazacak olan nihai altüst oluşun fitilini ateşleyebilecek ekonomik krizdir.
1848'de Marx ve Engels tarafından yazılarak yayınlanan Komünist Manifesto'dan beri, bahse konu sistem muhalifleri, kapitalizmin her devrevi krizini, 'o kriz' diye selâmlamışlar ve dünya devrimi için objektif koşulların oluştuğunu ilân etmişlerdir. Ancak, 1848'den 2011'e kadar geçen 163 yıl boyunca, sosyalistlerin ve komünistlerin hevesleri sürekli kursaklarında kalmış; kapitalizmin bünyesine içkin olduğuna inanılan bu nihai kriz, adetâ 'Godot' misali, bir türlü gelmek bilmemiştir.
2008 Eylül'üne kadar, kapitalizmin yol açtığı devrevi yapısal krizlere sistem savunucuları tarafından sürekli olarak iyimser yaklaşılmış, krizler sistemin aksaklıklarının düzeltildiği 'doğal tedavi yolları' olarak algılanmış ve açıklanmıştır.
Yaşamakta olduğumuz kriz patlayana değin sistemin sözcülerinin, akıl hocalarının, organik aydınlarının beylik retoriği şuydu:
'Pazar ekonomisi insanlığın en büyük icadıdır. Bu, 10,000 yıllık uygarlık yolculuğumuzun da zirvesidir. İnsanlık bundan daha mükemmel bir sistem yaratamaz. Bu yüzden de kapitalizmin yarattığı sıkıntılar, arızalar, aksaklıklar, krizler mazûr görülmeli, sistemin toplamda insanlık camiası adına yarattığı total fayda dikkate alınmalıdır'.
Ardından da sistem muhaliflerine 'Sistemin olumsuz olgularını öne çıkarma; aksaklıklarını sorgulayıp, didikleyip sisteme olan güveni sarsma, sosyal ve entellektüel problemler yaratma; yaşamdan azâmî tat almaya bak. Kapitalizmin nimetlerinin, sana sunduğu sınırsız mal ve servisin keyfini çıkarmak yerine, onun 'tekerine çomak sokarsan', sistem de bunun bedelini ödetir sana!' bağlamında yaklaşarak onlara 'ayar veriyor'lardı .
Böyle denildiğinde aslında söylenen, söylenmek istenen neydi?
Söylenen şey özetle şudur:
'Hayatın gerçek tadı kapitalizmdir (cocapitalizm). Bu, insanoğlunun yeryüzünde inşa ettiği cennettir ve uygarlığımızın da burdan öteye gidebileceği, kat edebileceği bir mesafe kalmamıştır. Tarih denen o onbinlerce yıllık muhteşem anlatı, o görkemli süreç amacına erişmiş ve bu yüzden de artık sona ermiştir (bknz sağ Hegelcilerin en parlaklarından olan F. Fukuyama'nın 'Tarihin sonu ve son insan' kitabı). İdrak et bu gerçeği ve bunun için pazar ekonomisine; finans, endüstri, eğlence ve medya baronlarına şükran duy, sistemin sana sunduğu mal ve hizmetleri tüket ve bütün bunların keyfini çıkar, hazzını yaşa; ve her fırsatta da, ama özellikle de sistem senden onay beklediği durumlarda, şükranını da dile getir, sisteme olan bağlılığını her vesileyle kanıtla'.
Sistem, bütün bu kanaatleri bize empoze ederken; başta Holywood olmak üzere, bütün bir eğlence ve medya endüstrisi üzerinden güçlü bir 'toplumsal rıza' üretmekte, böylelikle de kendisinin sorgulanmasının önünü kesmeye çalışmaktadır.
Örtük ya da açık, 'gönüllü' yada cebri 'rıza üretme mekanizmaları' üzerinden 'ikna edilen' insanlık, kapitalizmden ve onun günümüzde en çok ABD'nin politikalarında somutlaşan emperyalist uygulamalarından memnun olmaya âdeta mecbur bırakılmaktadır. Böylelikle, insanlığın büyük kısmı bugün, kapitalist emperyalizmi asla değiştirilemez bir sistem olarak görmektedir. Bu kabullenme, özünde, sistemin bugüne gelene değin yapıp ettiklerini de zımni olarak içselleştirmek ve onaylamak demektir.
Kapitalist emperyalist sistemi zımni olarak da olsa desteklemek demek, onun 500 yıldan fazla bir zamandır, yani 15. asırdan beri yapageldiği bütün sömürgecilik pratiklerini, bunların maddi, manevi ve ahlâki sonuçlarını da bir biçimde üstlenmek, sahiplenmek, içselleştirmek demektir.
Kapitalizmin refah demek olduğunu empoze eden sistemin organik aydınları, bu masalı, tarihsel süreç içerisinde pazar ekonomisinin ayrılmaz parçası olan krizlerle hayatları perişan olan yüzlerce milyon kişiye satmaya çalıştıklarında, çok zorlanmışlardır. Sistem, toplumsal rıza üretmek noktasında 'yumuşak gücü'nün yetersiz kaldığı tarihsel momentlerde 'sert gücünü', yani militarizmi, otoriterizmi, totaliterizmi, faşizmi devreye sokmaktadır.
Kapitalizmin en olgun, en gelişmiş halinin yaşandığı yer hiç şüphesiz ABD'dir.
'Amerikan Tarzı Yaşam', aynı zamanda, emperyalist kapitalist rıza üretme merkanizmalarının en çok sevdikleri, en çok pazarladıkları ve bu sürecin / operasyonun neticesinde de hakkında en yaygın mutabakat üretmeye muvaffak oldukları illüzyondur.
Günümüzde ABD'de de; sefalet, yoksulluk, açlık, sosyal güvencesizlik ve ümitsizlik ulusun önemlice bir kısmını pençesine almış durumdadır.
Bush'un 2001'de başlattığı ve Obama'nın ise devam ettirdiği ABD'nin son büyük emperyal dizayn projesi, dünya halklarına büyük bedeller ödetirken, ABD imparatorluğunun da gücünün ve nelere kaadir olduğunun sınırlarını göstermesi bakımından tarihsel öneme sahiptir.
Küresel emperyalist kapitalist sistemin rıza üretme mekanizmaları asırlar boyunca, dezenformasyon ve misenformasyonla, yukarıda temel dinamiklerine ve tarihsel seyrine çok kaba hatlarıyla değindiğim üzere; açık ya da örtülü, cebri ya da 'gönüllü' toplumsal mutabakat ortamlarını üreterek insanlığı manüple etmeyi başarmışlardı. Lâkin, kapitalizmin mezar kazıcısı olma olasılı fevkalâde yüksek olan 2008 kriziyle birlikte, artık mızrak çuvala sığmamaya ve güneş balçıkla sıvanamamaya başladı. Sistem artık insanlığı manüple ederken çok daha fazla zorlanmakta. Hele de, son yıllarda Afrika'da özellikle de Somali'de yaşanan insanlık dramının dönüştüğü son fazdan ve 2008 Eylül'ünde dünyayı sarsmaya başlayan ekonomik kirizden sonra, kapitalizmin geniş halk yığınları nezdindeki kredisini büyük ölçüde yitirdiğini öngörmek hiç de hayalci ve sadece verili sisteme hayırhah yaklaşmayanlara özgü bir anti - kapitalist yakıştırma (wishfull thinking) olarak ele alınmayacaktır kanaatimce.
Evet, bu kriz, sistem muhaliflerinin çok uzun süredir, kapitalizmin mezar kazıcısı olacağı ümidiyle beklediği 'o kriz' olabilir.
2008 Eylül'ünden bu yana yaşadığımız, önümüzdeki süreçte de şiddetini arttırması beklenilen kriz gerçekten de Marx ve Engels'in 1848'de Komünist Manifesto ile haberini verdiği 'O Kriz' midir? dolayısıyla da bir Dünya Devrimi'nin objektif koşulları oluşmuş mudur? soruları önümüzdeki günlerde de çok tartışılacağa benziyor.
Yazımın finalinde, sürecin çok daha olumsuz bir mecraya dökülerek ilerlemesi ihtimaline dair bir argüman serdetmeyi hem entellektüel dürüstlük ve hem de kendimi yakın hissettiğim 'olabilirlikçi, olasılıkçı, izafiyetçi felsefi duruş' adına zorunlu görüyorum.
Evet, bu açılardan ele alındığında yaşamakta olduğumuz son kriz; bırakın bir 'Dünya Devrimi'ne yol açmayı, tam aksine; insanoğlunu, küresel bir otoriterizmin, giderek de totaliterizmin ve hatta faşizmin içine atabilir. Öte yandan, krizi takiben, nükleer silâhların kullanıldığı küresel bir emperyalist paylaşım savaşının gelmesi, bu satırlarının yazarının da arasında olduğu bir kısım 'pesimist muhalif' için hiç de sürpriz olmayacaktır doğrusu.
(1) Bu metin, www.ziyaversencan.blogspot.com, Milliyet Blog, Habertürk Blog ve www.tahinpekmez.org 'da aynı anda yayınlanan yazılarım içerisinde açık arayla en çok okunanı bu oldu. Konunun güncelliğine, içeriğinin önemine ve üzerinde çalıştığım son metnime zemin oluşturacağı düşüncesiyle onu yeniden paylaşıyorum.
(1) Bu metin, www.ziyaversencan.blogspot.com, Milliyet Blog, Habertürk Blog ve www.tahinpekmez.org 'da aynı anda yayınlanan yazılarım içerisinde açık arayla en çok okunanı bu oldu. Konunun güncelliğine, içeriğinin önemine ve üzerinde çalıştığım son metnime zemin oluşturacağı düşüncesiyle onu yeniden paylaşıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder