1 – Candan gülümseyen, yüreği yoksullar için atan o sahici kadın yok artık
Sinema - tv dizisi oyuncusu ve senarist olarak tanınan, ancak kariyerinde şarkı sözü yazarlığı, gazetecilik ve yapımcılık da olan Meral Okay (20 Eylül 1959 – 9 Nisan 2012) bir süredir tedavi gördüğü akciğer kanseri yüzünden hayatını kaybetti. Böylelikle, o da; çok sevdiği hayat arkadaşı, ruh ikizi, hayatı boyunca sol muhalif kimliğiyle öne çıkmış oyuncu Yaman Okay’ın (1951 – 1993) pankreas kanserine yenik düşmesinden tam 19 yıl sonra, eşiyle benzer bir finali paylaşarak, yaşam dediğimiz meçhullerle bezeli bu harikulâde ve ‘bi-insaf Oyun’da ve dünya dediğimiz bu büyük ‘Ev’de, ‘perde!’ diyen o büyük ‘Senarist ve Yönetmen’in iradesine boyun eğmiş oldu.Meral Okay; kişiliğinin dip sularına demir atmış olan emek yanlısı dünya görüşünü, kendisine özgü bir hümanizma ve ironik bir mizahla mezcederek nev-i şahsına münhasır bir üslûp oluşturmasını bilmişti. Bu keyfiyet, onun, hem oyunculuğunu ve hem de senaristliğini yaptığı prodüksiyonların dokusuna, belirgin bir renk olarak nüfûz eden karakteristik bir unsurdu.
Gelecek kuşaklar, hiç kuşkusuz onu, İkinci Bahar dizisiyle Beynelmilel ve Hiçbiryerde filmlerinde canlandırdığı karakterlerle, Sezen Aksu için yazdığı şarkı sözleriyle ve ama en çok da Asmalı Konak ve Muhteşem Yüzyıl dizilerine yazdığı senaryolarla hatırlayacaktır. Meral Okay’ın kariyerinin en belirgin başarıları; 2002’de, 24. Siyad Sineması Ödüllerinde, Hiçbiryerde filmindeki rolüyle ve 2007’de, 14. Adana Altın Koza Film Şenliğinde, Beynelmilel filmindeki rolüyle aldığı En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülleridir. Onun en spektaküler ve en çok ses getiren işleri ise, yukarıda da değindiğim üzere, senaryolarını yazdığı Asmalı Konak ve Muhteşem Yüzyıl dizileri oldu. Muhteşem Yüzyıl, Türkiye toplumsal formasyonunda açılmasına hizmet ettiği algı (idrak) kapıları ve bunun neden olduğu bilinç dönüşümleri, kırılmasına katkı verdiği önyargılar, yol açtığı tartışmalar ve kamplaşmalar yüzünden, mercek altına alınmayı hak eden bir popüler kültür fenomenidir.
2 – Muhteşem Yüzyıl, zaten kamplaşmaya meyyal olan Türkiye’de extra bir sosyal fay hattına mı neden oldu?
Dizi sektörümüzün en pahalı prodüksiyonu olan Muhteşem Yüzyıl’ın, 2012’de, şimdiye değin yapılan bağlantılardan hareketle konuşacak olursak, dünyanın 60 ülkesinde gösterilmesi beklenmektedir. Bu durumun, onu, sadece Türkiye’de değil, küresel çapta çok izlenen dizilerden birisi haline getireceği aşikârdır. Dizi, ilk sezonunun ardından, ülkemizin önemli tv ödülü organizasyonlarından olan Antalya Televizyon Ödülleri’nden 4 ödül çıkarmayı bilmiş; buna karşın, etrafında oluşan hararetli tartışmalar ise bir türlü dinmemiştir.
Dizinin ilk bölümünün 5 Ocak 2011’de Show TV’de gösterime girmesinden haftalar önce, başta internette olmak üzere, çeşitli mecralarda paylaşılan fragman ve teaserları, toplumumuzu tam anlamıyla ikiye bölmüştü. Toplumun, genel olarak ulusalcı, Batıcı, lâikçi, lâik (ya da kısaca Beyaz Türkler[i]) diye vasıflandıran kesimleri bunlara karşı olumlu ve hayırhah tutumlar sergilerken; Türkiye toplumunun en kalabalık varlık kümesini oluşturan mütedeyyin – muhafazakâr kesimlerde önceleri itiraz, ardında da bir infial dalgası yükselmişti. Öyle ki, ilk bölüm öncesi yapılan bahse konu tanıtım kampanyası sırasında (kabaca üç hafta içerisinde), RTÜK’e yapılan şikâyetler, 2010 yılı boyunca yapılanların toplamından fazlaydı. Toplumumuzun muhafazakâr, mütedeyyin kesimlerine mensup yurttaşlarımızın gerçekleştirdikleri bu görülmemiş protesto dalgasının ortaya çıkışında; hiç kuşkusuz, onların hassasiyetlerini paylaşan, düşünce ve moral dünyalarına ‘dokunan’, tahayyül ve tasavvur alemlerinin örgütleyicisi ve dillendiricisi olan Saadet Partisi, Büyük Birlik Partisi ve Alperen Ocakları gibi sosyo-politik organizasyonların ve bunların çeşitli sivil toplum kuruluşları biçimindeki izdüşümleriyle kimi medya organlarının bahse konu diziye karşı yükselttikleri itirazların belirleyici tesiri olmuştur[ii].
Bu kesimlerin ve toplumsal aktörlerin yükselttikleri itiraz dalgasının temelinde, dizinin ‘Osmanlının en önemli padişahlarından olan Kanuni’yi, sadece zevk-ü sefa peşinde koşan bir dünyaperest, haremden çıkmayan bir kadın düşkünü ve hayatı sadece maddi ve tensel zevklerden ibaret olarak algılayan ve yaşayan bir hedonist olarak resmettiği’ argümanı yatmaktadır. Bu argümana karşı dillendirilebilecek ilk meşru karşı sav, bunun bir belgesel değil, olsa olsa, tarihi gerçeklere dayanan bir kurmaca eser olduğudur. Öte yandan, ne kadar hayali unsurlarla beslenmiş olursa olsun, (film, roman, tv dizisi gibi) tarih bazlı bir eserin, sosyal belleğe (kolektif şuur) mal olmuş olgulara ve şahıslara karşı saygılı ve ölçülü davranmaktan bütünüyle âzâde olduğunu savunmak, çok da makul olmasa gerektir. Bir diğer deyişle, tarihsel gerçekliklere dayanan bütün kurmaca eserlerin, insanlığın toplumsal belleğinde yer eden hakikatlere asgari de olsa saygı göstermek mükellefiyeti vardır[iii].
Peki, gerçekten de dizi, Başta Kanuni olmak üzere, Osmanlılara haksızlık etmekte midir? Gerek dizinin, başta Meral Okay olmak üzere, beyin takımının, konuya dair açıklamaları, gerekse de izleyebildiğim kadarıyla bende biriken kişisel intibalarımdan hareketle söyleyebileceğim şudur: ‘Muhteşem Süleyman’ dizisi, Kanuni Sultan Süleyman döneminin, Harem merkezli olmak kaydıyla, nasıl yeniden kurgulanabileceği gibi bir problemi önlerine koyan yaratıcı bir ekibin entelektüel arayışının sonucu ortaya çıkmıştır. Bir diğer deyişle, Meral Okay ve diziye emeği geçen diğer yaratıcı ekip mensuplarının tahayyül ve tasavvur alemleri, ideolojik bagajları, kültürel arka plânları ve profesyonel duruşları; onları, Kanuni ve dönemini, Hanedanın Harem hayatı üzerinden kurgulamaya sevk etmiştir. Ortaya çıkan eseri sitümüle eden faktörler arasında, hiç kuşkusuz, bahse konu ekibin beslediği ticari kaygıları ve bu çerçevede dizinin izlenme oranını maksimize etmek arayışlarını da saymak durumundayız. Bütün bu arayış, çaba ve kaygıların hasılası olan nihai ürün üzerinden konuşacak olursam; an itibarıyla, mezkûr dizide, gerek Osmanlı İmparatorluğuna, gerek Hanedana ve gerekse de Kanuni’ye esasta saygısızlık yapılmadığı algısına sahip olduğumu teslim etmek durumundayım.
Öte yandan, mütedeyyin – muhafazakâr bir başka yaratıcı kadro da, Kanuni’yi, kendi pencerelerinden görüldüğü (beş vakit namaz kılan, sabah akşam Kur’an okuyan, Harem dairesine girdiğinde cariyeleri irşad etmekten ve onlara Doğru Yol’u (Sırat-ı Müstakim) ve müminece bir yaşamı vaz’etmekten başka bir şeyi aklının ucundan dahi geçirmeyen[iv], geri kalan zamanlarında da at sırtında ‘küffara’ kılıç çalan) haliyle canlandıran değişik bir ‘Muhteşem Süleyman’ dizisi ya da filmi çekebilir[v]. Böylelikle, farklı tahayyül dairelerinin eseri olan her iki diziye muhatap olan izleyiciler, bunların takdim etiği Kanuni portrelerini (imajlarını) zihinlerinde mezcedip, döneme dair daha bütünlüklü bir yargıya sahip olabileceklerdir. Bu, şayet gerçekleşirse, çok da iyi olur doğrusu. Umarım mütedeyyin sinemacılar – diziciler girişirler bu işe. Üstelik, maddi kaynak bulmakta zorlanacaklarını da sanmıyorum.
Bu bahsin başlığı olan ‘Muhteşem Yüzyıl, zaten kamplaşmaya meyyal olan Türkiye’de extra bir sosyal fay hattına mı neden oldu?’ sorusuna gelince….Dizi, başlangıçta, mütedeyyin ve muhafazakâr kesimlerde rahatsızlık yaratıp, toplumumuzda yeni bir sosyolojik yarılmaya neden olacağı intibaını vermişse de; hemen ardından, birazdan ayrıntılı olarak tartışacağım üzere; bir ucunu, Osmanlı’ya şüpheyle bakıp mesafeli durmanın ve diğer ucunu da, onu ötekileştirmenin, giderek de her çeşit geriliğin ve başarısızlığın müsebbibi olarak görerek tekfir ve demonize etmenin oluşturduğu geniş bir entervale yayılmış olan bir tavır ve davranışlar repertuarını sergileyen kesimlerde neden olduğu olumlu iklim sayesinde, artıları eksilerinin önüne geçen bir toplam sosyolojik tesir yaratmasını bilmiştir.
3 – Meral Okay, ‘Beyaz Türkler’e, lâiklere ve lâikçilere Kanuni’yi ve Osmanlı’yı sevdirmeyi başardı
Yukarıdaki ara başlık abartılı bulunabilir. Lâkin, benim durduğum yerden, kişisel idrak merceğimden; izan, vicdan ve insaf pencerelerimden baktığımda Muhteşem Yüzyıl’a, gördüğüm manzara tam da budur işte: Yüreği; hayatı boyunca yoksullar, mazlumlar, mülksüzler, mâdunlar için çarpan bu kalben gülümsemeyi beceren sahici kadın, bahse konu diziye yazdığı senaryo sayesinde; Birinci Cumhuriyetin ideolojik kabullerinin ve propagandif diskurunun tesiri altında kalarak, 90 yıldan beri, Osmanlı İmparatorluğuna karşı eleştirel ve mesafeli duran, hatta ona inkârcı ve bazen de nefret söylemiyle yaklaşan kimi toplum kesimlerinin verili önyargılarının kırılmasına ciddi manada hizmet etmiştir.
Dizi öncesinde, Osmanlı Sultanlarının, bırakın hayatını izlemeyi ya da okumayı, buna dair en ufacık olumlu ifadelere bile katlanamayan ulusalcı, lâikçi ve lâik toplum kesimleri bu diziden sonra söz konusu tarihi döneme ve bunun aktörlerine çok daha olumlu ve hayırhah yaklaşabilir hale gelmişlerdir. Bahse konu toplum kesimlerinin hiç de azımsanmaması gereken bir bölümü, böylelikle, Osmanlı Medeniyetiyle; daha doğru bir deyişle, bu entitenin popüler, egzotik, oryantalist, dünyevi, muhayyel ve vulger bir tasviriyle barışmış ve ona dair olan diğer birçok olgu ve olayı da önyargısız olarak algılamaya hazır hale gelmiştir.
Yurttaşlarımızın bir kısmının algısında (zihninde) ikamet eden; Osmanlı Medeniyetinin ve onun bütün tezahürlerinin demonize edilmesine (tekfirine) yol açan ideolojik vasatın ve önyargılar silsilesinin belirli ölçülerde dağılmasına hizmet eden dizi; yol açtığı radikal ve pozitif algı kırılması sayesinde, sosyal barışın tesis edilmesine de katkı veren bir mahiyet arz etmektedir. Hiç kuşkusuz, ulusalcı ve lâikçi kesimler arasında, Osmanlı Medeniyetinin bütün tezahürlerine, onun, mezkûr dizinin merceğinden kırılarak bizlere intikal eden (yukarıda vurgu yaptığım) o popülarize edilmiş ‘egzotik, oryantalist, muhayyel, mutasavver ve vulger varyasyonuna’ bile tahammül edemeyen kesimler halâ vardır ve bundan sonra da (Muhteşem Yüzyıl kıvamında kaç dizi yayınlanırsa yayınlansın) var olmaya da devam edecektir. Ancak, bu anlayışın azınlıkta kaldığını sanıyorum. Azınlıkta kaldığını sandığım (ya da, öyle olmasını umduğum) bir başka yaklaşım da, Akit Gazetesinin, Okay’ın ölüm haberini internet sitesinde veriş biçimidir. Bakın söz konusu gazete bu olayı 9 ve 10 Nisan 2012 tarihli internet edisyonlarında nasıl görmüş:
Sadece İslam Dininin değil, bütün kâdîm geleneklerin ve ahlâk öğretilerinin vaz’ettikleri ‘ölenin arkasından nasıl konuşulacağı’na dair olan o temel ahlâk ve adâb-ı muaşeret (görgü) ilkesini çiğneyen bu yaklaşımın, bu topraklarda yaşayan o büyük mütedeyyin ve muhafazakâr topluluğun ezici çoğunluğu tarafından paylaşılmadığına inanıyorum.
İdeolojik repertuarın bir ucunda konumlanmış fundamentalist İslâmcı Vakit Gazetesiyle, diğer ucunda pozisyon alan fundamentalist lâikçilerin, dünyayı algılayıp yorumlarken sergiledikleri bu sınırsız ve tahammülfersa hoşgörüsüzlüğün, bende zaman zaman ‘durun, yapmayın, kavgayı kesin; siz aslında kardeşsiniz, hem de tek yumurta ikizisiniz!’ diye bağırarak bu olup bitenlere müdahil olmak ihtiyacı doğurduğunu ekleyerek tamamlamış olayım bu bahsi.
4 – Ölünce insan, ardında peki neyi kalır? Kariyeri değil insanın, tabii ki ardında karakteri kalır!
Gerek oyunculuğunu ve gerekse de senaristliğini çok da çizgi üstü bulmadığım Meral Okay, (yukarıda izaha çalıştığım malûm nedenler yüzünden) sosyolojik olarak çok önemsediğim Muhteşem Yüzyıl’la bile benim favori sanatçılarım arasına girememişti. İzlediği dizilerde Mad Men, Person of İnterest, Lost, The Big Bang Theory, ya da hiç olmazsa ve en azından Seinfeld tarzı, dinden felsefeye, tarihten kuantum fiziğine, izafiyet teorisinden mitolojiye, mantıktan matematiğe yapılmış ‘serbest uçuşlar’ın mahsulü olan espriler, göndermeler ve imâların tadında ve kıvamında entellektüel meziyetler ve ziynetler arayan bu satırların yazarı için, meselâ Gülse Birsel tarzı dizicilik daha makbûldür(vı). Buna rağmen, Okay’ın (aynen eşi gibi) genç yaşta yaşama veda etmesini, Türkiye’nin kültür ve eğlence hayatı için kayıp olarak görenlerdenim.
O zaman, bu bahsin başlığını irdeleme ve derinleştirme vakti gelmiştir ve dahi çatmıştır demektir.
Ölünce insan, ardında peki neyi kalır? Kariyeri değil insanın, tabii ki ardında karakteri kalır!
‘En zoru da, insanın bir ölüye aşık olmasıdır’ diyen Meral Okay nihayet Yaman'ının yanına gitti! Gitti de, ondan geriye peki ne kaldı? Biraz önce dillendirdiğim üzere; ne o diziler, ne o filmler ve ne de o şarkı sözleri kaldı; geriye Meral Okay’dan, kalben gülümseyen sahici ve vicdanlı bir sûret kaldı.
Vicdanlı bir suret kaldı!
Vicdanlı bir suret kaldı!
[i] Zikredilen kesimleri umumi olarak tarif için kullanılan ‘Beyaz Türkler’ kavramına, söz konusu kavram problemli olsa da, sahip olduğu ihata yeteneği ve sunduğu tarif kolaylığı bakımından bu metinde de ister istemez başvurulmuştur.
[ii] Toplumun kayda değer bir kesimindeki hassasiyetlerin belirginleşip, bir itiraz ve muhalefet dalgasına dönüşmesinde, AKP’nin sosyolojik – ideolojik – kültürel sahiciliğinin ve otantisitesinin garantilerinden ve iktidarın merkezi figürlerinden olan Bülent Arınç gibi bazı önemli aktörlerinin aldıkları pozisyonların oynadığı role işaret edilmediği takdirde, bu tepkinin anlamlandırılması bahsi eksik kalacaktır.
[iii] Kimi Batı ülkelerinde, tarihsel gelişimlerinin bir sonucu olarak, sosyal dokuya damgasını vuran hakim hoşgörü ve uzlaşı iklimi sayesinde, başta Hz. İsa’ya ait olanlar olmak üzere, Batı Medeniyetinin temel koyucu aktörlerine dair olan yerleşik – kâdîm – kollektif kabullerin bile inkâr, tahrip ve tarumar edildiği eserlerle; tarihi hakikatlere, verili ahlâk kaidelerine, geleneklere ve adetlere karşı hiçbir entelektüel, psikolojik ve moral borcunun olmadığına inanan ‘put kırıcı – öncüler’in mahsulü olan ikonaklastik kültür varlıkları, ‘öncü sanat’, ‘avangard kültür’, ‘underground eser’ olarak benimsenir ve kabullenilir. Buna karşın, bizde durum bununla taban tabana zıttır. Gerek ülkemizin coğrafi olarak parçası olduğu toprakların binlerce yıllık mirasının tesiri sonucunda ve gerekse de, Türkiye toplumsal formasyonunu domine eden en güçlü entite olan İslâmiyet realitesi yüzünden, zikredilen mahiyette bir fikir, ifade, düşünce, yaratım ve paylaşım özgürlüğü bizim çok yabancısı olduğumuz bir atmosferdir.
[iv] Muhafazakâr tahayyülün oldukça yaygın ve baskın olan popüler – vulger bir versiyonu, Osmanlı tarihini; spesifik olarak padişahların, genel olarak da ‘ecdadımız’ kavramının vaat ve ima ettiği ortalama Osmanlı erkeğinin, kadınlar ve ama özellikle de gayrimüslim kadınlar üzerindeki cinsel başarılarına yapılmış kuvvetli ve abartılı gönderme ve vurgularla örülü olarak okumayı tercih eder. Bu paradigmaya dair verilebilecek sayısız erkek-egemen (maço, seksist) örnekten sadece ilk elde akla gelebilecek olan üç tanesini görelim: ı - Baltacı Mehmet Paşa’nın Çariçe Katerina’yı ‘fethetmesi’, ıı - Namık Kemal etrafında 19. asrın sonlarında yaratılan ve ancak ‘nemphomania’ hudutları içinde anlaşılabilecek olan erotik kurmacalar külliyatı, ııı - Popüler erkek geyiklerinin neredeyse asırlardır demirbaş deyimlerinden olan o arkaik ‘gâvur a.. gibi cayır cayır yanmak’ deyişi. Bunlarla yüzleşmemiş, bunlarla hesaplaşıp özeleştiri yaparak sağlıklı bir şekilde aşmamış bir muhafazakâr tahayyülün, Meral Okay’ı, ‘ecdadımızı sadece seksi düşünen hedonist müptezellere çevirdi!’ diye eleştirmesi samimi ve tutarlı gözükmemektedir. Yaptığım eleştirinin, bir taraftan dillendirdiğim maço örnekleri içselleştirerek kullanırken, diğer taraftan da etrafa ahlâk ve din adına diskurlar çeken ikiyüzlü kişileri hedeflediği; öte yandan, inandıklarıyla yaşadıkları tutarlı olan samimi mütedeyyinlerin böylesi bir muhasebeden münezzeh olduğu da aşikârdır.
[v] Böyle bir dizinin de yüksek izlenme oranını yakalaması olasılığı, Fetih 1453 filminin yakaladığı gişe başarısı ortadayken, doğrusu hiç de küçük değildir.
(vı) Muhteşem Yüzyıl’daki tarihi hatalara, mantık yanlışlarına, diyaloglardaki zayıflıklara (özellikle de bunların dönemin ruhunu yansıtmaktan ne denli uzak olduğuna), harici çekimlerde kullanılan dekorların İstanbul’un ve Osmanlı İmparatorluğunun ihtişamının karikatürü bile olamadığına girmeme sebebim, okuduğunuz metnin asal ekseninin ve ‘sıklet merkezi’nin ‘eser değil, müessir’, ‘sanat eseri değil, sanatçı’ ve bahse konu dizi değil, Meral Okay olmasındandır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder