Gökşin Sipahioğlu 6 - 7 Eylül provokasyonun parçası mıydı?

Başlığın 'derin devlet' eliyle gerçekleştirilmiş çok kapsamlı bir provokasyonu, manipülasyonu, nasıl romantize ettiğine / olumladığına dikkat lütfen: 'İstanbul'da Asîl İnfial'




1 – İlk düğme yanlış iliklenirse….


Gökşin Sipahioğlu’nun (yazının devamında GS inisiyali ile anılacaktır) yaşadıkları; esasen küresel mahiyette başarılarla dolu bir meslek hayatının, kariyerin henüz daha başındayken yapılan fahiş bir hatayla, nasıl da lekelenebileceğinin çok karakteristik bir örneği olarak kaydedilmiştir tarihin, özellikle de habercilik tarihinin sayfalarına. Gelin birlikte, ‘gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklendiğinde, arkasından gelenlerin tamamı da yanlış iliklenecektir’ atasözünü doğrulayan bu ibretlik hikâyenin önemli satır başlarına, şöyle kuş bakışı da olsa, bir göz atıverelim.Gökşin Sipahioğlu Hayatını Kaybetti - bianet



2 – ‘Grand Turc’ vs. ‘Grand Conspirateur’!

Hayatının çok önemli bir kısmını yaşadığı Fransa’da 'Grand Turc' lâkabıyla tanınan GS (28 Aralık 1916 – 5 Ekim 2011), bundan 9 yıl önce ayrılmıştı aramızdan. 50 yıldır yaşadığı ve ‘evim’ dediği Paris’te ölen bu küresel önemdeki fotoğrafçı ve haberci hakkında dilendirilmiş olan haber, yorum ve eleştirilerin toplamı şimdiden (bu topraklarda doğmuş başka hiçbir habercinin erişemeyeceği bir hacme ulaşarak), ehemmiyetli bir külliyat oluşturmuştur daha şimdiden.

Gökşin Sipahioğlu'nun eseri olan o provokatif gazete.
1926’da İzmir’de doğan GS, çok genç yaşta başladığı mesleğinde (öngörü kapasitesi, her türden insanla ilişki kurmaktaki potansiyeli, cesaret - girişkenlik ve ataklığı, çalışkanlığı, fotoğraf makinesini gözünün ve beyninin, yazı makinesini ise elleriyle aklının adeta doğal uzantılarıymışçasına kullanabilmesi gibi) yetenekleri sayesinde hızla yükselmeyi başardı. Genç gazeteci, 1955’te yayınladığı bir haberle, hem çok uzun bir gazetecilik / habercilik kariyerinin ilk spektaküler çıkışını yapmış; hem de, aynı haberle, hayatı boyunca üzerinden atamayacağı bir mesuliyeti, ayıbı ve şaibeyi de üstlenmişti. İstanbul ekspres’in yazı işleri müdürü olarak 6 Eylül 1955 günü yayınladığı ‘Selânik’te Atatürk’ün doğduğu evi bombaladılar’ haberiydi bu. Sipahioğlu, asparagas olan bu provokatif / manüplatif haberin, 6 – 7 eylül olayları için zemin oluşturmaya çalışan dönemin derin devleti (ilerleyen dönemlerde ‘Süper NATO’ya ve Gladio’ya dönüşecek olan küresel kapitalist – emperyalist suç örgütünün Türkiye ayağı) tarafından ısmarlandığını; kendisinin ise bu operasyonun plânlayıcısı ve tertipçisi olan kurmay heyetinin / beyin takımının ya da aparatçığın şu ya da bu seviyedeki bir unsuru olduğu merkezindeki vahim iddiaları ömrü boyunca reddetmiştir.

3 - GS’nun parlak habercilik kariyeri

GS’nun meslek yaşamı, yukarıda bahsettiğim vicdan ve ahlâk dışı 6 – 7 Eylül operasyonundaki (sorumluluk sınırları halâ tartışılan) katkısı bir kenara bırakılacak olduğunda, gerçekten de çok büyük başarıların süslediği müthiş bir haberciliğe işaret etmektedir.

gökşin sipahioğlu ile ilgili görsel sonucu
GS kimliğiyle özdeşleşen 'özel harp aparatçığı' yaftasına
hayatının sonuna kadar itiraz etse de, bu lekeyi
temizlemeye muvaffak olamadı.
1956 Mısır - İsrail savaşında çektiği çarpıcı fotoğraflar; Çetin Altan ve Aziz Nesin’in ilk gazete yazılarını yayınlayan Yeni Gazete’yi çıkarması; tepe yöneticiliğini yaptığı Vatan Gazetesi’nde ülkemizdeki ilk erken baskı sistemini kurması; Tiran’a girerek oradan haber ve fotoğraf çıkarabilen ilk NATO mensubu ülke gazetecisi oluşu; füze krizinin patlaması üzerine, gemici karnesiyle girmeyi başardığı Küba’da çektiği fotoğrafların bu alanda dünyada bir ilk oluşu; 1966’da Paris Büro Şefi olarak girdiği Hürriyet Gazetesi adına çektiği ‘Mayıs 1968 ayaklanması’ fotoğraflarının hem sembolik içerikleri, hem belgesel yönleri ve hem de estetik vasıfları yüzünden çok beğenilmesi ve dünyanın neredeyse bütün önemli mecralarında görsel belge olarak kullanılması; Çin – Batı dünyası kutuplaşmasının en sert, en gerilimli olduğu Kültür İhtilâli öncesinde Çin’e girmeyi başaran ilk Türk ve birkaç dünya gazetecisinden de birisi oluşu; 1969’dan itibaren çalışmaya başladığı dünyanın en önemli basın kuruluşlarından Gama Ajansı’ndan (mezkûr kurumun bürokratik ve muhafazakâr yapısının yaratıcılığını, cevvalliğini engellediğini görmesi üzerine), büyük bir risk alarak ayrılması ve olay yaratan ve gündem oluşturan ‘özel röportaj ve fotoğraflar’ının dağıtımı için kendi ajansı olan Sipa Press’i kurması; Sipa Press’in, GS’nun başarılı yönetimi sayesinde, dönemin en önemli gazeteci ve fotoğrafçılarını istihdam eden çok parlak bir haber ajansına dönüşmesi ve dünyanın sayılı fotoğraf ve belge arşivlerinden birisine sahip olması….. Bunlar ve burada kendilerinden bahsetmeye ne yerimizin ve ne de vaktimizin müsait olmadığı sayılamayacak kadar çok olan diğer öncü ve önemli habercilik işleri; GS’nun uzun, başarılı ve çok parlak gazetecilik kariyerinin sadece bazı köşe taşlarını oluşturmaktadır.

4 - Doğan Grubu ve Ertuğrul Özkök bu teklifi nasıl geri çevirmiş, hayret doğrusu!

Hızlı teknolojik dönüşüme ayak uyduramayan Sipa Press, 1980’lerde, pek çok başka küresel medya oyuncusu gibi, ekonomik sıkıntıya düştü. Kurucusunun zengin network'ünün ve işletmecilik dehasının da çare bulamadığı bu problem 1990’larda daha da derinleşerek altından kalkılamaz bir boyuta erişti. GS, bunun üzerine çareyi, Sipa Press’in, alanında küresel anlamda en zengin birkaç arşivden birisi olarak gösterilen ve milyonlarca sıra dışı çalışmadan oluşan, fotoğraf koleksiyonunu satışa çıkarmakta buldu. Basın dünyamızın kulislerinde tedavüle sokulan iddialara prim verecek olursak, GS, arşivini devralması için ilk olarak, uzun yıllar Paris Büro Şefliğini yaptığı Hürriyet Gazetesi ve onun Genel Yayın Yönetmeni Francophone Ertuğrul Özkök ile temas kurdu ve oldukça da hesaplı (hatta kelepir) sayılabilecek bir meblâğ talep etti. Ancak, ne yazık ki, ne Ertuğrul Özkök ve ne de grubun tepe yöneticileri, bu heyecan verici arşivi Doğan Yayın Grubu’na ve Türkiye’ye kazandırmak noktasında yeterli istek ve iradeye (aslında vizyon ve basiret desem daha doğru olacak sanırım) sahip olamadılar. Bunun üzerine Gökşin Sipahioğlu, zaten kendisine uzun süredir astronomik teklifler götüren birkaç talipten birisi olan Fransız medya grubu Sud Communication’a devretti arşivini.
  
Ertuğrul Özkök ve dönemin Doğan Medya Holding tepe yöneticilerinin isabetsiz, basiretsiz ve vizyonsuz tutumları yüzünden, hem Türkiye ve hem de Hürriyet Gazetesi, habercilik tarihi bakımından gerçek bir hazineyi, hem de şu anki sahibinin ödediğinden çok daha mütevazı bir bedelle, varlıkları arasına katma fırsatını, maalesef ve maatteessüf, elinden kaçırmış oldu.

5 - Habercilik ilke ve etik temelli bir meslektir

Habercilik hem önemli ve hem de değer / ilke merkezli icra edilmesinde mutlak manada zaruret olan mesleklerin başında gelir. İnsanlığın haber alma hürriyeti temelinde sürdürülen bu kamusal yarar yanı çok yüksek faaliyet sırasında, ilke / değer temelli davranılmaz, egemenlerle ‘aynı sofraya oturmak’ adına meslek deontolojisinden ve evrensel etik kodlarından taviz verilirse; bu durum, söz konusu mesleki deformasyonu yaşayan gazetecinin, aynen GS vak'asında olduğu gibi, - İsa'nın, 'Via Dolorosa - Acılar Yolu' boyunca, hayatının finalini yaşayacağı Golgota Tepesi'ne değin, sırtında taşımak zorunda olduğu devâsa haç misali - müktesebatını lekeleyen vahim bir şaibenin müellifi olduğu gerçeğinin ömrü boyunca taşıyıcısı olmasına neden olabilecektir. Kamuoyu (halk, millet, insanlık camiası) gazeteciden manüplasyon, spekülasyon, tetikçilik ve toplum mühendisliği yapmasını değil; kendisini dürüstçe ve olgularla mutabık bir şekilde bilgilendirmesini ve aydınlatmasını beklemektedir. Sadece budur gazetecinin - habercinin işlevi, sebeb-i mevcudiyeti...
Hürriyet de 'topa giriyor'!

Arama motorlarında yapacağınız taramalar sonucu, GS ile ilgili çok sayıda haber ve yoruma erişirsiniz. Bunların ezici çoğunluğu onun (yukarıda özetlemeye gayret ettiğim) mesleki başarılarına vurgu yapmaktadır. Bütün bunlar içinde, bana kalırsa, akılda en çok kalanı; dünya basın tarihinin gerçek duayenlerinden birisi olan GS’nun, mesleki dehasını, cesaretini, girişimciliğini, yaratıcılığını, ‘haberi koklamak’taki maharetini, sanatçılığını, estetliğini, stratejistliğini, uzak görüşlülüğünü yansıtan olgular değildir ne yazık ki. Onun 6-7 eylül 1955 trajedisindeki (gayri müslim unsurlarla komünist ve sosyalistler gibi rejim muhaliflerini tasfiyeye yönelik bir derin tertip, toplum mühendisliği amaçlı 'dört başı mâmur' bir provokasyon olarak okunması daha isabetlidir) plânlayıcılığına, azmettiriciliğine ve beyin rolü üstlenmesine dair yapılan spekülasyonlar olacaktır. Mesleki kariyerindeki, yukarıda ancak ana konturlarıyla değinebildiğim, bütün o müthiş / göz kamaştırıcı başarıları gerçekleştiren bir haberci, bir ‘Grand Turc’ yerine; ‘Atatürk’ün Selânik’teki evinin bombalandığı dezenformasyonunu tedavüle sokarak, 6 – 7 eylül 1955 tertibine zemin hazırlamak isteyen Türk derin devletinin Bab-ı Âli'deki aparatçığı’, bir ‘Grand Conspirateur’ olarak hatırlanmak, ‘bir ömürden geriye en çok hatalar ve günahlar kalır!’ dedirten türden, üzerinde çok düşünülesi ve muhasebesi yapılası bir ibret tablosudur adeta.

6 - Sahi, bir ömürden geriye en çok ne kalır?

Evet, bu metnin ilk paragrafında işaret ettiğim üzere, 'ilk düğmesini yanlış iliklediğiniz gömleğinizin diğer bütün düğmeleri de yanlış iliklenmeye yazgılıdır!'.
Okunulan metnin geldiği aktüel uğrakta dillendirilmesi zaruri soru şudur: 
Bir ömürden geriye en çok ne kalır? 
En çok geriye ne yazık ki hatalar kalır!
....bizden geriye en çok ayıplarımız, hasisliklerimiz, gaddarlıklarımız, bencilliklerimiz, nadanlıklarımız, nobranlıklarımız, kabalıklarımız ve kötülüklerimiz kalır... 
Gökşin Sipahioğlu'ndan geriye, nasıl 6 - 7 Eylül derin devlet operasyonunun azmettiricisi ve tetikçisi - aparatçığı olduğunu kalmışsa, Via Dolorosa denilen şu acı dolu hayat maceramızdan geriye de, maatteessüf, en çok günahlarımız kalır, 
giderek de neredeyse belki sadece günahlarımız kalır...
Gökşin Sipahioğlu'nun; hem sosyo-politik mesajları, hem belge niteliği ve hem de estetik vasıfları bakımından birinci sınıf bir eser olan yukarıdaki fotoğraf gibi binlerce karesi olmasına karşın, ne yazık ki bunlarla anılmamakta ve hatırlanmamaktadır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder