At'ın insanlık tarihindeki yeri ve önemi




1 – Medeniyet kurucu bir unsur olarak at

Medeniyet tarihinin (sığır, koyun, keçi, köpek ile birlikte) en önemli hayvanlarından olan atın Türk milleti için daha da dominant ve merkezi bir unsur olduğu arkeolojik ve antropolojik bulgular ve tarihsel kayıtlarla sabittir. ‘At, avrat, pusat emanet edilmez’ atasözümüz, tarım temelli yerleşik medeniyet öncesi göçer Türk kavimlerinin bu hayvana biçtikleri hayati ve kritik rolü gözler önüne serer. Bazı kaynaklarda efsanevi Moğol Hükümdarı Cengiz Han’a, bazılarında ise büyük Hun (Türk) hakanı Attila’ya (Atilla) referans verilen ve atın endüstrileşmenin baskın olduğu 19. asra kadar olan binlerce yıllık süreçteki ehemmiyetine nispet eden ‘Sakın bir Çiviyi küçümseme; bir çivi bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir komutanı, bir komutan bir orduyu, bir ordu bir ülkeyi kurtarır!’ sözü ‘Bir mıh bir nalı, bir nal bir atı kurtarır’ şeklinde girmiştir atasözlerimiz arasına. Hz. Muhammed’in Mirac’a çıkması sırasında kullandığı Burak isimli binek hayvanının insan yüzlü, kanatlı, küçük cüsseli ve ama pek kuvvetli ve hızlı bir at olduğuna inanılır. Antik Yunan Mitolojisindeki Pegasus (uçan at), kadim Çin ve Hind medeniyet havzaları üzerinden Yunan mitolojisine intikal eden Unicorn (tek boynuzlu), Hind mitolojisindeki at kafalı ve insan gövdeli Gandharvar ile, ondan esinlendiği düşünülen Grek mitolojisi figürü, kafası ve gövdesi insan, belden aşağısı ise at olan Sentor, atın medeniyet dediğimiz toplamın çeşitli katmanlarındaki tezahürlerinin hemen akla gelenlerindendir. Bazı medeniyet tarihçilerine göre, mesafeleri kısaltması, iletişimi hızlandırması, bilginin yayılma hızını arttırması ve kültürleri kaynaştırması yüzünden at, insanlığın gelişmesine en çok katkı sağlamış olan hayvandır. Burada özetle işaret edilen nitelikleri ve ilerleyen bölümlerde paylaşılacak diğer birçok hususiyeti yüzünden ‘at, göçebe ve tarım evrelerindeki medeniyetimizin kayda değer ve kanonik antitelerindendi’ şeklindeki bir tarif ve tavsif çabası, atın hakikatiyle tam manasıyla mutabıktır.

2 – Biyolojik, zoolojik, taksonomik ve morfolojik bakımdan at

At, otobur bir memeli olup hayvanlar aleminin Chordata şubesinin, tek tırnaklılar / toynaklılar takımının Atgiller (Equidae) familyasından geviş getirmeyen, evcil ve yabani türleri olan bir hayvandır. Erkeği aygır, dişisi kısrak, yavrusu tay, iğdiş edilmişi beygir şeklinde isimlendirilir. Arap, İngiliz, Çin, Ahal Teke, Midilli ve Belçika / Felemenk en önemli at türleridir. Bunlardan Midilli ve Arap ırklarının soy kütükleri net olarak bilinmemektedir. Geniş bir tırnakla çevrili olup toynak diye isimlendirilen üçüncü parmakları üzerine basarak yürürler. Kısraklar 15 yaşına kadar doğurabilir; gebelik periyodu 11 aydır ve her seferde tek tay yavrular. Atlar (ırktan ırka ve her ırkın da kendi içerisindeki alt türlere göre değişmek kaydıyla) çeşitli renklere ve desenlere sahiptirler. Atın rengine don adı verilir. Başlıca at donları: yağız (kara), al (kızıl-kahve, kırmızıya çalan at kestanesi), beyaz, doru (gövde kahverengi, yele, kuyruk ve ayakların uçları kara), kula (gövde koyu sarı, yele, kuyruk ve ayakların uçları kara), kır (koyu kıllarla karışık ak), boz (al don üzerine ak kıllar) ve ahreçtir (kıllar beyaz ve kırmızı, yele ile kuyruk siyah). İskeletindeki kemiklerin sayısı 224 olan at, yetişkin bir insanın sahip olduğu 206 kemikten 18 kemik fazlasına sahiptir. Ortalama olarak 25 – 30 yıl kadar süren bir ömre sahip olan at, ayakta uyumayı beceren, sadık, eğitilmeye açık, zeki ve özverili bir türdür. Diğerkâmlığı, binicisinin onu çatlayana / ölene değin koşturmasına izin verecek denli derin olan at, bu nitelikleri yüzünden binlerce yıl boyunca insanın hayvanlar alemindeki en yakın yardımcısı ve dostu olmuştur.
Ä°lgili resim

3 - Atı hangi ulus evcilleştirdi?

Atın evcilleştirilmesinin üzerinden kabaca 5,500 yıl geçtiği konusunda umumi bir konsensüs olmasına karşın, onu ilk evcilleştiren ulus hakkında tarihçi, antropolog, etnolog ve zoologların yaptıkları tartışmalar asırlar boyunca devam etmiştir. Bazı uzmanlar bu ulusun, İrani ya da Türki olduklarına dair teoriler olan, İskitler (Sakalar) olduğunu ileri sürerler. Öte yandan, bu halkın tarih sahnesine çıkmasının M.Ö. 1,000 yılına kadar ancak inebildiğine, bu yüzden de evcilleştirilmesi M.Ö. 3,500’e dayanan atın medeniyetin bir enstrümanı haline getirilmesinin İskitlerden daha önce tarih sahnesine çıkan, Türkler ya da Moğollar gibi, bir başka kavme mahsus olduğunu savunanların görüşleri bugün ağırlık kazanmıştır. Arkeolojik ve antropolojik bulgulara bakıldığında, Moğolların ilkin orman kavmi oldukları, bilâhare bozkır yaşamını seçtikleri, buna karşın Türklerin tarihlerinin başından beri bozkır (step) insanları olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum Moğol boylarının atı ilk evcilleştiren ulus olduğu iddiasının altını boşaltmaktadır. Öte yandan, Asya’da Türki kavimlerin yaşadıkları bozkır karakterli coğrafyalarda tespit edilen Afanasyevo Kültürü (M.Ö. 2,500 – 1,700) ile onun gelişmesiyle oluşan Andronovo Kültür Çevresi (M.Ö. 1,700 – 1,200), göçebe – avcı – toplayıcı – talancı – hayvan besleyen – at merkezli eko-sistemlerdir. Buralarda atın günümüzden en az 5,000 yıl önce evcilleştirildiğine dair çok sayıda arkeolojik kanıt bulunmuştur. Örneğin Afanasyevo ve Andronovo kültür çevrelerinin parçası olan (Moğolistan – Kazakistan – Çin’in ortasında, Altay – Sayan Dağlarının Kuzeybatısında yer alan) Kapanda-Yüs bölgesinde yapılan kazılarda, M.Ö. 3,000 tarihlenen mezarlarda, ağızlarında demir gem izleri bulunan at iskeletlerine rastlanmıştır. Bununla birlikte, Ön Asya ve İndo-Germen kavimlerinin tarihlerinin mütekabil dönemlerinde atın önemli bir yeri olmadığı vakıası da göz önünde bulundurulduğunda, ‘atı kimler ehlileştirdi?’ sorusunun cevabı şeksiz, şüphesiz ve tereddütsüz olarak ‘Türkler’ şeklinde netleşmektedir.

4 – Bir büyük teknolojik sıçrama: tekerlekli araçlar ve at arabası

Tekerleğin icadı M.Ö. 3,500 yılına tarihlenir. Mucidi olan Sümerler, ahşaptan yaptıkları tekerlekli arabalara öküzleri koşmuşlardır. M.Ö. 2,000’de ilk defa atların arabalara koşulduğu görülür. Hem yük taşımakta ve hem de savaşlarda büyük bir teknolojik sıçrama, kapasite artışı ve verimlilik sağlayan at arabalarının Mezopotamya kökenli oluşu ‘atı evcilleştirenler Sümerler olabilir mi?’ sorusunu gündeme taşımışsa da, bu işin en az 1,000 – 1,500 yıl önce Asya steplerindeki göçer Türkler tarafından gerçekleştirildiğinin ispatlanması, olası bir polemiği daha başlangıcında boğmuştur. At arabaları Mezopotamya’dan Anadolu ve Pers ülkelerine, Mısır’dan Grek diyarına kadar bütün bir Levant Kozmosuna hızla yayılmıştır. Levanttan (Doğu Akdeniz medeniyet Kozmosu) sonra dünyanın diğer meskûn mahallerinde kullanılmaya başlanan at arabaları, günümüzün ileri teknolojili ulaştırma, taşımacılık ve iletişim araçlarının muadili olarak işlev görmüştür binlerce yıl boyunca. Öte yandan, Araplar dışındaki kavimlerin ata binmek konusunda çok da mahir olmamaları, atla bütünleşmiş bir hayat süren Türklerin ise at arabası imkânını hayatlarının parçası kılmakta oldukça yavaş davranmaları, üzerinde durulması gereken kimi nedenlere ve alt metinlere dayanıyor olsa gerektir.

5 - Türk ve at: ayrılması mümkün olmayan ikili

At, Türklerin ulaştırma, savaşma, ticaret, iletişim, yönetişim, diplomasi işlerindeki temel enstrümanı idi. Türklerle bir şekilde irtibat ve iltisak halindeki çeşitli ecnebi kanaat önderlerinin serdettikleri ‘Türklerde devlet, at üzerinde kurulmakta ve at üzerinde yönetilmekteydi’ ifadesi, mezkûr hayvanın ecdadımızın hayatındaki ağırlığına vurgu yapan nesnel bir tespittir.
Arkeolojik ve antropolojik kanıtlar ve kayıtlarla atlı / göçebe / bozkır kültürüne dair geçmişleri M.Ö 3,000 yılına kadar inen Türklerin, bu tarihten daha da önce, söz konusu yaşam tarzını seçmiş olabileceği ilim çevrelerinde dillendirilmektedir. Bozkırda (steplerde) sürdürülen at merkezli göçebe yaşam tarzının Türk tarzı olarak isimlendirilmesi, Türklerin atla olan birlikteliğinin gücünden ve derinliğinden beslenmektedir. Avcı – toplayıcı – talancı – göçer – konar toplumlar içinde hayvanları ilk evcilleştirenler, ata ilk binenler, diğer kavimleri ata binmek konusunda eğitenler Türkler olmuştur. Her ailenin oba denen çadırının kapısında sefere hazır eyerli iki at hazır bulunurdu. Göçebe Türklerin atla tanışması yürümeye başladıkları çağlarına tesadüf eder. Çocuklar 3 – 4 yaşlarında özel eyerli ata bindirilmeye başlanır. Bozkır Türkünün gündelik rutini bütünüyle at üzerinde cereyan eder. Ava çıkan, ya da düşmana sefer eden savaşçılar günlerce, bazen de haftalarca atın üzerinden (neredeyse hiç) inmeden yol alırlardı. Bu uzun süreli seferlerde yemek yemek, içmek, uyumak, iletişim kurmak, istişarede bulunmak, keşif yapmak, avlanmak, pusu kurmak, cenk etmek, zorunlu doğal ihtiyaçlarını gidermek, meyve toplamak gibi çok sayıda iş at sırtında gerçekleştirilirdi. Göçebe Türklerin takas ya da para temelli ticari faaliyetlerinin tamamı da at sırtında olurdu. Bu yüzden de yabancılar ‘diğerleri ata biner, Türkler ise at üstünde yaşar’ lâfını kullanmışlardır Türkleri tarif için.
Konar – göçer Türklerin yetişkin atlara verdikleri isimler arasında ‘at’, ‘yund’, ‘göçüt’ öne çıkmaktadır. Türkler her yaştan ve cinsten atı (aygır, beygir, kısrak, tay, kulun, arkun) ayırmaz, ‘yılkı’ dedikleri aynı sürü içinde toplarlardı. Göçer Türk boylarının en önemli zenginlik kaynakları sahip oldukları atlarıydı. Kız alıp verirken, savaş tazminatı alır ya da öderken, fidye alırken ya da öderken, ticarette takas yaparken kullandıkları temel ekonomik varlık atlarıydı. Bu yüzden de olabildiğince çok atı evcilleştirerek sürülerine katarlardı. Başta Arap, Bizans ve İran kaynakları olmak üzere, çeşitli kayıtlara ve tanıklara bakıldığında, birkaç yüz nüfuslu bir Türk oymağının bile binlerce, bazen on binlerce attan oluşan büyük sürüleri olduğu görülürdü. Her aile kendi özel damgasını atlarının sağrısına nakşeder, böylece hayvanların karışmasını engellemeye, ya da çalındığında bulunmasını kolaylaştırmaya çalışırlardı.  Binit (binek) ve savaş aracı olarak kullanılan atların dışında sürülerdeki hayvanların özel bir bakımı yoktu. Kısrakların kıymeti doğurdukları sağlıklı taylar kadar, göçer Türklerin milli ve spesifik içeceği olan kımız yapımında kullanılan süt verimleriyle ölçülürdü. Dini adakların yerine getirilmesi ve zorunlu haller dışında at kesmemeye özen gösteren Türkler keçi ve koyun eti ile beslenir; ancak, en çok da at etini ve yağını severlerdi. Buradaki enteresan bir zıtlığı dikkatlerinize sunarak tamamlıyorum bu bölümü: Ecdadımızın at etine yaklaşımı ile, bizlerin at eti karıştırılmış yiyeceklere verdiğimiz tepkilerin bu denli farklı olması, antropolog, etnolog ve sosyologların üzerinde düşünmeleri gereken bir husus olsa gerektir.
6 - At ve savaş sanatı

Atın 5,500 yıl önce ehlileştirilerek muharebelerde kullanılması, savaş endüstrisinde gerçekleştirilen en kayda değer ve radikal dönüşümlerdendi. Savaş arabası şeklinde modifiye ve dizayn edilmiş at arabasının devreye girmesiyle birlikte, 1900’lerin başına kadar sürecek olan 4,000 yıl boyunca, at merkezli oluşumlar dünya ordularının en etkili unsurları olmuştur. Muharebe sahasında savaş arabalarının yol açtığı sonuçlar, 1. Dünya Savaşı ile birlikte kullanılmaya başlanan zırhlı ve paletli araçlarla karşılaştırılabilecek kadar önemliydi. Enteresan olan husus şudur ki, Türkler, ata binmek ve atla muharebe etmek konularında gösterdikleri hüner ve elde ettikleri başarılarını, savaş arabaları sahasında sergilemek konusunda çok yavaş ve tutuk davranmışlardır. Hiç kuşkusuz spekülatif bir argümantasyon olacak, ancak tahayyül ve tasavvur dünyamıza, Kozmos’a fırlatılmış bir işaret fişeği misali de olsa, katılmasında fayda gördüğüm için, paylaşıyorum: şayet Türkler, ata binmek konusundaki hüner ve yaratıcılıklarını atlı savaş arabalarını geliştirmek konusunda da sergileselerdi, sadece harp tarihi değil, hem Türklerin ve hem de insanlığın umumi tarihi de daha farklı olabilirdi.

7 - Amerika’nın atla tanışması

Amerika’nın yerleşik halkının (yerliler / kızılderililer) bize intikal eden ilk izleri günümüzden 34,000 – 30,000 yıl öncelerine tarihlenmektedir. Aradaki büyük bir boşluktan sonra, 15,000 yıl öncesine tarihlenen başka insan izleri de bulunmuştur aynı coğrafyada. Bunların Asya’da yaşayan kavimlerin, uzun süreli kuraklıklardan sonra, donarak buzdan bir yola dönüşen Bering Boğazı üzerinden; ya da, buzul çağı yüzünden seviyesi çok alçalan denizin ortaya çıkmasına yol açtığı Beringia denen bir kıstak (iki coğrafya parçasını birleştiren ince, dar, boğaz şeklindeki oluşum) sayesinde, Alaska üzerinden Kuzey, orta ve Güney Amerika’ya yayıldıkları sanılmaktadır. Amerikan yerlilerinin kurdukları bilinen en parlak medeniyetler Meksika, Orta Amerika’nın tamamı, Venezuela, Ekvador, Kolombiya ve Peru’da hakim olan Olmek, Maya, İnka ve Azteklerdir. Aztek medeniyeti Hernan Cortes, İnkalar ise Francisco Pizarro Gonzále komutasındaki birkaç yüz asker, birkaç top, az sayıdaki atla yok edilmişlerdir. Maya uygarlığının çöküşü ise halâ gizemini korumaktadır. Amerika’nın iki kadim medeniyetinin, İnkalarla Azteklerin yıkılmasında iki unsur belirleyici olmuştur: İspanyol süvariler ve istilacıların Avrupa’dan getirdikleri çiçek vd hastalık mikropları. Aztek ve İnkalar, kafası ve gövdesi insan, gerisi at şeklinde tasvir edilen mitolojik varlıklar olan Sentor benzeri kötücül tanrılar tarafından yok edileceklerine inanıyorlardı. Daha önce hayatlarında hiç ata binmiş insan görmemiş olan İnkalar ve Aztekler, İspanyol süvarileri ile karşılaştıklarında, onları, inançlarının bir parçası olan o kötücül tanrılar sanmış ve paralize olmuşlardır. 10 milyon civarındaki Amerikan yerlisi, takip eden yıllarda, İspanyol istilacılar ya da onların taşıdıkları mikropların yol açtığı salgın hastalıklar tarafından yok edilecektir. Anlayacağınız, Amerika’nın ve onun yerlilerinin atla tanışması son derecede trajedik bir şekilde sonuçlanmıştır.

İspanyol sömürgeciler, Avrupa’dan getirdikleri atları Amerika’da çiftleştirerek çoğaltmışlardı. Bunlardan doğaya kaçanlar, Kuzey Amerika vahşi at ırkı olan Mustang’lerin ataları olmuştur. Amerikan yerlileri olan Kızılderililer, Mustang’leri evcilleştirerek bütün Kuzey Amerika’ya 300 yıl boyunca hakim olmuşlardır. Yeri gelmişken şunun da altını çizmek anlamlı olur: Kızılderililer; Türkler, Moğollar ve Araplarla birlikte, dünyanın ata en iyi binen milletlerindendir. Amerikan yerlilerinin çok kısa bir sürede dünyanın en iyi binicileri arasına girmesini, üstelik de bunu eyersiz gerçekleştirmelerini sağlayacak denli atla bütünleşerek yapmalarını sağlayan şey, Bering Boğazı üzerinden Amerika’ya göçen Orta Asya kavimlerinin soyundan gelmelerinden, bir diğer deyişle, Türklerle müşterek bir kök ataya sahip olmaları yüzünden olabilir pekâlâ. Sadece ABD’nin değil, Dünya’nın da en köklü ve büyük motorlu araç üreticilerinden Ford’un üretimine 1964’de başladığı ve halen de modellerini güncelleyerek üretimine devam ettiği efsanevi spor aracına bir Kızılderili ismi olan Mustang (tabiatın ortasındaki vahşi at) adını vermesi, Amerikalı beyazların, Kızılderililere yaptıkları kötülüklerden duydukları pişmanlığı yansıtıyor olabilir pekalâ.

8 – At arabası: fırsatlar ve tehditler

Tekerlekli arabalar, özellikle de at arabaları sayesinde her türlü malzeme, madenler, ham madde, yarı mamül ve malların, her çeşit haber ve informasyonun ve tabii ki, insanların (at arabalarından öncesine kıyasla) daha hızlı, daha büyük miktarlarda ve çok daha uzak mesafelere taşınması mümkün olmuştur. Bu sayede, aralarında, yürüyerek erişilmesi çok zaman alan uzak mesafeler olan medeniyet, inanç ve kültür havzaları birbirleriyle karşılaşmış, tanışmış ve bunların çeşitli özelliklerinin, dinamiklerinin, bileşenlerinin eklektik ya da senkretik bir araya gelişleri (recomposition) sayesinde hibrid, melez, kolaj karakterli yeni medeniyet, kültür ve inanç havzaları ortaya çıkmıştır. Bu durum M.Ö. 2,000 – M.S. 1,900 döneminin karakteristik özelliğidir. At arabalarının askeri sahadaki kullanımlarının sonuçlarına önceki bölümlerde değinildiğinden, o konuya burada girilmeyecektir. 19. Yüzyılın ikinci yarısında, nüfusu milyonu geçen kentler ortaya çıkmıştı. Bunların en belli başlıları New York, Londra, Paris, Pekin, Kanton, Viyana, Nanking, Delhi’ydi. Sanayi, ticaret, sağlık hizmetleri eğitim, devlet yönetimi, diploması ve turizmin merkezleri olan büyük kentlerin gündelik rutinleri, sayıları on binleri aşan at arabaları sayesinde yürütülebilmekteydi. Medeniyetin ilerlemesine büyük katkı sağlayan ve büyük kent yaşamının vazgeçilmez bir parçası olan at arabaları, işte tam da burada, bir büyük risk unsuru olarak çıkmaktalar karşımıza. Şehirlerin sokaklarında hizmet veren on binlerce arabanın atlarının, her gün kamusal alana bıraktıkları binlerce ton dışkı ile binlerce litre idrar, çok büyük bir çevre kirliliği ve sağlık sorunu yaratmaktaydı. Milyonluk kentlerin tamamında sokak ve caddelerin dayanılmaz derecede pis kokması kent sakinlerini canlarından bezdirmekteydi. Bu durum, havaların ısındığı bahar ve özellikle de yaz aylarında büsbütün çekilmez oluyor, büyük kentlerde bir türlü önü alınamayan tifo, tifüs ve dizanteri salgınları gelişiyordu. Belediyeler, halktan aldıkları vergilerin önemli bir kısmını bu hayvansal atıkların temizlenmesine harcıyorlardı. Fransa ve Almanya’da başlayıp, hemen akabinde de ABD’de çok hızlı bir şekilde gelişen motorlu araçlar endüstrisinin, yol açtığı onca hava kirliliğine ve neden olduğu çok sayıda ölümlü kazalara karşın, kısa bir zamanda büyük aşama kaydetmesinin, halkta çok hızlı bir karşılık bulmasının ve asırlardır medeniyetimize damgasını vuran atlı arabaların yerini inanılmaz bir süratle almasının ardında işte böyle bir mekanizma çalışmıştı.

9 - Dünyanın en meşhur 11 atı:

Burak: Hz. Muhammed’i, Miraç gecesi yaptığı yolculuk sırasında sırtında taşıyan katırdan küçük, merkepten büyük, beyaz bir uçan at, bazen de bir şahmerandır. Miraçname ve Siyer-i Nebi’lerdeki tasvirlerde insan suratlı ve kanatlı bir varlık şeklinde resmedilmiştir.

Kanthaka: Beyaz renkli ve 8 metre uzunluğunda olduğu rivayet edilen bu at Hind kralı Suddharna’nın oğlu prens Siddharta’ya aitti ve onun can yoldaşıydı. Prens dünya nimetlerinden el çekmeye ve saraydan ayrılıp ormanda derin düşünceye dalmaya karar verdi. Atına atladı, yardımcısı Canna ile birlikte Anoma nehrine vardı. Kanthaka bir sıçrayışta nehri aştı. Ardından Siddharta, Çanna’ya, Kanthaka’yı da alıp saraya dönmesini emretti. At, Siddharta gözden kaybolana kadar sahibine baktı; ardından derin bir yeise kapılarak aniden öldü. Efendisi ise o günden sonra artık Buda adıyla bilinecekti.
Bukefalos: Büyük İskender’in M.Ö. 355 – M.Ö. 326 döneminde yaşadığı sanılan atıdır. Dönemin en usta at eğitimcileri çaresiz kalınca, bizzat İskender tarafından eğitilen Bukefalos (Grekçe: öküz kafalı), çok iri, simsiyah ve koca kafalıydı. İskender yaşadığı sürece Bukefalos’a bindi ve imparatorluğunu onun sırtında kazandığı seri zaferlerle kurdu. Pers diyarının fethi sırasında düşmanın eline geçen atını vermemeleri halinde, bütün Pers İmparatorluğunu yakacağını ilân eden İskender, atını geri almış, bu arada da, dünyada en çok sevdiği varlığın Bukefalos olduğu anlaşılmıştı.
Incitatus: Roma İmparatorluğunun çılgın tiranı Caligula’nın (M.S. 37 – 41’de hüküm sürdü) atıydı. Tiran atını öyle çok seviyordu ki, Roma Senatörü ilân etti, yemine altın tozu serptirdi. Atın mermerden bir ahırı, fildişinden yemliği, su ve şarap içtiği altın kupası vardı. 41 yılında öldürülerek hükümdarlığı bitirilen Caligula, ömrü yetse atını tanrı ilân ettirmeye hazırlanıyordu.
Byerley Türk: Saf kan Arap atlarının soyunun dayandığı üç attan biri kabul edilen Byerley Türk 1688’deki Budin Muhasarasında yenilgiye uğrayan Osmanlı Ordusundan kalan ganimettendi. Günümüzde onlarca milyar dolara erişen dünya at yarışı endüstrisinin başlangıcının Byerley Türk’e dayandığı kabul edilir.
Komançi: Bir Mustang (Kuzey Amerika yabani atı) olan Komançi, ABD süvari birliklerine katıldıktan sonra önemli muharebelerin ön saflarında yer aldı. General Custer’in Amerikan yerlileri karşısında ağır bir yenilgiye uğradığı Litle Bighorn Muharebesinde (1876) yaralanarak gazi ünvanı alan Komançi, ABD ordusunun şehitlerinin simgesi kabul edilmiş, büyük saygı görmüş, öldükten sonra doldurularak Kansas Üniversitesi Doğal Tarih Müzesi’nde sergilenmeye başlamıştır.
Marengo: Mısır seferinde ele geçirdiği bu atı Napolyon Bonapart çok sevmiş, takip eden bütün savaşlarında ona binmişti. İmparatoriçe Josephine Napolyon’u kadınlardan çok, imparatorun aşırı bir tutkuyla bağlı olduğu, bu yüzden de yatak odasına astığı, Leonardo da Vinci’nin başyapıtı ve dünyanın en değerli sanat eseri olan Mona Lisa tablosunda ve atı Marengo’dan kıskandığı söylenir. Yenilip esir düştüğü Waterloo’da da imparatorun bindiği at, galipler tarafından alınan ganimet arasında, İngiltere’ye götürüldü; orada da ilgi gördü, iskeleti halen Sandhurst Askeri Akademisi Müzesi’nde sergilenmektedir.
Yakışıklı Jim Key: Dr. William Key'in (eski bir köleydi) eğittiği Jim Key güzelliği ve daha çok da zekâsıyla ün yapmıştı. Alfabenin harflerini tanıyan, sorulara başını sallayarak cevap veren, kasiyerlik yaparak para üstü verebilen Jim Key dönemin ABD Başkanı William McKinley'e özel bir gösteri yaparak ülke çapında ünlenmişti.
Derviş: Osmanlı İmparatorluğunun zirvesindeki Sadrazam ve başkomutan konumunu kaybeden Enver Paşa, yeni bir ülkünün / ütopyanın peşinde Türkistan’a gitmiş ve Sovyetler Birliği’nin egemenliği altındaki Türki ulusların bağımsızlığı ve birleşmesi için çalışmıştır. Paşa’nın bu sırada edindiği atı Derviş ona ölene kadar eşlik edecekti. Doğu Buhara’da, Pamir dağı eteklerinde Bolşevikler tarafından kuşatılan Enver Paşa ve 25 savaşçısı katledildiğinde takvimler 4 Ağustos 1922’yi gösteriyordu. Bolşevik mitralyözlerinin üzerine elinde kılıçla giden Enver Paşa ile rüzgâr gibi koşan atı derviş ve 25 yoldaşı aynı anda can verdiler.
Hayyam: Son halife Abdülmecid Efendi’nin kır renkli atıydı. Otomobili olmasına karşın, Cuma selâmlığına atı Hayyam’ın üzerinde çıkmayı tercih eden son Halife, verdiği görüntü ve imajıyla halkın büyük ilgisini çekiyordu. 3 Mart 1924’te hilafet kaldırılınca Abdülmecid Efendi de Orient Express ile apar topar Avrupa’ya gönderilecekti. Haneden malı sayıldığından Türkiye’de kalan Hayyam, önce Halkalı Ziraat Mektebi’ne, sonra İnanlı Harası’na gönderildi. Cumhurbaşkanlığı Koşu da dahil çok sayıda yarış kazanan şampiyon tayları olan Hayyam, Payitaht’da dolaşan son Hanedan atıydı.
Düldül (Jolly Jumper): Belçikalı Morris’in çizdiği ve Fransız senarist – yazar Rene Goscinny’nin yazdığı ve çizgi roman Kozmos’unun Frankofon havzasının en önemli kahramanlarından olan Red Kit’in (Lucky Luke) atı Düldül (Jolly Jumper) kurmaca at figürleri içinde küresel ünü en belirgin olanıdır hiç kuşkusuz. Çok akıllı, hızlı ve espritüel olan Düldül, hem Red Kit’le ve hem de onun süper salak köpeği Rin Tin Tin (Rantanplan) ile konuşabilmektedir.

10 - Atasözlerimiz ve deyimlerimizde at

Dilimizin atasözleri ve deyimler şeklinde tertiplenmiş deyişler haznesinde öznesi ya da nesnesi at olan yüzlerce ifade vardır. Önemli ve popüler olan birkaçını hatırlayalım. Önce atasözlerimiz:
‘Abdal ata binince bey oldum, şalgam aşa girince yağ oldum sanır’, ‘Acemi nalbant el atında ustalaşır’, ‘Aç at yol almaz, aç it av avlamaz’, ‘Alçak ata binmesi, öksüz çocuk dövmesi kolaydır’, ‘Alma alı, sat yağızı, bin doruya, besle kırı’, ‘Almayacağın atın kuyruğunu elleme’, Aslan kükrer, at tökezler’, ‘Arpa atın, pilav yiğidin’, ‘Ata da soy gerek ite de’, ‘At, adımına göre değil, adamına göre yürür’, ‘Ata eyer, eyer de er gerek’, ‘At arılıkla, yiğit gariplikle’, ‘At, avrat, pusat emanet verilmez’, ‘At binenin, kılıç kuşananın’, ‘Atı alan Üsküdar’a geçti’, ‘At bulunur meydan bulunmaz, meydan bulunur at bulunmaz’, ‘Atım tepmez, itim kapmaz deme’, ‘Atına bakan ardına bakmaz’, ‘Atın dorusu, yiğidin delisi makbuldür’, ‘Atın ölümü arpadan olsun’, ‘Atın ürkeği, yiğidin korkağı’, ‘Atın varken yol tanı, ağan varken el tanı’, ‘At ile avrat, yiğide çokça baht’, ‘Atlar tepişir, eşekler ezilir’, ‘At ölür, ite bayram olur’, ‘At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır’, ‘At binicisine göre kişner’, ‘Atta karın, yiğitte burun’, ‘Cevval atın karnı, yiğit erin burnu iridir’, ‘At yedi günde, it yediğinde semirir’, ‘At yiğidin yoldaşıdır’, ‘Hediye atın dişine bakılmaz’, ‘tek sürçme ile atın başı kesilmez’, ‘Canı yanan erkek atı geçer’, ‘Kır atın ya huyundan, ya suyundan’, ‘Sen dede, ben dede; bu atı kim tımar ede?’, ‘Yumuşak atın çiftesi pek olur’, ‘Atın alâsı seyrek mahmuzlanır’, ‘Âlâ ata binse de çulsuz selâm almaz’, ‘Yularsız ata binilmez’, ‘Atın suçunu eyerin üstünde ara’, ‘Eğreti ata binen tez iner’, “Yayan erin umudu olmaz”, ‘At işler, er öğünür’, ‘At, Türk‘ün kanadıdır’, ‘Türk, çadırda doğar, at üstünde ölür’, ‘At ölümü, er ölümü olmasın’, ‘Kuş kanadı ile, er atı ile’, ‘At’a kuyruk, yiğide bıyık yakışır’, ‘Atı kuyruklu olanın sözü buyruklu olur’, ‘Sabah kalk atanı, ardından atını gör”.
Bunlar da içinden at geçen deyimlerimiz:
‘at çalındıktan sonra ahırın kapısını kapamak’, ‘at elin, it elin, sana ne’, ‘at gibi’, ‘at hırsızı’, ‘at izi it izine karışmak’, ‘at koşturmak’, ‘at oynatmak’, ‘ata ot, ite et vermek’, ‘atı eşkin, kılıcı keskin’, ‘atla arpayı dövüştürmek’, ‘atla deve değil ya!’, ‘attan inip eşeğe binmek’.

11 - Eski Türk Dini ve Mitolojisinde At

Göçer Türk boylarının İslâmiyet öncesi inançlarına göre kurban kesmek çok önemli bir ibadetti. Çeşitli nedenlerle Gök Tanrıya koç, buğra (erkek deve) ve aygır kesen Türkler, bunları da sürülerinin en sağlıklı ve gösterişli olanları arasından seçerlerdi. Atın hayatlarındaki merkezi rolüne binaen Türkler, en büyük adakları ve ritüelleri için atları tercih etmişlerdir. Türk mitolojisi, kozmolojisi ve ikonografisinde at, Acun’un (Kozmos / Evren) 4 temel unsurundan birisi olan su elementinin hayvan biçiminde somutlaşmış hali olarak kabul edilirdi. Su kökenli atlar şeklinde formüle edilen sudan çıkan atlar ile, gökten inen kanatlı atları ifade eden imajlar, türk mitoloji ve ikonografisinin temel sembollerindendir.

Bugün ülkemiz sınırları içinde yok olmaya yüz tutmuş olan Yörük ve Türkmen göçerleriyle, Orta Asya’daki Türki kavimlerde varlığını sürdüren (antropolog ve etnologlarca derlenerek kataloglanmış) kadîm inanışlarına göre: ‘at, bir evin önünde başı eve doğru bağlanırsa soluğu ile o eve bereket ve uğur getirir’, ‘bir kişi sabahleyin gün doğmadan kır ata binerek bir dereden yedi kez geçerse ona büyü etki yapmaz’, ‘bir evde at olursa o eve cin, şeytan girmez’, ‘atın gözü yaşarırsa ya sahibi ya da sahibinin yakınlarından biri ölecek demektir’, ‘at başı suya atılırsa yağmur yağar’, ‘nazardan korunmak için eve at başı asılır’, ‘atın soluğu hastalığa iyi gelir’.

12 – Edebiyatımızda at

Türk medeniyet dairesinde atın işgal ettiği merkezi yer ve oynadı kritik rol yüzünden at eski (Divan) ve yeni (modern) edebiyatımızın temel izleklerinden olagelmiştir. Bu meyanda olmak üzere at Divan şiirine de konu olmuş, atla ilgili zengin bir içerik bu edebiyat havzasında kendisine yer bulmuştur. Hatta öyle ki, sadece atla ilgili olan ve ‘rahşiyye’ denilen özgün ve özerk bir edebî tür bile bu edebiyatın hudutları içerisinde hayat bulmuştur.
Şairlerimizin hafızamıza nakşolmuş atla ilgili bazı dizelerini hatırlayarak devam edelim:
Bizdik o hücûmun bütün aşkıyla kanatlı / Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı/ 
Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle, Canlandı o meşhur ova at kişnemesiyle!’, 
Yahya Kemal Beyatlı.

‘Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik /Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik   
Haykırdı, ak tolgalı beylerbeyi "İlerle!/Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle
  
Şimşek gibi atıldık bir semte yedi koldan/Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan  
Bir gün yine doludizgin atlarımızla /Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla   
Cennette bu gün gülleri açmış görürüz de/Hâlâ o kızıl hâtıra gitmez gözümüzde   
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik/Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik’,
Yahya Kemal Beyatlı

‘O zafer getiren atlıların nalları altındanmış / Gidişleri akına, gelişleri akındanmış’, Arif Nihat Asya.
‘Akıyordu su gösterip aynasında söğüt ağaçlarını. Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını! Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere! Birden bire kuş gibi vurulmuş gibi kanadından, Yaralı bir atlı yuvarlandı atından! Bağırmadı, gidenleri geri çağırmadı,
baktı yalnız dolu gözlerle uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!
Ah ne yazık! Ne yazık ki ona dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak, beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!
Nal sesleri sönüyor perde perde, atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!
Atlılar atlılar kızıl atlılar, atları rüzgâr kanatlılar!’, Nazım Hikmet.

‘Atları hızlı sür ki köye pek geç varmasın, Nişanlımın gözleri yollarda kararmasın’, Faruk Nafiz Çamlıbel.
‘İşte biz ki, tâ ezelden beri atlıyız. Asırların göklerinde biz kanatlıyız.
Kanımızın ateşinde şimşek yarattık; Bu şimşekle küheylana bir kırbaç attık’, Enis Behiç Koryürek.
‘Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur! Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur, Ne senin anladığın kadar, kaldırımları’, Necip Fazıl Kısakürek.
‘Kır At’a nal mı dayanır? Dağlar uykudan uyanır, Yer gök kızıla boyanır’, Orhan Veli.
‘Tılsımlı yazımıza kılıçlardan kan atlar, Hoyrat süvarisine gücenip gitti atlar!’, Olcay Yazıcı.
‘Bir kaza kurşunu bulur her yerde Süvarisiz şaha kalkan atları’, Sezai Karakoç.
‘Artık ben gideceğim, ata eyer vuruyorlar. Hatıralarımı birer birer yakacağım.
Artık ben gideceğim atım kişniyor’, Sezai Karakoç.
‘Hey! Bizdik o erler ki, ufuklar boyu hızla; Beş kıtaya nam saldık o gün atlarımızla! Bizler ki, alev nallı uçan atlarımızla, Tarihe gömüldük yaşıyor adlarımızla’, Dündar Akünal.
‘Eylül toparlandı gitti, işte Ekim falan da gider bu gidişle, Tarihe gömülen koca koca atlar, Tarihe gömülür o kadar’, Turgut Uyar.
Edebiyatçılarımızın inşâ ettikleri atla ilgili külliyatta yaptığımız seyahati, ‘Ata binilmez, ata yükselinir’ ifadesiyle mezkûr hayvana beslediği aşkını ölümsüzleştirmiş olan Necip Fazıl Kısakürek’in, sadece Türk edebiyatının değil, dünya edebiyatının da en önemli at güzellemelerinden biri olan, ‘At’a Senfoni’sinden bir alıntıyla tamamlıyoruz:
‘At’a senfoni” yahut Atın Romanı... Tarihi, felsefesi her şeyi içinde... Dokuz yaşında ata bindim ve yalan olmasın, bir daha inmedim. Her binişimde büyüdüm ve her inişimde küçüldüm’. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder