1 – Medeniyet kurucu bir
unsur olarak at
Medeniyet tarihinin (sığır, koyun, keçi, köpek
ile birlikte) en önemli hayvanlarından olan atın Türk milleti için daha da dominant
ve merkezi bir unsur olduğu arkeolojik ve antropolojik bulgular ve tarihsel
kayıtlarla sabittir. ‘At, avrat, pusat emanet edilmez’ atasözümüz, tarım
temelli yerleşik medeniyet öncesi göçer Türk kavimlerinin bu hayvana biçtikleri
hayati ve kritik rolü gözler önüne serer. Bazı kaynaklarda efsanevi Moğol
Hükümdarı Cengiz Han’a, bazılarında ise büyük Hun (Türk) hakanı Attila’ya
(Atilla) referans verilen ve atın endüstrileşmenin baskın olduğu 19. asra kadar
olan binlerce yıllık süreçteki ehemmiyetine nispet eden ‘Sakın bir Çiviyi küçümseme; bir çivi
bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir komutanı, bir komutan bir orduyu, bir ordu
bir ülkeyi kurtarır!’ sözü ‘Bir mıh bir nalı, bir nal bir atı kurtarır’
şeklinde girmiştir atasözlerimiz arasına. Hz. Muhammed’in Mirac’a çıkması
sırasında kullandığı Burak isimli
binek hayvanının insan yüzlü, kanatlı, küçük cüsseli ve ama pek kuvvetli ve
hızlı bir at olduğuna inanılır. Antik Yunan Mitolojisindeki Pegasus (uçan at), kadim Çin ve Hind
medeniyet havzaları üzerinden Yunan mitolojisine intikal eden Unicorn (tek boynuzlu), Hind
mitolojisindeki at kafalı ve insan gövdeli Gandharvar
ile, ondan esinlendiği düşünülen Grek mitolojisi figürü, kafası ve gövdesi
insan, belden aşağısı ise at olan Sentor,
atın medeniyet dediğimiz toplamın çeşitli katmanlarındaki tezahürlerinin
hemen akla gelenlerindendir. Bazı medeniyet tarihçilerine göre, mesafeleri
kısaltması, iletişimi hızlandırması, bilginin yayılma hızını arttırması ve
kültürleri kaynaştırması yüzünden at, insanlığın gelişmesine en çok katkı
sağlamış olan hayvandır. Burada özetle işaret edilen nitelikleri ve ilerleyen
bölümlerde paylaşılacak diğer birçok hususiyeti yüzünden ‘at, göçebe ve tarım
evrelerindeki medeniyetimizin kayda değer ve kanonik antitelerindendi’ şeklindeki
bir tarif ve tavsif çabası, atın hakikatiyle tam manasıyla mutabıktır.
2 – Biyolojik, zoolojik,
taksonomik ve morfolojik bakımdan at
At, otobur bir memeli olup hayvanlar aleminin
Chordata şubesinin, tek tırnaklılar / toynaklılar takımının Atgiller (Equidae)
familyasından geviş getirmeyen, evcil ve yabani türleri olan bir hayvandır. Erkeği
aygır, dişisi kısrak, yavrusu tay, iğdiş edilmişi beygir şeklinde
isimlendirilir. Arap, İngiliz, Çin, Ahal Teke, Midilli ve Belçika / Felemenk en
önemli at türleridir. Bunlardan Midilli ve Arap ırklarının soy kütükleri net
olarak bilinmemektedir. Geniş bir tırnakla çevrili olup toynak diye
isimlendirilen üçüncü parmakları üzerine basarak yürürler. Kısraklar 15 yaşına
kadar doğurabilir; gebelik periyodu 11 aydır ve her seferde tek tay yavrular. Atlar
(ırktan ırka ve her ırkın da kendi içerisindeki alt türlere göre değişmek
kaydıyla) çeşitli renklere ve desenlere sahiptirler. Atın rengine don adı
verilir. Başlıca at donları: yağız (kara), al (kızıl-kahve, kırmızıya çalan at
kestanesi), beyaz, doru (gövde kahverengi, yele, kuyruk ve ayakların uçları
kara), kula (gövde koyu sarı, yele, kuyruk ve ayakların uçları kara), kır (koyu
kıllarla karışık ak), boz (al don üzerine ak kıllar) ve ahreçtir (kıllar beyaz
ve kırmızı, yele ile kuyruk siyah). İskeletindeki kemiklerin sayısı 224 olan
at, yetişkin bir insanın sahip olduğu 206 kemikten 18 kemik fazlasına sahiptir.
Ortalama olarak 25 – 30 yıl kadar
süren bir ömre sahip olan at, ayakta uyumayı beceren, sadık, eğitilmeye açık,
zeki ve özverili bir türdür. Diğerkâmlığı, binicisinin onu çatlayana / ölene
değin koşturmasına izin verecek denli derin olan at, bu nitelikleri yüzünden binlerce
yıl boyunca insanın hayvanlar alemindeki en yakın yardımcısı ve dostu olmuştur.
3 - Atı hangi ulus evcilleştirdi?
Atın evcilleştirilmesinin üzerinden kabaca 5,500 yıl geçtiği konusunda
umumi bir konsensüs olmasına karşın, onu ilk evcilleştiren ulus hakkında tarihçi, antropolog, etnolog ve zoologların yaptıkları tartışmalar
asırlar boyunca devam etmiştir. Bazı uzmanlar bu ulusun, İrani ya da Türki
olduklarına dair teoriler olan, İskitler (Sakalar) olduğunu ileri sürerler. Öte
yandan, bu halkın tarih sahnesine çıkmasının M.Ö. 1,000 yılına kadar ancak
inebildiğine, bu yüzden de evcilleştirilmesi M.Ö. 3,500’e dayanan atın
medeniyetin bir enstrümanı haline getirilmesinin İskitlerden daha önce tarih
sahnesine çıkan, Türkler ya da Moğollar gibi, bir başka kavme mahsus olduğunu
savunanların görüşleri bugün ağırlık kazanmıştır. Arkeolojik ve antropolojik
bulgulara bakıldığında, Moğolların ilkin orman kavmi oldukları, bilâhare bozkır
yaşamını seçtikleri, buna karşın Türklerin tarihlerinin başından beri bozkır
(step) insanları olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum Moğol boylarının atı ilk
evcilleştiren ulus olduğu iddiasının altını boşaltmaktadır. Öte yandan, Asya’da
Türki kavimlerin yaşadıkları bozkır karakterli coğrafyalarda tespit edilen Afanasyevo Kültürü (M.Ö. 2,500 – 1,700) ile
onun gelişmesiyle oluşan Andronovo Kültür Çevresi (M.Ö. 1,700 – 1,200), göçebe
– avcı – toplayıcı – talancı – hayvan besleyen – at merkezli eko-sistemlerdir.
Buralarda atın günümüzden en az 5,000 yıl önce evcilleştirildiğine dair çok
sayıda arkeolojik kanıt bulunmuştur. Örneğin Afanasyevo
ve Andronovo kültür çevrelerinin parçası olan (Moğolistan – Kazakistan – Çin’in
ortasında, Altay – Sayan Dağlarının Kuzeybatısında yer alan) Kapanda-Yüs
bölgesinde yapılan kazılarda, M.Ö. 3,000 tarihlenen mezarlarda, ağızlarında
demir gem izleri bulunan at iskeletlerine
rastlanmıştır. Bununla birlikte, Ön Asya ve İndo-Germen kavimlerinin tarihlerinin
mütekabil dönemlerinde atın önemli bir yeri olmadığı vakıası da göz önünde
bulundurulduğunda, ‘atı kimler ehlileştirdi?’ sorusunun
cevabı şeksiz, şüphesiz ve tereddütsüz olarak ‘Türkler’ şeklinde netleşmektedir.
4 – Bir büyük teknolojik sıçrama:
tekerlekli araçlar ve at arabası
Tekerleğin
icadı M.Ö. 3,500 yılına tarihlenir. Mucidi olan Sümerler, ahşaptan yaptıkları
tekerlekli arabalara öküzleri koşmuşlardır. M.Ö. 2,000’de ilk defa atların
arabalara koşulduğu görülür. Hem yük taşımakta ve hem de savaşlarda büyük bir
teknolojik sıçrama, kapasite artışı ve verimlilik sağlayan at arabalarının
Mezopotamya kökenli oluşu ‘atı evcilleştirenler Sümerler olabilir mi?’ sorusunu
gündeme taşımışsa da, bu işin en az 1,000 – 1,500 yıl önce Asya steplerindeki
göçer Türkler tarafından gerçekleştirildiğinin ispatlanması, olası bir polemiği
daha başlangıcında boğmuştur. At arabaları Mezopotamya’dan Anadolu ve Pers
ülkelerine, Mısır’dan Grek diyarına kadar bütün bir Levant Kozmosuna hızla
yayılmıştır. Levanttan (Doğu Akdeniz medeniyet Kozmosu) sonra dünyanın diğer
meskûn mahallerinde kullanılmaya başlanan at arabaları, günümüzün ileri
teknolojili ulaştırma, taşımacılık ve iletişim araçlarının muadili olarak işlev
görmüştür binlerce yıl boyunca. Öte yandan, Araplar dışındaki kavimlerin ata
binmek konusunda çok da mahir olmamaları, atla bütünleşmiş bir hayat süren
Türklerin ise at arabası imkânını hayatlarının parçası kılmakta oldukça yavaş
davranmaları, üzerinde durulması gereken kimi nedenlere ve alt metinlere
dayanıyor olsa gerektir.
5 - Türk ve at: ayrılması mümkün olmayan ikili
At, Türklerin ulaştırma, savaşma, ticaret,
iletişim, yönetişim, diplomasi işlerindeki temel enstrümanı idi. Türklerle bir
şekilde irtibat ve iltisak halindeki çeşitli ecnebi kanaat önderlerinin
serdettikleri ‘Türklerde devlet, at üzerinde kurulmakta ve at üzerinde
yönetilmekteydi’ ifadesi, mezkûr hayvanın ecdadımızın hayatındaki ağırlığına
vurgu yapan nesnel bir tespittir.
Arkeolojik ve antropolojik kanıtlar ve
kayıtlarla atlı / göçebe / bozkır kültürüne dair geçmişleri M.Ö 3,000 yılına
kadar inen Türklerin, bu tarihten daha da önce, söz konusu yaşam tarzını seçmiş
olabileceği ilim çevrelerinde dillendirilmektedir. Bozkırda (steplerde)
sürdürülen at merkezli göçebe yaşam tarzının Türk tarzı olarak
isimlendirilmesi, Türklerin atla olan birlikteliğinin gücünden ve derinliğinden
beslenmektedir. Avcı – toplayıcı – talancı – göçer – konar toplumlar içinde
hayvanları ilk evcilleştirenler, ata ilk binenler, diğer kavimleri ata binmek
konusunda eğitenler Türkler olmuştur. Her ailenin oba denen çadırının kapısında
sefere hazır eyerli iki at hazır bulunurdu. Göçebe Türklerin atla tanışması
yürümeye başladıkları çağlarına tesadüf eder. Çocuklar 3 – 4 yaşlarında özel
eyerli ata bindirilmeye başlanır. Bozkır Türkünün gündelik rutini bütünüyle at
üzerinde cereyan eder. Ava çıkan, ya da düşmana sefer eden savaşçılar günlerce,
bazen de haftalarca atın üzerinden (neredeyse hiç) inmeden yol alırlardı. Bu
uzun süreli seferlerde yemek yemek, içmek, uyumak, iletişim kurmak, istişarede
bulunmak, keşif yapmak, avlanmak, pusu kurmak, cenk etmek, zorunlu doğal
ihtiyaçlarını gidermek, meyve toplamak gibi çok sayıda iş at sırtında
gerçekleştirilirdi. Göçebe Türklerin takas ya da para temelli ticari
faaliyetlerinin tamamı da at sırtında olurdu. Bu yüzden de yabancılar ‘diğerleri
ata biner, Türkler ise at üstünde yaşar’ lâfını kullanmışlardır Türkleri tarif
için.
Konar – göçer Türklerin yetişkin atlara verdikleri
isimler arasında ‘at’, ‘yund’, ‘göçüt’ öne çıkmaktadır. Türkler her yaştan ve
cinsten atı (aygır, beygir, kısrak, tay, kulun, arkun) ayırmaz, ‘yılkı’
dedikleri aynı sürü içinde toplarlardı. Göçer Türk boylarının en önemli
zenginlik kaynakları sahip oldukları atlarıydı. Kız alıp verirken, savaş
tazminatı alır ya da öderken, fidye alırken ya da öderken, ticarette takas
yaparken kullandıkları temel ekonomik varlık atlarıydı. Bu yüzden de
olabildiğince çok atı evcilleştirerek sürülerine katarlardı. Başta Arap, Bizans
ve İran kaynakları olmak üzere, çeşitli kayıtlara ve tanıklara bakıldığında, birkaç
yüz nüfuslu bir Türk oymağının bile binlerce, bazen on binlerce attan oluşan
büyük sürüleri olduğu görülürdü. Her aile kendi özel damgasını atlarının
sağrısına nakşeder, böylece hayvanların karışmasını engellemeye, ya da
çalındığında bulunmasını kolaylaştırmaya çalışırlardı. Binit (binek) ve savaş aracı olarak
kullanılan atların dışında sürülerdeki hayvanların özel bir bakımı yoktu. Kısrakların
kıymeti doğurdukları sağlıklı taylar kadar, göçer Türklerin milli ve spesifik
içeceği olan kımız yapımında kullanılan süt verimleriyle ölçülürdü. Dini
adakların yerine getirilmesi ve zorunlu haller dışında at kesmemeye özen
gösteren Türkler keçi ve koyun eti ile beslenir; ancak, en çok da at etini ve
yağını severlerdi. Buradaki enteresan bir zıtlığı dikkatlerinize sunarak
tamamlıyorum bu bölümü: Ecdadımızın at etine yaklaşımı ile, bizlerin at eti
karıştırılmış yiyeceklere verdiğimiz tepkilerin bu denli farklı olması, antropolog,
etnolog ve sosyologların üzerinde düşünmeleri gereken bir husus olsa gerektir.
6 - At ve savaş sanatı
Atın 5,500 yıl önce ehlileştirilerek muharebelerde kullanılması,
savaş endüstrisinde gerçekleştirilen en kayda değer ve radikal dönüşümlerdendi.
Savaş arabası şeklinde modifiye ve dizayn edilmiş at arabasının devreye girmesiyle
birlikte, 1900’lerin başına kadar sürecek olan 4,000 yıl boyunca, at merkezli
oluşumlar dünya ordularının en etkili unsurları olmuştur. Muharebe sahasında savaş
arabalarının yol açtığı sonuçlar, 1. Dünya Savaşı ile birlikte kullanılmaya
başlanan zırhlı ve paletli araçlarla karşılaştırılabilecek kadar önemliydi.
Enteresan olan husus şudur ki, Türkler, ata binmek ve atla muharebe etmek
konularında gösterdikleri hüner ve elde ettikleri başarılarını, savaş arabaları
sahasında sergilemek konusunda çok yavaş ve tutuk davranmışlardır. Hiç kuşkusuz
spekülatif bir argümantasyon olacak, ancak tahayyül ve tasavvur dünyamıza,
Kozmos’a fırlatılmış bir işaret fişeği misali de olsa, katılmasında fayda
gördüğüm için, paylaşıyorum: şayet Türkler, ata binmek konusundaki hüner ve
yaratıcılıklarını atlı savaş arabalarını geliştirmek konusunda da
sergileselerdi, sadece harp tarihi değil, hem Türklerin ve hem de insanlığın
umumi tarihi de daha farklı olabilirdi.
7 - Amerika’nın atla
tanışması
Amerika’nın yerleşik halkının (yerliler / kızılderililer)
bize intikal eden ilk izleri günümüzden 34,000 – 30,000 yıl öncelerine
tarihlenmektedir. Aradaki büyük bir boşluktan sonra, 15,000 yıl öncesine
tarihlenen başka insan izleri de bulunmuştur aynı coğrafyada. Bunların Asya’da
yaşayan kavimlerin, uzun süreli kuraklıklardan sonra, donarak buzdan bir yola
dönüşen Bering Boğazı üzerinden; ya da, buzul çağı yüzünden seviyesi çok alçalan
denizin ortaya çıkmasına yol açtığı Beringia denen bir kıstak (iki coğrafya
parçasını birleştiren ince, dar, boğaz şeklindeki oluşum) sayesinde, Alaska
üzerinden Kuzey, orta ve Güney Amerika’ya yayıldıkları sanılmaktadır. Amerikan
yerlilerinin kurdukları bilinen en parlak medeniyetler Meksika, Orta Amerika’nın
tamamı, Venezuela, Ekvador, Kolombiya ve Peru’da hakim olan Olmek, Maya, İnka
ve Azteklerdir. Aztek medeniyeti Hernan Cortes, İnkalar ise Francisco Pizarro Gonzále
komutasındaki birkaç yüz asker, birkaç top, az sayıdaki atla yok edilmişlerdir.
Maya uygarlığının çöküşü ise halâ gizemini korumaktadır. Amerika’nın iki kadim
medeniyetinin, İnkalarla Azteklerin yıkılmasında iki unsur belirleyici
olmuştur: İspanyol süvariler ve istilacıların Avrupa’dan getirdikleri çiçek vd
hastalık mikropları. Aztek ve İnkalar, kafası ve gövdesi insan, gerisi at
şeklinde tasvir edilen mitolojik varlıklar olan Sentor benzeri kötücül
tanrılar tarafından yok edileceklerine inanıyorlardı. Daha önce hayatlarında
hiç ata binmiş insan görmemiş olan İnkalar ve Aztekler, İspanyol süvarileri ile
karşılaştıklarında, onları, inançlarının bir parçası olan o kötücül tanrılar
sanmış ve paralize olmuşlardır. 10 milyon civarındaki Amerikan yerlisi, takip eden
yıllarda, İspanyol istilacılar ya da onların taşıdıkları mikropların yol açtığı
salgın hastalıklar tarafından yok edilecektir. Anlayacağınız, Amerika’nın ve
onun yerlilerinin atla tanışması son derecede trajedik bir şekilde
sonuçlanmıştır.
İspanyol sömürgeciler,
Avrupa’dan getirdikleri atları Amerika’da çiftleştirerek çoğaltmışlardı.
Bunlardan doğaya kaçanlar, Kuzey Amerika vahşi at ırkı olan Mustang’lerin
ataları olmuştur. Amerikan yerlileri olan Kızılderililer, Mustang’leri
evcilleştirerek bütün Kuzey Amerika’ya 300 yıl boyunca hakim olmuşlardır. Yeri
gelmişken şunun da altını çizmek anlamlı olur: Kızılderililer; Türkler,
Moğollar ve Araplarla birlikte, dünyanın ata en iyi binen milletlerindendir. Amerikan
yerlilerinin çok kısa bir sürede dünyanın en iyi binicileri arasına girmesini,
üstelik de bunu eyersiz gerçekleştirmelerini sağlayacak denli atla bütünleşerek
yapmalarını sağlayan şey, Bering Boğazı üzerinden Amerika’ya göçen Orta Asya
kavimlerinin soyundan gelmelerinden, bir diğer deyişle, Türklerle müşterek bir kök
ataya sahip olmaları yüzünden olabilir pekâlâ. Sadece ABD’nin değil, Dünya’nın
da en köklü ve büyük motorlu araç üreticilerinden Ford’un üretimine 1964’de
başladığı ve halen de modellerini güncelleyerek üretimine devam ettiği efsanevi
spor aracına bir Kızılderili ismi olan Mustang (tabiatın ortasındaki vahşi at)
adını vermesi, Amerikalı beyazların, Kızılderililere yaptıkları kötülüklerden
duydukları pişmanlığı yansıtıyor olabilir pekalâ.
8 – At arabası: fırsatlar ve
tehditler
Tekerlekli arabalar, özellikle de at arabaları sayesinde her
türlü malzeme, madenler, ham madde, yarı mamül ve malların, her çeşit haber ve
informasyonun ve tabii ki, insanların (at arabalarından öncesine kıyasla) daha
hızlı, daha büyük miktarlarda ve çok daha uzak mesafelere taşınması mümkün
olmuştur. Bu sayede, aralarında, yürüyerek erişilmesi çok zaman alan uzak
mesafeler olan medeniyet, inanç ve kültür havzaları birbirleriyle karşılaşmış,
tanışmış ve bunların çeşitli özelliklerinin, dinamiklerinin, bileşenlerinin
eklektik ya da senkretik bir araya gelişleri (recomposition) sayesinde hibrid,
melez, kolaj karakterli yeni medeniyet, kültür ve inanç havzaları ortaya
çıkmıştır. Bu durum M.Ö. 2,000 – M.S. 1,900 döneminin karakteristik
özelliğidir. At arabalarının askeri sahadaki kullanımlarının sonuçlarına önceki
bölümlerde değinildiğinden, o konuya burada girilmeyecektir. 19. Yüzyılın
ikinci yarısında, nüfusu milyonu geçen kentler ortaya çıkmıştı. Bunların en
belli başlıları New York, Londra, Paris, Pekin, Kanton, Viyana, Nanking, Delhi’ydi.
Sanayi, ticaret, sağlık hizmetleri eğitim, devlet yönetimi, diploması ve
turizmin merkezleri olan büyük kentlerin gündelik rutinleri, sayıları on
binleri aşan at arabaları sayesinde yürütülebilmekteydi. Medeniyetin
ilerlemesine büyük katkı sağlayan ve büyük kent yaşamının vazgeçilmez bir
parçası olan at arabaları, işte tam da burada, bir büyük risk unsuru olarak
çıkmaktalar karşımıza. Şehirlerin sokaklarında hizmet veren on binlerce
arabanın atlarının, her gün kamusal alana bıraktıkları binlerce ton dışkı ile
binlerce litre idrar, çok büyük bir çevre kirliliği ve sağlık sorunu
yaratmaktaydı. Milyonluk kentlerin tamamında sokak ve caddelerin dayanılmaz
derecede pis kokması kent sakinlerini canlarından bezdirmekteydi. Bu durum,
havaların ısındığı bahar ve özellikle de yaz aylarında büsbütün çekilmez
oluyor, büyük kentlerde bir türlü önü alınamayan tifo, tifüs ve dizanteri
salgınları gelişiyordu. Belediyeler, halktan aldıkları vergilerin önemli bir
kısmını bu hayvansal atıkların temizlenmesine harcıyorlardı. Fransa ve
Almanya’da başlayıp, hemen akabinde de ABD’de çok hızlı bir şekilde gelişen
motorlu araçlar endüstrisinin, yol açtığı onca hava kirliliğine ve neden olduğu
çok sayıda ölümlü kazalara karşın, kısa bir zamanda büyük aşama kaydetmesinin,
halkta çok hızlı bir karşılık bulmasının ve asırlardır medeniyetimize damgasını
vuran atlı arabaların yerini inanılmaz bir süratle almasının ardında işte böyle
bir mekanizma çalışmıştı.
9 - Dünyanın en meşhur 11 atı:
Burak: Hz.
Muhammed’i, Miraç gecesi yaptığı yolculuk sırasında sırtında taşıyan katırdan küçük, merkepten büyük, beyaz bir uçan at, bazen de bir
şahmerandır. Miraçname ve Siyer-i Nebi’lerdeki tasvirlerde insan suratlı ve
kanatlı bir varlık şeklinde resmedilmiştir.
Kanthaka: Beyaz renkli ve 8
metre uzunluğunda olduğu rivayet edilen bu at Hind kralı Suddharna’nın oğlu
prens Siddharta’ya aitti ve onun can yoldaşıydı. Prens dünya nimetlerinden el
çekmeye ve saraydan ayrılıp ormanda derin düşünceye dalmaya karar verdi. Atına
atladı, yardımcısı Canna ile birlikte Anoma nehrine
vardı. Kanthaka bir sıçrayışta nehri aştı. Ardından Siddharta, Çanna’ya, Kanthaka’yı
da alıp saraya dönmesini emretti. At, Siddharta gözden kaybolana kadar sahibine
baktı; ardından derin bir yeise kapılarak aniden öldü. Efendisi ise o
günden sonra artık Buda adıyla bilinecekti.
Bukefalos: Büyük İskender’in M.Ö. 355 – M.Ö. 326 döneminde
yaşadığı sanılan atıdır. Dönemin en usta at eğitimcileri çaresiz kalınca,
bizzat İskender tarafından eğitilen Bukefalos (Grekçe: öküz kafalı), çok iri,
simsiyah ve koca kafalıydı. İskender yaşadığı sürece Bukefalos’a bindi ve
imparatorluğunu onun sırtında kazandığı seri zaferlerle kurdu. Pers diyarının
fethi sırasında düşmanın eline geçen atını vermemeleri halinde, bütün Pers
İmparatorluğunu yakacağını ilân eden İskender, atını geri almış, bu arada da,
dünyada en çok sevdiği varlığın Bukefalos olduğu anlaşılmıştı.
Incitatus: Roma
İmparatorluğunun çılgın tiranı Caligula’nın (M.S. 37 – 41’de hüküm sürdü) atıydı.
Tiran atını öyle çok seviyordu ki, Roma Senatörü ilân etti, yemine altın tozu
serptirdi. Atın mermerden bir ahırı, fildişinden yemliği, su ve şarap içtiği
altın kupası vardı. 41 yılında öldürülerek hükümdarlığı bitirilen Caligula,
ömrü yetse atını tanrı ilân ettirmeye hazırlanıyordu.
Byerley Türk: Saf kan
Arap atlarının soyunun dayandığı üç attan biri kabul edilen Byerley Türk
1688’deki Budin Muhasarasında yenilgiye uğrayan Osmanlı Ordusundan kalan
ganimettendi. Günümüzde onlarca milyar dolara erişen dünya at yarışı
endüstrisinin başlangıcının Byerley Türk’e dayandığı kabul edilir.
Komançi: Bir
Mustang (Kuzey Amerika yabani atı) olan Komançi, ABD süvari birliklerine
katıldıktan sonra önemli muharebelerin ön saflarında yer aldı. General
Custer’in Amerikan yerlileri karşısında ağır bir yenilgiye uğradığı
Litle Bighorn Muharebesinde (1876) yaralanarak gazi ünvanı alan Komançi, ABD
ordusunun şehitlerinin simgesi kabul edilmiş, büyük saygı görmüş, öldükten
sonra doldurularak Kansas Üniversitesi Doğal Tarih Müzesi’nde sergilenmeye
başlamıştır.
Marengo: Mısır seferinde ele geçirdiği bu
atı Napolyon Bonapart çok sevmiş, takip eden bütün savaşlarında ona binmişti. İmparatoriçe
Josephine Napolyon’u kadınlardan çok, imparatorun aşırı bir tutkuyla bağlı
olduğu, bu yüzden de yatak odasına astığı, Leonardo da Vinci’nin başyapıtı ve
dünyanın en değerli sanat eseri olan Mona Lisa tablosunda ve atı Marengo’dan
kıskandığı söylenir. Yenilip esir düştüğü Waterloo’da da imparatorun bindiği
at, galipler tarafından alınan ganimet arasında, İngiltere’ye götürüldü; orada
da ilgi gördü, iskeleti halen Sandhurst Askeri Akademisi Müzesi’nde
sergilenmektedir.
Yakışıklı Jim Key: Dr. William
Key'in (eski bir köleydi) eğittiği Jim Key güzelliği ve daha çok da zekâsıyla
ün yapmıştı. Alfabenin harflerini tanıyan, sorulara başını sallayarak cevap veren,
kasiyerlik yaparak para üstü verebilen Jim Key dönemin ABD Başkanı William
McKinley'e özel bir gösteri yaparak ülke çapında ünlenmişti.
Derviş: Osmanlı İmparatorluğunun zirvesindeki Sadrazam
ve başkomutan konumunu kaybeden Enver Paşa, yeni bir ülkünün / ütopyanın
peşinde Türkistan’a gitmiş ve Sovyetler Birliği’nin egemenliği altındaki Türki
ulusların bağımsızlığı ve birleşmesi için çalışmıştır. Paşa’nın bu sırada
edindiği atı Derviş ona ölene kadar eşlik edecekti. Doğu Buhara’da, Pamir dağı
eteklerinde Bolşevikler tarafından kuşatılan Enver Paşa ve 25 savaşçısı
katledildiğinde takvimler 4 Ağustos 1922’yi gösteriyordu. Bolşevik
mitralyözlerinin üzerine elinde kılıçla giden Enver Paşa ile rüzgâr gibi koşan
atı derviş ve 25 yoldaşı aynı anda can verdiler.
Hayyam: Son halife
Abdülmecid Efendi’nin kır renkli atıydı. Otomobili olmasına karşın, Cuma
selâmlığına atı Hayyam’ın üzerinde çıkmayı tercih eden son Halife, verdiği
görüntü ve imajıyla halkın büyük ilgisini çekiyordu. 3 Mart 1924’te hilafet
kaldırılınca Abdülmecid Efendi de Orient Express ile apar topar Avrupa’ya
gönderilecekti. Haneden malı sayıldığından Türkiye’de kalan Hayyam, önce
Halkalı Ziraat Mektebi’ne, sonra İnanlı Harası’na gönderildi. Cumhurbaşkanlığı
Koşu da dahil çok sayıda yarış kazanan şampiyon tayları olan Hayyam,
Payitaht’da dolaşan son Hanedan atıydı.
Düldül (Jolly Jumper): Belçikalı Morris’in çizdiği ve Fransız
senarist – yazar Rene Goscinny’nin yazdığı ve çizgi roman Kozmos’unun Frankofon
havzasının en önemli kahramanlarından olan Red Kit’in (Lucky Luke)
atı Düldül (Jolly Jumper) kurmaca at figürleri içinde küresel ünü en belirgin
olanıdır hiç kuşkusuz. Çok akıllı, hızlı ve espritüel olan Düldül, hem Red
Kit’le ve hem de onun süper salak köpeği Rin Tin Tin (Rantanplan) ile
konuşabilmektedir.
10 - Atasözlerimiz ve
deyimlerimizde at
Dilimizin atasözleri ve deyimler şeklinde tertiplenmiş
deyişler haznesinde öznesi ya da nesnesi at olan yüzlerce ifade vardır. Önemli
ve popüler olan birkaçını hatırlayalım. Önce atasözlerimiz:
‘Abdal ata binince bey
oldum, şalgam aşa girince yağ oldum sanır’, ‘Acemi nalbant el atında ustalaşır’,
‘Aç at yol almaz, aç it av avlamaz’, ‘Alçak ata binmesi, öksüz çocuk dövmesi
kolaydır’, ‘Alma alı, sat yağızı, bin doruya, besle kırı’, ‘Almayacağın atın
kuyruğunu elleme’, Aslan kükrer, at tökezler’, ‘Arpa atın, pilav yiğidin’, ‘Ata
da soy gerek ite de’, ‘At, adımına göre değil, adamına göre yürür’, ‘Ata eyer,
eyer de er gerek’, ‘At arılıkla, yiğit gariplikle’, ‘At, avrat, pusat emanet
verilmez’, ‘At binenin, kılıç kuşananın’, ‘Atı alan Üsküdar’a geçti’, ‘At
bulunur meydan bulunmaz, meydan bulunur at bulunmaz’, ‘Atım tepmez, itim kapmaz
deme’, ‘Atına bakan ardına bakmaz’, ‘Atın dorusu, yiğidin delisi makbuldür’,
‘Atın ölümü arpadan olsun’, ‘Atın ürkeği, yiğidin korkağı’, ‘Atın varken yol tanı, ağan varken
el tanı’, ‘At ile avrat, yiğide çokça baht’, ‘Atlar tepişir, eşekler ezilir’,
‘At ölür, ite bayram olur’, ‘At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır’, ‘At
binicisine göre kişner’, ‘Atta karın, yiğitte burun’, ‘Cevval atın karnı, yiğit
erin burnu iridir’, ‘At yedi günde, it yediğinde semirir’, ‘At yiğidin
yoldaşıdır’, ‘Hediye atın dişine bakılmaz’, ‘tek sürçme ile atın başı
kesilmez’, ‘Canı yanan erkek atı geçer’, ‘Kır atın ya huyundan, ya suyundan’,
‘Sen dede, ben dede; bu atı kim tımar ede?’, ‘Yumuşak atın çiftesi pek olur’,
‘Atın alâsı seyrek mahmuzlanır’, ‘Âlâ ata binse de çulsuz selâm almaz’,
‘Yularsız ata binilmez’, ‘Atın suçunu eyerin üstünde ara’, ‘Eğreti ata binen
tez iner’, “Yayan erin umudu olmaz”, ‘At işler, er öğünür’,
‘At, Türk‘ün kanadıdır’, ‘Türk, çadırda doğar, at üstünde ölür’, ‘At ölümü, er
ölümü olmasın’, ‘Kuş kanadı ile, er atı ile’, ‘At’a kuyruk, yiğide bıyık
yakışır’, ‘Atı kuyruklu olanın sözü buyruklu olur’, ‘Sabah kalk atanı, ardından
atını gör”.
Bunlar da içinden at geçen deyimlerimiz:
‘at çalındıktan sonra ahırın kapısını kapamak’, ‘at elin, it
elin, sana ne’, ‘at gibi’, ‘at hırsızı’, ‘at izi it izine karışmak’, ‘at
koşturmak’, ‘at oynatmak’, ‘ata ot, ite et vermek’, ‘atı eşkin, kılıcı keskin’,
‘atla arpayı dövüştürmek’, ‘atla deve değil ya!’, ‘attan inip eşeğe binmek’.
11 - Eski Türk Dini ve Mitolojisinde At
Göçer Türk boylarının İslâmiyet öncesi inançlarına göre kurban
kesmek çok önemli bir ibadetti. Çeşitli nedenlerle Gök Tanrıya koç, buğra
(erkek deve) ve aygır kesen Türkler, bunları da sürülerinin en sağlıklı ve
gösterişli olanları arasından seçerlerdi. Atın hayatlarındaki merkezi rolüne
binaen Türkler, en büyük adakları ve ritüelleri için atları tercih etmişlerdir.
Türk mitolojisi, kozmolojisi ve ikonografisinde at, Acun’un (Kozmos / Evren) 4
temel unsurundan birisi olan su elementinin hayvan biçiminde somutlaşmış hali
olarak kabul edilirdi. Su kökenli atlar şeklinde formüle edilen sudan çıkan
atlar ile, gökten inen kanatlı atları ifade eden imajlar, türk mitoloji ve
ikonografisinin temel sembollerindendir.
Bugün ülkemiz sınırları içinde yok olmaya yüz tutmuş olan Yörük ve
Türkmen göçerleriyle, Orta Asya’daki Türki kavimlerde varlığını sürdüren
(antropolog ve etnologlarca derlenerek kataloglanmış) kadîm inanışlarına göre:
‘at, bir evin önünde başı eve doğru bağlanırsa soluğu ile o eve bereket ve uğur
getirir’, ‘bir kişi sabahleyin gün doğmadan kır ata binerek bir dereden yedi
kez geçerse ona büyü etki yapmaz’, ‘bir evde at olursa o eve
cin, şeytan girmez’, ‘atın gözü yaşarırsa ya sahibi ya da sahibinin
yakınlarından biri ölecek demektir’, ‘at başı suya atılırsa yağmur yağar’, ‘nazardan
korunmak için eve at başı asılır’,
‘atın soluğu hastalığa iyi gelir’.
12
– Edebiyatımızda at
Türk medeniyet dairesinde atın işgal ettiği merkezi
yer ve oynadı kritik rol yüzünden at eski (Divan) ve yeni (modern)
edebiyatımızın temel izleklerinden olagelmiştir. Bu meyanda olmak üzere at Divan
şiirine de konu olmuş, atla ilgili zengin bir içerik bu edebiyat havzasında
kendisine yer bulmuştur. Hatta öyle ki, sadece atla ilgili olan ve ‘rahşiyye’
denilen özgün ve özerk bir edebî tür bile bu edebiyatın hudutları içerisinde
hayat bulmuştur.
Şairlerimizin hafızamıza nakşolmuş atla ilgili bazı
dizelerini hatırlayarak devam edelim:
‘Bizdik o hücûmun bütün aşkıyla kanatlı / Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı/
Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle, Canlandı o meşhur ova at kişnemesiyle!’,
Yahya Kemal Beyatlı.
‘Bin atlı akınlarda çocuklar gibi
şendik /Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik
Haykırdı, ak tolgalı beylerbeyi
"İlerle!/Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle
Şimşek gibi atıldık bir semte yedi
koldan/Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan
Bir gün yine doludizgin atlarımızla /Yerden
yedi kat arşa kanatlandık o hızla
Cennette bu gün gülleri açmış
görürüz de/Hâlâ o kızıl hâtıra gitmez gözümüzde
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi
şendik/Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik’,
Yahya Kemal Beyatlı
‘O zafer getiren atlıların nalları altındanmış / Gidişleri
akına, gelişleri akındanmış’,
Arif Nihat Asya.
‘Akıyordu
su gösterip aynasında söğüt ağaçlarını. Salkımsöğütler yıkıyordu suda
saçlarını! Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere koşuyordu kızıl
atlılar güneşin battığı yere! Birden bire kuş gibi vurulmuş gibi
kanadından, Yaralı
bir atlı yuvarlandı atından! Bağırmadı, gidenleri geri çağırmadı,
baktı
yalnız dolu gözlerle uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!
Ah
ne yazık! Ne yazık ki ona dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha
yatmayacak, beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!
Nal
sesleri sönüyor perde perde, atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!
Atlılar
atlılar kızıl atlılar, atları rüzgâr kanatlılar!’, Nazım Hikmet.
‘Atları hızlı sür ki köye pek geç varmasın, Nişanlımın
gözleri yollarda kararmasın’, Faruk Nafiz Çamlıbel.
‘İşte biz ki, tâ ezelden beri atlıyız. Asırların
göklerinde biz kanatlıyız.
Kanımızın ateşinde şimşek yarattık; Bu şimşekle
küheylana bir kırbaç attık’, Enis Behiç Koryürek.
‘Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur! Sonunda
kabre çıkar bu yolun kıvrımları.Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur, Ne
senin anladığın kadar, kaldırımları’, Necip Fazıl Kısakürek.
‘Kır At’a nal mı dayanır? Dağlar uykudan uyanır, Yer
gök kızıla boyanır’, Orhan Veli.
‘Tılsımlı yazımıza kılıçlardan kan atlar, Hoyrat
süvarisine gücenip gitti atlar!’, Olcay Yazıcı.
‘Bir kaza kurşunu bulur her yerde Süvarisiz şaha
kalkan atları’, Sezai Karakoç.
‘Artık ben gideceğim, ata eyer vuruyorlar. Hatıralarımı
birer birer yakacağım.
Artık ben gideceğim atım kişniyor’, Sezai Karakoç.
‘Hey! Bizdik o erler ki, ufuklar boyu hızla; Beş
kıtaya nam saldık o gün atlarımızla! Bizler ki, alev nallı uçan atlarımızla, Tarihe
gömüldük yaşıyor adlarımızla’, Dündar Akünal.
‘Eylül toparlandı gitti, işte Ekim falan da gider bu
gidişle, Tarihe gömülen koca koca atlar, Tarihe gömülür o kadar’, Turgut Uyar.
Edebiyatçılarımızın inşâ ettikleri atla ilgili külliyatta
yaptığımız seyahati, ‘Ata binilmez, ata yükselinir’ ifadesiyle mezkûr hayvana
beslediği aşkını ölümsüzleştirmiş olan Necip
Fazıl Kısakürek’in, sadece Türk edebiyatının değil, dünya edebiyatının da
en önemli at güzellemelerinden biri olan, ‘At’a
Senfoni’sinden bir alıntıyla tamamlıyoruz:
‘At’a senfoni” yahut Atın Romanı...
Tarihi, felsefesi her şeyi içinde... Dokuz yaşında ata bindim ve yalan
olmasın, bir daha inmedim. Her binişimde büyüdüm ve her inişimde küçüldüm’.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder