TRT Radyo 1, Sayfaların Dilinden programı, metinler - 2



01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan mezkûr metinlerin 15 Ocak - 19  Ocak döneminde yayınlananları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri ve eleştirilerinizi paylaşırsanız sevinirim. Malûmu ilâm etmek olacak ama, paylaşmadan edemedim: TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek mezkûr programı Dünya'nın her yerinden izlemeniz mümkün.

11) Konu: Ali Emiri Efendi

TRT Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba! Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu 'Ali Emiri Efendi', bahsedeceğimiz kitap Ali Emiri Efendi' biyografisi. 

Arşivler, kütüphaneler ve koleksiyonlar bir medeniyet dairesinin asli unsurlarını, ilmi ve irfani birikimlerini, manevi kodlarını gelecek kuşaklara taşıyan en önemli vasıtalardır. 19. asrın ikinci yarısıyla, 20. asrın ilk çeyreğinde bu sahada emek harcamış, eser ortaya çıkarmış olan en önemli sima Ali Emiri Efendidir. Onun insanüstü gayretlerle toplayıp tasnif ettiği ve milletin hizmetine sunduğu kültür hazineleri olmasaydı, mahrum kalacaklarımızın boyutlarını düşünmek bile korkutucudur. 

1857’de Diyarbakır’da doğan Ali Emiri Efendi şair, yazar, naşir, edebiyat araştırmacısı, tarihçi, tasnifçi, arşivci, koleksiyoner ve kütüphaneciydi. Aldığı iyi eğitimle yüksek ahlâkı sayesinde, 19 yaşında başlayan ve 1876-1908 dönemini kapsayan memuriyeti sırasında Harput, Sivas, Selanik, Adana, Kozan, İçel, Kırşehir, Leskovik, Yenişehir, Erzurum, Halep, Yanya, Yemen ve İşkodra gibi imparatorluk coğrafyasının çok sayıda beldesinde çeşitli makamlarda hizmet vermiştir.

1908’de emekli olduktan sonra geliştirdiği tasnif tarzı ‘Ali Emiri Tasnifi’ diye anılacak, Türk – İslâm arşivcilik, bibliotek ve tasnif usûl silsilesinde çığır açacaktır. 1916’da, sonradan ‘milletime bıraktığım en önemli eserimdir’ diyeceği Millet Kütüphanesini Fatih’teki Feyzullah Efendi Medresesinde kuran Ali Emiri Efendi; buraya hayatı boyunca topladığı 4,500’ü yazma, 16,500 çok kıymetli ve olağanüstü nadir eseri bağışlayarak, gerçek bir kadirşinaslık örneği sergilemiştir. Üstat, 1918-1922 döneminde ‘Osmanlı Tarih ve Edebiyat Mecmuası’nı çıkarmıştır. Bu önemli ve çığır açan eser, maddi imkânsızlıklar ve imparatorluğun yaşadığı inhitat ve çözülme dönemi yüzünden, uzun ömürlü olamamış, kısa süre kapanmıştır. 

Türk – İslâm kültür dairelerine adanmış 67 yıllık bir ömrün ardından, 23 ocak 1924'de İstanbul'da dâr-ı bekâ'ya irtihal eden Ali Emiri Efendi’nin kabri Fatih Camii haziresindedir. Eşinin, canından aziz bildiği annesini üzebileceği, yaşama sebebi olan kitaplarla mesaisini kısıtlayabileceği endişesiyle, hayatı boyunca evlenmemişti. Tarihimizin bu en tutkulu bibliyofili; kitapları ve annesinin oluşturduğu o çok özel dünyanın mahremiyetine, sadece kedilerinin girmesine izin vermişti. 

Şair olan Sultan Reşat’a gönderdiği bir mektupta padişahı ‘Yüce ecdadınızın manzum eserlerinden mürekkep hazinede size ait yer boştur’ diyerek uyarması, sultanı, Çanakkale zaferini konu alan meşhur gazelini yazmaya teşvik etmişti. Onun gece gündüz demeden bizzat çoğalttığı 750 civarındaki el yazması, Millet Kütüphanesinde yerini almıştır. 

Okumadığı zamanlarda Millet Kütüphanesinde, ya da, her biri can dostu olan sahaflarda olan üstat; vefat eden bir bibliyofilin terekesinin nereye düşeceğine dair yaptığı isabetli tahminle, akabinde de, adeta ‘tam zamanında kitapların başında bitivermesi’yle herkesi şaşırtırdı. Bu durum kitapseverler arasında ‘Ali Emiri, Beyazıt’taki nadir eserin kokusunu, taaa Diyarbakır’dan alır’ şeklindeki bir latifenin doğmasına neden olmuştu.

Tam bir 'kütüphane dervişi' olan Ali Emiri çok kuvvetli bir hafızaya sahipti; ezberindeki beyitlerin sayısı 100,000'den fazlaydı. Bu evsaftaki bibliyofillere ‘ayaklı kütüphane’ denmesinin nedeni, kitaplarını sadece kitaplıklarında değil, aynı zamanda hafızalarında da korumaya almış olmalarındandır. Millet Kütüphanesi Nazırı’ olarak anılmaktan ziyadesiyle mutlu olan üstadın en büyük hizmetlerinden biri de asırlardır kayıp olan Türk kültürünün ve dilinin başyapıtı Divân'ı Lügât-it Türk'ü dünyaya kazandırmasıdır. Faydalandığımız ve Muhtar Tevfikoğlu'nun yazdığı Ali Emiri Efendi biyografisi, paylaştıklarımıza kıyasla çok daha fazla malûmat ve anekdot içermesiyle, konunun meraklılarına şâyân-ı tavsiyedir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak üzere, sağlıkla, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 



12) Konu: Göçmen Olarak İnsan

TRT Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba! Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu 'göçmen olarak insan', bahsedeceğimiz kitap 'İlmekler - Mülteci Krizinden Bir Kesit'.

Dünyanın kadîm yerleşim alanlarında yapılan antropolojik ve arkeolojik çalışmalar, uzak atalarımızın ana karakteri göçebelik olan avcı - toplayıcı yaşam tarzını milyonlarca yıl sürdürdüğünü gösterir. MÖ 10,000 dolaylarında Mezopotamya'da yaşanan tarım devrimiyle insanlar göçer hayattan yerleşik yaşama geçmiş, hayvanları evcilleştirmeleri ve toprağı ekip biçmeleri sayesinde ihtiyaçlarından fazla besin üreterek stoklamış, böylece kuraklık dönemlerini atlatabilmişlerdi. Ancak insanların göç etmek mecburiyeti, bu tarihsel kesitte de tamamen ortadan kalkmamış, yaşam alanlarına göz koymuş rakip insan topluluklarının saldırıları, salgın hastalıklar, besin stoklarının yetmediği uzun kuraklık dönemleri, afet düzeyindeki volkan patlamaları, tahrip gücü yüksek depremler ve önüne kattığını yok oluşa sürükleyen sel baskınları onları yine yerlerinden yurtlarından ayrılmaya icbar etmişti. 

Modern çağların şafağının söktüğü 16. asırdan günümüze değin de milyonlarca insan; kıtlık, açlık, iç karışıklıklar, din ve mezhep anlaşmazlıkları, savaşlar, egemen unsurların bağnazlıkları, iklim anomalileri, köle ticareti, tabii afetler, salgın hastalıklar gibi nedenlerle göç etmiş, ya da göç ettirilmiştir. 

İnsanlığın zorunlu göçleri sanayi devriminden bu yana 275 yıllık süreçte de hız kesmedi anlayacağınız. Mezkûr dönemde bilimler üstel bir hızla gelişir, bu teknolojik patlamaları tetiklerken işaret ettiğimiz dramatik göç hareketlerinin devam etmesi, modernizmin 'ilerleme insanlığı refaha ve mutluluğa taşıyacak, yeryüzü cenneti kurulacak' ütopyasının altının aslında boş olduğunu göstermiştir. 21 asrın ilk çeyreğinde gerçekleştirdiği inanılmaz atılımlarla mezkûr ütopyasına giden yolda uzayı kolonize etmenin, bilinen bütün hastalıkların üzerinden gelerek ortalama ömrü 120 yıla çıkarmanın, karbon bazlı enerjiden yenilenebilir temiz enerji kaynaklarına % 100 dönüşümü sağlamanın projelerini yapan insanlık, an itibarıyla bu hedeflerinin çok uzağındadır. Son 150 yıldır küresel sistemin ABD, Japonya, Birleşik Krallık, Fransa, Almanya, Çin ve Rusya gibi başat unsurları, modernist aydınlanmacı paradigmanın vaz'ettiği söz konusu ütopyaya ihanete devam etmiş; gayrı-ahlâki ve sömürüye dayalı politikalarla gelir adaletsizliğine, açlığa, savaşlara, salgın hastalıklara, inanç temelli baskılara, sistematik şiddet ve zulümlere, küresel iklim değişikliğinin kuraklık - kıtlık - seller - fırtınalar - devasa orman yangınları gibi olumsuz semptomlarının giderek derinleşmesine; bunların neticesinde de milyonlarca insanın göç etmesine ya da yerlerinden yurtlarından sürülmelerine yol açmıştır. Verili bu olumsuz tablo; onun mesulü ve mimarı olan küresel güç merkezleri radikal politika değişikliğine gitmezse, vicdanı olan her insanı derinden etkileyen Aylan Bebeğin trajik sonunun simgesi olduğu göç realitesinin çok daha yığınsal dalgalarının gelmekte olduğunu söylüyor sanki.

Kate Evans' yazıp çizdiği 'İlmekler - Mülteci Krizinden Bir kesit' çizgi romanını 'Fransa'nın İngiltere'ye geçiş noktası ve aynı zamanda Avrupada'ki göçmen krizinin sembollerinden biri olan Calais'deki mülteci kampı'nda yaşadığı 6 ayda, yüzlerce Orta Doğulu ve Afrikalı göçmenle yaptığı röportajlar ve paylaştığı tecrübelerden damıtarak ortaya çıkarmış. Yaşananları olduğu gibi ele almaya çalışan realist tutumu ve meseleye mazlumların, mağdurların, mâdunların penceresinden bakmayı bilen vicdanlı, merhametli tutumuyla kitap okunmayı hak etmektedir. İbrahimi dinlerce, ilâhi emre itaatsizliğinin kefaretini Cennet'ten göç ettirilerek ödediği vaz'edilen insanın bu trajik akıbeti; onun, milyonlarca yıldır gezegenimizde sürdürdüğü göçmenliğinin ve son 70 yıldır da uzayı kolonize etme peşindeki kozmik göç teşebbüslerinin adeta öncü göstergesi, işaret fişeği ve rabbani bir emaresi gibi gözükmektedir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak üzere, sağlıkla, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.

13) Konu: Dîvânü lugāti’t-Türk


7TRT Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba! Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu 'Dîvânü lugāti’t-Türk ', bahsedeceğimiz kitap 'İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ'dir.

Kâşgarlı Mahmud Dîvânü lugāti’t-Türkü, 20 yıllık hazırlık döneminden sonra 1072 - 1074 döneminde yazdı. Türkçenin ve kültürümüzün başyapıtı Dîvân'ı Lügât-it Türk'ü keşfederek dünyaya kazandıran Ali Emiri efendidir. Mezkûr kitabın varlığı ve içeriğine dair bilgiler, asırlardır kulaktan kulağa aktarılmış, ancak medeniyet havzamızda ondan ilk bahseden Katip Çelebi olmuştur. 1653'de neşrettiği Keşfü’ẓ-ẓunûn isimli eşsiz bibliyografik  - ansiklopedik eserinde, mezkûr telifin içeriğinden bahsetmesi, onun Dîvân'ı tetkik ettiğini gösterir. Katip Çelebi’den 3 asır sonra, Dîvân'ı Türk kültür dünyasına kazandırmak Ali Emiri'ye nasip olmuştur: emanet artık ehlindedir! Sözlüğün maliyetinin yüzlerce mislini öneren yerli ve yabancı kişi ve kurumları reddeden Ali Emiri, eseri Millet Kütüphanesi'ne bağışlamış; araya sadrazam Talat Paşa girince de, basılmasına izin vermiştir. Bu suretle, Türk kültür hayatını sonsuza kadar değiştirecek olan, asrın değil, bin yılın buluşu, en anlamlı ve en doğru şekilde değerlendirilmiş, Türkçenin gramer ve kamusu, kendisini ana dil bellemiş milletiyle bir daha ayrılmamacasına kenetlenmiştir. 


Dîvân'ın müellifi Kaşgarlı Mahmud XI. yüzyılda yaşamış; Türkçenin ilim eseri telifi için yeterli olduğunu kanıtlamak için dilimizin ilk sözlüğü olan Dîvân'ın yanı sıra, halen kayıp olan Türkçenin ilk gramer kitabı Kitâbü Cevahiri'n-nahv fî lugâti't Türk'ü de yazmıştır. O, âsarı bize intikal eden bilinen ilk Türk kökenli Türk dili araştırmacısıdır. Türkçenin çeşitli lehçelerinin konuşulduğu coğrafyalarda tetkikler yaparak notlar alan Mahmud'un kültürümüze olan benzersiz  hizmetleri, Türk aleminin hemen her boyu tarafından sahiplenilmesine neden olmuştur.

Kayıp olan Türkçenin ilk gramer kitabı Kitâbü Cevâhiri'n fi lugâti't Türk hakkında, Dîvân'da kendisine yapılan atıflar sayesinde, sınırlı bilgimiz var. Her iki eserin yazılmasının arkasındaki motivasyonun, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun yükselme devrine tekabül eden bir ideolojik ve kültürel hegemonya inşâsına katkı vermek olduğu sanılmaktadır. Kâşgarlı Mahmud'un Hz. Muhammed'in hadislerine atıfla Türklüğü yüceltmeye çalışması, Türklerin nizâm-ı âlem'i sağlamak hususunda tarihi bir misyon sahip olduklarının altını çizerek 'fezâil-i Etrâk' literatürünü zenginleştirmesi de, bu çerçevede ele alınınca yerli yerine oturmakta ve anlam kazanmaktadır.

Dîvân, sadece bir kâmus ve gramer kitabı değildir; hayatın hemen her varlık alanını kuşatan bir Türkiyat ansiklopedisidir. Dîvân'da yer verdiği şiirler, Kâşgarlı Mahmud'un hem iyi bir şair ve hem de titiz bir şiir derleyicisi olduğuna işaret eder. 

Muhitinde halefi ve selefi olmayan; adeta 'uzaydan düşmüş'çesine, birden bire Türk ilinde beliriveren Kâşgarlı Mahmud, Batı Medeniyet Dairesi'nde bile örneklerine ancak asırlar sonra rastlanabilecek bir mukayeseli diller uzmanıdır. Kitâbü Cevahiri'n-nahv fî lugâti't Türk'ü keşfedecek yeni bir Ali Emiri'nin bir an evvel zuhur etmesini yürekten diliyor; paylaştığımız bilgilerin çok daha fazlası Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi'nin dijital platformunda bulabileceğinizi belirterek tamamlıyoruz. Bir sonraki programımızda birlikte olmak üzere, sağlıkla, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.

14) Konu: Mangamania


TRT Radyo 1
'in değerli dinleyicileri, merhaba! Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu 'mangamania', bahsedeceğimiz eser 'Sanat Dünyamız - Manga Özel Sayısı'.

Son yıllarda Dünya'da, özellikle 08 - 25 yaş kuşağında, bir mangamania, yânî, Japon çizgi romanları çılgınlığı yaşanmakta. Bu gelişme masaya yatırılarak tartışılması gereken hayati bir husustur.

Popüler kültür, çizgi romanın da arasında olduğu araç ve mecralarıyla, güç kullanmadan, hissettirmeden ve yüksek maliyetler ödemeden toplumsal rıza ve meşruiyet üreten, bu sayede de insanların sevk ve idare edilmesini kolaylaştıran bir olgudur. Kapitalist - emperyalist dünya sistemi 1945'e kadar işgaller, savaşlar gibi doğrudan silah kullanımı gerektiren zor ve şiddet temelli aksiyonlarla toplumsal rıza üretirken; son 80 yılda, bunlara sinema, moda, çizgi roman gibi popüler kültür enstrümanlarını da eklemiş, böylelikle 'yumuşak güç' temelli barışçıl rıza üretme imkânları ağırlık kazanmıştır. 

1895'de ABD'de icat edilen modern çizgi roman, 1940'lı yıllardan itibaren Fransa'da kalite kazanarak terfi etmiş ve '9. Sanat' adını almıştı. ABD çizgi roman endüstrisi, yânî comicsler, küresel çizgi roman sektörünün uzun süre lideri oldu. Süper kahramanlar temellinde gelişmiş comics sektörünün insanların zihinlerini âdeta kolonize ederek onları sevk ve idare edilmeye hazır hale getirdiği dönem ise 1945 - 2005'dir. Çizgi romanların; etki altına alınması yetişkinlere göre çok daha kolay olan çocuklar ve gençler tarafından daha çok okunduğu ve onların insanlığın geleceği olduğu düşünüldüğünde, bu alanda lider olan ülkenin küresel iddia ve ağırlığını arttığı söylenebilir. 2005'den sonra adım adım gelişen, son 10 yıldır da bütün dünyayı hükmü altına alan mangamania, kültürel hegemonya ve sosyopolitik alandaki sonuçları bakımından ciddiye alınması gereken bir problemdir. 

Yükselen ve zirveye yerleşen her olgu, 'hayatın doğal akışı', 'eşyanın tabiatı', 'Varoluşun Tunç Yasası', 'Mevcudatın diyalektik tabiatı' gereği önce duraklar, sonra zayıflar, ardından da rakibi tarafından alt edilerek zirvedeki yerinden olur. Japon çizgi romanının ABD çizgi romanına galebe çalması bu yüzdendi. 2024'ün başında küresel manada mangaların gençlerin büyük kısmının zihinlerini fethetmek üzere olduğu söylenebilir. Mangalar temelinde yapılan japon çizgi filmleri animeler, 1970'lerden itibaren, arasında TRT'nin de olduğu gezegenin bütün önemli tv kanallarında gösterilmiştir; 'Dağların Kızı HEİDİ' bu animeler arasında en popüler olanlardandı. ABD, Fransa, İtalya gibi büyük çizgi roman endüstrilerine sahip ülkelerdeki çizgi romanlardan çok daha fazla alt türe sahip olan mangalar, bu sayede farklı beklentileri olan insan gruplarının tamamına erişmekte büyük avantaj sahibidir; yanı sıra, 2010'dan itibaren hayatımıza yoğun olarak giren sosyal medya ve video paylaşım platformlarında aktif olan ve bunlara içerik sağlayan gençlerin de mangaların popülaritesini arttıran faktörlerden olduğu göz ardı edilmemelidir. 

Sanat Dünyamız - Manga Özel Sayısı konuyu mercek altına almakta; tarihsel geçmişine, artistik - grafik özelliklerine, anlatılarının üslûp ve içeriklerine dair ayrıntılı bilgi içermekte. 17 yıl önce yayınlanan eser, bugün çizgi roman alanında küresel düzlemde okunma oranı % 80 olan türün manga olduğuna; çok sayıda ülkede uzmanların konuyu tehdit olarak görüp tartıştığına dair aktüel gelişmeleri içermemekte. Ciddiye alınması gereken bir problem olan mangamania olgusunun bizde de mesele edilmesinin zamanın geldi. Bir sonraki programımızda birlikte olmak ümidiyle, sağlıkla, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 

15) Konu: Kuşak çatışması


TRT Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba. Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu 'Kuşak Çatışması', bahsedeceğimiz kitap 'Babalar ve Oğullar' romanı.

İnsanlık tarihi kadar kadîm bir meseledir nesiller ya da kuşaklar arası çatışma problematiği. Kuşağın birden çok tanımını yapar bilimsel disiplinler; 'birbirine çok yakın tarihlerde doğan insanlardan oluşan topluluktur kuşak' bunlardan biridir. Öte yandan, aynı kuşağın mensupları, şayet inançları, eğitimleri, sosyal çevreleri, ekonomik durumları farklıysa, aynı olaylara çok farklı tepkiler verebilirler. Bir başka kuşak tanımı da şöyledir: 'doğum tarihleri farklı olmakla birlikte, benzer sosyolojik, kültürel, ideolojik, teolojik, ekonomik, bilimsel, teknolojik koşullar altında yaşadıkları için benzer olaylara benzer tepkiler veren insan grubu.' Teknolojinin çok hızlı ilerlemesi, gelir adaletsizliğinin derinleşmesi, hukuk sisteminin yozlaşması, bir üretim tarzından, meselâ geçimlik tarım ekonomisinden, bir başka üretim tarzına, meselâ pazar için üretim yapılan kapitalist üretime geçiş gibi büyük sosyoekonomik altüst oluşların yaşanması gibi haller toplumsal değer yargılarıyla kültürel normların süratle aşınmasına neden olur. Bir sonraki merhale derinleşen sosyolojik anomalilerdir. İşte bu gibi durumlarda yaşanan kuşak çatışmaları çok daha derin ve antagonisttir, yani uzlaşmaz mahiyettedir. 'Gençler bilebilse, ihtiyarlar yapabilse' atasözü önyargıların kökenine işaret eder. Buna göre gençler yetişkinleri 'tutucu, geri kafalı, risk almaktan kaçan, çıkarlarına ve rahatına aşırı odaklanmış' olarak görürken, yetişkinlerin gençlere dair ön yargıları: 'maymun iştahlı, ideallerine ya bağnazca bağlı, ya da tamamen idealsiz, tutarsız, mantıksız, ben bilirimci, bencil, dengesiz, saygısız, bilmeyen ve bilmediğini de bilmeyen, her şeye muhalefet eden 'bay (ya da bayan) HAYIR!', inatçı ve dik kafalı' şeklindedir.

Kuşak çatışması dendiğinde öne çıkan kategori daha çok erkekler arasında yaşanan olumsuzluklardır; kadınlar arası kuşak çatışmaları daha yumuşak cereyan eder, daha az hasar oluşturur. Erkek ve kadın arasındaki genetik ve endokrinolojik farklılıklarla, her iki cinse biçilen toplumsal roller arasındaki ciddi farklılıklar bunun nedenidir. Kuşak çatışmalarının en şiddetli cereyan ettiği hallerden birisi de taraflardan birinin ergen olması durumunda yaşan problem alanıdır. Ergen diye tarif edilen 8 - 14 yaş grubunun tepkilerinin aşırı sert, uzlaşmaz ve fevkalâde dengesiz olması, bu yaş grubunun hormonal mimarisinin yavaş yavaş oturmaya başlaması ve karakterinin asli unsurlarının belirginleşmesi yüzündendir. Onaylanmak, insanın her yaş döneminde görmeyi arzu ettiği muameledir. Öte yandan ergenler, vücut kimyalarının âmir hükmü gereği, onaylanmak - saygı görmek - beğenilmek - takdir edilmek noktasında sürekli ve derin bir açlık çekerler.

Sadece 19. asır Rus edebiyatında değil, Dünya edebiyatının da şaheserlerindendir İvan Turgenyev'in Babalar ve Oğullar romanı. Turgenyev'in dehası, kuşaklararası ilişki ve çelişkileri, Çarlık Rusya'sının 19. asrın ortasında feodalizmden kapitalizme ve tiranlıktan meşruti monarşiye geçiş sürecinde yaşadığı altüst oluşları, Avrupa'dan ithal liberalizm, meşruiyetçilik, demokrasi, nihilizm, anarşizm, sosyalizm, halkçılık, milliyetçilik gibi ideolojilerle; Rusya'nın 1,000 yıllık Ortodoks inancı, Asya tipi - arkaik - pederşahi - despotik yönetim rejimi ve ülkenin kılcallarına kadar nüfuz ederek yoksul halkın benliği olmuş kadîm 'Çar Baba - Kerim Devlet' anlayışının çatışması üzerinden anlatmasıdır. Eser, dinleyenlerimize ısrarla tavsiye ettiğimiz klasiklerdendir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak ümidiyle, sağlıkla, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 

-----------------------------------------

Önceki 10 metne erişmek için bknz. https://ziyaversencan.blogspot.com/2023/12/trt-radyo-1-sayfalarn-dilinden-program.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder