TRT Radyo 1 - Sayfaların Dilinden programı, metinler - 1





01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan mezkûr metinlerin 01 Ocak - 12 Ocak döneminde yayınlananları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri ve eleştirilerinizi paylaşırsanız sevinirim. Malûmu ilâm etmek olacak ama, paylaşmadan edemedim: TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek mezkûr programı Dünya'nın her yerinden izlemeniz mümkün.


1) Konu: Vicdan, Yayın Tarihi: 01 Ocak 2024

TRT Radyo1'in değerli dinleyicileri, merhabalar; programa emeği geçen ekip olarak, yeni yılın bu ilk günüyle birlikte hafta içi her gün farklı bir konuyu ele alacağımız yepyeni bir program dizisinin, Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği ve Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden'in ilkiyle huzurlarınızda olmanın heyecan ve mutluluğunu yaşamaktayız. Bundan böyle her hafta, Pazartesi'nden Cuma'ya beş gün boyunca sürecek olan bahse konu programlarımızda, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki, hayvan, böcek, toprak, su gibi bütün bileşenleriyle birlikte eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele / problem - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin önemli fenomenlerinden / tezahürlerinden birisi çok kısa tanımlanacak, akabinde de bu problematiğe işaret eden bir kitaba referans verilecektir.

İlk programımızın konusu VİCDAN, referans vereceğim kitap ise 'Suç ve Ceza' romanı. Vicdan denildiğinde aklımıza, onunla anlamsal akrabalıkları olan empati ve merhamet olguları da gelir ister istemez. Vicdan, kişiliğimizin temellerine kök salan fıtri ve genetik bir vasfımız olup, gelişimi ve şekillenmesi sosyal çevremizden aldığımız etkileşimlere açıktır. Kişisel ahlâkın en önemli donanımlarından olan vicdan, empatiden beslenir ve merhameti yeşertir; bu suretle de söylem ve eylemlerimizde sadece kendimize değil, diğer insan kardeşlerimize, bütün canlılara, giderek de cansız doğaya ve hatta eşyaya bile ihtimam göstermemizi sağlar. Dinlerin, felsefi ekollerin, kadim düşünce geleneklerinin neredeyse tamamının çıkış noktası olan vicdan, bizi sürekli izleyen, denetleyen, hesaba çeken, yol gösteren bir iç ses, bir derûni rehberdir. Vicdanımızın uyarılarını dikkate almadığımızda ortaya çıkacak olan iç huzursuzluğumuzun, ruhsal sıkıntımızın bize ödeteceği bedel ise, bilinen 12,000 yıllık tarih boyunca uygulanmış cezalandırma teknik ve yöntemlerinin hepsinden daha katlanılmazdır. Bu yönüyle vicdan azabı edebiyatta, etikte, teolojide, psikolojide kişinin maruz kalabileceği en ağır ceza olarak nitelenir çoğunlukla.

Birçok düşünür ve kanaat önderi tarafından ete - kemiğe bürünmüş vicdan, tecessüm etmiş empati ve vücut bulmuş merhamet olarak nitelenen Fyodor Mihayloviç Dostoyevski'nin baş yapıtı, bana soracak olursanız, Suç ve Ceza romanıdır. Mezkûr eser empati - merhamet - vicdan olgularını merkezine alan bir edebiyat klasiği, bir kurmaca şaheseridir. Değerli dinleyicilerimizden bu romanı henüz okumamış olanların onu en kısa zamanda okumalarında ısrarcıyım; yanı sıra, daha önce okumuş olanların da, onu vicdan azabı merkezli olarak tekrar okumalarını şiddetle tavsiye ediyorum. Bu gibi önemli metinleri hayatımız boyunca birkaç kere okumanın, her yaşın algılaması ve idraki farklı olduğundan, her seferinde yeni bir entelektüel tecrübe ve zihni bir farkındalık yaratarak faydalı olduğu hususunda hepimizin ittifak ettiğine inanıyorum. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, sağlıkla kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.



2) Konu: Filistin, Yayın Tarihi: 02 Ocak 2024

TRT Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhabalar; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden sohbetimizde bugünkü konumuz Filistin, bahsedeceğim kitap ise Gazze'nin Dipnotları.

7 Ekim'den bu yana, İsrail devletinin Filistinlilere uyguladığı soykırımına şahit olmaktayız. Başta ABD, Birleşik Krallık ve Almanya olmak üzere, Batılı devletlerin büyük kısmı bu soykırımı Hamas saldırısına bağlayarak, işlenen sistematik insanlık suçlarını İsrail'in meşru müdafaa hakkı olarak görmekte, siyonist terörü temize çekmektedir. Oysa siyonist terörün miladı 7 Ekim değildir; tohumları ve öncülleri çok daha öncesine gitmekle beraber, 14 Mayıs 1948'de İsrail devletinin kurulmasına denk düşer. 75 yıldır yaşanan, bugün ise zirve yapan soykırımını 'Filistin sorunu' olarak değerlendirmek de son derece yanlıştır; böyle dediğimizde, yaşanan bütün bu jenosid eylemlerinde katledilen Filistinlilerin de dahli varmış algısı oluşur. Bunun doğru tanımı İsrail devlet terörüdür. 7 Ekim'den bu yana çoğu kadın ve çocuk olmak üzere, 100,000'e yakın Filistinli öldürüldü ve yaralandı; 2,300,000 Filistinli de, yerle bir edilmiş yurtlarından sürüldü. Batı aleminde İspanya ve İrlanda gibi bu zulme doğrudan karşı çıkan devletler azınlıkta maalesef. Öte yandan, Dünyanın bütün milletleri gibi, soykırımcı İsrail devletinin yanında hizalanan Batılı devletlerin halkları da, bazı devletler yasaklamaya kalksa da, Filistinlileri desteklemek için sokaklara döküldü, devasa gösteriler yaptı. Haftalardır yeryüzünün neredeyse büyün coğrafyalarında milyonlarca vicdanlı kadın ve erkek ateşkes istiyor, ancak, BM'in Gazze'de ateşkes sağlanmasına yönelik girişimleri, soykırımcı rejimin destekçisi ABD tarafından engelleniyor. 

tv ve youtube kanallarında görüşlerini açıklamaktan ve sokaklara çıkarak İsrail'in uygulamalarını protesto etmekten geri durmayan vicdanlı Yahudilere karşı hem siyonist - emperyalist haber tekellerinin, hem de katliamcı siyonist devletin, bir yandan manipülatif haber bombardımanıyla, diğer yandan da doğrudan fiziki şiddet uygulayarak çok orantısız mukabele ettiği gözlerden kaçmıyor. Sağduyu, îzân ve meslek ahlâkı sahibi olan, bu yüzden de nesnel davranmaya özen gösteren tarihçilerin ve kanaat önderlerinin, yaşanan bu trajedinin milâdını, Filistin'in Osmanlı İmparatorluğu'ndan koparılarak Birleşik Krallık yönetimine bırakıldığı 1. Dünya Savaşı sonrasına tarihlemeleri ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir husustur.

Tel Aviv - Washington ekseninde devlet yönetimi, uluslararası medya, finans dünyası, başta Hollywood olmak üzere, yeryüzün en önemli 'rıza üretme' ve 'beyin yıkama' merkezleri siyonist - evanjelik bir kliğin kontrolündedir. Bu klik Mescid-i Aksa'yı yıkıp, yerine Süleymanın Tapınağı'nı inşa ederek nükleer silahların kullanıldığı bir dünya savaşı çıkarmayı hedeflemektedir. Bu savaşın amacı, siyonist - evanjelik kesimlerin iddia ettiklerinin aksine, Tevrat'ta yer almayan 'vaat edilmiş toprak' safsatası uyarınca, 'Fırat'tan Nil'e' bütün toprakları Büyük İsrail coğrafyası yapmaktır; göz koydukları topraklar arasında Anadolu'nun da önemlice bir kısmı yer almaktadır. Siyonist - evanjelik kesimler, bu projelerini gerçekleştirmek için İsrail'in elinde olan 100 civarındaki nükleer silahla, ABD'nin koşulsuz ve sınırsız desteğine güvenmektedir. Her yaştan 8 milyar 100 milyon kadın ve erkek bu hayati tehdidi elbirliğiyle bertaraf etmek zorundadır.

Bugün bu çerçevede dinleyenlerimize bahsedeceğim kitap, Malta asıllı ABD'li yazar, illüstratör ve çr sanatçısı Joe Sacco'nun yazıp çizdiği Gazze'nin Dipnotları çr'ıdır. 1956'da, Han Yunus'ta yaşanan bir İsrail katliamının peşine düşen Joe Sacco, 2. intifada'nın yaşandığı 2001 yılında, siyonist zulmün merkez üssü olan Gazze'de aylarca yaşamış, yüzlerce Filistinliyle konuşarak bu dokümanter çr aratmıştır. Tarihi gerçeklere olan sadakati ve sanatçı ahlâkıyla sivrilen ve siyonist rejimin insanlık suçlarını adeta bir belgeselci dikkat ve titizliğiyle ele alan Joe Sacco'nun bu kitabını, yaşananları 7 Ekim'deki Hamas saldırısına bağlayanların özellikle okumasında fayda var. Bir sonraki sohbetimizde birlikte olmak dileğimizle, sağlıkla, muhabbetle ve kitapla kalın sevgili dinleyenler.



3) Konu: İstanbul, Yayın Tarihi: 03 Ocak 2024

TRT Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhabalar; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden sohbetimizin bugünkü konusu İstanbul, ele alacağım kitap ise Ergün Gündüz'le İstanbul. Sahip olduğu sıra dışı nitelikleri yüzünden İstanbul şehri gezegendeki insanların önemlice bir bölümünün aklında olan, gönlünde yatan bir belde olarak öne çıkar. İstanbul'u insanlığın gündemine oturtan tarihi zenginliklerle doğal güzelliklerin sadece belli başlılarını saymaya kalksam, bu sohbetimizin süresi yetmez. Tarihi ve mimari dokusu ve eşsiz siluetinin yanı sıra İstanbul; eğitim, kültür, sanat, finans, ulaştırma, ticaret, tasarım, sanayi, lojistik, turizm alanlarındaki varlık ve imkânlarıyla da Dünya'nın en önemli şehirleri arasındadır. Ayrıca İstanbul; Kudüs, İskenderiye, Roma, Atina, Şanghay, Delhi, Londra, Paris gibi kadim kentlerin de sultanı ve ecesidir. İstanbul'un eşsiz lokasyonu, Dünyanın iki kıta üzerinde kurulmuş biricik şehri olma vasfı, Napoléon Bonaparte'a 'Dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu' dedirtmişti. Bizde daha çok yazdığı Osmanlı Tarihi'yle tanınan Alphonse de Lamartiene ise bakın İstanbul'a nasıl bir güzelleme yapmış: 'Dünyaya bir kere bakmak zorundaysan sadece İstanbul'a bak.' Eğlence ve zevk temelli hayat tarzı ve şiirlerinin üslup ve içeriği sayesinde Lale Devrine damgasını vuran şair Nedim'in ünü sınırlarımızı aşan ikonoik dizlerini hatırlayalım şimdi de: 'Bu şehr-i Sitanbul ki bi misl ü behâdır / Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedâdır', günümüz Türkçesiyle söyleyecek olursak: Bu İstanbul şehri ki, paha biçilmez ona / Tüm İran mülkü feda olsun tek bir taşınaByzantion şehir devletiyle, Roma, Bizans, Latin ve Osmanlı İmparatorluklarına başkent olan İstanbul için Yahya Kemal Beyatlı şu dizeleri yazmıştı: 'Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer. Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul! Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.' 2500 yıllık tarihsel süreç boyunca Byzantion, Augusta Antonina, Nova Roma, Konstantinopolis, Konstantiniyye, İslambol, Dersaaadet, Derâliye, Âsitâne, Bâb-ı Âli, Pâyitaht ve İstanbul isimleriyle anılan bu benzersiz şehir, 1453'de Fatih Sultan Mehmed komutasındaki Osmanlı ordusu tarafından fethedildikten sonra Türk - İslâm dünyasının her alandaki en parlak eserlerinin üretildiği bir medeniyet merkezi olmuştu. Şehir bir taraftan Ayasofya, Sultanahmet, Süleymaniye ve Eyüp Sultan gibi camileriyle çok geniş bir coğrafyanın mana ve ruh merkezi olurken, yanı sıra, Türk Sohosu ve Türk Arbat'ı olarak anılan eğlence, kültür ve sanat odaklı semtleriyle de, gezegenin bütün coğrafyalarından gelen misafirlere ev sahipliği yapmaktadır. Mozart'a Saraydan Kız Kaçırma Operası için, polisiye edebiyatının kraliçesi sayılan Agatha Christie'ye ise Şark Ekspresi'nde Cinayet romanı için ilham kaynağı olan İstanbul ülkemizde yaşayan 95 milyon insana emanet edilmiş mukaddes bir armağandır. Şehrin eli kulağında olduğu söylenen Marmara depremini mümkün en az insan kaybı ve maddi zararla atlatması için merkezi yönetime, belediyelere, şirketlere, kurumlara ve İstanbul'da yaşayan herkese acil ve hayati görevler düşmektedir. İstanbul'la ilgili bu sohbetimi Ergün Gündüzün yazıp resimlediği Ergün Gündüz'le İstanbul kitabını okurken aldığım notlar üzerinden yapıyorum. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, İstanbul hakkında çok sayıda kitap okumama karşın, Ergün Gündüz'ün bu resimli İstanbul rehberi kadar beni etkileyenine rastlamamıştım. İlgi alanı İstanbul ve grafik kitaplar olan herkese bu eseri bir şekilde bulup incelemesini öneriyorum. Bir sonraki sohbetimizde birlikte olmak dileğimizle, sağlıkla, muhabbetle ve kitapla kalın sevgili dinleyenler.

4) Konu: Aşk, Yayın Tarihi: 04 Ocak 2024

TRT Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhabalar. Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden sohbetimizin bugünkü konusu AŞK, referans vereceğim kitap ise 'Kürk Mantolu Madonna' romanı.

Bilimi mutlaklaştırmayı ve bilimselci söylemin tartışılamaz dominantlığını öncelemeyi tenkit eden postmodern paradigmaya rahatlıkla motto olabileceğini düşündüğüm ve sadece insanın değil canlı ve cansız bütün mevcudatın varoluşunun temelinde yattığına inandığım AŞK'ın en güzel tariflerinden biridir Fuzûlî'nin şu dizeleri: 'aşk imiş her ne var âlemde, ilm bir kıyl'ü kâl imiş ancak.' Zannımca Fuzûli, ilm derken sadece mantık, mühendislik, astronomi, matematik, tababet vb'ni kastetmemiş; felsefe, tarih, tefsir, fıkıh, kelâm gibi disiplinlere de referans vermiş olsa gerektir. Dillendirdiğim argümanın muhatabı, insanın bir başkasına, bir olguya, bir misyona duyduğu kuvvetli sevgi, derin ve tutkulu bağlılık olarak tanımlayabileceğimiz aşk olgusuna Fuzûlî'nin yüklediği mâna ile; aşkı, varoluşun, mevcudatın, Kâinat'ın temel unsurlarından olarak gösteren düşünce hayatının kadîm geleneklerinin örtüştüğünü rahatlıkla görecektir. Bu kadîm görüşlerden birisi günümüzden yaklaşık 2500 yıl önce Sicilya'daki Akragas kentinde Empedokles tarafından olgunlaştırılarak dillendirilen 'Dört Element', yânî 'Anâsır-ı Erbaa' teorisidir. Kozmolojinin ve ontolojinin temellerinden olan bu teori, Kâinat'taki her şeyin Ateş, Hava, Su ve Toprak tarafından oluşturulduklarını, iki temel kuvvetten, iki kurucu enerjiden Aşk'ın, bu temel elementleri çeşitli oranlarda bir araya getirerek gördüğümüz ve görmediğimiz her şeyi oluşturduğunu ve Nefret'in ise bu unsurları birbirinden ayırarak parçaladığını ve onları yok oluşa, ölüme sürüklediğini vâz'eder. Kâdîm kavrayışlardaki Dört Element'i birleştiren ve ayıran bu iki temel kuvvet, Aşk ve Nefret, aktüel kuramsal fizik ve kozmolojinin en favori paradigmalarından parçacık eksenli Standart Teori ile, temel parçacıklar yerine sonsuz küçük sicimleri varoluşun merkezine yerleştiren Süper Sicim Teorisi'nin Kozmos'u açıklama gayretlerine, 2500 yıl önce yapılmış bir girizgâh olarak düşünülebilir pekalâ. 

Aşk ve Nefret birbirlerini besler, birbirlerini doğurur, yek diğerini varlık alanına çıkarır; biri olmazsa diğeri de yokluğun hiçliğinde ikâmet eder. Aşk'ı, var oluşun, Kozmos'un kurucu unsurlarından, Kâinat'ın temel elementlerinden olarak gören binlerce yıllık kâdim anlayışların bize kazandırdığı bu meta perspektifi kaybetmeden, aşk hissini beşeri bir antite, insani bir olgu olarak değerlendiren gündelik yaklaşımlara doğru ilerlemenin vakti geldi.

Modern romancılık ve hikâyeciliğimizin kurucu babalarından Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna romanı, bir kadın ve bir erkek, Raif ile Maria Puder arasındaki aşkı anlatırken, insanlar arasındaki iletişimin zorluğu, hatta imkânsızlığı, insanın kendisini ve başkasını tanımasının önündeki zorlu engelleri, alışkanlıklarımızın ve öğrenilmiş çaresizliklerimizin bizi nasıl hükmü altına alıp yönettiği gibi kritik konuları da başarıyla işlemekte. Yanı sıra yazar, kuru bir didaktizme ve sevimsiz bir malûmatfuruşluğa düşmeden, eserinin satır aralarına yedirdiği oldukça başarılı felsefi ve psikolojik alt metinlerle bize Dostoyevski'nin Yeraltından Notlar'ı ve Suç ve Ceza'sı ayarında bir başyapıt sunmayı başarmış. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, sağlıkla kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.

5) Konu: Başarı, Yayın Tarihi: 05 Ocak 2024

TRT Radyo 1'nun değerli dinleyicileri, merhabalar. Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden sohbetimizin bugünkü konusu BAŞARI, referans vereceğim kitap ise 'Çizgilerle Üstün Başarı' kitabı.

İnsanın düşünce tarihi boyunca yapılmış bir çok tarifi vardır; benim favori insan tanınım ise şöyle: İnsan hikâyeler uyduran ve onları paylaşmaktan zevk alan varlıktır.

Homo sapiens sapiens'in yaklaşık 100,000 yıllık tarihinin son 12,000 yılı, Tarım Devrimi yapıp yerleşik hayata geçtiğimiz dönem; hikâye uydurma, bunları paylaşma ve toplumu uydurduğumuz bu hikâyelere ikna etme noktalarında çok gayretliydik. 1. Endüstri Devriminin şafağının söktüğü 18. yüzyıl ortasında bu süreç hızlandı, 20. yüzyılın ikinci yarında ise insan türünün hikâye uydurma, paylaşma ve başkalarını ikna gayretleri zirve yaptı. Bunda, hiç kuşkusuz, sürekli olarak dev adımlarla ilerleyen teknolojinin ulaşım ve iletişim alanlarında sağladığı yeni imkânlar belirleyici rol oynadı. İçinden geçtiğimiz postmodern sonrası çağda, bahse konu bu hikâyelerin, bu anlatıların bazılarının, ikna güçlerinin derecesine bağlı olarak, zihnimizi âdeta müstemlekeleştirdikleri ve bunun üzerinden de davranışlarımızı domine ettikleri bir vakıa. Bu anlatılar bu hal ve mahiyetleriyle adeta dünyevi putlar haline gelmiş ve hayatımızı hacir altına almışlardır. Başarı anlatısı, sağlıklı yaşam anlatısı, fit - yakışıklı - güzel olmak anlatısı bunlardan ilk aklıma gelenler. Başarı anlatısı bütün diğer modern putlar içinde en tehlikeli olanıdır, zîrâ, bu yaklaşım bizi, bir işi yapış süreci boyunca ortaya koyduğumuz bütün gayret ve emekleri küçümsemeye, hayatımızı sadece o iş yapış sürecinin sonundaki neticeye, sonuca, 'tabela'ya bakarak değerlendirmeye iter. Modern aklı özellikle de 21. asrın ilk çeyreğinin sonuna geldiğimiz şu aktüel uğrakta tamamen kontrolü altına alarak sevk ve idare eden başarı putu, hayatımızın merkezinde olması gereken değerler setini erozyona uğratan, kaliteyi, derûniliği ve niteliği hayatımızdan hicrete mecbur eden, bizi niceliğin, yüzeyselliğin ve sayısallaştırılmış sakilliklerin hükümranlığına ve hükümdarlığına mahkûm ve mecbur eden bir fonksiyon ifâ eder.

Dr. John Eliot'ın yazdığı, Cullen Bunn'ın uyarladığı ve Nathan Lueth'in çizdiği Çizgilerle Üstün Başarı kitabı, grafik roman formatında bir kişisel gelişim kitabı olup, eleştirdiğim başarı anlayışını yüceltmesi bakımında dikkatle ve ibretle okunması gereken bir metin. Başarılı olmanın yegâne seçenek ve mutlak amaç görüldüğü anglo-amerikan eğitim ve iş sistemlerinin içine düştüğü açmazlara cevap olarak üretilen eser, stresi alt edilmesi gereken bir belâ değil, başarının olmazsa olmazı olarak gören ve okuruna, hayat mücadelesinde aklından çok içgüdü, sezgi ve duygularına itibar etmeye davet eden bir anlatı içermekte. Muhatabında 'bir kitap okudum, hayatım değişti!' dedirtecek türden iddialı bir etki yaratmaktan uzak olsa da, söz konusu metin, söylem ve eylemlerimizin alışılmıştan farklı olmasını önererek, kendine yardım etme ve geleceğini öz potansiyeliyle inşa etmeye çalışanlara bir alternatif sunmak iddiasında. Aksini îmâ ve iddia etse de, neticeciliği, tabelacılığı, sonuççuluğu mutlaklaştıran, başarıyı putlaştıran modern aklı kutsayan bu kitap, hayatını kaliteli ve nitelikli bir zeminde ve sonuç değil emek ve süreç odaklı olarak inşaa etmeye çalışanlara söyleyecek derde devâ ve sadre şifâ mahiyette sözü olmayan bir metindir ve eleştirdiğimiz BAŞARI PUTUnun zaafiyetleriyle malûldür. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, sağlıkla kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.

6) Konu: Hiçlik, Yayın Tarihi: 08 Ocak 2024

TRT Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhabalar. Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden sohbetimizin bu günkü konusu HİÇLİK, referans vereceğim kitap ise 'Hiç Yoktan Bir Evren' kitabı. Diyelim ki durgun ve sıkıntılı bir haldesiniz ve bir dostunuzun 'neyin var, keyifsiz gibisin' demesi üzerine de cevaben 'hiçbir şeyim yok' diyerek geçiştirdiniz onun sorusunu. Bilmem farkında mısınız, bu cevabınızla felsefe yaptınız, hem de eskiden 'felsefe-i ûlâ' denilen felsefenin en üst derecesi olan metafizik disiplinine girerek gerçekleştirdiniz bunu. Deneyimlediğimiz, gözlemlediğimiz, yaşantımızın parçası olan olgu, olay ve süreçler fizik, kimya, biyoloji, jeoloji, astronomi gibi tabiat bilimlerinin, 'Sonsuzluk' ve 'hiçlik' gibi algılayamayacağımız, ölçümleyemediğimiz ve deneyimleyemeyeceğimiz antiteler ise metafiziğin iştigal sahasına girer. Matematikte hiçlik, bir şeyin yokluğu olarak tanımlanır ve '0' (sıfır) sembolüyle gösterilir. Bir sayının solundaki hanede yer alarak hiçliğe / yokluğa referans veren sıfır bu türden bir matematik olgudur. Hiçlik, diğer birçok kavram gibi, zıttı olan 'sonsuzluk' ile birlikte oluşur zihin dünyamızda. Sıfır gibi metafizik bir kavram olan sonsuzluk da algılayamadığımız ve deneyimleyemediğimiz bir diğer antite, bir başka matematik enstrümandır. Fiziğe konu olan maddi dünyanın unsuru fizikî varlıklar, metafiziğin konusu olan hiçliğin izdüşümü 'yok-varlık'larla birlikte karşıtların / zıtların birliği ilkesi çerçevesinde diyalektik bir set oluştururlar. Söz konusu ikili set; 'dişil - eril', 'aydınlık - karanlık', 'iyi - kötü', 'yanlış - doğru', 'sıcak - soğuk', 'canlı - ölü' ikiliklerinde olduğu gibi birlikte var olurlar, birbirlerini anlamlı kılar, zenginleştirir, var eder ve yok oluşa taşırlar. 

Hiçlik, Kozmoloji ve parçacık fiziği disiplinlerinde hayati ve de genel kabul gören anlayışların zıttı mahiyette bir yer işgal eder. Kozmolojide Evren'in ortaya çıkışına dair genel kabul gören Big Bang Teorisi, Evren'in oluşturan her şeyin, madde ve enerjinin tamamı ile bunları barındıran 4 boyutlu uzay-zaman sürekliliğinin hiçlik, yokluk mertebesindeki sonsuz küçük ve boyutsuz bir noktadan patlayarak 13.8 milyar yılda bugünkü haline geldiğini argümante eder. Parçacık Fiziği'nin Kuantum Dalga Mekaniği Teorisi ise, Kozmolojinin 'boş uzay' dediği alanın tamamen boş olmadığını, onu neredeyse dolduran kuantum köpüğünde sürekli olarak 'madde' ve 'karşı-madde' partiküllerinin belirip yok olduklarını vaz'eder, ki, atom altı parçacıklardan galaksilere kadar gözlemlediğimiz, deneyimlediğimiz her şey de işte bu kuantum köpüğündeki dalgalanmaların neticesinde çıkmıştır ortaya. Bir diğer deyişle Kuantum Fiziği, 'HİÇ'ten, 'HİÇLİK'ten ortaya çıkıveren bir Evren anlayışının temellerini atar.

Kozmoloji ve parçacık fiziğiyle kuantum teorisindeki bahse konu hiçlikleri mükemmel surette mercek altına alarak açıklayan bir kitap öneriyorum mezkûr disiplinlerin meraklılarına: Lawrens M. Kraus'un yazdığı Hiç Yoktan Bir Evren. Şayet bu sohbetimize konu olan kozmolojik mevzular ilgi alanınızda ise, bu kitabı bir solukta okuyacağınızın garantisini veriyorum. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, sağlıkla kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.

7) Konu: Sonsuzluk, Yayın Tarihi: 09 Ocak 2024

TRT Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhabalar; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden sohbetimizde bu günkü konumuz SONSUZLUK, referans vereceğim kitap ise 'Zaman Döngüleri - Kuantum Evreninin Olağanüstü Macerası' kitabı. Bir önceki sohbetimizin konusu olan HİÇLİK olgusunun zıddıdır bu sohbetimizde mercek alacağımız SONSUZLUK antitesi. Sonsuzluk olgusu da, zıddı olan hiçlik gibi, algılayamadığımız, ölçümleyemediğimiz, deneyimleyemediğimiz, tanımlayamadığımız, bu yüzden de tam olarak anlayamadığımız metafizik kavramlardandır. İnsan aklı fizik, kimya, biyoloji, jeoloji, astronomi ve kozmoloji gibi maddi dünyaya dair süreçleri gözleyen, izleyen, ölçen, değerlendiren tabiat bilimlerinde sonsuzlukla işlem yapamaz, zîrâ, sonsuzluk işleme sokulduğu alanlarda belirsizliklere yol açar.  Diyelim ki bu disiplinlerdeki bir operasyonumuzun herhangi bir aşamasında sonsuzluk olgusu belirdi, işte o zaman,  ortaya çıkan bu anormal ve istenmeyen durum re-normalizasyon süreci denilen bir operasyonla normalize edilir ve sonsuzluk denklemin dışına atılarak belirsizlik ortadan kaldırılır. İnsan idraki sonsuzluğu sadece soyut, uygulamasız, pür matematiksel işlemlerde operasyona sokar; müdrikemiz sadece matematik disiplinlerinin bünyesinde sonsuzlukla başa çıkabilir. Böyle diyorum ama, matematik bünyesindeki sonsuzluk temelli enstrümanlar da öylesine sıra dışıdır ki, mantığımız onları bu zihni disiplinde bile anlamlandırırken çok zorlanır. Matematiksel sonsuzlukla ilişkili süreçlerin oluşturdukları resimleri işte bu yüzden gözümüzde canlandırmakta yetersiz ve hatta âciz kalırız. 

Sayılar Kuramı üzerinden bu dediklerimi örnekleyeceğim: Eksi sonsuzdan sıfıra kadar olan negatif tam sayılar kümesinin sonsuz elemanı vardır, buna 'eksi küme' diyelim. Sıfırdan artı sonsuza kadar olan pozitif tam sayılar kümesinin de sonsuz elemanı vardır, buna 'artı küme' diyelim. Eksi sonsuzdan artı sonsuza kadar olan tam sayılar kümesinin de sonsuz elemanı vardır, buna da 'tam küme' diyelim. Matematikle ortalamanın üstünde ilgilenen az sayıda kişi dışındakilerin mantığının kabullenmekte zorlanacağı bir denklem kuruyorum: 'eksi küme' = 'artı küme' = 'tam küme'. Devam edelim: 0.1 ile 0.01 arasındaki gerçek sayılar kümesinin de sonsuz elemanı vardır, buna 'gerçek küme' diyelim. İşte size, mantığınızın asla kabul edemeyeceği bir denklem daha: 'gerçek küme' = 'tam küme'. İnanılır gibi değil, öyle değil mi? Sonsuzlukla temas ettiği olay ve süreçlerde insanın mantığı, sağ duyusunu işte böyle taca çıkar, ezberlerimizin mimarisi işte böyle parçalanır! 

Roger Penrose'un yazdığı 'Zaman Döngüleri - Kuantum Evreninin Olağanüstü Macerası', sonsuzluk olgusunu kozmoloji düzeyinde inceleyen bir monografi. Evrenin tarihine dair dominant anlatı, onun günümüzden 13.8 milyar yıl önce gerçekleşmiş Big Bang denilen bir patlama ile hiçlikten ortaya çıktığı şeklindedir. Roger Penrose, söz konusu metinde, evrenimizin sonsuz Big Bang'leri içeren her birine EON denilen bir sonsuz ve döngüsel evrenler şeklinde ezelden gelip ebediyete kadar uzanan başlangıçsız ve bitimsiz bir hayat çizgisi olduğunu savunmakta. Felsefe, fizik, matematik ve kozmoloji meraklıları için benzersiz bir hazine ve çok kıymetli bir mücevher bu kitap, demedi demeyin değerli dinleyenler. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, sağlıkla kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.

8) Konu: Paradoks, Yayın Tarihi: 10 Ocak 2024

TRT Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhabalar; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden sohbetimizin bu günkü konusu Paradoks, gönderme yapacağım kitap ise Paradoksun Kısa Tarihi

Mantıklı konuşmak ve mantıklı davranmak, uymaya çalıştığımız temel bir kuraldır; çevremizdeki insanların da buna göre davranmasını bekleriz. Ne yazık ki beklentimiz hayatta her zaman karşılık bulmaz. Mantıksız söylem ve eylemler sadece günümüze değil, insanlık tarihinin tamamına damgasını vurmuştur. İlk duyduğunuzda size doğru gibi gelen, biraz düşününce sağ duyunuzu zorlayan paradokslar mantıksız ifadelerin uç örnekleridir. Türkçede çatışkı, açmaz ve çelişki gibi karşılıkları olan paradokslar, rasyonel düşünme süreçlerini paralize etmeleri, mantığı devre dışı bırakmaları yüzünden düşünce insanlarınca hiç sevilmez, elemine edilmeye çalışılırlar. Bana göre paradoksun en iyi açıklaması şudur: 'ne doğru ve ne de yanlış olan, bir diğer deyişle, aynı anda hem doğru ve hem de yanlış olarak algılanan, bu yüzden de muhatabının doğru mu yoksa yanlış mı olduğuna karar vermesinin imkânsız olduğu ifadedir paradoks'. Bu tarifi en bilinen birkaç paradoks ile örnekleyelim:

***Giritli Paradoksu: Giritli Epimenides'in 'Giritliler daima yalan söyler' dediği rivayet olunur. Burada iki şık var: 1 - Bu söz doğruysa 'Giritliler daima yalan söyler' önermesinin yanlış olması gerekir. Dolayısıyla, doğru söylediğini kabul ettiğimiz Epimenides'in yalancı olduğu ortaya çıkar. Burada apaçık bir çelişki vardır. 2 - Şayet 'Giritliler daima yalan söyler' sözü yanlışsa, bu durumda, sözün sahibi de Giritli olduğundan, doğru söylemiş olması gerekir ki, bu durumda yalan söylediği için doğru söylemiş olur. Bu ikinci şıkkın da apaçık bir çelişki olduğu ortadadır. Bu paradoks bizi şu genellemeye götürür: bu söz doğruysa bu söz yanlıştır, bu söz yanlışsa bu söz doğrudur! İşte size çelişkinin zirvesi.

***Büyükbaba Paradoksu: Zamanda geriye doğru yolculuğun imkânsız olduğunu, ya da, bu olsa bile, geçmişi değiştiremeyeceğimizi göstermek isteyenlerce savunulan bir iddiadır. Buna göre zamanda geriye gidip, büyükbabanızın çocukluk haliyle karşılaştığınızda, şayet onu öldürürseniz, babanızın, dolayısıyla da kendinizin dünyaya gelmesine engellersiniz. Bu durumda, büyükbabanızı öldürdüğünüzde, aslında büyükbabanızı öldürmemişsiniz demektir. Bu da bir çelişkidir.

***Sonsuz geçmiş paradoksu: Evren'deki sonsuz çeşitliliği Roger Penrose gibi teorisyenler varoluşun sonsuz bir geçmişten geldiğine dayandırarak açıklarlar. Bu teoriye karşı çıkanlar ise, geçmişin bir başlangıcı olduğunu savunur; bunlara göre, şayet evrenin geçmişi sonsuz olsaydı, şu an yaşadığımız sürece erişmesi için sonsuz zaman geçmesi gerekirdi. Oysa sonsuz zamanın geçmesinin mümkün olmadığı ortadadır.

Paradoksun ne olduğunu bilirsek; uluslararası politika süreçlerinde tezlerimizi muhataplarımıza karşı savunurken, rekabetin yoğun olarak yaşandığı iş süreçlerinin yönetilmesi sırasında pozisyonumuza ya da şirketimizin pazardaki yerine göz koyan rakiplerle mücadele ederken, aile içindeki karmaşık problemleri çözmeye çalışırken, eğitim hayatımızda karşılaştığımız sorunlarla mücadele ederken daha avantajlı oluruz. Değerli dinleyenler, anlattıklarımın çok daha fazlasını okumak ve öğrenmek isteyenler için mükemmel bir felsefe, mantık ve düşünce tarihi eseri önereceğim. Bu sohbete hazırlanırken çok yararlandığım felsefeci Roy Sorensen'in yazdığı Paradoksun Kısa Tarih - Felsefe ve Aklın Labirentleri kitabından bahsediyorum. Özenli çevirisiyle dikkat çeken eser, çok sayıda dinleyenimizin başucu kitaplarından olmaya namzet bana kalırsa. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; sağlıkla kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 

9) Konu: Küresel İklim Değişikliği, Yayın Tarihi: 11 Ocak 2024

TRT Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhabalar; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden sohbetimizin bu günkü konusu Küresel İklim Değişikliği, bahsedeceğim kitap ise İklim Krizinin ABC'si. 20 Ağustos 2018 günü, 15 yaşındaki İsveçli bir 9. sınıf öğrencisi, küresel iklim değişikliğine dikkat çekmek için okulu yerine İsveç Parlamentosunun önüne giderek oturmaya başladı; elinde 'iklim için okul grevi' yazdığı bir karton taşıyordu. Bu genç kız, ilerleyen süreçte küresel tanınırlık kazanarak davasının sembol ismi olan Greta Thunberg'dü. 2019 yılında, Greta'dan ilham alan milyonlarca ortaokul ve lise öğrencisi, 125'den fazla ülkede iklim krizine karşı hükümetlerin acil tedbir almasını isteyen slogan ve pankartlarla sokaklardaydılar. Eylül 2019'da NY'da toplanan BM İklim Eylem Zirvesi'nde konuşan Greta Thunberg'ü, toplantı sonrası koridorda karşılaştığı ABD Başkanı Donald Trump'la aynı karede gösteren ve sosyal medyada viral olan fotoğraf ve videolar, iklim değişikliğinin nedenleri konusunda taban tabana zıt görüşler savunan iki tarafı bir araya getirmesi ve genç kızın ABD Başkanına nefret dolu bir nazarla bakışını yakalaması yüzünden, hafızalarımıza âdeta kazındı. Greta gibi düşünenler 'karbon  bazlı yakıtların artan kullanımı, kesilen ormanlar, aşırı endüstrileşme, çarpık kentleşme, çevre kirliliği, aşırı kırmızı et tüketimi, havayolu taşımacılığının üstel bir hızla büyümesi, hızlı nüfus artışı ve kutup buzullarının süratle erimesi gibi faktörler yüzünden oluşan sera etkisi küresel ısınmaya yol açıyor, bu, global iklimi kökten değiştiriyor' diyor ve ekliyorlar, 'şayet insanlık derhal radikal tedbirler almazsa, iklim değişikliğinin dramatik sonuçları yüzünden, medeniyetimizin çöküşü ve hatta insanlığın sonu kaçınılmazdır!' Trump gibi düşünenlerin iddiaları özetle şöyle: 'iklimlerin radikal bir şekilde değiştiği abartılı bir yaklaşım; olan bazı değişimler ise hem iddia edildiği gibi önemli değil, hem de insan faktörüne bağlı değil. Bunlar, iklimlerin milyonlarca yıla sârî doğal çevrimlerinin tezahürleridir, o kadar. Bu yüzden de karbon bazlı enerjiden, endüstriyel gelişmeden, küresel nüfusu olabildiğince arttırmaktan, çokça kırmızı et tüketmekten, ormanları yok edip yerlerine tarım arazileri ile maden ve petrol sahaları açmaktan vazgeçmemeliyiz.' Bu noktada soru şudur: 'Trump mı, yoksa Thunberg mü haklı?' Soruya Türkiye üzerinden cevap vereceğim. Cumhuriyet sonraki kuşaklarımızın ders kitaplarında, yakın zamana değin, Akdeniz İklimi 'yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı geçer', kara iklimi ise 'yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve karlı geçer' diye tanımlanırdı. Son yıllarda ülkemizin pek çok yerinde yaşanan ve alışılmadık şiddet ve sıklıkta tekrarlanan aşırı yağışlar, seller, heyelanlar, uzun süreli yağışsızlık ve kuraklık dönemleri, fırtınalar, hortumlar coğrafyamızdaki iklimin, onlarca yıl boyunca bizlere okutulan kitaplarda tarif edilenden farklılaştığına, dolayısıyla da, küresel iklim değişikliğinin olumsuz sonuçlarından payımıza düşeni almaya başladığımıza işaret etmekte. İşte bu yüzden, küresel iklim değişikliğini insanlığın bekâ problemi olarak görenlerle aynı safta duruyorum. Metni ve resimleri Grady Klein ve Yoram Bauman'a ait olan İklim Krizinin ABCsi, çizgi roman formatında hazırlanmış bir eser olup, bu sohbetimizde mercek altına aldığımız hususları ve çok daha fazlasını incelemekte. Bu yüzden de onun, iklim krizine dair kaygılar taşıyan ve kaynak arayışı içinde olanlar için ideal bir kitap olduğunu düşünüyorum. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; sağlıkla kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 

10) Konu: Deprem, Yayın Tarihi: 12 Ocak 2024

TRT Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhabalar; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden sohbetimizin bu günkü konusu deprem, referans vereceğim kitap ise Moriwaki'nin Deprem Rehberi. Bu satırların yazarı İTÜ Maden Fakültesi Petrol Mühendisliği mezunu; 1976 - 1984 dönemine denk düşen mühendislik eğitimi sürecinde, kendi bölümümün dersleriyle birlikte, jeoloji ve jeofizik gibi petrol mühendisliğiyle yakın işbirliği içinde olan kardeş yer bilimleri disiplinlerin Kazım Ergin, İhsan Ketin, Galip Sağıroğlu, Ekrem Göksu, Nusret Kürkçüoğlu, Celal Şengör, Naci Görür gibi efsane hocalarının ders ve seminerlerine de girdi. Mezun olduktan sonra geçen 40 yılda yer bilimleri ve depremle ilgili çok sayıda popüler kitap ve akademik metin okudu; bu yüzden de bıraksanız, genel olarak deprem ve özel olarak da Türkiye'nin depremselliği hakkında günlerce konuşabilir. Öte yandan lâfı uzatmanın da manası yok, zîrâ, 1999'dan bu yana yaşadığımız depremlerden sonra tv kanallarında yapılan bilgilendirici yayınlar ve internet sitelerindeki ilgili içerikler sayesinde, olası bir depremin insan kaynaklarımıza ve maddi varlıklarımıza verebileceği zararı minimize etmek adına neler yapılması gerektiği sayısız kere paylaşıldı bizlerle. Bu yüzden de, konuya dair birkaç hayati hususu ana başlıklarıyla hatırlatmakla yetineceğiz: 1- evimizin, iş yerimizin, okulumuzun, sağlık ve eğitim kurumlarımızın depreme dayanıklılığını bilmemiz hayati önemdedir, buralarda problem varsa, yapabileceklerimizi gecikmeksizin hayata geçirmeli, yetkilileri de aksiyon almaları için uyarmalı ve teşvik etmeliyiz. 2- evde deprem sırasında üzerimize devrilebilecek eşya ve malzemeleri güvenli bir tertip içerisinde yeniden düzenlemeliyiz. 3- bölgemiz için uzmanların deprem beklentisi yakın ve hayati tehdit seviyesindeyse, yaşam alanlarımızda güvenli alanlar, yaşam üçgenleri oluşturmalıyız. 4- baş ucumuzdan, en gerekli alet ve malzemelerle dolu deprem çantamızı eksik etmemeliyiz. 5- evde, işyerinde ve okulda periyodik deprem tatbikatları yapılmasını sağlamalıyız. 6- yaşam alanlarımızdan bazıları kentsel dönüşüme ihtiyaç duyan binalar ise, bu konuda merkezi yönetim ve belediyelerle yakın işbirliği içinde davranmalıyız. 7- bizi korkutarak manipüle etmeye ve yönetmeye dönük olduğu belli olan 3 büyüklüğündeki bir deprem için atılmış 'yine deprem oldu!' şeklinde manşetleri dikkate almamalıyız; unutmayalım ki Türkiye bir deprem ülkesidir ve coğrafyamızda her gün onlarca küçük deprem olur. Küçük depremler, fay hatlarında birikmiş enerjiyi boşaltır, fayların uzun süre suskun kalıp, biriktirdikleri çok büyük enerjilerle çok yıkıcı depremler oluşturmasının önüne geçer. 8- imkânımız varsa ilk yardım ve arama - kurtarma faaliyeti kurslarına katılmalıyız. 9- 'deprem ne zaman olacak?' diye kaygılanarak yaşamaktansa, 'evet, deprem olacak, ama endişelenmiyorum, çünkü ben hazırlıklarımı tamamladım, tedbirlerimi aldım' diyen bir anlayışın mümessili ve tarafı olmalıyız. Dünyaca ünlü Japon deprem uzmanı Yoshinori Moriwaki'nin yazdığı ve Sıla Heper'in çizdiği Moriwaki'nin Deprem Rehberi, paylaştığım argümanların daha ötesinde bilgi arayan okur için iyi bir kaynak. Komik Şeyler Yayıncılık'ın bastığı kitap bir manga, yânî çr, bu sayede de kolay okunmakta. Depremle yatıp depremle kalkan bir toplumuz, bu gibi eserlerin sosyolojimizin kılcallarına kadar nüfuz etmesinde büyük fayda olduğunu düşünüyorum. Bir sonraki programımızda birlikte olabilmek dileğimizle; sağlıkla kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder