Therapia'nın kapağı(*). |
Çok beğendiğim ve yüksek bir sadakatle parmak izlerini, ayak izlerini ve tabii ki gri hücrelerinin işlerini takip ettiğim bir grafik sanatçısını, şimdiye değin ybaşına bardaklar çekilmişayımlanan 5 kitabı (ama en çok da son albümü olan Therapia) üzerinden tanıtan bu metinle, doğrusu, sadece grafik sanatlarla ilgilenenleri hedeflemedim. Onun yanı sıra, okunulan satırlar, felsefe (özellikle de onun fenomenoloji ve varoluşçuluk disiplinleri), psikiyatri, popüler kültür, koleksiyonerlik, kitabiyat, sinema, kozmoloji, edebiyat, çizgi roman evreni, Payitaht'ın (Âsitâne, Der Saadet) kültür haritası ve halîtası, kuramsal fizik, bilim kurgu.... gibi onlarca başka alt metin ve izleğin dolayımları üzerinden de kendisini var ederek, çok daha geniş bir okur kitlesi için cazibe merkezi olmayı arzulamaktadır (olası bir yanlış anlaşılmayı kestirmeden bloke etmek adına diyorum ki: 'eserin arzusu, müessirinkine, telifin beklentisi müellifinkine bitişiktir, ayrı ayrı var olamazlar, düşünemezler ve düşünülemezler).
Metni(mi)n çok sayıda farklı disiplin üzerinden / içinden yürüyor oluşu, temelde, referanslar verdiğim müktesebatı oluşturan karikatür / desen / resimleri çok önemsiyor, (çok sayıda alt metni içermeleri bakımından) farklı bir eşikte değerlendiriyor ve beğeniyor oluşumla doğrudan alâkalıdır tabii ki. Birlikte dillendirilmesi çoğunlukla alışılmışın, rutinin dışında olan antiteleri meczederken satırlarımda, sanatçıya gösterdiğim ihtimamın ayna simetrisi olan bir ihtimamı da esirgememiş oluyordum metnimden / okurumdan: okudum, araştırdım, düşündüm, tartıştım ve çokça ihtimam gösterip ehemmiyet verdim bu işe - ki, ortaya, hakkında konuştuğu külliyatı kelimenin hakiki manasıyla ve lâyığıyla kuşatabilen kapsamlı, özel ve sıra dışı bir metin çıkabilsin(0).
Therapia'nın elime geçtiği 25 Ocak 2021'de bu yazının taslağını çıkarmaya başlamıştım. 2021 Ağustos'unun başında, nihayet tamamladım onu işte.
'Uçurum gözlü ve bıyıkları beş okka o Prusyalının tarzında ve kalitesinde, adeta gök gürültüsü kıvamındaki cümlelerle ve muhatabının suratına ve şuuruna kırbaç gibi şaklayarak inen satırlarla konuşamayacaksam şayet...' demiştim kendime ve devam etmiştim o mezkûr Ocak itmam olur iken klavyenin başında, 'öyle bir yazı olsun ki bu, hiç olmazsa...okuyan desin şöyle: 'bundan ötesi, doktora tezi!'
2***Beklemediğimiz darbe n'eder bize?
Birçok bölümü, başlangıcında son derece güvenli, emniyetli, sakin, âsûde bir gelişme ve final vaat etmesine karşın, beklenmedik sahnelerle, şok edici gelişmelerle ve adeta ters köşe yapan finallerle seyircisini allak bullak eden bir dramatik kurguya evrilen tv serilerinin belleğimize kazınması ve popüler kültür kodlarını kökten değiştirmesi (Alfred Hitchcock Presents, dizinin ilk bölümünün gösterildiği yıl: 1955 ve The Twilight Zone, dizinin ilk bölümünün gösterim yılı: 1959); kavurucu yaz sıcaklarının ultraviyole indeksini 10'un çok üzerine taşıdığı oldukça uzun bir sahili dolduran mahşeri kalabalığın, okyanusun serin sularında yaşadıkları konforlu ve keyifli anlarının, kopmuş kol ve bacaklardan fışkıran kanlarla kızarmış köpüklü dalgalarla birlikte, yerini görülmemiş bir korku ve dehşet kasırgasına terk etmesi (Jaws, gösterime giriş yılı: 1975); adeta usta bir ressamın mahir fırça dokunuşlarıyla özene bezene çizdiği izlenimini uyandıran nefis bir pastoral manzaranın ortasından geçen bir yolda, insanı dingin bir ruh mood'una sokan bir klasik müzik parçasını dinlerken, beraberinde seviyeli şakalar yapmayı da ihmal etmeyerek, yelkenlilerini çeken lüks bir station model otomobille, hafta sonu tatili için, göl kenarındaki villalarına doğru ilerleyen anne, baba ve çocuklarından oluşan bir çekirdek üst-orta sınıf Avrupalı ailenin, kendilerini uzaktan bile tanımayan, daha önce yollarının asla kesişmediği ve fakat hayatın, Evren'in, insanlık vaziyetlerinin ve Dünya hallerinin o gizemli ve o saçma sapan rastlantısallığıyla karşılarına çıkıveren, kendileri gibi üst orta sınıftan oldukları izlenimini uyandıran iyi görünümlü, 'bebek yüzlü', bembeyaz ve tertemiz giysili ve beyaz eldivenli iki genç tarafından, olmadık işkenceler sonucunda, katledilecekleri trajik ve absürt bir devam yoluna sürüklenmesi (Funny Games, Michael Haneke tarafından çekilen orijinalinin gösterime giriş yılı: 1997)(1); kanun kaçaklarını kovalayan şerifin, çatışmada aldığı yaralarla girdiği komadan, 'sakin ve emniyetli' kavramlarının, adeta, sözlüklerdeki mütekabili sayılabilecek bir yoğun bakım odasının sterilliğine, güvenilirliğine ve dinginliğine uyandığında, Dünya'nın artık bir pandemiyle mutasyona uğramış 'yaşayan ölüler'in hakimiyeti altında olduğunu ve medeniyet adına yarattığı her ne varsa, onun ezici çoğunluğunun, insanlığın ellerinden kayıp gittiğini, derin bir dehşet ve çaresizlik hissiyle, anlaması (The Walking Dead, sagayı başlatan ilk comics fasikülünün yayımlanış tarihi 2003) ve bu minvaldeki diğer pek çok üst kültür ve popüler kültür fenomeni, bize, bildiğimiz, sevdiğimiz, idealize edip her koşulda bağrına sığınmak istediğimiz güvenli ve sevimli (home sweet home kıvamındaki) ortamların aslında, bilinenin ve sanılanın aksine, çok da tekin olamayabileceklerini epeydir göstermekteydi zaten.
Bir diğer deyişle, bu 'ters köşe olma' hallerimize, sağ gösteren rakibimizden aldığımız sol aparkatla yere serildiğimiz bu sürpriz abandone olma vaziyetlerimize karşı, belleğimizdeki onlara dair (adeta bir çeşit arketip niteliği kazanmış) onca alışkanlık ve ezberin sayesinde, hazırlıklı ve şerbetli olmamız beklenir, öyle değil mi? Peki, verili durum gerçekten de böyle midir, gerçekten de bu gibi şok edici sürprizlere hazırlıklı mıyızdır acaba?!?
Giriş cümlemde altını çizdiğim üzere, neredeyse 30 yıldır (verimi, işleri, asârı üzerinden) tanıyıp takip ve takdir ettiğim ve güvenilirlik Acun'unundan >>> tekinsizlik Evren'ine (belki sebep - sonuç / illiyet / causality ilişkisinin ve determinizm prensibinin iptal olduğu bir kuantum sıçramasıyla, belki de, zamanda yolculuğu mümkün kılan bir kozmik solucan deliği vasıtasıyla) ansızın geçiverilen o farklı dünyalara, değişik boyutlara ve alışılmışın dışındaki eşiklere referanslar veren MAT kompozisyonlarının gravitasyon sahasına girdiğinizde, aslında durumun hiç de böyle olmadığını, bahse konu o kompozisyonların (özellikle de bazılarının) içerdikleri (ifrattan tefrite salınan pandül gibi) alâkasız insanlık durumları ve Dünya halleri arasında yapılan ani sıçramalara / geçişlere / kaçışlara / intikallere karşı idrakimizin, benliğimizin, kişiliğimizin (ruhumuzun diye de okunulabilir) daima şaşırmaya ve şoke olmaya yazgılı olduğunu bütün çıplaklığıyla anlayıveriyoruz. Bu 'Radikal Hakikat'i zihnimizin (yakın ve malûm ya da ırak ve meçhul, fark etmez) bir coğrafyasına kaydedelim (sabitleyelim, gömelim) derim, zîrâ, ilerleyen satırları hem önceleyecek, hem de domine edecektir bu argüman .
Ezcümle, yüzlerce karikatürü, deseni ve resmi üzerinde tek tek durarak ve tefekkür ederek eriştiğim sezgi, kanaat ve fikirlerden damıttığım okunulan satırları yazmaya soyunmamın en önemli nedeni, MAT'nin, ilerleyen bölümlerde paylaşılacak olan diğerlerinin yanı sıra, işte bu, aralarında irtibat / iltisak / ilişki olması mümkün olmayan, hatta, düpedüz birbirinin zıttı olarak da tezahür edebilen, alâkasız insanlık hallerini ve Dünya vaziyetlerini (paralel evrenler(2) diye de okunabilir), inşâ ettiği illüstratif solucan delikleri ve fikri ve (düşsel anlamında) fiktif kuantum sıçramalarıyla, birbirine bağlamayı başarmasıdır.
3***Kısa biyografi
1964'de Adana'da doğan sanatçı Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Sanatlar Bölümü'nde okudu (1984 - 1990). Eserleri ulusal ve uluslararası grafik tasarım sergilerinde yer alan, solo grafik tasarım sergisi, olan, atölye çalışması ve seminerler gibi etkinliklere de katılan MAT'in afişleri Zürih tasarım müzesi 'Museum fur Gestaltung Zurich' ve Colorado State Üniversitesi, Fort Collins daimi koleksiyonlarında bulunmaktadır. GMK (Grafikerler Meslek Kuruluşu) ve AGI (Alliance Graphique Internationale) üyesi olan sanatçı 2003 yılından beri İstanbul’da kurduğu kendi stüdyosunda (Atelier MAT) çalışmalarını sürdürmektedir.
Yayımlanmış 5 desen / karikatür / resim (3) albümü olan MAT'in 5. eseri olan Therapia, sanatçının 30 yıllık karikatür / resim / desen müktesebatının bütün evrelerine dair kapsamlı bir retrospektif toplam mahiyetindedir. Enteresan bir detayı paylaşacağım: kitaplarında yer alan biyografik ve bibliyografik kısımlarda ve daha da önemlisi, resmi sitesinde(4), MAT'ın grafik kitaplarının bazen ilki, bazen ikincisi, bazen de ikisi birden yok farz edilmektedir.
4***'Yani şey...', ya da, 'MAT'in Kozmosundan haberdar olan....'
MAT'in sanatıyla, müktesebatıyla ilk karşılaşmam Aralık 1993'de Akmar Pasajı'ndaki bir sahafın vitrinde gördüğüm 'Yani şey...' başlıklı, karton kapaklı / SC(5) albümünü arşivime eklemem sayesinde gerçekleşti(6), (7). O zaman henüz internet yok, daha doğru bir ifadeyle, biz sıradan fânilerin bu imkâna sahip olmamız için birkaç yılın daha geçmesi gerekmekte, bu yüzden de ancak güvendiğim sahaflara sorabildim 'MAT kimdir, başka kitabı var mıdır?' gibi merak ettiğim hususları. Kitabiyat bilgisi en geniş üstatlar bile tanımıyordu onu, belli ki genç bir sanatçının ilk ve tek eseriydi 'Yani şey...'. Çok değil, sadece (ayrıntılarına ilerleyen satırlarda gireceğim, coğrafyamızdaki verili karikatür ve resim anlayışlarının dışından / ötesinden konuşan) 31 karikatür / resim / desen(8) içeren ve yaratıcısı tarafından 'Büyümeyenlere...' adanan incecik bir albümü sayesinde bende kalıcı etki bırakan MAT, radarıma girmişti artık, ona dair ciddi bir farkındalık kesbetmiştim anlayacağınız. 'Yani şey...'i defalarca karıştırıp, içeriğini tekrar ve tekrar gözden geçirdiğim / okuduğum(9) 1990'ların daha o ilk yarısında, artık şuna ikna olmuştum: MAT'in Kozmosundan bir şekilde haberdar olan grafik sanat tutkunlarının, o alemin cazibesinden kurtulmaları (bazılarının girişte altını çizdiğim ve diğerlerine ise birazdan işaret edeceğimiz nedenler yüzünden) son derece düşük bir olasılıktı! İşte bu sebepledir ki, sanatçının yeni albümlerinin yolunu tutkuyla gözlemeye başlayan (sayımızın iki elin parmaklarından daha fazla olması için totem yaptığımı, Evren'e talep falan gönderdiğimi hatırlıyorum, ne naif günlerimmiş Yârabbim) hayranlarının hizasına yazılmıştı artık ismim.
5***'Belki de bunlar...' ile gelişen bir grafik anlatım
MAT'in ilk albümünü yayımlamasından 6 yıl ve o albümün ikinci el nüshasını bir sahaftan almamdan tam dört yıl sonrası, 1997'nin güzel bir Mayıs günü... Kızlarım ve anneleriyle birlikte her Cumartesi ve Pazar düzenli olarak uğramayı alışkanlık haline getirdiğimiz Kadıköy, Neşet Ömer Sokak'taki kaldırımlara yayılmış seyyar sahafları didik didik ediyoruz yine... Tezgâhların birinde 'Belki de bunlar...'ı(10) görür görmez, ne denli heyecanlanıp sevindiğimin tezgâh sahibi tarafından anlaşılmamasına özen göstererek, satın almıştım MAT'in ikinci albümünü. Daha sonra, tamamı aynı sokaktaki Kadıköy Çarşısı'nda Çizgi roman sahaf dükkânı açacak olan sektörün İlker Özer, İlyas Erkul, merhum Hasan Kabakçı, Murat Sevgikuran gibi duayenlerine 'MAT'in kitaplarının kitapçılarda bulunmama sebebini' sormuş ve onlardan hep aynı cevabı almıştım: '...bu arkadaşı tanımıyoruz, ancak belli ki kitaplarının baskı sayısı çok az tutuluyor ve çok dar bir çevreye dağıtımı yapılıyor. Bu yüzden de kitapçılarda satılmıyor ve ikinci eli de çok zor çıkıyor...'
Karikatür ve resimlerini ilk albümündekilere kıyasla daha olgun, daha gelişmiş bulduğum MAT'in bu ikinci albümü, bu niteliksel / kalitatif farklılığının yanı sıra, 31 yerine 38 karikatür / resim / desen içermesi sayesinde, ilkinden niceliksel bakımdan da daha kapsamlıydı. Onu da, ilki gibi, günlerce bırakamamıştım elimden, defalarca ve başta sona incelemiş ve bir çok kompozisyonun ima ettiği, referans verdiği ve beslendiği alt metinler üzerine de derin derin düşünmüştüm. O an zihnimde 'umarım MAT'in üçüncü albümü de, ilk ikisi gibi, az baskılı ve eş-dost çevresinde dağıtılan türden olmaz' temennisi dolaşıp duruyordu(11).
6***'Ara toplam Subtotal'...İlk ticari albüm mü?
MAT'in kitapçı raflarında boy gösteren ilk albümünün Ara toplam Subtotal olduğunu düşünüyorum(12), (13). Bir diğer ifadeyle bu albümle birlikte sanatçı, kapitalist kitap piyasasının standartlarını karşılayan bir ticari anlayışla davranmış, ilk ikisinden daha fazla basılan 'Ara toplam' 2003 Mayıs ayında, önceki iki albüme nazaran, daha profesyonel bir anlayışla dağıtılmış ve hiç olmazsa seçilmiş bazı kitapçılarda meraklısıyla buluşmuştu. Bu yargımı, bahse konu albüme sahaflarda ve internette halâ rastlayabiliyor oluşumuzun üzerine bina ediyorum. Nasıl ki sanatçının 2. albümünde ilk albümüne aldığı karikatürler varsa, 3. albümünde de bir önceki albümünden karikatürler yer almaktadır. Ara toplam...'daki 62 karikatür'ün 22'si önceki albümlerindendir. İlk defa bu albümde yer alan işler, önceki 2 albümdeki karikatürlere kıyasla, daha büyük bir özenle çalışılmış, daha yüksek fikri, plastik ve grafik değerlere haiz kompozisyonlarmış intibaı uyandırdılar bende. İçeriklere can veren kimi fikirlerin ve temaların izleyicisinde yarattığı tedirginlik, şaşkınlık, korku (ve hatta nadiren de olsa, dehşetin) dozu da sanki (en az) bir level artmış gibiydi. Onu ilk incelediğimde de, yıllar sonra bu metin için üzerinde tekrar çalıştığımda da, böyle hissetmiş ve düşünmüştüm. Unutmadan ekleyeyim: Ara toplam'ı satın alarak arşivime kattığım tarih, kabaca, 2003 yaz sonu, temin ettiğim yer ise Bağdat Caddesi'ndeki bir kitapçıydı
7***Okurla, Kozmos'la, 'Bir Şey'le ve 'Her Şey'le 'Hemhal'....
MAT'in 4. albümü olan Hemhal(14) ile karşılaşmam, 2007'nin sonlarında (Kasım ya da Aralık olmalı), Beyoğlu, Büyük Parmakkapı Sokak'taki Pandora'da, ya İstiklâl Caddesi'nin Tünel mevkiindeki Robinson Crusoe 389'da, ya da, Galip Hasnun Sokak'taki Simurg'da (kitaba, maalesef, not düşmediğimden, olayın tarihi gibi, geçtiği yer hususunda da böyle ikircikliyim işte) gerçekleşmiş ve rahatlıkla tahmin edebileceğiniz üzere, onu görmemle, üzerine adeta balıklama uçuvermem neredeyse aynı milisalise içerisinde olmuştu! Hemhal, sanatçının ilk üç albümünün izleklerini, koyaklarını ve patikaları takip etmekte - ki, bunda da şaşılacak bir husus yoktur bana kalırsa. Zirâ, entelektüel, estetik ve grafik müktesebatı sürekli zenginleşip gelişse de, sanatçının (ironi ve kara mizahı en işlevsel şekilde enstrümantalize etmekle yetinmeyip, bu anlayışları aynı zamanda organik bir tarzda içselleştiren otantik bir üslûp geliştirmeyi başarması; şaşırtma ve tedirgin etmeye duyduğu derin bağlılığı; sanatını şeffaflık temelinde kurarak kendisini muhatabıyla samimi olarak paylaşması; derin ve kararlı bir empati geliştirme tutumu sayesinde 'öteki'ni 'kendi'ne taşıyabilme kapasitesi; vicdani sensörlerinin, merhamet ve yardımseverliğin huylar ve tutumlar spekturumdaki mütekabilleri olan dalga boylarına aşırı duyarlı oluşu; gerçek ve gerçeküstünü ustalıkla ve otokton bir stille meczedebilmesi; akıntıya karşı kürek çekmekten asla imtina etmemesi; 'rüzgâra karşı işeme' naifliğini, çocukluğunun lost paradise'ına terk etmek yerine, onu alabildiğine rafine ederek yetişkin benliğinin davranışlar repertuarının kalıcı bir unsuru haline getirmesi (akla getirdiği şeylerin sevimli tınısına karşın, aslında psikolojik bir problem olan 'Peter Pan Syndrome'la karıştırılmasın lütfen) ; 'az veren candan...' mottosunu amentüsü bilmesi, bütün potansiyel tehlikelerine karşın, mâdunların sesi olmakta ayak diremesi...vb. gibi) kimi irfanî ve hümanist duyarlılıklara ve pozisyonlara yüksek sadakat beslediğini önceki üç albümü üzerinden zaten gözlemlemiş, alımlamış ve öğrenmiş idik. MAT'in müktesebatını domine eden altını çizdiğim bu unsurların, dördüncü albümü olan Hemhal'in yanı sıra, onu takip eden son albümü Therapia'da da, zengin varyasyonlarıyla, hayat bulduğunu az sonra göreceğiz.
Hemhal'de dikkat çeken bir diğer husus, albümün önsöz de dahil, herhangi bir metin içermemesidir(15). Kendisini, sözünü, özünü sadece ve yalnızca grafik boyutta ele vermeyi, insanlık halleri ve Dünya vaziyetleriyle olan meselelerini suret ve nakış üzerinden dillendirmeyi tercih eden içeriği ve formuyla Hemhal, 1950'lerde sadece ülkemizde değil, Dünya'nın, başta Sosyalist Blok ülkeleri olmak üzere, çeşitli kültür havzalarında boy veren ve grafik sanatlar antitelerine üç on yıl boyunca model ve rehber olan 'yazısız mizah / salt çizgiyle mizah' akımına da bir ihtiram duruşu sergilemektedir sanki. MAT, Hemhal'le, bölüm başlığında da dillendirdiğim üzere, Okurla, Kozmos'la, 'Bir Şey'le ve 'Her Şey'le 'Hemhal' olabilme arzu ve iradesini hem en üst perdeden, hem de en samimi tonda ve tınıda beyan etmektedir adeta.
8***Kimi therapia, niçin therapia, nasıl therapia ?
MAT'in son albümü olan Therapia, bu metinde daha önce de birden çok kere işaret ettiğim üzere, onun hem retrospektif albümü, hem de başyapıtıdır(16), (17). Kitaptan, çok önemsediğim, iki alıntı yapacağım. İlki MAT'in yazdığı (önsöz olarak da okunabilecek) sunuş metnidir:
'İçinde yaşadığımız veya etrafımızda, yeryüzünde olan biten ve değiştiremeyeceğimiz sert gerçekler vardır. Onlara karşı sınırlar koyma, onlarla baş etme yöntemleri bulmak durumundayız. Sınırlar koyup ritminin bozulmasına izin vermedikten sonra, insana terapi gibi gelecek ayrıntılar yeryüzünde fazlasıyla mevcut; kendinle, hemcinsinle, karşı cinsinle veya doğayla olan saf temas, cilve, halleşme… Bu kitaptakiler, terapi anlamında kafamı serinleten çalışmalar. Bazıları eski çalışmalarım veya onlardan detaylar, bazıları da bu kitaba özel çalışmalar. Sonuçta, tüm bu desenler, çizdiğim, boyadığım şeyler, benim için gürültü patırtıdan uzak bir bölge yaratıyor. Bütün bu yaptıklarım benim için bir tür terapi, bir uzaklaşma hali gibidir. Veya belki de hislerimi açığa çıkaran bir odaklanma, yakınlaşma halidir, bilemiyorum. Yani yaklaşık olarak durum budur...'
Yapacağım ikinci alıntı Therapia'ya epigraf olarak alınan Immanuel Kant'a ait sözdür:
'Hayatın zorluklarıyla baş edebilmek için insana üç hediye verilmiştir: Umut, uyku ve gülmek.'
Bu iki alıntı aslında Therapia'yı, dolayısıyla da MAT'in müktesebatını anlamamız bakımından anahtar niteliğindedir. Üzerinde çalışırken, Therapia'yı (dolayısıyla da sanatçının müktesebatının, asârının önemlice bir kısmını) daha iyi anlamlandırmak adına, onu, psikanalizin divanına yatırmanın isabetli bir tercih olacağını düşündüm(18), (19). Hal böyle olunca da, ister istemez, bütün psikanaliz metotları / disiplinleri / ekolleri arasında kendimi en yakın hissettiğim Otto Rank, Rollo May, Jerome David Frank, İrvin David Yalom gibi kurucu babaların inşâ ettikleri hümanist ve varoluşçu (egzistansiyalist) psikanaliz ve psikoterapinin açtığı yoldan ilerlemenin verimli sonuçlar doğuracağını varsaymam doğal karşılanmalıdır. Therapia'yı, benim teşebbüs ettiğim gibi, 'divan'a yatırıp, ona psikanaliz yaptığınızda, bu kitabın söylediklerini, söyledikleri vasıtasıyla üstünü örttüklerini (bir diğer deyişle 'söylemek suretiyle gizlediklerini') hakikatiyle mutabık olarak anlayacağınız hususunda çok kuvvetli bir sezgim ve hissim var. Bu metin, ilk cümlesinden son hükmüne değin, böylesi bir anlayışla yapılan analiz ve etütlerin semeresini taşımaktadır.
Sanatçının bu albümdeki 120 grafik eseri, oldukça zengin bir temalar ve alt metinler koleksiyonu oluşturmakta. Başta insanlar olmak üzere, Dünya'daki bütün canlıların ve hatta hava, rüzgâr, su, toprak gibi, modernitenin 'cansız' muamelesi yaptığı, antitelerin karşılıklı geliştirdikleri simbiyotik (ortakyaşar) ilişkiler, beklenmeyen Dünya halleriyle şaşırtıcı sürprizlerle dolu insani vaziyetlerin yol açtığı belirsizlikler, bilinmezlikler, kendini ötekine samimiyetle açma, muhatabına ihtimam gösterme, insanı ters köşe ediveren tekinsizlikler, bütün bunlar karşısında duyulan şaşkınlık - hayranlık - tedirginlik - adanmışlık - endişe tandaslı duygu durumları, Therapia'nın dip sularında dolaşan müşterek ve kuvvetli izleklerdendir. Bana kalırsa Therapia, en iyi, işte vurgu yaptığım bu simbiyotik (ortakyaşar) ilişkilerle, şaşırtıcı antiteler ve beklenmeyen fenomenlerin tezahürü sonucunda oluşan tedirgin edici tekinsiz hallerin parantezine alınarak (ya da, onların ortak paydası altında toplanarak) tanımlanabilir.
Bu genel tespitlerden sonra, söz konusu albümdeki / eserdeki temaları üç başlık altında klasifiye ederek ilerleyeceğim:
A - Görece normal içerikli gündelik temalar:
Akıl ve ruh sağlığını koruma gayretleri; doğayı, doğal beslenmeyi ve Doğa'da yaşamı, derin nefes alma tekniğini, kaotik cangılı, özümüzdeki vahşi / yabani / hayvani yanı, rüzgârla - suyla - toprakla - güneşle - yağmurla - gölgeyle - insan kardeşiyle hemhal olmayı, onlarla temasa geçmeyi ve onlar eliyle sağaltılmayı kutsamak; denize bakan yüksek bir kayadan, etrafındaki martılar gibi, adeta uçarak, atlayan çıplak adamın yaşadığı mutluluk hali; anti-militarist / pasifist tutuma vurgu; yelkenli, gemi, deniz, sahil, kumsal, dalgalar, martılar gibi temalar üzerinden verilen 'hayat = su' mesajı; anlamak ve hatırlamak için yavaşlamanın ve hatta durmanın gerekliliği (Milan Kundera'nın Yavaşlık romanını hatırlayalım); ritim, doğaçlama, solo gibi müzikal temler; muhatabına ihtimam göstermek temellinde gelişen insani ilişkiler, sevgi, aşk, merhamet = 'insan insanın sığınağıdır!' mesajı; bulutların, sevginin ve hatta Kozmos'un bile, kendisini korumak adına, zaman zaman, etrafına kabuk örmesinin gerekliliği; bir desende evreni bir kaç çizgi ile stilize ederken, bir başkasında, düşen bir yaprağın yanaklarını al al ettiği adamı resmedişteki o titiz detaycılık; kuşlar ve kediler, KUŞLAR ve KEDİLER, ah o kuşlar ve ah o kediler...; Dolçe Vita başlıklı resimde, (bir margarin markası olan) Vita kutusunda yetiştirilen süs biberleriyle yapılan kuvvetli ironi; huzur, dostluk, saygı, vicdan, tolerans, haddini bilmek, arınma, tıraş olma ve iç temizlik, idrak (kafa kafaya vermiş, ya da, kafalarından birleşmiş çıplak erkek ve kadının, bu şekilde birbirlerini bütünlediklerinde, farkındalıklarının zirve yapacağı) vurguları; çoğumuzun gündelik yaşamında tesadüf edebileceği bir enstantane olan transseksüel ve hacı amcanın kurdukları insani ilişki...
B - Beklenmedik, tedirgin edici, tekinsiz, şiddet dozu yüksek temalar:
Kendi kolunu yiyerek beslenen adam; suda boğulmakta olan adamı kurtarmak için, çok büyük acılar çekmek ve ölmek pahasına, sol kolunu omuzundan kopararak ona uzatan özgeci kişi; martıları, onlara vereceği başka şeyi olmadığından, dilim dilim doğradığı sol eli ve kolu ile besleyen özgeci gemi yolcusu; dört küçük insanı (bebek?) yattığı yerde koltuğunun altına alan adamın, onları bedeniyle, etiyle beslemesi (Ara Toplam (AT) albümünden); otomobil çarpması yüzünden yere serilmiş (ölmüş de olabilir) postacının çantasından etrafa saçılmış mektupların caddedeki insanlar tarafından kapış kapış edilirken, bir kişinin bile zavallı adamla ilgilenmediği o karanlık manzara (AT'dan); bir çocuğun, (belki, realitesini / anhasını minhasını tam olarak kavrasın ve yaşama deneyimi edinsin diye - adeta, yüzme öğrenmesi için okyanusa atılan çocuk misali -) tamamı gökdelenlerden oluşan distopik bir kentteki bir binanın en üst katlarının birinden, ebeveynleri tarafından gökdelenler cangılına doğru çırılçıplak atılması (AT'dan); tamamı tek boynuzlu olan insanların yaşadığı / dolaştığı bir yerde, bir çocuğun (diğerlerinden farklılaşmak, özgürleşme, ya da büyüdüğünü kanıtlamak adına?) boynuzunu kestiği kanlı bıçağıyla oluşturduğu korkutucu manzara (AT'dan); ilk bakışta dik bayırdan aşağıya yuvarlanan iri kayalar sandığınız, dikkatli bakınca, dertop olmuş dehşet içindeki insanlar olduklarını anladığınız felâketzedelerin(?) yaşadıkları o derin psikolojik ve fiziksel heyelan hali (AT'dan)...
Aslında, aşağıda ele aldığım fantastik ve gerçeküstü temalar taşıyan resimlerin bazıları da, rahatlıkla, şiddet içeren grafik iş nitelemesini hak etmektedir. Onları bu başlık altında değerlendirmemem, MAT'in müktesebatının ağırlıkla şiddet ekseninde kurulduğu merkezinde bir kanaat oluşmasına katkı vermemek adınadır.
C - Fantastik ve gerçeküstü temalar(20):
İzlediği denizdeki kaya parçalarını andıran taşlarla çıplak vücudu kaplanmış adamın verdiği 'yaşam alanı' kişinin benliğini belirler mesajı; bir kuşa uçarak yaklaşan adamın, ağzındaki solucanla onu beslemeye çalışması; vücutlarından ayırdıkları başlarını, bir top gibi, birbirine atan iki adamın oyun üzerinden kurdukları diyalog; iki adamın, dostluklarının nişanesi olarak, kollarını birbirlerinin boynuna, adeta kaşkolmuşçasına sarmaları; bir yaşlı bir adamla, yaşlı mı yaşlı bir deniz kızının (deniz ninesi nitelemesi daha uygun olurdu aslında), dostluklarını perçinleyen kadeh tokuşturmaları; martılara özenen çıplak adamın, gemi güvertesinde onlara imrenerek bakarken sırtında belirmeye başlayan kanat kökleri; rıhtımda, bedenini, martıların rahatça tüneyerek mutlu olabilecekleri bir formda, T şeklinde sabitleyen özgeci adamın, kuş pisliğine bulanmasına karşın yaşadığı engin mutluluk hali; gökten uzanan devasa (Tanrısal?) bir ele karşı 'savunma sporu' yapan judocu; zamanın yüzündeki izdüşümünü tıraş ederek ondan kurtulmaya çalışan adam; iç (ruhi) temizliğini / arınmasını sağlamak adına jilet yutan adam (şiddet dozu yüksek bir tema); bedeninde yuvalanmış ve kendisinin küçük beyaz bir modeli formundaki vicdanının, ucunu tuttuğu tasma ile kendisini vahşilikten, kötülükten alıkoyması; içinde, tam da göğsünde yuvalanmış şeytanla amansız bir mücadeleye giren ve onu elindeki yay ve ok marifetiyle vurarak öldüren adam; İstanbul temalı bir üçlemenin göklerde süzülen evliyalar - melekler - şeytanlar temalı kompozisyonu; çıplak bedenleriyle yüz yüze duran kadın ve erkeğin, birbirlerinin göğsüne soktukları elleriyle, diğerinin yüreğini avucuna alması (David Croneneberg, Videodrome, 1983); hem önden ve hem de arkadan resmedilmiş çıplak bir erkeğin sağ kolunu, adeta giysinin içine sokar gibi, tenini deşerek, yüreğinin olduğu yere sokması (Videodrome); fırtınaya çırılçıplak yakalanan adamın, ısınmak adına, ellerini bedeninden içeriye sokması (Videodrome); birbirlerinin, 69 pozisyonunda iken, (inek memesini andıran) uzuvlarından emerek besleyen cinsiyeti belirsiz iki insanın kurdukları simbiyotik dostluk ilişkisi; karanlık bir mekânda, tavandan sızan ışık huzmelerinin kaplarda biriktirilmesi; kırsalda flüt çalan gencin, aldığı kuvvetli nefesle, önündeki ağaçları kendisine çekmesi; kumsalda güneşlenen gencin, uçmasın diye göğsüne ağır taş koyup bedenini zemine sabitlemesi; yüreğini delip geçen kuşa, adamın, oyunda ebelenen bir çocuk saflığında, gülümsemesi; kuş şekline sokulmuş görkemli bıyığı olan bir adamın, etrafındaki kuşlarla ilişki kurması(21); kendilerine yaklaşan UFO'ya kasketiyle selâm veren köylüye eşeğinin de kendi lisanından katılması; mütedeyyin bir Müslüman ailenin, koca kanatlı bir çocuğu (oğulları?, melek? bir melek olarak oğulları?) tavanlarından sarkan bir kuş kafesine tıkması (AT'dan); saldırgan köpeğin şiddet ve şerrinden kaçan kedinin, gökteki hilâl formunu almış ayın üzerine sığınması (AT'dan); İstanbul isimli bir vapurdaki kadın ve erkeklerin, pantolon ve eteklerini sıyırarak hep birlikte İstanbul'u kuşatan sulara def'i hâcet ederek ekosisteme zarar vermesi (AT'dan)...
Bu bölümü, Therapia albümünü inşaa eden temel faktörün ne olduğunu sorgulamak adına 'kimi therapia, niçin therapia, nasıl therapia?' sorusuyla açmıştım. MAT'in Threapia'yı önceleyen ve yukarıya aldığım o kısa metnindeki: '...Bu kitaptakiler, terapi anlamında kafamı serinleten çalışmalar...', '...Bütün bu yaptıklarım benim için bir tür terapi, bir uzaklaşma hali gibidir...' ifadeleri, söz konusu albümün, sanatçının kendisini therapia etmesinin, sağaltmasının bir enstrümanı olarak yaratıldığını dillendiriyor. Yaratıcısının mezkûr beyanının, 'müessir - eser', 'müellif - telif' ilişkisi ve diyalektiği bağlamında, itiraza çok da açık bir argüman olmadığını düşünüyorum. Öte yandan, sadece MAT değil, alanlarının orijinal yaratıcılarının önemlice bir kesimi, neredeyse bütün tarihsel süreçlerde ve kürre-i arz'ın hemen bütün coğrafyalarında, öncelikle kendilerini rahatlatmak, ispatlamak, mutlu etmek, tatmin etmek, sağaltmak için yapmamışlar mıdır zaten her ne yapmışlar ise. Ha, şu da var tabii ki; müessirin onu ramp ışıklarının altına, efkâr-ı umumiyenin görüş alanına, potansiyel alıcısının dikkatlerine, müşterisinin ilgisine terk etmesiyle birlikte eser, artık vurgu yaptığım (onu algılayan, alımlayan, açımlayan, serimleyen, tüketen ve yeniden üreten) bu kesimlerin (hedef kitlesinin, müşterisinin, meraklısının, alıcısının) tasarruf sahasında demektir. Müellif artık telifi üzerindeki kontrolünü kaybetmiş, eser, yeni bir uzay-zaman koordinatları dizgesinin altını çizdiğim o sakinlerine (yeni patronlarına / efendilerine) tâbî hale gelmiştir. Önce yaratıcısını / efendisini (eser - müessir ve telif - müellif dikotomilerinde, işaret ettiğim kutuplardan hangisinin - müessir ve müellif mi, yoksa eser ve telif mi - efendi / patron / amir olduğu, kökenleri oldukça eskilere uzanan kadîm ve klasik bir tartışmadır ve bahsi diğerdir) tedavi eden eser, artık müşterilerinin therapiası için çalışacaktır.
9***MAT'in kozmosu, varoluşçuluk, DASEİN ve post truth çağı
Sosyolojik, kültürel ve edebi eleştiri sırasında psikanalize fazlaca abandığınızda, çoğu zaman, psikolojizmin tek boyutlu ve indirgemeci tuzaklarına düşmekten alıkoyamazsınız kendinizi. Bu yüzden de, varoluşçu psikiyatri yardımıyla MAT'in müktesebatını okumaya çalışırken, bu metodun profesyonel ve teknik ilkelerinden çok, esas olarak bu disiplinin felsefi temelini oluşturan egzistansiyalizmin kurucu babalarının hayata ve ölüme yaklaşımları üzerinden yapmaya çalıştım bunu. Böylelikle de bir taşla iki kuş vurmaktı amacım: 1 - oldukça teknik bir alanın (psikanaliz) profesyonelleriyle aşık atmak hadsizliğine düşmekten sakınmak, 2 - tekniği / yolu / metodu düşünmekten, ama sadece düşünmekten ibaret olan felsefe yapmanın, akademik eşhasın inhisarında olmadığını ve otodidaktların da, pekâlâ, mezkûr alana dair konuşabileceklerini, bu platformdaki bazı başka metinlerde olduğu gibi, bir kez daha dillendirebilmek.
Felsefe üzerinden ilerleyelim öyleyse...
Yüksek beşeri faaliyetler, en başta felsefe ve sanat (teleolojik ve teolojik gayretler de bu fasiledendir) insan daseinını [insan olarak varolanın, kendi varlığıyla girdiği ilişkidir DASEİN = VAROLUŞ; o, şimdi ve burada (ad hoc da denebilir) olarak zamani olduğunun, ölümlü - bitimli - sonlu olduğunun, hayat / Dünya çizgisinin finalinde görüş alanına girecek olan o kaçınılamaz ve sonsuz uçurumun, o korkunç ve meçhul hiçliğin (varoluşun sonlanmasının, ölümün) farkında olma halidir], her şeyin sebebi olan Yaratıcı İlkeyi ve Dünya'yı temellendirmek için yapılırlar. Meseleyi bu bağlamda aldığımızda, kendisiyle ve Dünya ile yüzleşen insanın Schopenhauer gibi, Kiergegaard gibi, Nietsche gibi, Husserl gibi, Heidegger gibi hissetmesi, yânî, Dünya kiplerinin ve insanlık hallerinin tekinsizliği, belirsizliği ve değişkenliği karşısında ve nihayetinde de, bütün bunların finalinde ortaya çıkacak olan o UÇURUMUN / HİÇLİĞİN / YOKLUĞUN / ÖLÜMÜN / BOŞLUĞUN muhataplığında hayrete düşmesi, ürpermesi, titremesi, korkması, ürkmesi, hayranlık duyması ve hatta dehşete kapılması gerekir.
Benim, MAT'in, başta Therapia olmak üzere, 5 albümden müteşekkil külliyatı karşısında hissettiklerim, düşündüklerim, sezdiklerim işte tam da bunlardır: hayrete düşme, ürperme, titreme, korkma, ürkme, hayranlık duyma, dehşete kapılma...
Bu şu demektir: muhatabını bahsettiğim bu duygu durumlarına, bu varoluş kiplerine, bu fikri iklimlere taşıyan bir antitenin yaratıcısının bizâtihi kendisi (MAT) de Dünya Dasein'ı karşısında hayrete düşme, ürperme, titreme, korkma, ürkme, hayranlık duyma, dehşete kapılma hallerini yaşamıştır, yaşıyordur... Böyle bir müktesebatı ortaya çıkarmanın başka bir mantıklı izahı yoktur diye düşünüyorum.
'İyi de Ziyaver, MAT, ne Therapia'ya yazdığı önsözde, ve ne de diğer albümlerinde, senin değindiğin bu ağır felsefi problematiklere hiç ama hiç girmemiş; üstüne üstlük, kendini tedavi etmek için kendinle, hemcinsinle, karşı cinsinle veya doğayla temas et, cilveleş falan gibi, oldukça sevimli, mütevazı, yalın ve çok da sıradan kavramlarla konuşmuş. Sense, o çok uzun, çok çapraşık ve yer yer de anlaşılması oldukça zor analizlerinde, ele aldığın konuyu alabildiğine aşırı yoruma tabî tuttuğun yetmezmiş gibi, bir de, kendinden son derece emin bir edayla ve kesin bir üslûpla dillendirmişsin argümanlarını. MAT, bahse konu o önsözde 'Bütün bu yaptıklarım benim için bir tür terapi, bir uzaklaşma hali gibidir. Veya belki de hislerimi açığa çıkaran bir odaklanma, yakınlaşma halidir, bilemiyorum. Yani yaklaşık olarak durum budur...' diyerek, senin izlediğin yolun tam aksi istikametindeki bir patikaya kullanmış, daha da önemlisi, kesinlikten kaçınan bir tarzla seslenmiş muhatabına. Kritiğinle, kritik ettiğin şey arasındaki bu kapatılması zor uçurum hakkında da ahkâm keser misin biraz lütfen!' şeklindeki bir itiraza cevabım var kuşkusuz.
Az önce de değindiğim üzere, modernizmi sonralayan postmodernizm, post-postmodernizm, trans-postmodernizm ve bunları izleyen diğer akımların, 'sanatçı - eser - izleyici / okuyucu' diyalektiğinin 'yorumlama' bahsine sağladığı sonsuz bir manevra alanı mevcuttur. Hele de 'post truth' fazında olduğumuz hatırlandığında, herhangi bir yorumun artık 'aşırı yorum' yaftası ile etiketlenebilmesi için, bu değerlendirmeyi yapacak olanların çok üst düzeyde bir entelektüel efor sarf etmeleri zorunludur.
Bir diğer deyişle, trans-postmodernizmin post truth evresinde, Dünya hallerine, insanlık vaziyetlerine ve varoluş kiplerine dair yapılmış yorum, kritik, analiz ve değerlendirmelerin 'aşırı yorum' etiketiyle itibarsızlaştırılması ve yanlışlanması, modernist aklın ve paradigmanın hakim olduğu entelektüel iklime kıyasla, oldukça zor ve meşakkatlidir. Aktüel zeitgeist 'yazar / sanatçı / üretici öldü, yaşasın okur / izleyici / seyirci / tüketici / yorumcu / eleştirmen!' diye haykırırken, verilecek en anlamlı tepki, bu mottoya ram olmak olsa gerektir.
10***epilogue / nihayet
Defalarca okuduktan ve defalarca da düzeltip yeniden yazdıktan sonra yaptığım yüksek sesli son okumamda, bu metnin toplamının umduğumdan çok daha kapsamlı olduğu bütün çıplaklığıyla çıkmıştı ortaya. İşte o an geldi 'mücbir bir sebeple alabildiğine kısaltmak zorunda kalsaydım(22) şayet bu metni, onun hangi ifadelerinden vazgeçer, hangi kısımlarını korurdum acaba; ya da, tamamından vaz geçtikten sonra, yerine, onu en özlü şekilde özetleyen hangi argümanları yazardım?' sorusu aklıma.
Doğrusu, Sophi'nin Seçimi'ni, ya da, The Trolley Problem'ı / troleybüs problemi, The Trolley Dillema / troleybüs açmazı) aratmayacak bir açmazdı bu. Şöyle çözmeye çalıştım onu: şu noktaya gelene değin okuduğunuz bütün satırlardan vaz geçer, yerine şu ifadeyi ikame ederdim:
'Memento vivere, memento mori (yaşadığını hatırla, öleceğini unutma)'; hayat beklemediklerinle, tekinsizliklerle örülü bir kanaviçe. O, üstelik, büyük ve korkunç bir uçuruma açılır sonunda, muhakkak ve mutlaka. Bunları idrak et, kabul et; titre, şaşır, kork, coş, tedirgin ol, hayran ol, dehşete düş! Bütün bunları yaparken de Kozmos'daki (atomaltı partiküllerden galaksilere değin) her şeye ihtimam göster ki, görebil ihtimam. Bu ahval ve şeraitte işte, carpe diem!
Ah, az daha unutuyordum, kitabın kapağındaki kafasına bardaklar çekilmiş başın, MAT'ın bizzat kendisine gönderme yaptığını düşünüyorum. Sanatçı, yukarıya aldığım beyanında da altını çizdiği üzere, Therapia kitabı ile kendi kendisini therapia ettiğini belirtmiştir bana kalırsa. Dipnotlar ve bibliyografya faslından önceki bu son argümantasyonumla birlikte okunulan metnin ana gövdesi itmam olmuş olmaktadır eyyy dikkatli, rikkatli ve basiretli okur; öyleyse...
...ὅπερ ἔδει δεῖξαι (ΟΕΔ) Hóper édei deîxai ... Q.E.D. ... vesselâm(23). (24), (25).
11***dipnotlar ve bibliyografya:
(*): Araştırmacı, arşivci, yazar, koleksiyoner, yayımcı, editör, küratör, Türk karikatür ve grafik sanatlar tarihçisi Turgut Çeviker, bu metne dair Facebook'ta yaptığım anonsa, değerli bulduğum tespit ve detaylar içeren bir yorum yaptı. Onu buraya da alıyorum:
'Ziyaver, Mehmet Ali Türkmen, çok iyi bir karikatürcü ve tasarımcı. Onun albümleriyle karşılaşmana sevindim... Görülen tasarım (Therapia'nın kapak illüstrasyonu kast edilmektedir, zş) "Güldiken"in kapağında yayımlanmıştı ilk biçimiyle... Ayrıca dergimin logosunu da MAT yapmıştı.'
(0): Yukarıdaki metnin anahtar kavramlarından olan ihtimam gibi, ehemmiyet, mühimme, ehem, mühim, mühimmat, himmet kavramları da, 'hmm' kökünden türetilmiştir Arapçada. Bu mecradaki diğer birçok metnim gibi bu da, hmm'den kopup gelen ihtimam, ehemmiyet ve mühimme ile yoğrulmamış olsaydı şayet, onun, tamamını okumamış olanların 'müellif bu telifini öylesine dağıtmış ki, toparlayıp anlamlı bir şekilde finalize etmesi neredeyse imkânsız!' merkezindeki olası zanları hakikatle mutabık olurdu. Öte yandan, bir telifin kendisinden ve müellifinden, tam da şu anda okunulan satırlarda olduğu gibi, bu denli ısrarlı ve şeddeli şekilde, bahsetmesi, bir diğer deyişle, kendine kuvvetli referanslar vermesi, '1 - ikinci önerme yanlıştır; 2 - birinci önerme doğrudur.' argümantasyonunda olduğu gibi, kendi kendini besleyen bir paradoks içermesine yol açmaz belki, ama, bir şekilde 'kuyruğunu ısıran yılan' formundaki bir 'özbeslemeli döngüsel karakter'den de izler taşımasına neden olabilir. Öte yandan, literature çalışan bir edebiyat kuramcısı, ya da, işine odaklanmış bir yazın eleştirmeni, veya, profan ya da uhrevi metinler şerh eden bir hermeneutikçi olmanıza hiç gerek yok, dikkatli bir okur olmanız halinde bile, bahsettiğim mahiyetteki metinlerden yola çıkarak, postmodern metnin işlevi sorunsalı etrafında sürdürülen (köklü ve hararetli) bir tartışmanın ateşine, ister istemez, odun taşırken bulabilirsiniz kendinizi. Postmodern metni, metnin postmortem döneminin tezahürü olarak gören geniş bir okur kesimini irrite edebilecek (okunulan satırların özniteliklerinden olan) verili bu üslûbun, müellifin sadece içerikte değil, formda da risk alma kapasitesinin oldukça yukarılarda seyreden seviyesine işaret etmesi bakımından, önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum
https://www.etimolojiturkce.com/arama/Hmm
(1): İnsanlık halleriyle Dünya vaziyetlerine (sadece düşünmekle kalmayıp, düşündüğüne dair de düşünen yegâne varlık olduğu kabul edilen homo sapiens sapiens'in varoluşsal problematiklerine dair anlamında) ontolojik ve (insan dışındaki diğer tüm varlıklar hakkındaki varoluş problematiklerine dair anlamında olmak bakımından) ontik analiz yapıldığında görülecektir ki, 'detay - hayat diyalektiği', bir diğer deyişle, karşılıklı etkileşimleri, detayları sandığımızdan ve bildiğimizden çok daha önemli ve özgül ağırlığı yüksek bir koordinatlar dizgesine ve uzay - zaman sürekliliği parçasına konumlandırır. Bu merkezde (megaloman olarak nitelenip bu yüzden lince maruz kalmayacağımı umarak söylüyorum: istisnai olduğunu düşündüğüm) bir farkındalığa ve duyarlılığa sahip olduğum için olsa gerek, çok kişinin görmezden geldiği, küçümsediği, ihmal ettiği detayları çoğunlukla fark etmiş ve tabî ki, önemsemişimdir. Vurgu yaptığım bu teorik çerçeveden sonra, filme dair bir detayın altını çizmenin tam zamanı: Michael Haneke, filmin finalinde kullandığı, seyirciyi izlediğinden kopararak, seyirci - seyirlik diyalektiğinde yaşanması olası aynılaşma / duygudaşlaşma / (kavramın psikolojideki anlamı bağlamında) identification hallerini berhava eden yabancılaştırma efekti temelli sahneyle, eserine bir 'epik seyirlik' niteliği katıyor. Böylelikle de o, filmin neredeyse tamamında, spastik kolondan mustarip birisinin, hepsi de bu rahatsızlığını provoke edip azdıracak şeylerden oluşan bir açık büfeden tıka basa, adeta oburca, tıkındıktan sonra, zirve yapan gastrointestinal sistem gazlarının karnını, bir davul misali şişirmesine benzer bir stres fırtınası ve gerilme hali yaşayan izleyicisine 'hey, sakin ol, bu kadar havaya girip gerilmene hiç gerek yok, nihayetinde bir film bu!' demiş oluyor. Metinlerinin ana gövdesiyle dipnotlarının çeşitli bölümlerinde 'detay - hayat diyalektiği'ni ve teferruat - bütün ilişkisi'ni mercek altına alan, bu içerikleriyle de, mezkûr temalarla ilgilenenleri enterese edebileceğini düşündüğüm üç metnin linki ile bitiriyorum bu dipnotu:
https://ziyaversencan.blogspot.com/2020/05/basyapt-mangalardan-akira-1-gerekli.html
https://ziyaversencan.blogspot.com/2021/01/ikigami-bir-manga-ve-grafik-roman.html
https://ziyaversencan.blogspot.com/2021/03/yakup-kadri-karaosmanoglu-sair-avni.html
(2): Paralel Evrenler, Kozmolojinin, birden çok versiyonu olan, spekülatif bir kuramı, daha ziyade bilim kurgucuların itibar ettikleri ve kullandıkları, deneyimlenmemiş bir kuramsal fizik varsayımdır. Aralarında veri / bilgi / mesaj ve madde / enerji transferi / geçişi / alışverişi olmayan (bu iddianın sert / ortodoks savunucuları, 'olAmayan' kavramı tercih eder. Zîrâ, bunun bütünüyle imkânsız olduğu üzerine kurarlar tezlerini) evrenler, birbirleri üzerinde tesir de icra etmediklerinden birbir(ler)inin varlığından ya hiç haberdar değillerdir, ya da, sadece zan / sanı / sezgi düzeyinde flu - belirsiz - zayıf bir farkındalığa sahiplerdir. Kuramın, evrenlerin irtibatı bağlamında dillendirdiğim ilk yaklaşımın tamamen aksi olan bir varyantını savunan paralel evrenciler ise, evrenlerin, şu veya bu düzeyde olmak kaydıyla, karşılıklı bir etkileşim içerisinde olduklarını varsayarlar. Bu versiyonun ortodoks fraksiyonundakilere göre, evrenler arası ilişki - irtibat - alışveriş çok kuvvetlidir ve kuantum ve genel görelilik kuramlarını başarıyla meczeden bir birleşik kuramın aktüel açmazlarının çözümü de, ancak, bu kuramların denklem setlerine, paralel evrenlerin matematik modellemesinin dahil edilmesiyle gerçekleşecektir (bu büyük birleşmede, son 40 yılın kayda değer kuramsal fizik alanlarından olan Sicim Teorisi'nin varsayımlarının ve denklem setinin önemli rol oynadığı bir vakıadır). Paralel evrenlerin bu versiyonunun ortodoks yorumunu savunan astronom, kozmolog ve kuramsal fizikçiler, Evren'imizdeki madde ve enerjinin ezici çoğunluğunu oluşturan, ancak doğrudan gözlemleyemediğimiz / deneyimleyemediğimiz için de hakkında bilgi sahibi olamadığımız karanlık madde ve karanlık enerjinin, paralel bir (ya da birden çok!) evrenin Evren'imiz üzerindeki etkileri olduğunu ispatlamaya çalışmaktadır. Okunulan satırların yazarı, paralel evrenler arası irtibatın heterodoks yorumlarına yakın durmakta, bu yüzden de, evrenler arasındaki etkileşime prim verirken, bunun, gözlenmesi ve hissedilmesi oldukça zor olan, çok düşük yoğunluklu bir antite olduğunu savunmaktadır.
(3): MAT'in işlerini tavsif ve tarif etmeye çalışırken, gerçekten de zorlandığımı itiraf ediyorum (Bunun, benim anlamlandırma yetimdeki subjektif bir eksikliğin, kişisel bir yetersizliğin değil, tartışmaya konu müktesebatın doğasından kaynaklanan objektif bir problematik olduğuna işaret etmeliyim). Bunlar; a- düpedüz / tartışmasız (bütün grafik işlerin ilk adımı sayılan) bir karalama / skeç; b- demek istediğini tam manasıyla söyle(ye)mediği için, resimden (ontik olarak) sadece bir tık / kademe aşağıda hayat bulmuş bir taslak; c- kendisini destekleyen bir sözel ifade olmadığında 'meramını ifadede sıkıntı çeken', ya da, anlamını açıklamak veya kuvvetlendirmek için çizildiği bir metinle birlikte olduğunda ancak tamamlanmış sayılan bir illüstrasyon; d- dört başı mâmûr bir kompozisyon şeklinde tasarlanıp kotarılmış ve izleyenini zengin anlam dairelerinin parçası kılan bir resim / tablo; e- çizgiyle mizahın, düşünce güldürmecesinin rafine bir örneği sayılabilecek bir karikatür olabiliyorlar. Öte yandan, sanatçının imzasını taşıyan işlerin çoğu, bu 'beşli tasnif kümesi'nin birden çoğuna aynı anda dahil edilebilecek nitelikte. Bu yüzden de MAT'in işleri için resim / desen / karikatür şeklindeki bir çoklu nitelemeyi kullanmanın, ya da, belki de, bütün bunların yerine, genel / toptan bir niteleme yaparak onlara grafik işler demenin, isimlendirme bakımından en uygun tercih olduğunu düşünüyorum.
(4): http://www.ateliermat.com/about
(5): SC = Soft Cover = karton kapaklı anlamındadır; zıt kavram: HC = Hard Cover ise sert kapaklı demektir. nota bene: HC kavramı ciltli ifadesiyle karıştırılmamalıdır. Her ciltli aynı zamanda HC'dır, ama her HC, ciltli demek değildir.
(6): Yani şey..., MAT, önsöz: R. Paul McMillen, grafik tasarım: Paul McMillen, İyi şeyler Yayıncılık, Ocak 1991, İstanbul, 8 s. (R. Paul McMillen'ın Türkçe ve İngilizce önsözü) + 30 varak / yaprak (renkli ve s - b karikatür içeren yaprakların arka sayfaları boştur) + 1 adet 3 yapraktan oluşan panoramik levha halinde 3 kareli seri karikatür (bir çeşit mini çizgi roman da denilebilir) + 1 varak / yaprak (sanatçının fotoğrafı) + 2 s. (künye bilgileri), ebadı: 22.7 cm x 22. 7 cm, SC.
(7): Kitabı alış tarihimden bu denli emin oluşum güçlü hafızama referans vermemektedir; tarih konusunda net olmamın sebebi, aldığım kitapların bazılarının en öndeki ya da en arkadaki sayfalarına alış tarihi, aldığım satıcı ve ederine dair notlar düşmemdendir. Şimdi buna dair düşündüğümde, 'keşke bu uygulamayı bütün kitaplarım için yapsaymışım....' diye hayıflanmadan edemiyorum doğrusu. Yeri gelmişken, bu albümün MAT tarafından 19 Mayıs 1991'de imzalanmış ve 'Vedat'a dostça...' diye ithaf yazılmış bir nüshasını da bu yakınlarda arşivime kattığımı belirteyim.
(8): Yukarıda, MAT'in retrospektifindeki işlerin klasifikasyonları ve isimlendirilmeleri konusundaki görüşümü paylaşmıştım. Öte yandan, ilk albümdeki kompozisyonların, diğer 4 albümündekilerle karşılaştırıldığında, karikatür başlığı altında sınıflandırılmaya, belki de, en elverişli olanlar olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim.
(9): Karikatür albümü, ya da sadece resimlerden oluşan bir kitap, meselâ bir resim sergisi katalogu okunur mu? Evet, okunur, görseller; her bir resim, illüstrasyon, fotoğraf ve karikatür, referans verdiği (gönderdiği) ve beslendiği (geldiği) alt metinler dolayımı üzerinden okunur. İlk kimin söylediğini bir türlü saptayamadığım, kültür - sanat kozmoslarındaki çok sayıda kişiye nispet edilen şu argüman aslında mercek altına aldığım mevzuyu mükemmel özetlemiş: 'Bir görsel bin sayfa metne eşdeğer olabilir'.
(10): Belki de bunlar... / Maybe these things... / Ceux- la aussi, peut-etre..., MAT, önsöz: Ferit Edgü, İris Yayıncılık, 1996, İstanbul. 12 s. (Ferit Edgü'nün Türkçe, İngilizce ve Fransızca önsözü, bir renkli Nasrettin Hoca illüstrasyonu / karikatürü de içermektedir, MAT'in Türkçe, İngilizce ve Fransızca ithafı) + 37 yaprak / varak (her biri, çeşitli ebatlarda olmak kaydıyla, renkli ve s - b birer karikatür içeren yaprakların arka sayfaları boştur) + 2 yaprak / varak (birbirini takip eden 3 sayfasında renkli bir karikatür vardır, son sayfa boştur) + 2 yaprak / varak (sanatçının Türkçe, İngilizce ve Fransızca kısa biyografisi ve kitabın künye bilgileri), ebadı: 21 cm x 26.5 cm, SC.
(11): 'Belki de bunlar...'ın 'Sevgili Nazif Topçuoğlu'na, Türkmen, Ağustos '96' ibaresi taşıyan ithaflı ve imzalı bir nüshasını arşivime dahil etmemin üzerinden çok uzun zaman geçmedi. Sevdiğim bir sanatçının, önemli bir başka sanat insanına ithaf notu düşüp imzaladığı bir albümü koleksiyonumun paçası kılabildiğim için mutluyum doğrusu.
Bu arada, Nazif Topçuoğlu (Bundan böyle bu metinde NT inisiyalleriyle temsil edilecektir) hakkında bir parantez açmanın bu metni zenginleştireceğini düşündüğümden, ona dair de 1 - 2 lâkırdı istimal etmek durumundayım muhterem kârim. Mimar, akademisyen, fotoğrafçı, yazardır NT. Fotoğrafçılığın tarihine, tekniğine ve estetik - artistik - fonksiyonel - ekonomik özelliklerine dair olan basılı üç kitabından Fotoğraf Ölmedi Ama Tuhaf Kokuyor'u okumuş ve yazarının konuya olan hakimiyetinden etkilenmiştim. Fotoğraf ve grafik sanatlar literatürlerine girdiğinizde, NT'nun işlerinin ressam Balthus ve fotoğrafçı ve sinemacı David Hamilton ile aynı dalga boyunda olduğuna işaret eden yorumlara sık sık rastlarsınız. Aklınıza gelebilecek hemen her konunun, en seviyelisinden en dekadansına değin, bütün tandanslarıyla magazininin yapıldığı Ekşi Sözlük tarzı mecralarda feriştahına rastlayacağınız çok sayıda 'renkli' (yanı sıra da provokatif) yorumu bir kenara bırakayım ve mezkûr sanatçıların genetik benzerliğine, kimyasal müşterekliğine, dokusal uyuşumuna referans vermekle yetinmiş olayım. Daha ileri ve daha net yorumlar ve yaklaşımlar için bahse konu külliyata başvurmak sizin inisyatifinizde ve ihtiyarınızdadır.
Mercek altına aldığım antitenin, okunulan satırları bütünleyen tarafı ise şudur zannımca: bana öyle geliyor ki, şayet illâ yukarıda zikrettiğim sanatçılar arasında bir ortaklaşalık aranacaksa, bunun, araştırma intervalinin MAT ve Michael Haneke'nin retrospektiflerini de içine alacak şekilde genişletilerek yapılmasında fayda vardır. MAT, Michael Haneke, Nazif Topçuoğlu, Balthus, David Hamilton....'ın ortak paydasını, (müktesebatlarının tamamı için değil kuşkusuz, ancak, göz ardı da edilemeyecek bir kısmı için söylüyorum bunu) tekinsizlik, kötü sürpriz, potansiyel fazdaki beklenmedik şiddet, homoerotizm oluşturuyor gibi geliyor bana. Bu isimlerin tamamı da, sanki, bir şekilde ve / veya bir şekliyle 'The Dark Side of The Art' cenahındalar ve hepsi de insanlık halleri ve Dünya vaziyetleri karşısında mütemadi olarak müteyakkız ve voyeur modundalar. Öte yandan, sadece ismini andığım bu beş sanatçı kişi midir voyeur olan? Pek tabii ki hayır; 'sanatçı, ontolojik tanımı ve toplumsal işlevi gereği, (bütün halleri, kipleri ve moodlarıyla) varoluşu sürekli dikizlemek zorunda olandır!'
https://eksisozluk.com/nazif-topcuoglu--148225
(12): Ara toplam Subtotal, MAT, önsöz: Ferit Edgü, Türkçe ve İngilizce, Kendi Yayını, Mayıs 2003, İstanbul, 156 s. (sanatçının Türkçe ve İngilizce biyografisi, Ferit Edgü'nün Türkçe ve İngilizce önsözü, MAT'in bir karikatürü üzerine yazdığı 6 sayfa uzunluğunda Türkçe ve İngilizce metin, 62 karikatür ve resim, bu karikatürlerden bazılarının detayları ve kitabın künyesi) + 2 adet ikişer yapraktan oluşan katlı panoramik levha (her panoramik levha bir renkli karikatür içermektedir), 17 cm x 23.2 cm, HC.
(13):'MAT'in kitapçı raflarında boy gösteren ilk albümü 'Ara toplam Subtotal'dir' dememe karşın, bu argümanımın sıhhati, bir diğer deyişle, hakikatle mutabakatı konusunda mütereddidim. Bunun nedeni, 1991'de basılan ilk albümü 'Yâni şey...'in İyi Şeyler Yayıncılık etiketini taşımasıdır. Sürecin içinde böylesi prestijli bir yayımcının olması, bana, eserin baskı adedinin minimum 500 civarında olabileceğini ve bunların da, bu tür kitapları satmaya ehil olan seçilmiş bazı kitapçılara dağıtılarak, meraklısı ile buluşmasının temin edildiğini düşündürtüyor. Buna karşın, eserin ikinci elinin 'nadirat ötesi' olması, kitap sahiplerinin onu sevmelerine ve bu yüzden de elden çıkarmaya kıyamamalarına bağlanabilir belki de, kim bilir....
(14): Hemhal, MAT, Yazı-Görüntü-Ses Yayınları, İstanbul, Mayıs 2007, 120 sayfa [tek sayfa ya da çift sayfa halinde (bazıları 2 veya daha fazla panelden oluşan) 50 adet renkli ve s - b karikatür ve resimler + 5 adet tek sayfa ve çift sayfa halinde bu grafik eserlere dair detaylar + künye sayfası + MAT'in fotoğrafı ve kısa biyografisi], 17 cm x 23 cm, HC.
(15): Önsözler, önceledikleri metnin ruhunun, kimyasının, genetik malzemesinin, karakterinin, texture'inin anlaşılmasına (metni mutlak manada açımlayıp serimlemeden, popüler deyişle 'spoiler vermeden') yardımcı olan, satır aralarına gizli kodlarının dekode edilmesine ve şifrelerinin deşifrasyonuna katkı yapan, okura, çok katmanlı alt metinlerin dehlizlerinde yolunu bulması noktasında, pusula ve rehber misali, hizmet eden metinlerdir ve bu yüzden de çok işlevseldirler ve hayati derecede de önemlidirler.
Onların bu merkezi ve ehemmiyetli anahtar (hatta maymuncuk!) niteliklerine binaen, türlerine ve bunların tasnifine dair, bir parantez açmayı faydalı görüyorum.
Önsözler (diğer birçok klasifikasyon prensibinin yanı sıra), önceledikleri metinlerle kurdukları (yukarıda ana hatlarına değindiğim) ilişki, onların temel dertlerini kavramak noktasındaki becerileri ve önceledikleri metinle gösterdikleri doku ve kan grubu uyuşumu gibi hususlarla tayin edilmiş iki ana başlık altında sınıflandırılabilirler:
1- Yazarı ve sanatçısı gibi, eserle içerden ilişki kurana, veya, yaratım sürecine katkı vermeyip, eserle dışardan ilişki kurana ait olan ve eserin ruhuna, ortaya çıktığı muhite, içerdiği alt metinlere, borçlu olduğu fikri, etik, estetik ve artistik fenomen ve antitelere ışık tutan 'başarılı, faydalı ve organik' metinler,
2- Eserle içerden ilişki kuran yazar veya sanatçısının, ya da, dışardan ilişki kuran bir başkasının kaleminden ('klavyesinden' deyişi sizi de benim gibi irrite ediyorsa, biliniz ki siz de teknolojiyle, şu veya bu oranda, problem yaşayanlardansınız; teknolojiyle kurduğunuz gündelik - pratik ilişki düzleminde olmasa da, entelektüel endişe bazında zuhur eden mezkûr sıkıntılarınız, teknoloji karşısındaki duruşunuzun 'eleştirel yaklaşım' olarak nitelenmesi için yeterlidir) çıkan ve ilk seçeneğin dile getirdiği pozitif fonksiyonlarla zıt mahiyetteki nitelikleri ve etkileri bakımından 'başarısız, faydasız, plastik ve sentetik' metinler.
Üzülerek söylüyorum: Yani şey..., 'deki R. Paul McMillen'a ait olan sadece bir paragraflık o çok kısa önsözle; Belki de bunlar... / Maybe these things... / Ceux- la aussi, peut-etre..., ve Ara toplam Subtotal'daki Ferit Edgü imzalı metin (bu iki albümdeki Ferit Edgü metinleri aynıdır, bir başka deyişle, üçüncü albümde de, ikinci albümün önsözü kullanılmıştır) 'başarısız, faydasız, plastik ve sentetik' metinler fasilesindendir. Bu tarz önsözlere, ya da, daha genel bir ifadeyle, bunlarla aynı fasileden olan grafik ve plastik sanatlarla çağdaş sanatlar metinlerine, tek kelimeyle, sadece 'KÖTÜ' metinler dememiz halinde, bu da meramımızı ifadeye ehil ve mümeyyizdir.
Burada Edgü ve McMillen'ın yeterliliklerini mercek altına aldığım sanılmasın, yapmaya çalıştığım o değil. İtirazım, sipariş üzerine yazdıkları profesyonel / piyasa işi (bu metinler için maddi bir kazançları olmamışsa bile, bu nitelemelerimde ısrarcıyım) metinlerinedir. MAT'in Kozmosunu yeterince çalışmamış, bu yüzden de onun niteliklerine vakıf olamamış zihinlerin ürünleridir her iki önsöz de. Salt olumlamak adına alımlayan ve değerlendiren, bir diğer deyişle, 'sırtımı kaşı - sırtını kaşıyayım', ya da, 'beni bitle, bitleyeyim seni' al - veri'nin ötesini düşün(e)meyen, hakkında konuştuğu antiteye dair bir meselesi ve derdi olmayan kişilerin ürünü olunca da, ister istemez, ortaya işte böyle, hakkında konuştuğu olgunun esasını ıskalayıveren lâkırdı kümeleri çıkıyor ortaya.
Bu familyadan olan sanat yazılarının en karakteristik ve antolojilik örneklerinden bazıları Ali Akay imzalıdır. Ayrı bir metni ve kapsamlı bir tenkidi hak eden Ali Akay bahsini burada daha fazla genişletmeyeceğim (o durumda - bazı yazılarımda yaptığım üzere - 'parantez içinde parantez' açmış olurum ki, bunun da, bu 'konsantre' metni biraz daha çetrefilli bir hale sokmasından endişe ederim). Bir başka ifadeyle, onun kötü önsöz metinleriyle hesaplaşan satırlarımla bir başka blogda karşınıza çıkana değin, Ali Akay bahsini Epoché (χήοχή epokhē) ediyorum ('paranteze içine atıyorum', 'askıya alıyorum') ve şöyle itmam ediyorum bu dipnotu: MAT'in dördüncü albümü, 'başarılı, faydalı ve organik' bir önsöze sahip olmasa da, hiç olmazsa ilk üç albümünün kaderini paylaşmamış ve 'KÖTÜ' bir önsözün sultası altına da girmemiştir. Bu kadarı bile, benim gibi literatürün işlevlerine ve grafik sanatların, insanlık halleriyle Dünya vaziyetlerinin tarif ve tasvirine dair sağladığı imkânlara gönül verenler için, bir tesellidir doğrusu.
(16): Therapia, MAT, İngilizce çeviri: Aslı Mertan & Aybike Haydaroğlu, MASA Publishing, İstanbul, 2019, 322 s. (MAT'in Türkçe ve İngilizce kısa bir giriş yazısı, kitaba epigraf olan seçilen İmmanuel Kant'ın bir cümlesinin Türkçesi ve İngilizcesi, 120 adet renkli ve s - b desen, karikatür ve resim, bu görsellerin, bazıları 3 sayfaya kadar büyütülerek panoramik form kazandırılmış, detayları, künye bilgileri, Atelier MAT'e dair interieur & exterieur renkli fotoğraflar, MAT'nin, Atelier MAT bahçesinde çekilen renkli fotoğrafı, 20.6 x 26.7 cm, HC.
Bu albümün, sanatçı tarafından 'Ziyaver için dostlukla, MAT, 21.01.2021' ibaresiyle ithaf edilmiş ve imzalanmış olan bir nüshası, arşivimin kıymetlilerindendir.
(17): http://www.ateliermat.com/work/editorial/therapia
(18): Therapia'ya psikanaliz uygulanması fikri, her ne kadar onu ben dillendirmiş olsam da, (özünde ve son tahlilde) bana ait değildir. Bir diğer deyişle bu tercih, esere dışarlak ya da dışsal değil, bilâkis, alabildiğine O'na içerlek ve içkindir; mezkûr albüm, 'ben Divan'a yatmalıyım!' demektedir adeta (obskürantist değilim, bu bakımdan, karanlıklara terk etmemek ve netleştirmek adına, gerekçelendiriyorum iddiamı).
MAT'in Therapia'ya epigraf olarak seçtiği Immanuel Kant cümlesini hatırlayalım:
'Hayatın zorluklarıyla baş edebilmek için insana üç hediye verilmiştir: Umut, uyku ve gülmek.'
Uykunun bize sunduğu en önemli imkân / armağan, psikanalizin kurucusu Freud'un işaret ettiği üzere 'rüya'dır. Rüya / düş, MAT'in retrospektifinin dip sularında dolanıp durur. Öyle ki, Therapia'nın sadece epigrafı değil, ilk resmi de doğrudan düşle ilgilidir: tablonun adı 'Düşler tarlası'dır. Kaldı ki, albümün 120 resminin başka bazılarının da, gerçeklik - fantazya, real - surreal, gündelik yaşam - düşler alemi dikotomilerinin üzerine inşâ edilmesi, insanlığa, onun hayatla cedelleşmesine ve mücadelesine yardımcı olacak başat imkânlardan olan uykunun bu dolaysız çıktısının, düş'ün, mezkûr albümün kılcallarında nasıl da fink attığının, at koşturduğunun somut göstergesidir.
Sanatçının 'düş / rüya' teması etrafında ördüğü bu dikkatlerden kaçmayan anlam dairesinin, bu efektif ve güçlü motifin yanı sıra; albümde doğrudan akıl ve ruh sağlığına ve sağaltımına gönderme yapan 'defter terapisi', 'aklımıza sığınma', 'idrak' ve 'terapi seansı' gibi başlıklar taşıyan çok sayıda kompozisyonun varlığı da, bana, 'Therapia seni, kendisine psikanaliz uygulamaya davet ediyor' bağlamında bir çağrı gibi geldi. Bunu yaparsam şayet, Therapia'nın içeriğini, niteliklerini, meselelerini, temalarını, alt metinlerini, kodlarını, şifrelerini, mesajlarını daha bütünlüklü ve derinlemesine anlayabilecek ve anlatabilecektim. Bu metnin satırlarına sızmış, giderek de onun satır aralarındaki alt metinlerine nüfûz etmiş olan çok sayıda argümanım, Threrapia'nın bilinçaltını, o mezkûr Divan'daki psikanaliz sürecinde, kurcalamam, eşelemem, açımlamam, serimlemem ve anlamlandırmam sayesinde hayat buldular.
(19): Aslında bu bölümde sadece Therapia albümüne değil, MAT'nin 3. eseri olan Ara Toplam'ın (tamamına değil, kısmen) içeriğine de hermeneutik okuma yapacağım. Bunun nedeni, Ara Toplam'ın, sanatçının beş albümü içinde en kapsamlı ikinci eseri oluşu ve ondaki bazı çok önemli resimlerinin de Therapia'ya dahil edilmemiş olmasıdır. AT'a ait olup da, burada hemeneutik analize tâbî tuttuğum kompozisyonlar, Therapia'nın içeriğini bütünleyen, derinleştiren ve zenginleştiren önemli alt metinleri dillendirmektedir.
(20): Bu başlığı altında topladığım grafik işlerin tamamı, gündelik hayatımızda deneyimlediklerimizle çelişen, bu yüzden de tedirginlik hali ve tekinsizlik kipi içeren yapıtlardır. Onların özellikle bazıları, 'beklenmedik, tedirgin edici, tekinsiz, şiddet dozu yüksek temalar' başlığı altındakiler kadar olmasa da, normalin üzerinde bir şiddet dozunu da içermektedir. Ancak, dominant karakteristik özellikleri şiddet - korku - dehşet değil, tedirginlik, tekinsizlik, beklenmedikliktir ve bu yüzden de orada değil de, bu başlık altında değerlendirilmişlerdir.
(21): MAT'in, başta 'kuş şekline sokulmuş görkemli bıyığı olan bir adamın, etrafındaki kuşlarla ilişki kurması' diyerek tanımladığım işi olmak üzere, kompozisyonlarından bazılarını yorumlarken, ifade ettiğim görüşlerimin, hakkında konuştukları gerçekliği ne denli kuşattığına dair şüpheye düştüğüm anlar olmasına karşın, bu durum, ne yalan söyleyeyim, (son 60 yıla damgasını vurmuş) bazı kuramsal paradigmaların sağladığı entelektüel imkân ve konfor sayesinde, etkisini hemen kaybediyor. 'Sanatçı - eser - izleyici / okuyucu' diyalektiğine modernizmin giydirdiği üniform, dayatmacı, formalist, aşırı kuralcı deli gömleğini yırtıp atan ve 'teori - kültür - sanat - edebiyat - felsefe - mimari' alanlarının hakim görüşü olarak vücut bulan postmodernizm, post-postmodernizm, trans-postmodernizm ve bunları izleyen diğer akımların sağladığı konfor ve hareket kabiliyetinden bahsettiğim anlaşılmıştır diye düşünüyorum. Bu konuyu ilerleyen satırlarda mercek altına alacağım.
(22): Yaklaşık 100 yıl sonra... Binlerce yılda yarattığımız ve tamamı dijitalize edilmiş olan kültürel varlıklar, insanların onlara erişim sayısına göre sıralanmıştır. An be an eklenen milyonlarca yeni video, sınırsız yeni veri yüzünden sınırlarına erişen dijital depolama kapasitesinde, yeni youtube ve tiktok videolarına yer açılması için, eski kayıtlardan bazılarının sürekli olarak silinmesi gerekmektedir. Bu yüzden de, çok tık alan Gangnam Style, Ankaranın Bağları, ya da Enes Batur videoları saklanabilsin diye, görece az tık alan Divinia Comedia, İlyada ya da Tutunamayanlar'ın kayıtlarının silinmesi gerekmektedir. Bu anlatı, arşivlerde, kütüphanelerde, işyerlerinde ve evlerde muhafaza edilen kitap, dergi, gazete, efemera, harita, atlas, sözlük, fotoğraf, belge vb. kültürel varlıkların, distopik bir gelecek kurgusu içinde, sistematik bir şekilde yok edildikleri, bilim kurgu klasiklerinden 'Fahrenheit 451'i (1951) hatırlatmış olmalı. Bu baş yapıttan 68 yıl sonra, sinemacı, yazar, illüstratör Ugo Bienvenu, benim 'Fahrenheit 451' uyarlaması demekte mahzur görmediğim eseri Préférence Système'de (Tercih Düzeni ismiyle çevrildi dilimize), bu dipnotun başlangıcında paylaştığım distopyanın dillendiricisi olmuş. Ray Bradbury'in eserinde kitapları yakması gerekirken onları korumaya başlayan itfaiyeci Montag'ın yerini, Tercih Düzeni'nde, az tık aldığı için silinecek olan kayıtlara karar veren yapay zekânın imha aparatı iken, onları, çok sınırlı kapasiteli dijital ortamlarda yedekleyerek yok olmaktan kurtaran devlet görevlisi Yves Mathon almıştır. Her kelimesini ait olduğu bütünün vazgeçilmezi olarak gördüğüm ve evlâtlarıma karşı hissettiklerime benzer dalga boyunda ve frekansta hisler beslediğim metnimin, editörüm 'nee, 14,000 vuruş mu? Genel yayın yönetmeninin yazısı beklediğimizden çok uzun çıktı, bu yüzden de derhal yazını 250 vuruşa indiriyorsun!' diye karşımda tepindiğinde, her bir atomunu nasıl koruyacağıma karar verme kâbusumu, bilim kurgu temelinde aşma çabasıdır hiç kuşkusuz burada dilendirdiklerim.
(23): Bu bahis altında tartışılanları derinleştirmek adına okunabilecek eserlerden derlediğim kısa bir liste:
1-Varoluşçu Psikoterapi, İrvin Yalom; 2-Bir Psikiyatrisin Anıları, İrvin Yalom; 3- Varlık ve Zaman, Martin Heidegger; 4- Bir Alman Üstat Heidegger, Rudiger Safranski; 5- Husserl, David Woodruff Smith; 6- Akılcılıktan Varoluşçuluğa Varoluşçular ve 19. yüzyıldaki Kökenleri, Robert C. Solomon; 7- Kierkegaard, Alastair Hannay; 8- Varlık ve Hiçlik, Jean-Paul Sartre, 9- Varoluşçuluk, Richard Appignanesi - Oscar Zarate, 10- Varoluşçular kahvesi Özgürlük, Varoluş ve Kayısı Kokteylleri, Sarah Bakewell; 11- Birlikte ve Başka I ve II, Ahmet Soysal.
(24): Türkiye Toplumsal Formasyonu'nun önemli grafik sanatçılarından birine, ne Ekşi Sözlük'te, ne de katkı verdiğim diğer sözlük platformlarında yer verilmişti. Aynı ilgisizlik ve bilgisizlik Milliyet Blog içinde cârîydi. Bu eksikliği seve seve giderdim...
https://eksisozluk.com/entry/126634603
http://www.uludagsozluk.com/k/mehmet-ali-t%C3%BCrkmen/
https://www.dunyasozluk.com/baslik/mehmet-ali-turkmen-1374640?siralama=yeniden-eskiye
https://tr.instela.com/mehmet-ali-turkmen---18164444
https://kafasozluk.com/b/mehmet-ali-turkmen--169736
http://blog.milliyet.com.tr/mehmet-ali-turkmen/Blog/?BlogNo=632994
(25): Therapia harika bir kitap. Bu metni buraya kadar okuduysan şayet, sen de, seveceksin diye düşünüyorum onu. Sadece 500 adet basılmış ve yeni baskısının yapılma olasılığının da çok düşük olduğunu düşündüğüm bu son yılların en önemli yerli grafik kitabına, üstelik de MAT'den ithaflı ve imzalı olarak ve üstüne üstlük, inanılamayacak denli düşük bir ederle, sahip olmak için müracaat edilebilecek yegâne adres / platform şu:
http://www.ateliermat.com/shop/edition/therapia
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder