Bir hakîkat kalmasın âlemde Allah’ım nihân' dolayımıyla Şair Avni (Fatih Sultan Mehmet), Yenişehirli Avni, Muallim Naci, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Muhsin Kızılkaya'ya ve de 4 element gibi bazı hermetik antitelerle, kimi felsefi ve kozmolojik meselelere dair hasbihal

0 / i - vakti olmayana ve / veya uzun metin sevmeyene okuma kılavuzu

Eğer vaktin yoksa, ya da, uzun metinleri bünyen kaldırmıyorsa, bir kocaman cemile yapıyorum sana ve birkaç satırda bu blogu özetliyorum.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu (bundan böyle YKK inisiyaliyle belirtilecektir) Politikada 45 Yıl başlıklı otobiyografik eserine epigraf (bknz. dipnot 5) olarak aldığı dizeyi, Muallim Naci'ye ait olmasına karşın, Avni'ye mal eder. Muhsin Kızılkaya (ilerleyen satırlarda MK olarak yazılacaktır) 10 Mart 2021 tarihli yazısında bu hatayı, YKK'na referans vererek tekrarlar. MK'nın mezkûr köşe yazısını okuduğumda, fi tarihinde, Avni'ye nispet edilen bir şiire muhatap olduğumu ve onun üzerine de 'bu Avni acaba, bu ismi şiirlerinde mahlâs olarak kullanan Fatih Sultan Mehmet midir, yoksa Yenişehirli Avni mi?' diye tereddüde düşmüş olduğumu hatırladım. Bahse konu ve epeyce de meşhur o dizenin parçası olduğu gazelin Muallim Naci'ye ait olduğunun altını çizmem ve onun hem orijinal söylenişini, hem de günümüzün Türkçesiyle dillendirilişini paylaşmamdan sonra, işler, kelimenin hakiki manasıyla, çığırından çıktı; nerden geldiğini kestiremediğim ve fekat beynimin (benliğimin?) içinde zonkladığından handiyse emin olduğum bir seslenişe muhatap oldum: 

'SERBEST ÇAĞRIŞIMLARIN KIRK KANATLI PEGASUSUNA BİN VE SONSUZDAN DA FAZLA OLAN PARALEL EVRENLER ARASINDA DOLAŞ DUR EYYY ZİYAVER!' 

Tam 'Bi dakka be yaw, Evliya Çelebi miyim ben, niçin ve nasıl dolaşacakmışım ki öyle yelken yepelek evrenleri mevrenleri felan?!?' diye çemkirme mooduna geçiyordum ki, duruldum birden ve 'etrafına bak' dedim kendime, 'sesin sahibini bul ve sor ona bunların cevabını' Gözlerimle bütün cihetleri ve cümle istikametleri taradım çığıranı bulabilmek ümidiyle... Göremedim ama mezkûr yönlendirmenin failini. Ne yapmalıydım öyleyse; meselâ, Susanna'ya uyup 'yüreğimin götürdüğü yere' mi gitmeliydim, yoksa, önerinin gayb alemi kaynaklı olması olasılığını hesaba katarak, mistik - metafizik - spiritüel uzay-zaman sürekliliklerine mi yönlenmeliydim? Karar veremedim önce, derken, ram oldum mezkûr seslenişe ve 'fizikî ya da mistik yolculuğa çıkmadan önce, bir fikri seyahat yap bence' diyerek kendime, yazdım durdum (dura/yazdım >>> Enis Batur?, Behçet Necatigil?). Ve fekat öyle bir enerjiyle, o derece abartılı bir iştahla ve de öylesine müthiş bir euphoria'nın rüzgârı eşliğinde yazdım ki, 'acaba writing mania'ya mı dûçâr oldum, iflah olabilemez bir scribomania mıyım?!?' diye de endişelendim, keder ettim bir miktar demezsem itmam olmamış olur istimal ettiğim lâkırdım. Neyse, uzatmayayım, uzun lâfı sevmeyene konuştuğum yerdeyim. Aslında, edebiyat ve kültür tarihine dair olan mevzulardan ziyade, onların zihnime serbest çağrışımla davet ettiği (ahha, kafatasımın içinde yankılanan yönlendirmenin faili belli olmuştu işte, belleğimdeki / benliğimdeki entelektüel bagajdı olsa olsa bana müdahil olan) felsefe, okültizm, hermetizm, matematik, kozmoloji, kuramsal fizik gibi disiplinlere dair / dahil hususlar hakkında üretmekten;
ilâveten de, kendimi inceden inceye tiye aldığım pasajları paylaşırken, yazma / yaratma sürecimin kodlarına dair kulis bilgileriyle mahrem şifreleri de okurun ilgisine sunmaktan haz alıyorum. Bu hususatı, fikir ve zihniyet dünyam bakımından ifade ettiği öneme binaen, ilerleyen satırlarda tekrar ve tekrar alacağım mercek altına. Aşağıdaki metnin önemlice bir bölümünün bu bahislere referans veriyor oluşu, onlara duyduğum dindirilemez ve doyurulamaz meraktandır anlayacağınız.

İşaret ettiğim üzere, bundan ötesinde, bol vakti olan ve / veya uzun ve çetrefilli metinlerle cedelleşmekten hoşlanan okurlar devam etsinler, onlar içindir istimal ettiğim lâkırdının bakiyesi, demedi demeyin, dedim çünki.

0 / ii - vakti olan ve / veya uzun ve muhataralı metinleri sevene okuma kılavuzu

Haberturk.com'daki yazılarını beğenerek ve zevk alarak okuduğum ve epeyce de faydalandığım MK'nın, yukarıda referans verdiğim, 10 Mart 2021 tarihli yazısı hakkında önce bir tivit atmış, akabinde de, mezkûr yazının beni okumaya teşvik ve icbar ettiği metinler üzerinden yazdığım aşağıdaki blogun ilk versiyonunu koymuştum bu platformdaki koordinatlarına. 

Kabaca 1.5 yıl sonra, 2022'nin Temmuz'unu devirmek üzere olduğumuz şu sıralarda; felsefeye, matematiğe, kozmolojiye, kuramsal fiziğe, kuantum fiziğine, bilim kurguya, okültizme ve hermetizme dair okuduğum tonla metinden belleğimde kalan tortuların kimi kırıntıcıklarını, MK'nın köşe yazısına nazire (cevap) olarak yazdığım bloga 'bir şekilde' eklemeye / eklemlemeye karar verdim. MK'nın yazısıyla zerrece alâkası olmamasına karşın, söz konusu hususatı eklediğimde 10 Mart 2021 tarihli yazıma, ortaya çıkan yeni versiyonla (ki, şu anda okumaktasın onu) yüzleşen okurunun bir kısmının, meselâ 'ÜÇ KİŞİ'nin (beklenti çıtamı çok mu yukarıya çektim acaba? İki kişiye, hatta birisine bile razı mı olmalıyım yoksa?!?) şöyle düşünebilmesi ihtimali beni acayip heyecanlandırıyor doğrusu:
 
'yaw helâl olsun herife, eskiden aralarında milyarlarca ışık yılı anlamsal mesafe olan ve ondan başka pek de kimsenin bir araya getirmeyi düşünemeyeceği şeyleri birbirine bağlamakla iktifa eder idi; şimdilerde eli yükselterek iyice azıtmış, hiçbir şekilde yek diğeriyle ilişki kuramayacak paralel evrenler arasında bile linkler atmaya, köprüler kurmaya, yollar açmaya başlamış. Yok yok, ne olduğu tam anlaşılamasa da, var bu Ziyaver Şencan'da (numara mı, hüner mi, gösteriş mi, abartı mı, psikopatoloji mi olduğu kolay anlaşılamayan) bi pırıltı; belki bugün ipleyen yok onu ama, elbet bilir bi gün birileri kadrini kıymetini'

Nitekim, edebiyat tarihi ağırlıklı olan aşağıdaki metnin / blogun ilk versiyonunun matrisine, önceki satırlarımda referans verdiğim üzere, boca ediverdim felsefe (spesifik olarak 'olumsallık'), kadîm düşünce kozmosları (meselâ 'Dört Element' dolayımıyla hermetizm ve obskürantizm), matematik ve mantık (sonsuz döngü / bengi dönüş ve kendi kendisine yapılan atıfların doğurduğu paradokslar), kozmoloji (örnekse paralel evrenler ve - kapitalizmin son kazanç kapısı olanı değil, sonsuz sayıda evrenleri içeren sonsuz büyüklükteki üst evren anlamındaki metavers ve bu metavers'in, içerdiği her şeyle birlikte yok olması, yânî, 'HER ŞEY'in sonu / kıyamet / doomsday) ve kuantum fiziği bağlamındaki çok sayıdaki fenomeni, antiteyi, argümanı. 

Böylelikle ortaya çıkan ikinci versiyonun, özellikle de onun dipnotlar ve bibliyografya başlığı altındaki bahislerinin, demek istediğini satırlarından ziyade satır araları üzerinden ele veren; sağını göstermişken, etkili hamlesini umumiyetle soluyla yapan; gayet asude bir atmosferde başlamışken, son derece tekinsiz ve tehlikeli şekilde finalize olabilen; alışılmadık ve beklenmedik ekosferlere umulmadık referanslar vererek ve 'quelle d'alâka bro!?!' denilebilecek / dedirtebilecek kozmoslara linkler atarak muhatabını sürekli istim üzerinde olmaya icbar eden ve bütün bu ahval ve şerait muvacehesinde, okurunda bir çeşit 'irritable consciousness syndrome' tesiri oluşturan metinlerle cedelleşmeyi tercih eden okur tarafından cazibe odağı gibi görülebileceğini, 'okunable' olarak algılanıp alımlanacağını 'değerlendiriyorum' sevgili kârîm.  

Bu da dahil çok sayıda metnime âşîna olan bir dost(***), edebiyata meftûn bir psikiyatrdır kendisi, 'yer yer 'yeni roman' kıvamındaki bir kurmacanın ya da post-modern yazın teknikleriyle kotarılmış bir anlatının fragmanlarını, yanı sıra da serbest çağrışım temelinde gelişen ve 'otomatik yazın' tekniğine göre inşaa edildiği izlenimini yaratan pasajları içeren satırlarımın, delilikle deha arasında gidip gelen bir pandülün ritmine ve şizoid bir bilincin parmak (ayak?) izlerine sahip olduğunu' söylediğinde, 'bu dediklerini, gerekçeleriyle birlikte, ilgili metinlerimin altındaki yorum kısmına yazar mısın lütfen' demiştim. Bu ricam havada kaldı, arkadaşım şifahen paylaştıklarını yazmamayı tercih etti. Birçoğumuz, o arkadaşım gibi, sözel iletişim aşamasına takılı kaldık, yazılı faza maalesef geçemedik bir türlü. Bu geçişi gerçekleştirenlerin bir kısmı ise, benim gibi, yazılı bildiri(şi)mi, zaman zaman bu metin benzeri, alışılmadık muhtevayla ve dahası, pek de rastlanılmayan bir üslûpla yapmayı tercih etmekte. 

Neden olur böyle bu?!?

Bunda, varoluşun, zaman zaman, çok yalın ilişkiler / olgular / süreçler üzerinden kendisini inşaa edip alabildiğine basit bir profil vererek Dasein mertebesine yükselmesinin etkisi olduğu gibi; kimi zaman da, insanlık halleriyle Dünya vaziyetlerinin, satırları arasında gezinilen metin benzeri, anlaşılması ve çözümlenmesi zor (gibi gözüken) bir bilmece mooduna bürünebiliyor olmasının tesiri vardır diye düşünüyorum. Aslına bakılacak olursa, birbirinin zıttı gibi algılanan bu iki varoluş düzlemi bir madalyonun iki yüzü, parçalanamaz bir Biricik Hakikat'in farklı görüngüleridir (imâ, iddia ve ikrar ettiğim argüman Kuantum Fiziğinin ışık olgusuna yaklaşımındaki derin anlamlandırma halinin bu metne projekte edilmiş bir izdüşümüdür aslında; konunun meraklısı, bir elektromanyetik ışıma olan ışığın aynı zamanda hem dalga ve hem de parçacık karakterlerine haiz olduğu ve birbiriyle temelden çelişirmiş gibi gözüken bu iki varoluş düzeyinin aslında birbirinden ayrılamaz ve her biri yek diğerini besleyen bir varlık hali olduğunun kavranmasıyla anlamdaş bir argümantasyon serdettiğimi teslim etmiştir diye düşünüyorum).

Olan işte, salt bu yüzden bu sebeple sadece; olur böyle olduğunca...
  
Satırlarıma muhatap fevkalâdenin fevkinde müeddep ve tabii ki pek bi kıymetli hanımefendilerle, en az onlar kadar zürêfâdan sayılması icap eden ziyadesiyle muhterem beyefendileri tenzih ederim, sözüm onların haricindeki eşhasadır; işte onlar, o ferd-i taife-i münafık, satırlarımın tam da burasında, manâlı manâlı gülümseyerek sanki şöyle der gibiler: 

'Evet Ziyaver Şencan, mevzuyu öyle alâkasız coğrafyalara taşıdın, esiri olduğun derin ve vahim scribomania yüzünden, lâkırdıyı öylesine uzattın ki, âdeta pussy'yi - mabadı dağıtmış, şanzıman indirmiş ve artık bir milim bile yol alma mecali ve takati kalmamış bir kamyon gibisin; senin bu saatten sonra manalı bir lâkırdı ederek bu metni toparlayabilmenin imkân ve ihtimali yoktur ve kalmamıştır!'

Sözün gelip dayandığı bu menzilde, bu felâket tellallarını, bu şeamet bülbüllerini pek bi mutsuz edecek, çokça eleme gark edecek bir hamle ile, kolayca ve muvaffakıyetle toparlıyorum ve bağlıyorum metni efenim; frankofonlar ne der bu gibi hallerde, bilirsiniz: 'c'est la vie mon ami, c'est la Littérature!' İşte bu kadar... (bu suretle, hem 'acelesiolanshorttexteperestveokuduğunuanlamakiçünmaçasınıçokdasıkmayayanaşmayankârîiçinreadingguide' ve hem de 'vaktiboltextelongpervervedemuhataralıveanlaşılmasımüşkülmetinlerlecedelleşmeyitercihedenkârîiçinkılavuzukıraat' itmam olmuş oldu muhterem efendim. 

Ah, az kaldı unutuyor idim; okunulmakta olan metin ile, sonuncu dipnotunda linklerini paylaştığım üç blogum başta olmak üzere, bu platformda yıllardır potansiyel okuruna 'ben buradayım ey muhtemel ve nuhterem kârim, neredesin peki sen?!?' çığlıkları atan çok sayıda denememin, hem içeriklerinin oluşturulması / kompoze edilmesi ve hem de üslûbunun berraklaşması / kristalize olması bakımından çok şey borçlu oldukları (ne desem, nasıl seslensem, ne şekilde isimlendirsem bilemedim, öyle ise bari en iyisi diyim şöle) ruhdaşlarım , candaşlarım, yoldaşlarım bildiğim Torquato Tasso'ya, Thomas Urquhart'a ve Laurence Stern'e sadece candan, sadece kalpten - yürekten değil, aynı zamanda da dalaktan, ciğerden, pankreastan, hipotalamustan, hipofizden, erbezlerinden, kör bağırsaktan ve daha bir sürü organ ve organelden neşvünevâ bulan sayısı belirsiz teşekkürlerimi ve minnetlerimi takdim etmeyi bir vazife ve hatta bir mecburiyet addetmekteyim efendim, arz ederim...

Okunulan girizgâhdan sonra artık zamanı geldi; işte metnin ana gövdesi, 'main corpus'u:

(α) - Beş edebiyatçı'dan 'Dört (aslında beş!) Element'e(0), ya da; medhal / prologue / bidayet

Popüler bir mısra ve onun dolayımı üzerinden, son altı asırda yaşamış, diğer marifetlerinin yanı sıra tefekkür ve 'kalem erbabı' da olan, beş kültür insanının ismini içeren başlık, 'kaçınılmaz olarak' ve 'ister istemez', öncelediği metnin, bir yanıyla, edebiyat tarihimize dair bir kalem (klavye) teşebbüsü, bir literatür denemesi olacağını imâ etmekte(1) Başlığın 'dört element'le başlayan bakiyesi ise, yukarıda ayrıntılı olarak değinilen, içerdiği alt metinlere, kapı araladığı paralel evrenlere nispet etmekte.

Sosyal medyada, şu anda okumakta olduğunuz satırlara link verirken, ona dair yazdığım propagandif pasajı geliştirerek buraya alıyor, bu suretle de 'medhal'i itmam ediyorum:

'Dört köşesinin her birinde: 1 - Şair Avni'nin (başkasına ait bir mısraın(2) kendisine yakıştırılması vesilesiyle), 2 - Yenişehirli Avni 'nin (bu satırların müellifinin, 'sakın bu Avni, Yenişehirli Avni olmasın?' kuşkusu dolayımı üzerinden), 3 - Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun (yukarıda hayatının son dönemine dair bir fotoğrafı paylaşılan, 'Politikada 45 Yıl' isimli oto-biyografisinde Muallim Naci'ye ait olan bir dizeyi kimliği muğlak bir 'Avni'ye mal ederek yaptığı önemlice bir hata yüzünden) ve 4 - MK, Harbetürk.com'da yayımlanan yazısında, bahse konu YKK patentli hatayı replika edip, memetik / kültüro-genetik yoluyla onun sosyal dokulara penetrasyonuna ve popülasyonunun genişlemesine katkı verdiği için) yer aldığı bir dörtgenin merkezinde (geometrik olarak köşegenlerinin kesiştiği noktada, fizik olarak ise, söz konusu matematik nesnenin ağırlık / sıklet merkezinde) şu mısra ikamet etmekteydi:
'Bir hakîkat kalmasın âlemde Allah’ım nihân'
ff
Bu dize (mısra) ile birlikte, hiç şüphesiz, o dizenin müellifi olan Muallim Naci de mezkûr kesişim noktasında ikamet etmektedir denilebilir.
Dört yazar (bu metni oluşturan Anasır-ı Erbaa) ve bir mısradan [o dört yazarın içerisinde barındığı ortak entelektüel zemin, ya da, o dört yazarın / Dört Element'in her birini oluşturan (Kozmos'un, Planck uzunluğu mesabesinde olduğu matematize edilmiş, ancak varlıkları halen fiziki olarak kanıtlanamamış temel antiteleri, sicimler'inin mütekabili) Beşinci Element = Esîr, Akaşa] mürekkep haliyle, temelde, beş bileşenli (Beş Element'li) olan bu yazınsal pattern, edebiyat tarihimize dair olan bir hatanın, doğrusunu yerinden / yurdundan etmesinin, diğer bir deyişle, bir galat-ı meşhur'un [ve yanı sıra, (özellikle de onun 'dipnotlar ve bibliyografya' faslında kendisine yer bulan) daha bir çok şeyin] hikâyesidir aynı zamanda(3).

Edebiyatseverlere, özellikle de onun şu veya bu şekilde enigmatik olan taraflarına, en çok da, ummadığımız kişilerin failleri olduğu umulmayacak denli fahiş ve vahim hatalara ilgi duyanların dikkatine ihtirâmât-ı faika ile takdim ediyorum, kabul buyurunuz efendim'

1 - Önemlidir Yakup Kadri....

Özelde edebiyatımızın, genelde kültürel kozmosumuzun ve yakın sosyo-politik geçmişimizin çok önemli bir sîmâsıdır YKK. Okunulan metnin hem esin kaynağı, hem ebesi ve hem de tetikçisi olan faktör ise, az önce de işaret ettiğim üzere, MK'nın, işte o önemli figürü, YKK'nu, konu edinmiş, yazısına mündemiçtir(4).

Yazılarını zevkle ve öğrenerek okuduğum, bu yüzden de Pazar ve Çarşamba günlerinin nispeten sakin zamanlarını Habertürk'teki köşesini kıraat etmeye vakfettiğim ve hasrettiğim MK'nın o mezkûr yazısında, oldukça ciddi bir bilgi hatası vardı.

Lâkin, bu hatanın mes'ulü (asli faili diye de okunabilir) olarak MK'yı görmemek icap eder. Zirâ o, beğendiği ve güvendiği bir yazarın 'kurbanı' olmuştur. Hatanın asıl müellifi ise YKK'dur.
2 - Memetik / kültüro-genetik kod transferi

Onlarca yıl önce okuduğum, herkesin de edinip okumasında hakikaten musrır olduğum çok kıymetli bir oto-biyografik kitap olan Politikada 45 Yıl'ın arka plânı, genç cumhuriyetin inşâ dönemidir. Bu tarihsel zemin, hem dostluk ve işbirliği ve hem de çatışma ve kopuş veçheleriyle, Atatürk - İnönü ilişkisinin çok başarılı ve olabildiğince de nesnel bir anlatımını da içermektedir. Onun, (aşağıda paylaşacağım) epigrafını (kavram tercihi MK'ya ait)(5) kendisine şiar / motto edindi ve oldukça uzun olan yazı hayatı boyunca da ona daima sadık kalmasını bildi üstat YKK.

YKK'nun kitabına epigraf yaptığı ve hayatına da rehber kıldığı bahse konu mottosu:
'Bir hakîkat kalmasın âlemde Allah’ım nihân' idi.
Üstat yukarıda işaret ettiğim kitabının epigrafı olarak seçtiği mısrayı Avni'ye (Fatih Sultan Mehmed (Mehmet) Han'ın şiirlerinde kullandığı müstearıdır) nispet etmişti(6). Bu, YKK'na yakışmayan fahiş bir hata idi.
Bu hata yüzünden, onun müktesebatına ve retrospektifine güvenen çok sayıda okuru da bu yanlışı içselleştirmiş ve dizelerin Avni'ye ait olduğu merkezindeki yanlış malûmat bu suretle kuşaklar boyunca tekrarlanıp durmuştur. Tam manasıyla bir 'memetik / kültüro-genetik kod transferidir(7) bu.

3 - MK, YKK'na güveninin kurbanıdır
MK'nın bugünkü yazısında yaptığı, bu memetik transferin beslediği oldukça uzun olan o hatalar zincirine bir bakla daha eklemekten ibarettir, o kadar!.
Mısraın hakiki müellifine gelince, o, Muallim Naci'dir (1849 - 12 Nisan 1893).

YKK'nun kültür kozmosumuzdaki güvenilir ismi, şüphe duyulmayan ve yıllar içinde erozyona uğramak yerine, daha da muhkem hale gelen saygınlığı, engin kültürü ve Türkçeye olan vukufiyeti gibi faktörler, yaptığı hatanın, doğrusunun ikamesi olmasına yol açmıştır. Bir diğer ifade ile, tam manasıyla bir 'galat-ı meşhur'un yerinden - yurdundan ettiği bir 'lügât-ı fâsih' vak'asıyla karşı karşıyayız.
Muallim Naci (1849 - 1893)

Bu vesileyle Divan Edebiyatı'nın bu güzide gazelini hatırlayalım diyorum.

İşte o unutulmaz ve aforizmatik mısranın / dize'nin parçası olduğu gazelin tamamı:



4 - Muallim Naci'nin o pek güzel gazeli...

'İhtirâz-ı ta’neden kalmaktadır âhım nihân
Bir hakîkat kalmasın âlemde Allah’ım nihân
Arz eder sîmâ-yı resmim gönlümün maksûdunu
Kalsa da zîr-i leb-i hâmemde dil-hânım nihân
Aşka şöhret hüsne mestûrî olur revnak-fezâ
Sen ol ey mihrim hüveydâ sen kal ey mâhım nihân
Yok teceddüd-hâne-i hestîde bir mislim henüz
Var ise kalmış adem küncinde eşbâhım nihân
Bî-hod eylerdi temâşâ-yı cemâlin âlemi
Dîdelerden olmasan ey cân-âgâhım nihân!

Bugünün diliyle söylenişi:

'Kötülenmekten / kınanmaktan çekindiğim için âhım gizli kalmaktadır
Hiçbir hakikat gizli kalmasın şu alemde Allahım

Gönlümün arzusu kalemimin ucunda gizli kalsa da yüzümün görünüşü gönlümün arzusunu ortaya koyar.
Aşkı şöhret, güzelliği de gizlilik cazip hâle getirir; ey sevgilim (güneş) sen ortaya çıkıp kendini göster, ey ay’ım sen gizli kal!
Yeryüzünde henüz bana benzeyen hiç kimse yok; eğer varsa bile o da yokluk köşesinde gizli kalmış, henüz varlık âlemine gelmemiş!
Ey can dostum, eğer gözlerden uzak olmasan güzelliğini seyretmek bütün dünyayı kendinden geçirmeye kâfi gelirdi.'(8).

5 - Bu Avni hangi Avni?!?

Yukarıda (2) numaralı ara başlıkta da işaret ettiğim üzere, 'Politikada 45 Yıl'ı ilk okumam epeyce öncelere, neredeyse üç on yıl kadar evvelsine dayanır. Mezkûr oto-biyografinin hemen ardından ise, enteresan bir tesadüftür, belki de tevafuktu bilemiyorum, Kültür Bakanlığı'nın yayımladığı 'Yenişehirli Avni' biyografisini okumuş idim. Bu yüzden de YKK'un kitabına epigraf olarak aldığı mısraı nispet ettiği Avni'nin, ne yalan söyleyeyim, Yenişehirli Avni olduğunu sanmış idim.

Bu zannımdan bahsettiğim Divan Edebiyat meraklısı bir dostum, onun, şiirlerinde Avni Mahlâsını kullanan Fatih Sultan Mehmed olduğu konusunda uyarmıştı o sıralarda beni. Enteresan ve hatta (bahse konu kişinin, söz konusu alanın kayda değer bir uzmanı olmasına karşın, o dizenin Muallim Naci'ye ait olduğuna işarete etmemesi yüzünden) enigmatik geliyor şimdi bu durum bana (yoksa Muallim Naci ismini zikretmişti de, ben mi aradan geçen bunca zaman yüzünden, hatırlamıyorum şimdi, emin değilim). Öte yandan, bu ayrıntıyı onca zaman sonra kullanacağım gün de bu günmüş demek ki
(9), (10).

Ω - Leibniz'den Ahmet Mithat'a, ya da, nihayet - epilogue

Bazı metinler kendisine göndermede bulunur, kendisiyle konuşur, (bir hiperbol ya da bir parabol gibi) kendi üzerine kapanacağı intibaını verir. Bunlar, Bach'ın müzikte, Gödel'in mantıkta ve Escher'in de grafik sanatlarda peşine düştüğü sonsuzluğun, sonsuz döngülerin yazınsal izdüşümleri olmaya namzet antitelerdir(11). Öte yandan, bu tarz bir litere Bengi Dönüş'ü, kuyruğunu kovalayan bir kediye, ya da, bedenini bir uzantısı üzerinden yakalayan / ısıran / yiyen bir dragona ya da yılana indirgeyerek azımsamak da, mezkûr olgunun mahiyetine vakıf olunamadığının işaretidir. Kendi kendisini muhatap alan bir önerme / iddia / metin, her seferinde bir tık / bir seviye daha ileriye / yukarıya doğru hamle etmek adına, (sanki kendisine kapaklanacakmış ve kendi üzerine kapanacakmışçasına) kendisine dönmüş / yönelmiş bir helezonik strüktür sergiler. Kendisine gönderme yapan, verdiği referans(lar) yine kendine çıkan metinleri 'post-modern literatür' içerisinde değerlendirmek gibi bir kritik (bana kalırsa tartışmalı ve hatta yanlış) bir yaklaşım vardır; bahsi diğer ve epeyce kapsamlı bir mesele olduğundan, müstakil bir metni hak etmektedir. Burada şu kadarını söyleyerek kapatıyorum bu post-modernite meselesini: Bu blogda yer alan müktesebatımın bir kısmı bu mahiyettedir denebilir pekalâ.

Az önce 'kendi kendisiyle konuşan metin' demiştim ya, öyleyse, konuşsun kendisiyle, bahsetsin kendisinden, paylaşsın harimi ismetindeki hususları bu satırlar muhatabıyla.... Yukarıda açımladığım üzere, Kozmik Olumsallık Prensibi'nin yazma süreci(m) üzerindeki izdüşümü, ortaya çıkan metn(im)in hem mahiyetini ve hem de stilini derinden etkiler, onu, kendisine referans verir hale getirir.

Olumsallık'ın neden olabileceği empeiria ve historia'da (bir diğer deyişle 'fiziksel Dünya'da / maddi Alem'de) tutunamayarak (Kategoriler'in, İdealar'ın Kozmos'u olan) theoria'ya sürüklenmek ve onun o sonsuz ihtişamında / soyutluğunda / çoraklığında / korkunçluğunda / bilinmezliğinde(12) kaybolmak tehlikesini bertaraf etmek adına uyguladığım hic et nunc (şimdi ve burada) ad hoc (sınırlı, bu olaya özgü) mahiyetteki çözüme karşın, serbest çağrışımla zihnime üşüşen sayısız düşünce formundan tamamen kurtulabildiğimi söylemem de mümkün değildir hiç kuşkusuz. Kozmik Ontolojinin icbar etmesi sonucunda kendisiyle konuşan / kendisine kapanan ve Bengi Dönüş'e savrulan okunulan satırlar, bunu teyit etmekteler zaten.

Yazma sürecimi teşrih ettiğim / diseksiyona tabii tuttuğum bu satırlara şunları da eklemem farz oldu sanırım: benliğimin ırak bir coğrafyasında, doğrudan onunla temas kurup yüzleşmesem de, eylem ve söylemlerim üzerindeki parmak izlerini mütemadiyen teşhis ettiğim bir Ahmet Mithat Efendi saklanmış sanki. 

Characteristica universalis (Evrensel İşaretler / semboller / harfler) ile yazılmış; insanlığın o güne değin yarattığı bütün bilimleri, sanatları içeren ve bu haliyle medeniyetin gelişmesini hızlandırarak insanların daha rahat ve mutlu yaşamalarına hizmet edecek, eş zamanlı olarak da Yaradan'ın şanını yüceltecek olan bir Encyclopædia Universalis yaratma projesine ömrünü adamış Gottfried Wilhelm (vonLeibniz'in ('küller küllere, tozlar tozlara' prensibi gereğince) tözü mü karıştı tözüme acaba?!? Yoksa, yoksa sadece sıradan bir writingmania vak'ası ve alelâde bir scribomania kurbanı mıyım?!? Hangi ihtimal mutabık hakikatimle?

Kim bilebilir ki doğru cevabı?(13)

Neyse ne, şimdi (varlıkları ve var olanları domine eden varoluşun Tunç Yasası Ebedi Bengi Dönüş gereği) dönüyorum başa; YKK bir hata yapmış zamanında, MK, haberturk.com'daki yazısında bunu doğru sanarak nakletmiş şimdilerde. Okunulan satırların müellifi de, onun öyle olmadığını, gerekçeleriyle dillendirmiş 'hic et nunc' kipinde. Yazdığı bir yazısıyla bu metnin ana temasını bana sunan MK, yeni yazılarında da yeni yazılarım için yeni temalar verir mi bana yine acaba?

Kim bilir, bekleyip görelim bakalım(14), (15)...

ὅπερ ἔδει δεῖξαι (ΟΕΔ) Hóper édei deîxai ... Q.E.D. ... vesselâm.

dipnotlar ve bibliyografya:
(***): 'Bir dost' dedim ya a dostlar, aniden, favori karikatüristlerimden Gary Larson'ın The Far Side Gallery albümlerinden birinde gördüğüm bir karikatür geldi aklıma, sanırım serbest çağrışım mekanizmaları çıkardı onu bilinç düzlemime. Karikatürün olduğu albümü elden çıkardığımdan ve Google search'le de neticeye erişemediğimden, onu aklımda kaldığı kadarıyla tarif edeceğim.
Karı - koca dinozor ailesi evlerinin oturma odasındadır. Adam koltuğuna yayılmış gazetesini okumakta, eşi ise telefonla konuşmaktadır. Telefonun diğer ucundaki dinozor açık alandadır ve gökyüzünden süratle yere doğu inen ve az sonra Dünya'ya çarparak dinozorları tarih sahnesinden silecek olan çok sayıda meteor gözükmektedir arka plânda. Arayan dinozor 'hepiniz öleceksiniz, hıhaahaahahh!' diyerek bağırmaktadır. Dişi dinozorun 'kimsin sen?' sorusuna isterik bir kahkahayla cevap verince telefondaki ses, kadın 'sapık' diyerek öfkeli bir eda ile kapatır telefonu.

(0): Dört Unsur (Dört Element = Anasır-ı Erbaa) kaynaklardaki ilk bütünlüklü ifadesini Pre-Sokratik filozof Empedokles'te (MÖ 494 - 434) bulan kavramsallaştırma. Ondan önceki doğa filozofları, Kozmos'u oluşturan temel unsurlar (arche) olarak ateş, hava ve su'ya işaret etmişler; bunlara toprak'ı da katan Empedokles, böylece Anasır-ı Erbaa'yı, takip eden 24 asır boyunca bilindiği şekliyle teklif eden, kayıtlara geçmiş, ilk fikir insanı olmuştur. İnsanlığın, milyonlarca yıla sârî tarihinin kabaca (yazının icat edilmesiyle kayıt altına alınan kısmına tekabül eden) ~ 5,500 - 6,000 yılının son 24 asrına damgasını vuran kadim okültist, esoterik, Hermetik, mistik, teosofik, antroposofik sistemlerin neredeyse tamamında boy gösteren ortak bir kavramdır bu. Buna göre, [var olmak için kendisi dışında bir nedene ihtiyaç duymayan, tarihe ve coğrafyaya aşkın, (öncesiz ve sonrasız manasında) 'zaman ötesi antite', (Kozmos'u barındıran uzay-zaman sürekliliğini içeren bir meta-mekân'da var olan olarak sahne alan anlamındaki) 'İdea', 'Arche' olarak] varlıkların ve (nitelikleri bakımından 'varlık'la kısmen özdeş, kısmen de çelişik kalifikasyonlara sahip şey anlamında) 'var olan'ların tamamı bu temel dört unsur / element / eleman tarafından oluşturulurlar. Bununla irtibatlı bir diğer kavram da Beşinci Unsur'dur. Bu, bazı tradisyonlarda, bahse konu dört unsurun kendisinden oluştuğu kaynak / köken malzemedir; Hinduizm gibi diğer bazılarında ise, diğer dört elementin içerisine dağıldığı, Kozmos'un Uzay dediğimiz bileşeninin tamamını dolduran cevherdir (Esîr, Akaşa). Dört Element ve Beşinci Element, ilerleyen satırlarda, özellikle de (3) numaralı dipnotta, başka veçheleriyle ele alınacaktır.
Konuya ilgi duyanların mutlaka okuması gereken kompakt, yetkin ve ehemmiyetli bir kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/anasir-i-erbaa

(1): 'Olumsallık'ın, varoluşun temel niteliklerinden birisi olduğunu (benim gibi) kabul edenler, 'kaçınılmaz olarak' ve 'ister istemez' ifadelerinden kaçınmak zorunda değil midir? Aksi takdirde, müellifin felsefi duruşuyla, onun telifinin (mezkûr ifadeleri kullandığı) bazı kısımları arasında bir paradoks, hiç değilse bir çelişki / çatışkı çıkmaz mı ortaya? Bu soruyu cevaplamadan önce, mercek altına aldığım bu önemli kavrama dair olan kuramsal çerçeveye, özetle, değinmem gerek.
Olumsallık'ın (kabaca) kökeni / etimolojisi: τὰ ἐνδεχόμενα = endechómena (klasik Grekçe), contingentia (Orta Çağ Latincesi), mümkün (mümkin) = ممكن (Arapça), אפשרי (İbranice), contingency (İngilizce).

Kozmos'un hem arka fonu, hem dokusu, hem 'mekân'ı ve hem de mimarisinin asli unsuru olan Uzay-Zaman Sürekliliği'nde beliren ve yok olan ve ardından tekrar (aynı ya da başka formlarla ve içeriklerle) beliren ... yok olan ... beliren ... olgu, olay ve süreçlerin tamamının (kendisine ve dış aleme dair düşünen, akabinde bu düşüncelerine dair de düşünen zeki varlıkları konu edinen felsefe branşına / ontolojiye ait olan manasında) ontolojik ve (düşünme yetisine sahip olmadığı varsayılan var olanları konu edinen felsefi branşa ait anlamında) ontik mahiyeti; onların 'olumsal / mümkün / olası' olmaları ve 'yok(luk)'tan 'var olanlar' kümesinin unsuru / üyesi olmaya geçişlerinin kendilerine değil, bir dış faktöre / aktöre (harici bir varlık'a ya da var olan'a) bağlı olmasıdır.
'Olması olası değil = 0' ve 'olmaması olası değil = 1' hallerinin limitleri / hudutları olduğu bir tanım aralığına dağılmış, sonsuz seçenekli bir olasılıklar kümesine referans veren olumsal olma hali, bu mahiyetiyle; felsefe, teoloji, matematik, mantık ve çeşitli doğa bilimleri için kullanışlı bir operatif enstrüman ve imkândır.

Theoria'dan empeiria ve historia düzlemlerine / bağlamlarına geçiyor, az önce, 'kaçınılmaz olarak' ve 'ister istemez' ifadelerinin, 'olumsallık'ı esas alan bir bakış açısına göre paradoks ya da çelişki / çatışkı olup olmadığını sorguladığım noktaya geri dönüyorum. Cevap kısa ve net: EVET! Olumsallık'ın dominant olduğu bir ontolojide, 'kaçınılmaz olarak' ve 'ister istemez' olan bir şey olamaz.

'Kaçınılmaz olarak' ve 'ister istemez' ifadeleri, yazma sürecimde sık sık yüz yüze kaldığım [aklıma gelen bir fikrin (onunla irtibatlı ve iltisaklı olsun ya da olmasın) bir başkasını, onun bir başkasını, onun bir başkasını >>> ...... >>> ilânihâye çağrıştırması; bu fikirlerden ilkinin yazılması sırasında düşündüğüm ilk kelimenin (onunla irtibatlı ve iltisaklı olsun ya da olmasın) bir başkasını, onun bir başkasını, onun bir başkasını >>> ..... >>> ilânihâye bilinç düzeyime davet etmesi sonucunda, bırakın metni tamamlamayı, onun daha ilk cümlesinin bile sonsuza değin uzamasına neden olabilecek] hayati bir (ontolojik olan nesnelerin bilgisine dair anlamında) epistemolojik ve (ontik olan nesnelerin bilgisine dair anlamında) epistemik problem alanının oluşmasını bertaraf etme adına hic et nunc (burada ve şimdi) dillendirilmiş ve ad hoc (sınırlı, bu olaya özgü, spesifik) mahiyetteki bir çözüm için kullanılmıştır. (Kuantum Kuramına vakıf olanlar, şayet, uyguladığım bu çözüm tekniğini, atomlar ve atom altı parçacıklar düzeyindeki varoluş süreçlerini matematize ederek / nicelleştirerek anlamlandırmazı mümkün kılan Kuantum Dalga Mekaniğine dair denklem setlerinde ortaya çıkan sonsuzlukların ortadan kaldırılması için uygulanan 'yeniden boyutlandırma / renormalization' operasyonunu andırdığını söylerlerse, onlara çok da itiraz etmem doğrusu.)

Bu çözümü devreye soktuğumda, (bu bölümde bir kez daha altını çizeceğim bir kavramsallaştırma ile) theoria'dan empeiria ve historia'ya geçiyor, 'ister istemez' ve 'kaçınılmaz olarak', olumsallık ilkesine göre düşünme ve davranma edimlerimi paranteze alıyor, bu ilkenin hükmünün askıya alınarak, geçersiz kılındığı bir yeni 'litere - teorik' varlık alanı inşaa etmiş oluyorum. Aksi takdirde, [(11) numaralı dipnotta açımladığım o 'Büyük Donma' ya da Büyük Çözülme' diye de tanımlanan 'Kozmos'un Isı Ölümü' aratmayacak bir] post-apokaliptik akıbet kâbus gibi çökerdi yazma pratiklerimin üzerine. Bu ise, yukarıda da dillendirdiğim üzere, henüz daha metnin ilk fikrinin başlangıç cümlesini inşaa ederken, onun sonsuza değin uzaması keyfiyeti ile cedelleşmek zorunda bırakırdı beni.

Bu metnin okunulan paragrafın nihayetinde işaret ettiğim bölümleri art arda okunduğunda, yazma edimime dair bir müstakil metin çıkmakta ortaya. Dolayısıyla onlar, yazmamın mutfağını, kulisini, perde gerisini, sahne arkasını, kamera ardını vermekte ele. İşte mutfağımın şifreleri: 0 - neleri dert ederim ben? + (1) numaralı dipnot + Ω - Leibniz'den Ahmet Mithat'a, ya da, nihayet - epilogue + (11) numaralı dipnot.

(2): Başlıktaki 'mısraı', hemen akabindeki medhal - prologue - bidayet bölümünde yer alan 'mısraın' ile, bunları takip eden satırlarda bu kelimenin benzeri şekilde yazılmış olmasının gramatik nedeni için:

(3): Hem yukarıdaki medhal - prologue - bidayet bölümünde ve hem de onun referans verdiği '0' numaralı dipnotta, bu metnin 'Anasır-ı Erbaa' ve 'Beşinci Element' kavramsallaştırmaları üzerinden gerçekleşen inşaasına dair bazı hususlara işaret etmiştim. Şimdi de, bu yazınsal mimarinin fikri zeminine dair bir kısım detayı daha paylaşacağım.

Bir mısra etrafında devinen, deveran eden beş edebiyatçı, dört köşesi ve dört kenarının yanı sıra, köşegenlerinin kesiştiği ağırlık merkeziyle birlikte beş matematik unsuru olan geometrik nesneleri davet etti zihnime. Bu bakımdan da, önce dördün, akabinde de beşin insanlık tarihinde, düşünce maceramızın büyük icmalinde işgal ettiği yere dair olan sayısız antiteden bazılarını hatırlatmak isterim... Bir metinde muhatap olduğunuz dört kişinin, zihninize böylesine (dört temelinde) kayda değer bir yükleme yapabilmesi için, idrakinizin, belleğinizin, o sırada meşgul olduğu şeyler yüzünden (üzerinden), buna izin veriyor olması, bir diğer deyişle, yatkın / teşne olması gerekir. Benim o sıradaki verili durumumda olan tam da buydu işte. MK'nın yazısının, okunulan satırları yazmama yol açan fikri muhasebe sürecini tetiklediği sırada, 'Anasırı-ı Erbaa' ve 'Beşinci Element' üzerine çalışıyordum.
Dört Element (aslında Esir / Beşinci Element ile birlikte bunları 'Beş Element' olarak isimlendirmek gerekir) ve ondan hareketle dört sayısı üzerine söz konusu bu mesaim sırasında, üzerinde çalıştığım şeyler, bütün kapsam ve derinliğiyle nüfuz etti idrakime (belki de idrakim nüfuz etti onlara; ya da, her iki süreç iç içe geçip yek diğerini besleyerek gerçekleşti bu temellük hadisesi, hepsi mümkün bunların). Bu metnin dört edebiyatçı figürünün, Mahşerin Dört Atlısının dört ana yöne ve dört tâlî istikamete doğru adeta aynı anda koşması gibi, zihnimde dört nala yol almaları ve nihayetinde de 'Bir hakîkat kalmasın âlemde Allah’ım nihân' dizesinin merkezinde olduğu o zihni ve muhayyel dörtgenin köşelerine yerleşmeleri, açıklamaya çalıştığım yukarıdaki dinamiklerin dört sayısına ve Anâsır-ı Erbaa'ya dair olan mezkûr ünsiyetimi yaratmasıyla oluştu. 'Dört yazar (bu metni oluşturan Anasır-ı Erbaa) ve bir mısradan (o dört yazarın içerisinde barındığı ortak entelektüel zemin, Beşinci Element = Esîr, Akaşa) mürekkep haliyle, temelde, beş bileşenli (Beş Element'li) olan bu edebi pattern,...' diye tarife çalıştığım keyfiyet buydu işte. Böylece bu metin 'Beş Element' temelinde şekillenmiş oldu.

Tam bu sırada, Ahmet Kot'la yaptığımız bir konuşmada, onun Dört Element temelli alternatif bir kitap tasnif sistemi ve kütüphane mimarisi üzerine çalıştığını öğrendim ve buna dair okumalar yapmaya ve tefekküre başladım. Böylece giriştiğim araştırma - okuma - düşünme - tartışma sürecinin sonunda, problemin çözümünün, Melvil Dewey'in (1851-1931) Amherst koleji öğrencisi olduğu sırada (1876) yarattığı ve o günden bu yana geçen 145 yılda da bir çok kereler revize edilerek geliştirilmiş olan Dewey Onlu Sınıflama Sistemi'ni (DOS) (Dewey Decimal System / DDS), binlerce yıla sârî kadim ontik unsurlar olan 'Anâsır-ı Erbaa ve Beşinci Element (Esîr, Akaşa) ile birleştirmekten geçtiğine kanaat getirdim. Yani, ne tek başına konvansiyonel DOS sistemini güncellemek, ne de sadece Anasır-ı Erbaa temelinde bir sistem yaratmaya çalışmak doğru değildir bana göre; bunların ikisinin anlamlı ve tamamen yeni bir birlikteliği orijinal ve devrimci bir kütüphane tasnif sistemi olabilir ancak. Bu çalışmayı tamamladığımda, onu da bu platformda paylaşacağım.
Alternatifi üzerinde çalıştığım Dewey Onlu Sınıflama Sistemi için:
(4): Teknik bir detay: bu dipnot, diğer dipnotlarla olan öncelik -sonralık sıralamasına bakıldığında, esasen, ikinci sırayı işgal etmeliydi. https://www.haberturk.com/yazarlar/muhsin-kizilkaya-2291/3000245-ataturkle-inonu-arasinda-bir-yazar
(5): Bir teknik detay daha: bu dipnot ise, metnin lineer akışının ve verili mimarisinin zorunlu bir sonucu olarak, dipnotlar ve bibliyografya bahsinin ilk maddesi olmalıydı. İki kere 'takdim - tehir' yapmışım anlayacağınız. 'Muhsin Kızılkaya'nın denemesinde geçen 'epigraf' ne anlama geliyor?' merkezindeki sorgulamalara cevaben:
(6): Özel isimlerin ait oldukları dilde yazıldıkları gibi yazılıp, o dili ana lisanı olarak iktibas etmiş kişilerce telaffuz edildiği biçimiyle söylenmesinden yana tavır koyan ekole yakın hissetmişimdir hep kendimi. Arapça, Farsça, Rusça, Grekçe, Sanskritçe, Mandarince, İbranice gibi dillerin alfabeleriyle yazılan özel isimlere gelince, bunların da, ait oldukları dildeki söylenişlerinin otantisitesini olabildiğince yansıtan bir gramer ve sentaks bağlamında telaffuzlarından ve yazılmalarından yanayım. Bütün bunları yaparken, işimizi fevkalâde kolaylaştıracak bir imkânımız var epeydir; forvo.com. Dünya'daki yüzlerce lisanın ve binlerce lehçenin içerdiği milyonlarca ve milyonlarca kelimenin ait oldukları dildeki telaffuzlarını, o dili mükemmel konuşan kişilerce seslendirilmiş haliyle, barındıran devasa bir Global Konuşan Kelimeler Arşivi / bir Evrensel Konuşan Lügat'tır mezkur site.

Bu kuramsal çerçeveden sonra yukarıdaki metinde geçen emsal üzerinden yürüyeceğim biraz da: Arapça olan Ahmed gibi Muhammed'den kök alan yine Arapça orijinli Mehmed'in sonu (d) ile biten imlâsı da, onun (t) ile nihayetlenen versiyonu da (benim zaviyemden) Türkçenin imlâ kurallarıyla uyumludur; Mehmed mi, yoksa Mehmet mi olarak yazılıp söyleneceği tamamen kişisel tercihlerle alâkalı bir husustur anlayacağınız.
(7): Meme; Richard Dawkins'in(1946), bir yandan akademyanın kimi ezberlerini bozması bakımından heyecan verici bir ilmi atılım olarak kabul edilen; öte yandan da, ele aldığı meseleleri, konuya üstün vukufiyeti sayesinde, son derece anlaşılır bir şekilde dillendirdiğinden, 'çok uzun süredir uluslararası çok satar (hep satar = long seller)' olmayı başaran 'Gen Bencildir'de (1976) teklif ettiği 'kültürel iletim birimi'dir. Bir diğer deyişle bu, biyolojinin konusu olan gen'in aksine, soyuttur, gayri maddidir. Meme'ler, DNA sarmalları ve onların içerdiği genler vasıtasıyla değil, aynı sosyolojik pattern ve zaman - mekân bütünselliği içinde yaşayan insanların birlikte deneyimledikleri yaşam pratikleri sırasında görülür, izlenir, beğenilir, benimsenir ve içselleştirilir. 'Sosyolojik gen' olarak da tasvir ve tavsif edilen bu antiteden hareketle, 'kültürel - genetik' kavramını 'Kültüro-genetik' olarak revize ettim ve bu metin dolayımıyla da teklif etmiş oldum.(https://tr.wikipedia.org/wiki/Mem)
(10): Bu blogu ilkin Facebook'taki sayfamda / duvarımda paylaştım. Tarihçi Derya Tulga ile aramızda, bu paylaşımımın altında şöyle bir muhavere cereyan etti:

DT: 'Bu zaten bir beyit, mısra değil'

Yenişehirli Avni (1826 - 1884).
ZŞ: Bu, bir mana ifade eden en küçük nazım birimi, bir diğer deyiş ile, manzumenin daha küçük parçalara ayrılamayacak / daha fazla kısaltılamayacak olan anlamlı en küçük ögesi / gözesi olması bakımından), mısradır (dize). Beyit ise, bir gazelin iki mısradan oluşan parçasının adıdır.'
Yeri gelmişken paylaşayım, mısra'ya dair bir kavramsallaştırmam ve bunun neticesinde ortaya çıkmış olan iki kavramım var: 
'poetic atom ve şiirsel göze 
Bu metinde dillendirerek teklif etmiş oldum onu.'
DT: Öyledir ama buradaki kalıba uyan da sadece beyittir 
🙂Mısra kimsenin paşa keyfine uyarak 2 satıra bölünmez 😛 
ZŞ: Bu mısra neredeyse 150 yıldır gazelin geri kalanından bağımsız olarak dergilerde, gazetelerde, kitaplarda, akademik yayınlarda ve beşeri sosyalleşmenin sohbet, tartışma, seminer, ders gibi fortmatlarında, son 20 yıldır da dijital dünyada dillendirilir durur. Bu tek dize yani mısra halindeki kullanımı gerçekleştiren sayısız kişi, bırakınız onun parçası olduğu şiirin tamamından haberdar olmayı, parçası olduğu beyitin diğer mısrasından bile bî-haberdirler. Anlayacağınız, bu tek dize halinde kullanım, galatı meşhurdur ve malûmunuz olduğu veçhile, lügat-ı fasihe de evlâdır. Olayın bir de şu veçhesi var: 'galat-ı meşhur' = 'de facto'dur ve 'de facto da 'de jure'ye galebe çalar, bu böyledir daima (https://www.facebook.com/photo?fbid=3870222746371253&set=pcb.3870227089704152)
(11): Gödel, Esher ve Bach'ın, sonsuzluk antitesinin uzmanlık alanlarındaki tezahürlerini mercek altına alarak diseksiyona tâbî ttuttukları, akabinde de bunları benzeri zor görülebilecek bir mimari yapı içinde meczederek ortaya, kelimenin hakiki manasıyla dahice bir eser çıkarmayı başaran D. R. Hofstadder'ın bol ödüllü, ufuk açan anıtsal eserini konunun meraklısı mutlaka okusun derim: ***https://en.wikipedia.org/wiki/G%C3%B6del,_Escher,_Bach
(12): 'Olumsallık'ın neden olabileceği empeiria ve historia'da (bir diğer deyişle 'fiziksel Dünya'da / maddi Alem'de) tutunamayarak (Kategoriler'in, İdealar'ın Kozmos'u olan) theoria'ya sürüklenmek ve onun o sonsuz ihtişamında / soyutluğunda / çoraklığında / korkunçluğunda / bilinmezliğinde / sonsuzluğunda kaybolmak' 'ifadesi, Kozmos'un (şayet olacaksa) sonunun nasıl şekilleneceğine dair yapılan 'Isı Ölümü' temelli 'Büyük Donma' ve Büyük Çözülme' şeklindeki kozmolojik kestirimlerle de örtüşmektedir. Paylaştığım popüler linkte de ifade edildiği gibi: 'Evren sonsuza kadar genişleyebilir ve kütle çekim bu etkiyi neredeyse kayda değmeyecek bir ölçekte engelleyebilir. Karanlık enerji ile beraber evrenin genişlemesi sadece devam etmez, aynı zamanda da ivmelenir. Böyle bir evrenin nihai kaderi, ya ısı ölümü olarak bilinen Büyük Donma (Big Freeze) ya da karanlık enerjinin neden olduğu ivmenin geri kalan bütün kuvvetleri (kütle çekimsel, elektromanyetik ve güçlü çekim kuvvetleri) ezmesiyle oluşan büyük çözülme ( Big Rip) olarak tahmin ediliyordu.'
Büyük Donma'yı ayrıntılandırarak, onun Kozmos üzerindeki etkilerini, ana hatlarıyla olmak kaydıyla, açımlamakta fayda var. Bu 'post-apokaliptik karakterli' kozmolojik final hipotezine göre; günümüzden trilyonlarca yıl sonra Kozmos öylesine genişleyecek ki, adeta sonsuz büyüklüğe erişecek; böylece, uzaydaki en yakın nesneler arasındaki mesafeler bile trilyonlarca ışık yılına ulaşacak. Bu durumun doğal sonucu olarak uzay-zaman sürekliliğinin her noktasında ölçülen sıcaklık 'mutlak sıfır'a [0 K (-273,15 °C)] eşitlenmiş olacak. Bu sıcaklık mertebesinde, Kozmos'daki her şeyden sorumlu olan 4 temel kuvvet alanı (kütle çekimi, elektro-manyetik, güçlü çekirdek ve zayıf çekirdek) ortadan kalkacak, ya da, etki yapamaz hale gelecek, bütün bu olanlardan sorumlu olan genişleme tamamen duracak, temel parçacıkları bir arada tutan neden iptal olduğundan, bütün elementler bozunacak / bozulacak, bütün maddi nesneler temel parçacıklarına değin ayrışacak ve uzay-zaman sürekliliğinde dağılacak. Giderek her bir atomun proton, nötron ve elektronları (aslında bunları oluşturan kuark gibi daha da temel parçacıkları da), birbirlerinden trilyonlarca ışık yılı uzağa savrulmuş olarak boşlukta donakalacaklar.
Virüsten galaksi kümelerine değin canlı ve cansız bütün nesneler (tüm var olanlar kümesi), neredeyse 'boşluk' {uzay-zaman sürekliliği [ısı ölümü, hareketi (değişim, dönüşüm, gelişim, çöküş, gerileme, ilerleme, yalınlaşma, karmaşıklaşma, ayrışma, birleşme, oluşma, yok olma, tekrar oluşma ve benzeri süreçlerin tamamını kast ediyorum) ortadan kaldırınca zaman da yok olacak; bu durumda da artık 'uzay zaman sürekliliği'nden bahsetmek mümkün olamayacaktır. Uzay - zaman sürekliliğinin bu şartlar altındaki versiyonu için 'Kozmik Mekân' kavramını kullanacağım] öylesine genişlemiş olacak ki, Kozmos'un bugünkü hacmiyle, cesametiyle kıyaslandığında bu, 'sonsuzmuş gibi' algılanacak; bu durumda da, sonsuza içkin 'şeyler' ne denli çok olurlarsa olsunlar, şayet onlar da sonsuz değillerse (Kozmos'daki malzemenin sonlu olduğunu biliyoruz), içinde oldukları şey, Kozmos, 'boş gibi' algılanacaktır} diyebileceğimiz bir niteliğe bürünen uzay-zaman sürekliliğinde, daha doğru bir deyişle, yukarıda teklif ettiğim üzere 'Kozmik Mekân'da, kuantum ölçeğinde partikülarize olmuş en temel parçacıklarının arasında giren, bizim için 'sonsuzluk'a eşdeğer astronomik mesafeler yüzünden, donmuş vaziyette asılı, hareketsiz, ıssız ve yapayalnız öylece kalakalacaklar. Bu durumda, bir insanın bilincindeki bilgiler de, onları taşıyan nöronların ve elektromanyetik dalgaların parçaları olan sonsuz küçük temel unsurlarının, Kozmos'un sonsuzluğuna dağılması yüzünden, sonsuz hareketsizlik ve (hem dinamik / kinematik ve hem de ısıl kapasitesi itibarıyla) donmuşluk halinde boşlukta öylece asılı halde duracak ve 'kaybolacaklardır'. Bir diğer deyişle, sadece madde / malzeme değil, bilgi de, kuantum ölçeğindeki unsurlarına ayrılarak, mikro-partikülarize olacak, donacak, duracak, sonsuzluğa karışacak, sonsuzlukta kaybolacaktır
Böylesi bir hareketsizliği, bu kabil bir yalnızlığı, buna benzer bir ıssızlığı, bu denli koyu bir karanlığı hayal etmesi bile imkânsızdır bizim için. Olumsallığın doğal akışına tâbî olan bir yazarın yazma sürecinin / macerasının onu götürebileceği mutlak ıssızlığı, büyük çaresizliği, korkunç yokluk kipini, ancak 'Kozmos'un Isı Ölümü' temsile / tarife / tasvire / tahlile ehildir diye düşündüğümden, onun merkezinde olduğu metaforu, analojiyi kullandım. Ve yine samimi inancım odur ki, ana hatlarına vurgu yapmaya çalıştığım söz konusu bu 'post-apokaliptik manzara'yı, Kozmos'un Isı Ölümü'nü Immanuel Kant'ın, Martin Heidegger'in, Howard Phillips Lovecraft'ın, Arthur Charles Clark'ın, Cixin Liu'nun dehası bile layığıyla tarife çaresiz ve yetersiz kalırdı diye düşünüyorum.
Kozmos'un Isı Ölümü ile ilgili kompakt ve popüler bir kaynak:
(13): Değerli dostum tarihçi Prof. Dr. Abdülhamit Kırmızı'nın, maalesef artık olmayan, o çok izleyenli Twitter hesabında paylaştığı efsane tiviti geliyor aklıma. Mealen paylaşıyorum:
- Who knows?
- God!
(14): MK'nın, edebiyat tarihimize mal olmuş bir yanlışı bir köşe yazısı ile yinelemesi üzerine yazdım bu metni; öte yandan, yukarıda birkaç kez referans verdiğim üzere, okunulan satırların çok ehemmiyetsiz bir kısmı edebiyatla alâkalı oldu. Edebiyat haricinde ağırlıkla nelerden bahsettiğimi, bu satırı okuduğuna göre, biliyor olmalısın, bu yüzden de tekrarlamayacağım onları. Anlayacağın, edebiyat dışındaki o mevzuları yazmak için vesile kıldım MK'nın yaptığı hatayı. Yukarıda, ilk dipnotta, favori karikatüristlerimden olduğuna işaret ettiğim Gary Larson'ın bir karikatürünü, metnimi pekiştirmek için, tarife çalışmıştım. Finali, bu anlatıyı bütünleyen ikinci bir karikatürü tarifle yapıyorum. 'Niye tarif ediyorum da, karikatürü paylaşmıyorum?'a gelince... Kemal Gökhan Gürses'in 1980'lerin sonuna doğru Cumhuriyet Gazetesi'nde 'Ağaç Yaşken Eğilir' başlığıyla tefrika edilen bantlarından biriydi bahsettiğim karikatür. 1990'ların başında, o başlıkla yayımlanmış karikatür ve kısa çizgi romanlarının ilkini Yılmaz Yayınları, 2. ve 3.sünü ise Joker Yayınları basmıştı. Albümlerin 2. ve 3.sü arşivimde mevcut, onları taradım, rastlayamadım o karikatüre. Ya ilk albümdeydi, ya da albümlerine almadı onları sanatçı, bilemiyorum, neyse ne... Adamla (sanatçı kendisini stilize ederek çizmiş, çoğunlukla böyle yapardı zaten) kadın sevişme sonrası yatakta yan yana uzanmışlar, ikisi de birer cigara tellendirmişler. Kadına bakmadan, gözlerini ilerideki bir sabit noktaya dikmiş gibi duran adam, cigarasından derin bir nefes çekerken, kendisininkiyle neredeyse carbon copy denilebilecek bir pozisyonu alan partnerine, sanki Dünya hallerinin, insanlık vaziyetlerinin ve cümle varoluşun en büyük sırrını ifşaa ediyormuşçasına bir havaya bürünerek, şöyle demekte: 'Biliyor musun, bazen hayatımdaki her şeyi sigara altı olsun diye yaptığım hissine kapılıyorum!'
Biliyor musun sevgili okur, ben de muhabbetlerime ve yazılarıma konu ettiğim türlü çeşitli insanlık haline ve Dünya vaziyetine dair olan mevzuları, lâfı, bir şekilde, sevdiğim konulara getirmek için, vasıta olarak kullanıyorum...Bir diğer deyişle, varoluşun bütün fenomenleri ve antiteleri pek muhterem kârîm, hakkında okumayı, düşünmeyi, yazmayı ve konuşmayı sevdiğim birkaç olgunun / konunun altlığıdır benim için, hepsi bu, hepsi bu...
(15): Bu metnin tamamını okuduysan şayet, hemen hemen aynı dalga boyunda titreşiyoruzdur. Bir diğer deyişle, bu denli fırfırık ve delifişek bir kalem / klavye teşebbüsünü okuyabilecek denli egzantriksindir ve bu da blogun tepesinde yer alan mottosunun içeriğine sen de katılıyorsun demektir. Hal , durum ve vaziyetler böyleyse şayet, enteresan ve okunable bulabileceğini düşündüğüm diğer bazı bloglarıma da bir göz atmanda fayda var diye düşünüyorum:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder