01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. Mezkûr metinler, muhtasar bir ifadeyle, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki - hayvan - böcek - toprak - su gibi bileşenlerinin oluşturduğu o alâimisemâ mahiyetli muhteşem mimari ve muhtevasının belirlediği eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin fenomenlerinden / tezahürlerinden birisinin, ana hatlarıyla da olsa, kuşatılma teşebbüsüdür. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan bahis konusu entelektüel hasılanın 24 Haziran - 28 Haziran döneminde yayınlanacak olanları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.
126) İhvân-ı Safâ
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba;
Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği,
Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu İhvân-ı Safâ.
Halk
arasında İhvân-ı Safâ olarak
tanınmasına karşın, mensuplarınca İhvânü’s-Safâ
ve Hullânü’l-Vefâ ve Ehlü’l-Adl ve Ebnâü’l-Hamd olarak isimlendirilen
topluluk, ilmi ve felsefi çalışmalar yapma amacıyla Abbâsi Devleti’nin son
zamanlarına denk düşen 10. asırda Basra’da kurulmuştur. İçerisinde çalkalandığı
mezhebi, siyasî ve felsefî tartışmaların yıkıcı etkilerinden toplumu ve ümmeti korumak
için dayanışma ve yardımlaşma gibi moral değerler ve sosyal sorumluluk
hamleleriyle kurulacak bir beraberlik, birlik ve kardeşlik ortamı hedefleyen, bunun
da bağnazlık ve bâtıl düşüncelerle mücadeleden geçtiğine inanan İhvâncıların,
kurucu birkaç eşhas dışında, kim olduklarının ve nerelerde örgütlendiklerinin bilinmemesi,
mezhebi aidiyetlerine dair çelişik emareler olması, toplantılarına sadece çok az
sayıda oldukları sanılan üyelerinin katılabilmesi, faaliyetlerinin hangi
tarihlerde, nerede ve hangi içerikle yapıldığının meçhul olması, İhvân-ı Safâ’nın
gizli bir cemiyet olduğuna işaret etmektedir. Konuya eğilen Müslüman ve
müsteşrik uzmanların klasik kaynaklarda belirttiklerine göre cemiyetin Resâʾilü İḫvâni’ṣ-Ṣafâ
denilen toplam 52 risalesinin, yâni kitapçığının en önemli 5 müellifi, ilk
İslâm ansiklopedistleri sayılan: topluluğun kurucusu olan Zeyd b. Rifâa; Ebû Süleyman Muhammed b. Ma’şer el-Büstî el-Makdisî,
yânî, el-Mukaddesî; Ebü’l-Hasan ez-Zencânî; Ebû Ahmed el-Mihricânî ve Avfî’dir. 10 asırdır Doğu ve Batı’daki
çeşitli mahfillerde topluluğun risaleleri temelinde yapılan araştırmaların
müşterek hükmü, bu beş müellif içinde Makdisî’nin
merkezi figür olduğu, kitapçıkların ağırlıkla onun tarafından yazıldığı, diğer
dördününse, ağırlıkla, Makdisî’nin teolojiden kozmolojiye, astrolojiden
astronomiye, psikolojiden matematiğe, metafizikten iktisada, hukuktan coğrafyaya,
botanikten zoolojiye, ziraattan jeolojiye hemen her alanda yazacağı metinler
için kaynak temin ettikleri ve uzmanlık alanlarına göre taslaklar yazdıkları, Makdisî’nin
üslûp birliğini sağlayarak son şeklini verdiği risaleleri kopyalayıp çoğaltarak
başta İslâm coğrafyası olmak üzere, gezegene yaydıkları, cemiyetin toplantılarını
organize ettikleri şeklindedir. Son yıllardaki araştırmalar, bir felsefe
çevresi ve think-tank kuruluşu olan İhvân-ı Safâ’nın Bağdat’ta da bir şubesi
olduğunu ortaya çıkarmışsa da, bunun üyeleri ve faaliyetlerinin de, cemiyetin
ana gövdesi gibi, bilinmezliğin koyukara
şalıyla sarmalandığı bir vakıadır. İçerdiği bâtınî tevil ve değerlendirmeler, Ehl-i beyt’in üstünlüğüne sıkça vurgu yapması ve özellikle de İsmâilî yazarların yorumları, mezkûr
risalelerin Şiî akidesiyle
örtüştüğünü düşündürtse de, külliyatın temel
İsmâilî akîde ile çelişen yanlar da içermesi, bu damardan etkilenmekle
birlikte, Şiî tefekkürüyle bütünüyle mutabık bir antite olmadığına referans
veren bir husustur. Müellifleri, ilk
İslâm Ansiklopedisi sayılan risalelerdeki temaları ve düşünceleri özetleyen
er-Risâletü’l-câmiʿa başlıklı
muhtasar bir risâle de yazmıştır. Bütün çağların bilgi ve hikmetini kucaklama
iddiasındaki risaleler Hz. Muhammed ve Hz. Ali kadar Hz. Musa, Hz. İsa’nın da öğretilerine;
Sokrates, Aristoteles, Platon, Pisagor, Batlamyus kadar Müslüman mütekellimin,
müfessir ve fâkıhların müktesebatına da yer vermesiyle, bütün ansiklopediler
gibi, eklektik bir bütün hüviyetindedir. Neo-Platonizm’le Neo-Pisagorizmin İslâm
aleminde tanınıp yayılmasına katkı veren külliyat, Endülüs Emevileri üzerinden
penetre olduğu Batı Düşüncesini de derinden etkilemiştir.
Referans metinlerimizden olan TDV İslâm Ansiklopedisi’ndeki Enver Uysal'ın yazdığı kapsamlı İhvân-ı Safâ maddesi, konuya giriş yapmak isteyenlere yeterli olacak temel bilgileri verirken, içerdiği ayrıntılı bibliyografyası üzerinden sunduğu ileri okumalar haritasıyla da, uzmanlık düzeyinde araştırma yapmayı düşünenleri mükemmelen yönlendirmektedir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver
Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza
Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu Ozymandias.
‘Antik diyarlardan bir gezgine rastladım. İki büyük ve çıplak taş bacak, dedi; duruyor çölün ortasında dikili. Hemen yanında, kumların üzerinde, yarısı yere gömülmüş bir çehre; o çatık kaşları ve soğuk dudakları. Belli ki, onu çok iyi resmetmiş heykeltıraşı. Öykünen bir el ve besleyen bir yürek ile, öyle bir damgalamış ki tutkuları o cansız şeylere, dayanabilmeyi başarmış ta bu güne. Kaidesinde ise şu sözler yazılı: ‘Benim adım Ozymandias, kralların kralı; eserlerime bak ki, bilesin haddini.’ Fakat hiçbir şey kalmamış geri. Ve o yok olmakta olan harabenin dört bir yanında, yalnız ve dümdüz kumlar uzanıyor uzaklara.’
Edebiyat denilen hudutsuz anlatılar kozmosundaki kibir karşıtı eserlerin en bilinenlerinden olan paylaştığımız Ozymandias şiiri, romantik müktesebatın önemli temsilcilerinden İngiliz yazar ve şair Percy Bysshe Shelley'e aittir. 1792 – 1822 arasında yaşadığı 29 yıllık hayatında yazdıklarıyla Karl Marx, Mahatma Gandi, Bernard Shaw, Leo Tolstoy, James Joyce, Virginia Woolf gibi politik filozof, ahlâkçı, eylemci, düşünür ve yazarlara ilham veren Percy Shelley, Frankenstein, Ya da Modern Prometheus isimli romanıyla bilimkurgu – fantastik kurgu – korku türlerinin kurucu ana’sı sayılan Mary Shelley’in de eşiydi. Mülkiyet ilişkileri, aile, din, eğitim, hukuk ve çalışma hayatına dair kural tanımayan radikal fikirleri ve vejetaryen yaşam tarzıyla Percy Shelley, otoriteyle ve müesses nizamla daima problemler yaşadı. Charles ve James Ollier'nin oryantalist temalar ve egzotik motiflerle yazdığı 12 kantoyu gözden geçirip arketipik unsurlarla rekompoze ederek The Revolt of İslam – İslâm’ın İsyanı adıyla yayımlaması, Shelley’nin tartışmaya konu bir başka işiydi. Şairin 29 yaşındayken bir tekne gezisinde boğularak ölmesiyse, birçok kişi tarafından, Mary Shelley’le yaşadıkları aşk üzerine terk ettiği eşinin intihar etmesinin, ilâhi adalet tarafından cezalandırılması olarak değerlendirilecekti. Bedeninin yakılmasına müteakip kafatası şair Lord Byron tarafından, kalbi ise eşi Mary Shelley tarafından alınmış, oğlu Florence Shelley, öldüğünde bu kalple gömülmüş, mezar taşına ‘Cor Cordium - Kalplerin Kalbi’ yazılmıştır. Antik Mısır ilâhlarının zirvesi Güneş Tanrısı Ra'nın Yeryüzü’ndeki yansıması kabul edilen ihtiras, kibir ve güce tapmanın vücut bulmuş hali ve kadîm Mısır’ın da en önemli firavunlarından 2. Ramses’e Grekler 'Ozymandias' derdi. MÖ 1303 – MÖ 1212 döneminde 91 yıl yaşayan, hükümdarlık süresi ise 66 yıl 2 ayı bulan 2. Ramses, Yeni Krallık dönemindeki 19. Hanedan’ın 3. Firavunuydu. Eski Ahit etrafında şekillenen, tarihi kayıtlarla desteklenmemiş İsrâiliyat külliyatında; çocukluğu ve gençliğinin Hz. Musa’yla geçtiği, akabinde Musa Peygamber’e düşman kesildiği ve nihayet, takip ettiği Musa tarafından ordusuyla birlikte Kızıldeniz’e gömülerek yok edildiği söylense de, Ramses, gerçekte 91 yaşında sarayında ölmüş; vefatına, Kahire’deki Ulusal Mısır Medeniyeti Müzesi’nde sergilenen mumyasına yapılan tıbbi tetkiklere göre, damar sertliği yol açmıştır. Ülkesini imar eden, Hititlilerin tarafı olduğu Kadeş Muharebesi hariç, girdiği 15 savaşın on dördünü kazanan bir komutan olan 2. Ramses, döneme ait kayıtlarda müstekbir bir hükümdar profili verir.
Hayatı ve kibriyle Watchmen, Lost ve Beaking Bad gibi popüler dizi ve çizgi romanlara ilham veren 2. Ramses insana ‘trilyon dolarlık serveti olan bir girişimci, ya da, 67 yıl hüküm süren bir firavun olsan da, nihayetinde senden geriye kalan çöle gömülmüş bir heykel enkazından başka nedir ki?’ dedirten ibretlik bir müktesebata imza atmıştır. Percy Shelley, Ozymandias, Ramesses II gibi ilgili çok sayıda maddesinden faydalandığımız Wikipedia’nın İngilizce edisyonu, meraklısı için pratik ve faydalı bir kaynaktır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
128) kartel
Radyo 1'in
değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan
Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların
Dilinden programının bugünkü konusu Kartel.
İktisat literatüründen bir tanımla girelim söze: Aynı sektörde faaliyet gösteren ve nitelikçe
benzeşen mal ve hizmetleri üreten şirketlerin, tedarikçilerinden sağladıkları
ham madde ve ara malları gibi girdiler için ödeyecekleri bedellerle, nihai
tüketiciye sundukları ürünlerin fiyatlarını ve sektör çalışanlarının
ücretlerini ve diğer özlük haklarını belirlemek, her nitelik ve pozisyondaki
çalışanın sektör içindeki serbest sirkülasyonunu engellemek ve yerel, bölgesel
ve küresel otoritelerin yapacakları regülasyonların kendileri lehine oluşmasını
temin için tesis ettikleri açık ya da gizli anlaşmaya kartel denir. Kartel, marketteki
hakim konumun kötüye kullanımına referans veren bu tanım gereği, doğal ve
zaruri olarak, çoğunlukla toplumun, insanlığın ve gezegenin toplam çıkarları
aleyhine olan edimlerin eyleyicisidir. Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilâtı,
OPEC, kartel denildiğinde akla ilk gelen antitedir. Aslında bugün bunu
tartışmayacağız. 1995’de Almanya’da kurulan Türk rap grubu Cartel de değil
bugünün mevzuu. Tatsız bir konuyu, kartelin, türümüz homo-sapiens-sapiense
çok zarar veren kriminal boyutunu, suç örgütlerinin hiper organizayonu amlamına
gelen versiyonunu alacağız bu programda mercek altına.
Kriminal kartellerin en
bilineni Pablo Emilio Escobar Gaviria tarafından Kolombiya’nın Medellín
şehri merkez alınarak kurulan ve gezegenin en büyük uyuşturucu ve
terör şebekesi olan Medellín Karteli’dir. Bahse konu kartel, en
güçlü olduğu dönemde ABD, Kanada, Avrupa ülkeleri ve Latin Amerika başta olmak
üzere, Dünya’nın tamamında tüketilen kokainin %90’ını üreten, sevk eden ve satan
mafiyatik yapıydı. 1970’lerin başında faaliyete geçen mezkûr şebekenin en büyük
rakibi, yine Kolombiya merkezli bir diğer suç örgütü olan Cali Karteli’ydi. Sicillerine
bakıldığında kartellerin uyuşturucu kaçakçılığıyla yetinmedikleri, yasadışı
bahis oynatmak, gasp, soygun, mala çökme, nitelikli yağma ve fidye için adam kaçırmanın
yanı sıra, toplumda dehşete, infiale ve yılgınlığa neden olan politik suikastlar
ve terör eylemleri gibi bir dizi yüksek profilli sosyopolitik ve sosyoekonomik
temelli suça da imza attıkları görülecektir. 1993 sonunda güçlerini birleştiren
ABD Uyuşturucuyla Mücadele Departmanı DAE, Kolombiya Hükümeti, Cali Karteli ve
Kolombiya derin devletinin kirli işlerini gerçekleştiren aparatı olan
paramiliter yapı Los Pepes, Medellín Karteli ve lideri Pablo Escobar’a
karşı büyük bir müşterek operasyon düzenledi; 2 Aralık 1993 günü kıstırılan Escobar
öldürüldü, kartelin diğer kurmay heyetiyle önemli tetikçilerinin birçoğu saf dışı
bırakıldı, binlerce üyesi de yakalanarak hapse atıldı. Uyuşturucudan elde
ettiği yıllık geliri onlarca milyar doları bulan Escobar, çok sevdiği Robin
Hood’u taklit etmeye bayılır, Medellín ve civarındaki yoksullara bakmayı,
işsizlere network’ü üzerinden iş bulmayı, ‘durumu olmayan’ları evlendirmeyi, barınma
sorunu yaşayanlara el uzatmayı vazife bilirdi. Bazı kaynaklar, Kolombiya’da
Escobar’dan yardım alanların sayısının, 50 milyonu aşan ülke nüfusunun %10’una
yaklaştığını dillendirmekte. Bu yüzden olsa gerek, Escobar’ın cenaze törenine
on binlerce kişi katılmış, yasınıysa milyonlarca yoksul tutmuştu. Medellín
Karteli’nin belinin kırılmasının ardından, yerini Latin Amerika’nın
en köklü ve acımasız suç örgütü olan Meksika merkezli Körfez Karteli,
yânî Cártel del Golfo, veya Golfos ya da CDG aldı. Yaklaşık 100 yıldır faaliyette olan kartel sık sık
bölünmesine karşın, Latin Amerika’dan ABD’ye ve Dünya’nın geri kalanına yapılan
uyuşturucu ve yasadışı göç trafiğinin büyük kısmını kontrol etmektedir.
Guido Piccoli’nin yazıp Giuseppe Palumbo’nun çizdiği ESCOBAR El Patron çizgi romanı, gezegenimizin gelmiş geçmiş en azılı suçlularından olan, yaşarken efsaneleşmiş bir kriminal personanın ibretlik hayatını, arşiv belgeleri ve tanıklıklar temelinde, üstelik de büyük bir başarıyla anlatmasını beceren dökümanter bir kaynak ve meraklısı için de mutlaka okunması gereken bir referans eserdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
129) Yolcunun ZAMANı
Radyo 1'in
değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan
Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların
Dilinden programının bugünkü konusu Yolcunun ZAMANı.
Tatil için
gezegenimizin ‘yeryüzü cenneti’ denilebilecek köşelerinden birine, dört tarafı
dağlarla çevrili bir vadiye kurulmuş birkaç bin nüfuslu şirin mi şirin bir
kasabaya giden bir yolcu olduğunuzu hayal ediverin bir an için. Dağlar, yeşilin envai rengiyle
tezyin edilmiş türlü çeşitli ağaçlarla, bitkilerle kaplı, kuş cıvıltıları,
dişilerine serenat yapmak için ön bacaklarını birbirine sürten erkek
çekirgelerin çıkardıkları o malûm cır cır seslerine karışmış, kasabanın tam ortasından,
üzerinde, yaşı asırlara vardığı ilk bakışta anlaşılan tarihi taş köprü
olan bir dere akıyor. Coğrafyanın tarihi mirasının izlerini taşıyan, doğal dokuyla da barışık tarzda inşâ edilmiş, en yenisi 70 – 80
yaşında olan binaların en yükseği 3 katlı, çoğuysa 1 ya da 2. Kasabada zincir market
şubesi yok, ihtiyaçlarınızı, tamamı otantik mahiyetli küçük esnaf olan çeşit çeşit
dükkânlardan rahatlıkla temin edebiliyorsunuz. Sabah erkenden kalkıp, doğal
besinlerden oluşan nefis bir yöresel kahvaltı yaptıktan sonra, kasabayı ve coğrafyayı
keşif için dolaşmaya çıkıyorsunuz. Önce, sağınızı doğuya verip doğu – batı,
yânî, sağ – sol istikametinde, arkasından, kuzey – güney, yâni ileri – geri istikametinde
yapıyorsunuz söz konusu yürüyüşünüzü. Nihayet meskûn mahal sona eriyor ve
kendinizi yoğun bitki örtüsüyle kaplı dağın eteklerinde buluveriyorsunuz. ‘Dur,
şimdi de bulutların süslediği şu zirveye tırmanıvereyim’ diye mırıldanıp,
başlıyorsunuz yukarı doğru çıkmaya. Zaman ilerlemiş, vakit öğleye yaklaşmıştır.
Öğle yemeği için beldeye dönmek üzere zirveden aşağıya doğru iniyorsunuz bu
sefer de. Tam bu sırada, yürüyüşünüz sırasında mekâna ait olan 3 boyuttun, yâni
sağ – sol, ileri – geri ve yukarı – aşağı’nın hepsinde, her iki
istikamette de, yânî, sağa da sola da, ileriye de, geriye de ve yukarıya da,
aşağıya da ilerlediğinizin farkına varıveriyorsunuz. Hemen ardından da,
boyutlarla ilgili yaptığınız okumalarınız geliyor aklınıza ve ‘Evren
ve onu anlamamızı sağlayan doğa yasaları, örneğin hareketi açıklayan denklem
setinin referans verdiği ilkeler, yönden bağımsızdır, istikamete kıyasla
nötrdür; bu yüzden de 4 boyutlu uzay-zaman sürekliliğimizin uzaya – mekâna –
hacme dair olan 3 boyutunun her 2 yönünde de hareket
edebiliyoruz, Varoluş ve yasaları izin veriyor çünkü buna!’ diye
düşünerek rasyonalize ediyorsunuz bu aydınlanma anınızı. Dünya’da
gidebileceğiniz, söz konusu bu güzel belde dışında, sayısız lokasyon var, bunu
biliyorsunuz ve bu bilinçle bu kez de şu argüman üşüşüveriyor zihninize: ‘Şu
anda bulunduğum yer dışındaki diğer sayısız yere de gidebilirim aslında, zîrâ,
ben oralarda olmasam da, bütün o yerlerin oldukları yerde var olmaya devam
ettiklerini biliyorum.’ Peki, varoluşun içine gömülü olduğu 4 boyutlu
uzay-zaman sürekliliğimizin zaman boyutunda durum niçin böyle değil? Bir diğer
deyişle, geçmişten gelen, şu ana değen ve
geleceğe doğru ilerleyen zaman akışını oluşturan o sonsuz anlar koleksiyonu da
Evren’imizin bir yerlerinde muhafaza ediliyor olabilir mi acaba? Eğer öyleyse,
bu sonsuz anlar kümesinin Evren’in geçmişine ya da geleceğine ait olan herhangi
bir anına istediğimiz zaman gidebilmemiz, yânî, zamanda da, aynı mekânda yapabildiğimiz gibi, iki yönde de, yânî, hem ileri ve hem de geri yolculuk yapabilmeniz lâzım.
Yolcunun ZAMANını meşgul eden ZAMANDA YOLCULUK ilginç geldiyse ‘Zaman var mıdır?’, ‘Zaman varsa, nedir?’, ‘Zaman ve hareket arasındaki ilişkinin niteliği nedir?’, ‘Zamanın canlılar üzerindeki etkisi nedir?’, ‘Zamanın bilinçle ilişkisi nasıl açıklanabilir; örneğini bilincin olmadığı bir ortamda zamandan bahsedilebilir mi?’, ‘Takvim ve saatin gösterdiği gerçekte nedir?’ gibi soruları, zamana dair önemli şeyler ileri sürmüş olan Aristoteles, Augustinus, Kant, Bergson Heidegger gibi orijinal filozoflar üzerinden tartışan Ece Saraçoğlu’nun yazdığı Zamanın Varlığı ve Neliği tam size göre demektir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
130) Latife Uşşakî
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba;
Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı,
Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği,
Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu Latife Uşşakî.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün eşi, Türkiye
Cumhuriyetinin ilk first Lady’si, İzmir’in köklü
ailesi Uşakîzâdelerden Latife Hanım, 17 Haziran 1898’de
İzmir’de doğdu. Ortaokul ve liseyi İstanbul Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'nde okuduktan sonra, Paris’e gitti, Sorbonne Üniversitesi'nde siyâset ve hukuk
eğitimi adı. İngilizcesini ise Londra'da devam ettiği okulda geliştirdi.
Böylelikle 22 yaşına bastığında İngilizce, Fransızca, İspanyolca
ve Almancayı mükemmel konuşabiliyordu. Türk ordularının Sakarya Meydan Muharebesi'ni kazanması üzerine Paris’teki eğitimini
yarıda keserek İzmir’e dönen Latife Uşşakî, Uşakîzâde Köşkü’nü karargâhı
yapan Gâzi ve maiyetiyle aynı çatı altında 16 gün yaşadı. Bu beraberlik, alfa karakterli olan iki iddialı personanın arasında bir elektriklenme
oluşmasına; akıllı, medeni cesareti yüksek, latif ve kültürlü bu genç kıza
karşı Gâzi’nin yakınlık hissetmesine neden olmuştu. 29 Ocak 1923’de İzmir,
Göztepe’deki Uşakîzâde Köşkü'nde evlenen Mustafa Kemal’le Latîfe Hanım,
cumhurreislerinin resmi konutu olacak olan Pembe Köşk’ün, yânî, Çankaya Köşkü'nün ilk sakinleri olarak başkent Ankara’ya yerleştiler. Gâzi’nin talebi üzerine TBMM
oturumlarına katılan ve eşinin yurt gezilerinde ona eşlik eden Latife Hanım,1925
yılının Ocak - Temmuz döneminde Türk Ocakları’nın
bir çok faaliyetine katıldı, yurt sathındaki şube toplantılarında ateşli
konuşmalar yaptı, kurumun fahri başkanı seçildi. En büyük arzusu Türk kadının seçme
ve seçilme hakkını kazanması ve milletin reyleriyle meclise girmek
olan Latife Uşşakî, Gâzi ile olan evliliklerinin 5 Ağustos 1925’de sona ermesi
üzerine, bu emelinin milyarlarca ışık yılı ötesine savrulmuş; 12 Temmuz 1975’deki
vefatına değin tam 50 yıl sürecek olan benliğinin en karanlık dehlizlerine
yapılmış mecburi bir hicretin ve ‘gönüllü’ bir sürgünün eyleyicisi olmuştur. İki
baskın karakterli, inatçı ve cerbezeli kişinin evliliğinin uzun soluklu
olamayacağını hayat tecrübesiyle hisseden Zübeyde hanım, Latife Hanımla ilk
karşılaşmasının ardından oğlunun yaveri Salih Bozok’a ‘Bu kızcağız sever Mustafa Kemal Paşa’yı,
sever Gazi Kemal Paşa’yı. O sevmez Mustafa Kemal Efendi’yi’ demiş, ancak bu tespitini Gâzi’yle
paylaşamadan aniden vefat etmişti. İnsan ister istemez 2 yıl, 6 ay, 1 hafta
süren evliliğinin ardından ‘Beni iki kadın çok sevdi, biri
yalnız ben olduğum için, o Fikriye’dir, öteki mevkiim için, o da Latife Hanım’dı!’
diyen Mustafa Kemal Paşa’nın annesi vefat etmeyip de yeni evlilere göz
kulak olsaydı, acaba bu izdivaç sürdürülebilir miydi diye düşünmeden edemiyor
doğrusu.
Ülkemizin en başarılı biyografistlerinden İpek Çalışlar’ın yazdığı Latife Hanım; zeki, entelektüel, iyi piyano çalan, kadınların medeni ve
politik hakları için mücadele eden, hayatının yalnız geçen son 50 yılında
binlerce sayfa yazıp, bunları basılmamak kaydıyla Türk Tarih Kurumu’na
bağışlayan Latife Uşşâki hakkındaki en kapsamlı, kuşatıcı, iddialı ve başarılı
monografidir. Onu okuduğunuzda, bazen, evlilikleri sırasında
gelişen her krize müteakip yakın çevresine ‘Hayatımda yaptığım hatalardan biri de evlenmektir. İşte
görüyorsunuz, ordular yönettim, meclisler yönettim, savaşlar yaptım, kazandım;
ama bir kadını yönetemiyorum.’ diye yakınan Gâzi’ye; bazen de ‘evliliğiniz hakkında konuşmamanız
herkesin menfaatinedir’ diye sıkı sıkıya tembihlendiği, bu yüzden de ölmeden mezara girdiği izlenimini
veren eşine hak vereceksiniz. Ezcümle, mezkûr eser, yakın tarih okumaları yapmak isteyen için şayanı
tavsiyedir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak
dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
-------------------------------------------------
Önceki 125 metne erişmek için bknz. ltfn.: https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/06/enver-pasa-teleoloji-imparator-norton.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder