01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. Mezkûr metinler, muhtasar bir ifadeyle, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki - hayvan - böcek - toprak - su gibi bileşenlerinin oluşturduğu o alâimisemâ mahiyetli muhteşem mimari ve muhtevanın referans verdiği eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin fenomenlerinden / tezahürlerinden birisinin, ana hatlarıyla da olsa, kuşatılma teşebbüsüdür. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan bahis konusu entelektüel hasılanın 09 Eylül - 13 Eylül haftasında yayınlanacak olanları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.
181) Franz Anton Mesmer
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba;
Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını
üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu Franz Anton Mesmer.
23 Mayıs 1734’de doğan, astronomi
ve klasik müzikle uzmanlık düzeyinde ilgilenmiş, büyük kompozitörlerle,
özellikle de Haydn ve Mozart’la dost olmuş, hipnozun ve bu temelde gelişen mesmerizmin
ve plasebo etkisinin mucidi Alman doktor Franz Anton Mesmer hakkında bilim tarihçileri henüz ortak
bir yargıya varamamışlardır. Onun çok zeki, cesur ve sıra dışı bir araştırmacı olmakla
birlikte, bilimdışı iddiaları da sistemine dahil eden eklektik, savruk ve tezatlarla
bir dolu kaşif ve mucit olduğunu söyleyenler olduğu gibi; zekâsını, bilgisini
ve cazibesini insanları manipüle etmeye hasretmiş, bilimsel argümanlarla
safsataları ustalıkla ve sorumsuzca harmanlayarak, sözdebilimin ateşine
odun atmaya odaklanmış tehlikeli sahtekâr olduğunu savunanlar da vardır. Aleyhindeki
görüşleri savunanların sayıca ağır bastığı bir vakıadır. Evrendeki canlı ve
cansız bütün varlıklar arasında doğal bir enerji aktarımı olduğunu savunan, bu görüşünü de Canlısal Manyetizma başlığıyla sistematize eden Mesmer, mesmeromania
denen ve 1780 – 1850 dönemine damgasını vuran bir çılgınlığın merkezi öznesiydi. Canlısal Manyetizma, azalarak da olsa, 20. asrın başına değin kendinden söz
ettirecek olan tedavi metodu mesmerizmin temeliydi.1795 – 1860 arasında yaşamış
İskoç cerrah ve doğa filozofu; şaşılık gibi bazı optik rahatsızlıklarla, önemli
ortopedik problemlere dair yaptığı yenilikçi tedavilerle literatüre geçen, modern
hipnotizma, hipnoterapi, hipnotik anestezi ve kimyasal anestezi yöntemlerinin
öncüsü James Braid, 1843’te yaptığı hayvanlardaki manyetizmayla ilgili
çalışmaları sırasında hipnotizma kavramını önerirken, aslında, mesmerizm
tekniğinden büyük ölçüde faydalanmıştı. Isaac Newton’ın katkıları başta
olmak üzere, o güne değin elektrik ve manyetizmayla ilgili çalışmalardan
hareketle sistematize ettiği Canlısal
Manyetizma, orijinal adıyla Animalischer Magnetismus teziyle Mesmer;
evrensel manyetik enerji sisteminin unsurları olan canlıların, bilhassa da
insanların, beden ve zihinlerinin uyum içerisinde çalışmasını sağlayan görünmez
bir sıvı olduğunu ileri sürüyordu. Bu sıvının akışındaki problemler bütün
hastalıkların kök nedeniydi, hastalığın tedavisi, akışının normalize edilmesine
bağlıydı. Mesmer onlara dair bilgi sahibi midir, bilinmez; ancak,
kurduğu sistem ve uyguladığı tedavi yöntemi 5,000 yıllık kadim Çin
tıbbından, Brahmanizm’den, Budizm’den, Maya – İnka – Aztek ritüellerinden;
simyacı, astrolog ve ezoterik filozof Nettesheim'li Heinrich Cornelius Agrippa’yla, doktor, simyacı ve filozof Paracelsus’un görüş ve
yöntemlerinden derin izler taşımaktaydı. Mesmer’in tedavi metodu, hastanın
rahatsızlığının kaynağı olan vücut kısmıyla, onun civarına elle ve mıknatısla masaj
yapmak ve bedenin yüklendiği statik elektriği boşaltmaktı. Kültürlü, akıllı, gizemli, çekici, sanat ve
müzik aşığı görümüyle Mesmer insanları, bilhassa da kadınları çok etkiliyor,
yol açtığı mesmeromanianın tadını çıkarıyordu. Yaptığı
bir tedavi istenen sonucu vermediği, ilmine dair bir tereddüt oluştuğunda şehir,
hatta, ülke değiştirerek mesaisine devam eden Mesmer, Fransa Kralı 16. Lui’nin,
şarlatan olup olmadığı araştırmak için komisyon kurmasıyla soyluların gözünden
düşmüş, bu durum onu, Fransız İhtilâlinin terör döneminde giyotinden korumuştu.
Sisteminin en parlak günleri ölümünden sonraya rastlayacak olan Mesmer, 1815’de
bir avuç taraftarının arasında öldüğünde yorgun ve kırgındı.
Dünya’nın en önemli çizgi roman havzalarından İtalyan fumetto endüstrisinin amiral
gemisi Sergio Bonelli Editore'nın Nisan 1982'den bu yana yayımladığı popüler kültürün en entelektüel grafik
işlerinden Martin Mystère –
İmkânsızlıklar Dedektifi’nin İtalyancasının 401. ve 402., Türkçe edisyonununsa 234. ve 235. sayılarındaki Doktor Mesmer’in Deneyi ve Ölümsüzlük
Dizisi başlıklarını taşıyan 2 albümlük macerayla, onlardaki kuramsal bölümler, programımızın ana başvuru kaynaklarıdır.
Meraklısı bunları okuduğunda, hem konuya dair doyurucu bilgilerin grafik roman
temelinde nasıl da başarılıyla aktarıldığına şahit olacak, hem de, şayet bugüne
değin Martin Mystère’le tanışmamışsa, bu macera üzerinden,
İmkânsızlıklar Dedektifi’nin bilgi, gizem, gerilim, aksiyon, entrika ve
ironiyle zenginleştirilmiş kozmosuna dahil olacaktır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle;
hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
182) Tüketici Ataleti
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba;
Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını
üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu Tüketici Ataleti.
Türk Dili
Dergisi’nin Ocak 2021 tarihli 70. sayısındaki denemesinde İsmet Emre ataleti,
edebi lezzet içeren üslûbuyla, şöyle tanımlamış: ‘Atalet, var oluşun eylemsel
donukluğudur. Var olanın; işlevini bir süreliğine askıya alması, durdurması,
içinde bulunduğu ortama kendini kapatması, kendi kapısına kilit vurmasıdır.
Pasif bir geri çekilmedir atalet. Aktif geri çekilme gerilemeyi, bulunduğu
yerin gerisine düşmeyi; pasif geri çekilme ise olduğu yere çakılmayı, hareket
etmemeyi, kımıltısızlığı, donukluğu işaret eder.’ İçinde
bulunduğumuz rölantide çalışan aracın sürücüsünün aniden gaza basması halinde,
geriye doğru savrulmamızın; aracımızın yüksek hızla hareketi sırasında sürücünün
aniden fren yaptığı durumdaysa, ileri doğru fırlamamamızın dinamik ve
mekaniğini açıklayan Newton’ın Birinci Yasası,
mezkûr araçla bizim, bahse konu istikrarsız sürücüyle olan imtihanımızı, atalet, yâni, eylemsizlik prensibi çerçevesinde bakın nasıl açıklamakta: kendisine
etki eden kuvvetlerin toplamı nette sıfır olan bir cisim duruyorsa durma
halini, hareket ediyorsa, aynı istikamette ve hızda olmak kaydıyla, hareketini
sürdürme eğilimindedir.
Atalet kavramının, davranış bilimleriyle iktisat disiplinlerinin kesişim
alanlarındaki iz düşümü müşteri ataleti,
ya da, literatürdeki orijinal adıyla, consumer
inertia’dır. Gezegenimizin aşırı mal ve hizmet arzıyla iletişim ve bilişim
fazına geçtiği son 75 yılda, mal ve hizmetlerin çok çeşitlenmesi ve
üreticilerin tüketilmesi saikıyla pazara arz ettikleri birbirine muadil ürünlerin
miktarının olağanüstü artması yüzünden, müşterilerin giderek şiddetini arttıran
ve alışveriş süreçlerini sekteye uğratacak olan devâsa bir karar alma problemiyle karşılaşması gerekirdi. Bahse konu problemin
gündemimizi işgal etmemesinin nedeni; tüketici
ataleti denen ve kısaca karşısına daha avantajlı seçenekler çıkan
tüketicilerin, tüketim tercihlerini değiştirmek yerine, bir dizi neden
yüzünden, var olan pozisyonlarını koruyarak, eski adreslerden alışveriş yapmaları
hali
diye tanımlayabileceğimiz davranış normudur. Tüketici ataletinin gerekçeleri olan söz konusu o bir dizi nedenin
en belli başlıları şunlardır: en kuvvetli insani özelliklerden olan alışma
eğiliminin alışveriş sürecine yansıması sonucu ortaya çıkan tüketici
alışkanlığı; avantajlı seçenekleri bulmaya zamanın olmaması; seçenekleri
araştırıp bulmaya zamanın olmasına karşın, bu noktada niyet ve gayret eksikliği
yaşanması; kullanılan ürün veya servisin kimliği altında üretildiği markanın
yarattığı anlatının, tüketicinin zihnini kolonize ederek alt edilmesi imkânsız
bir marka bağımlılığı oluşturması. Bazı ülkelerin kadavradan organ bağış
oranlarına bakalım: Danimarka %4, Almanya %17, İngiltere % 18, Hollanda %28,
İsveç % 85, Belçika ve Portekiz % 93, Macaristan ve Fransa %94, Avusturya %95. Sosyolojik
ve kültürel olarak birbirine benzeyen toplumlar arasındaki bu derin uçurumlar,
sözleşme yapmak noktasındaki müşteri ataletinden kaynaklanmaktadır. Şöyle ki, düşük
bağış oranına sahip olan ülkelerde, önceden organlarınızı bağışladığınıza dair
bir sözleşme imzalamak zorunda olmanıza karşın; yüksek organ bağış oranlarının
olduğu ülkelerde, şayet ‘organlarımın bağışlanmasını istemiyorum’
diye bir kayıt düşmemişseniz, öldüğünüzde otomatikman organ bağışçısı olursunuz.
Amerikan Adalet Bakanlığı,
Alphabet ve Apple’a milyarlarca dolarlık bir antitröst davası açmaya
hazırlanıyor. Bunun nedeni, Google'ın, Safari tarayıcısında varsayılan arama
motoru olarak yer alması karşılığında Apple’a 2022’de 20 milyar dolar ödeyerek,
pazardaki hakim konumuyla müşteri ataleti üzerinden ticari kazanç elde etmesi.
Doktor Öğretim Üyesi Faruk Güven’in İktisadi İdari ve Siyasal Araştırmalar Dergisi’nin Ekim 2023 tarihli 22. sayısında yayımlanan Tüketici Ataleti Dinamiği Üzerine Bir İnceleme başlıklı makalesi, küresel manada çokça atıf yapılan önemli ekonomi gazete ve dergilerinde Mart 2024’ten bu yana yayımlanan rekabet hukukuyla ilgili metinler ve Dr. Ceyhun Emre Doğru’nun metinlerini yazıp sunduğu ve bir ekonomi kanalında Cuma günleri yayımlanan ‘küresel düzeydeki ekonomik, politik ve jeostratejik gelişmeleri değerlendirip; iş dünyası ve politikadaki liderlerin stratejik kararlar vermelerini sağlayacak fikirler paylaşmayı amaçlayan’ Strateji Katı programının 16 Ağustos 2024 tarihli bölümü, kaynakçamızdaki referanslarımızdan bazıları ve ilgilisi için önerilerimizdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
Radyo 1'in değerli
dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in
yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların
Dilinden programının bugünkü konusu Cahit
Arf.
Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılma sürecini hızlandıracak olan Balkan Harbi sırasında, 1910’un Ekim ayının, Türk Matematik Derneğine göre 11'inde, Wikipedia'ya göreyse 24'ünde, Selanik’te doğan Cahit Arf, sadece 20. asrın değil; Yedi Bilgelerden ve pre-Sokratik doğa felsefecilerden olması hasebiyle, İyonya aydınlanmasının başlatıcısı olarak kabul edilen Miletli Thales’ten bu yana geçen 2600 yıllık süreçte, coğrafyamızda görülen en önemli matematikçilerden birisi, belki de birincisidir. Matematiğe olan yeteneği yüzünden, 5. sınıf talebesiyken hocası tarafından Öklit’in Elementler kitabındaki ispatlara yönlendirilen, bu minik ama hayati dokunuş sayesinde de, ailesi tarafından 1926’da, Paris’teki St. Louis Lisesi’ne gönderilen küçük Cahit, bir ömür boyu sürecek önemli bir matematik kariyerine böylece başlamış oldu. Liseyi 1 yıl erken bitirip yurda dönen Cahit, önce burslu olarak yurt dışında okuyacak öğrencilerin seçildiği sınavı başarıyla vermesi, ardında da, döneminin en önemli bilimsel merkezlerinden olan École Normale Supérieure’e kabul edilmesi nedeniyle, tekrar Paris’e gidecekti. Yüksek öğrenimini 1932’de üstün başarıyla tamamladıktan sonra, Galatasaray Lisesi’nde matematik öğretmenliği ve İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde yardımcı doçentlik yapan Cahit Arf, cebirsel sayı teorisi ve sınıf alan teorisi sahalarındaki çalışmalarıyla kendinden bahsettiren Alman matematikçi Helmut Hasse’nin danışmanlığıyla gerçekleştireceği doktora programı için Avrupa’nın en köklü bilim merkezlerinden olan Göttingen Üniversitesi’ne gitti. Hocası Hasse’la çok uyumlu ve üretken bir ilişki kuran ve ondan her bakımdan büyük destek alan Arf, gerek doktora sürecindeki, gerekse de post-doktora aşamasındaki kayda değer çalışmalarını cebirsel sayılar teorisi alanında yaparak cebirsel ve diferansiyel topolojide birçok uygulaması olan Arf değişmezlerini icat etti. İlk çalışmaları, cisimler üzerindeki kuadratik formlar, özellikle de karakteristiği 2 olan bir cismin üzerindeki kuadratik formların hakkındaydı. Cahit Arf’ın matematik literatürüne katkısı salt Arf değişmezleri değildir; o, sınıf cismi kuramında ve Artin’in L-fonksiyonları teorisinde önemli bir rol oynayan Hasse-Arf Teoremi ile de anılmaktadır. Ayrıca, matematikteki Arf halkası ve Arf kapanışı gibi kavramlar da onun icadıdır. 1940’da yurda dönen Arf, 1943’de profesör, 1955’de ordinaryüs profesör olmuş; Maryland Üniversitesi misafir hocalığı, Mainz Akademisi muhabir üyeliği, İÜ’den ayrılış ve Robert Kolej hocalığı süreçlerinden sonra, 1964 – 1966 döneminde gezegenin en önemli ilmi merkezlerinden sayılan Princeton İleri Çalışmalar Enstitüsü’ndeki mesaisini gerçekleştirmiştir. ODTÜ’deki akademisyenliği sırasında emekli olan Cahit hoca TÜBİTAK Gebze Araştırma Merkezi’nde araştırmalarına devam etmiş, bu arada, kurucularından olduğu Türk Matematik Derneği’nin 1976-1982 ve 1986-1989 dönemlerinde başkanlığını yürütmüştür. TÜBİTAK Bilim Kurulu’ndaki ve Boğaziçi Üniversitesi’ndeki bilimsel çalışmalara olan katkıları da önemli olan Cahit Hoca; TÜBİTAK Bilim Ödülü, İTÜ, ODTÜ ve Karadeniz Teknik Üniversitesi fahri doktorlukları, Türkiye Bilimler Akademisi Onur Üyeliği ve Fransa’dan aldığı Commandeur des Palmes Académiques ödülleriyle onurlandırılmıştır. 'Gerçekten Evrenin sırrını arıyorsanız benim yaptığım gibi sayılara gelin.' diyerek hayata ve bilime bakışını özetleyen Cahit Arf, 26 Aralık 1997’de vefat etti. Onun resmiyle, mucidi olduğu Arf Değişmezi formülünün bir kısmına yer veren ve Ocak 2009’dan beri kullanımda olan 10 liralık banknot insanı, ‘konfor ve gelişme teknolojiye, teknoloji bilimlere, bilimler matematiğe, matematik de sayılara ve cebire dayanıyorsa ve Cahit Arf bu alanın çok önemli bir aktörüyse, keşke değeri daha yüksek olan bir kâğıt parada yer alsaymış’ diye düşündürtüyor doğrusu.
TÜBİTAK’ın Şubat
1998’de yayımladığı Bilim ve Teknik dergisinin 363. Sayısının içerdiği Cahit Arf Anısına başlıklı özel ek, programımızın
kaynaklarından olup, konuya ilgi duyanlar için de incelenmeye değer bir
referanstır. Bir sonraki programımızda birlikte
olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli
dinleyenler.
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba;
Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını
üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu Arthur Eddington’ın Temel Teorisi.
28 Aralık 1882 – 22 Kasım 1944 arasındaki, günümüz
şartlarında kısa sayılabilecek, yaşamına kayda değer epeyce iş sığdıran fizikçi,
astronom ve matematikçi Arthur Stanley
Eddington, 1. Dünya Savaşı sonrasındaki geçiş sürecinin bölünmüşlük,
belirsizlik ve tekinsizliğinin domine ettiği o muhataralı 1919’da yaşanan bir
güneş tutulmasını gözleyerek, Genel Görelilik
Kuramının doğrulamış, böylelikle, Einstein’ın küresel ölçekte tanınmasını
ve bilim camiasındaki milâdı 1905’de
olan modern İzafiyet Çağı’nın da popülarizasyonunu sağlamıştır. Günümüzde çoğunlukla
felsefeciler, kozmologlar, metafizikçiler, kuramsal fizikçiler ve sanatçıların atıf
yaptıkları, orijinali Fundamental Theory
olan Temel Kuram’ı, Eddington’ın
en ayrıksı icadı, en enteresan telifidir. Nasıl ki Einstein, hayatının son 30
yılında, Evren’de gerçekleşen her şeyi açıklayabilecek bir kuramı ve onun
matematize edilmiş formülünü bulmayana odaklanmışsa, geçen asrın en önemli
Einstein yorumcularından olan Eddington da, hayatının son 25 yılını, Einstein’ınkine benzeyen bir çeşit Her Şeyin Kuramı
anlamındaki Temel Kurama erişmeye adamıştı. Kuantum mekaniği temelli mikrofizikle, genel
görelilik esaslı kozmoloji arasındaki bağlantıyı sağladığına inandığı her bir elektronun,
Evren’deki diğer elektronlarla ilişkili olduğunu savunan Eddington; antimaddenin kaşifi ve kuantum fiziğinin kurucularından Paul Dirac’ın kuramıyla öne çıkan ve değeri
1/137 olan boyutsuz İnce Yapı Sabitiyle, onun gibi boyutsuz olan ve protonun
kütlesinin elektronun kütlesine bölünmesiyle oluşan 1838’in, büyük N harfiyle
simgelenen ve gözlemlenebilen Evren’deki toplam elektron sayısıyla, toplam
proton sayısını gösteren Kozmik Sayı, yâni, 1079’un ilişkili olması
gerektiğini ileri sürmüştü. Evren’in, kuantum fiziğinin sahası olan mikro düzeyiyle,
kozmolojinin incelediği makro düzeyinin ancak temel yük, Planck Sabiti, elektronun ve protonun kütleleri, kütle çekim
sabiti, ışık hızı ve kozmik sayı, yâni
N gibi temel sabitlerinin
anlamlarının derinlemesine kavranmasıyla anlaşılabileceğini savunan Temel
Teorisiyle felsefi manada idealist duruşunu tahkim eden kozmoloğumuzun nihai
hedefi; doğa sabitlerinin boyutsuz kombinezonlarının nicel mütekabillerini
epistemolojik argümantasyonlardan üretmek, akabinde de, bunları, Kozmik Sayı
dediğimiz o nihai büyük sayıyla, yâni N’le birleştirebilmekti. Seçici öznellik dediği ve ‘tüm
doğa yasaları bütünüyle epistemolojik temelde öngörülebilir. Bunlar a priori
bilgiye karşılık gelir ve bu bakımdan da bütünüyle özneldir. Kuramım,
gözlemlenebilir sınamalar üzerinde yükselmediğinden tümevarımsal ve makroskobik
değil, mutlak epistemolojiktir. Matematiksel sonuçlarının doğruluğunun
sınanması için doğa kitabındaki yanıtlara bakmaya gerek yoktur.’ şeklinde
özetlenebilecek yaklaşımıyla Eddington, Temel
Teori bağlamında hep yaptığı üzere, sınanması zor idealist akıl yürütmeler gerçekleştiriyordu.
Aslında bu yaklaşımı, Heisenberg’in
Belirsizlik İlkesiyle, Wolfgang
Pauli’nin Dışlama İlkesi gibi kuantum kuramının temel önermelerinin,
ölçülebilir özellikleri olmadığı için, proton ve elektron gibi tekil
parçacıklara değil, ancak, matematize edilmeye müsait olan, Evren’in toptan
değerlendirildiği süreçlere uygulanabileceğini söylediğinde yaptığıyla epistemik
olarak özdeşti. Esasen çok karmaşık, bu yüzden de anlaşılması çok zor olan Temel Teorisini ana hatlarıyla
özetlemeye çalıştığımız Eddington’ın
bu teorizasyonu, bazı istisnalar dışında, fizikçilerce kuşku ve ilgisizlikle
karşılanacaktı. Yazarının ölümünden 2 yıl sonra, 1946’da yayımlanabilen Fundamental Teori kitabının içeriğine uzun
zamandır âşina olan Ervin Schrödinger,
kuramdan derinlemesine etkilenen az sayıdaki önemli fizikçilerdendi. Temel Teori üzerinden ilerleyerek, hem
durağan ve hem de genişleyen kapalı-Evren modellerindeki kuantum dalgalanmalarını
araştıran ve temel parçacıkların vakumdan ortaya çıkma olasılığı bulan
Schrödinger, bu kuramı onurlandıran alimlerin başında gelir.
Fizik, kimya ve
felsefe eğitimi alan 1944 doğumlu Danimarkalı bilim tarihçisi Helge
Stjernholm Kragh’ın yazdığı 679 sayfalık kapsamlı Kuantum Kuşakları - 20. Yüzyıl Fiziği Tarihi,
kuramsal fizik ve teknoloji arasındaki ilişkileri, bilimsel buluşların olumsuz
uygulamalarını ve bilimcilerle diğer kanaat önderlerinin toplumsal sorumluluklarını
kuşatan içeriğiyle, mükemmel bir son asır fizik tarihi, referans metnimiz ve
mezkûr mevzuların meraklıları için de, şayanı tavsiye bir kaynak kitaptır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça
kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba;
Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını
üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının
bugünkü konusu Popüler Kültür ve
Bizans Algımız.
Tarihi olay, olgu ve süreçlere dair toplumsal algı ve yargıların ilmi araştırmalara dayanması, bunlara dair kişisel kanaatlerin de tarihi gerçeklikler temelinde şekillenmiş nesnel karakterli anlatılardan oluşması ideal haldir. Buna karşın, gerçeklikle bağları zayıf olduğu, ya da, hakikate olan sadakati konusu ciddi şüphelere yol açabildiği için, büyük ölçüde kurmaca olduğuna kanaat getirilebilecek popüler algıların, kişileri ve toplumları yönlendiren yanlış bilinçlenme hallerine yol açabildiği, sıklıkla karşılaşılan bir küresel realitedir. Kuramsal çerçevesini özetlediğimiz bu fenomeni, toplumumuzun Bizans algısındaki popüler kültür tesiri üzerinden açımlamaya çalışacağız. Roma İmparatorluğu’nun çözülmeye başladığı 4. asırda, 1. Konstantin tarafından temelleri atılan Bizans İmparatorluğu, aynı çağda, 1. Theodosius’un Hristiyanlığı devletin resmi dini ilân edip, diğer inançları yasaklamasıyla îtikâdî ve fikri zeminini tahkim etmiştir. İmparatorluk, Herakleios idaresindeki 7. asırda, devlet teşkilatlanmasının reorganizasyonu ve Latince yerine Grekçenin resmi dil olarak benimsenmesiyle, Osmanlı tarafından yıkılacağı 15. asrın ortasına değin kimliğini karakterize eden sosyal normların ve kültürel kodların özgün ve olgun versiyonlarını temellük etmiştir. Türklerle Araplar 1,000 yıl boyunca Bizans’la en çok rekabet halinde olan ve savaşan iki milletti. 8. asırda Emeviler yönetimindeki Arap kuvvetlerinin Anadolu’daki tekfurlarla yaptıkları savaşlarda ve İstanbul kuşatmasında öne çıkan Battal Gâzi, esasen bir Arap cengaveri olmasına karşın, İslâmı seçmiş Türk boylarınca benimsenmiş, onun bir Türk alpereni olduğunu söyleyen gazavatnâmeler ve Battalnâmeler oluşturulmuştu. Bu külliyat incelendiğinde, Battal Gâzi’nin ismine Seyid kavramını ekleyerek, onu Hz. Muhammed’in soyuyla da irtibatlandıran Anadolu Türklüğünün, velilik ve kutsiyet de yükleyerek, ona olan muhabbetini pekiştirdiği görülecektir. İslâm Ansiklopedisi’nde de vurgu yapıldığı üzere, Heterodoksi damarın bileşenleri olarak değerlendirilen Kalenderiler, Bektaşiler ve Alevilerin de, esasen eleştirel yaklaştıkları Emevi kozmosunun bir parçası olan Battal Gâzi’yi bu denli iştiyakla benimsemeleri, üzerinde durulması gereken bir husustur. Son 1 asırdır coğrafyamızda yazılmış Battal Gâzi konulu çok sayıdaki romanla, o temelde çekilen filmler, ulusal belleğimizdeki Bizans karşıtı Battal Gâzi anlatısının aktüel versiyonlarıdır. 14. asırda İslâmiyet’i seçtikten sonra 150 yıl Balkanlardaki Bizans varlıklarına karşı; 16. asrın sonuna değin geçen 150 yıldaysa, diğer Hristiyan milletlere karşı sürekli bir gazâ, yâni, cihad çizgisi izleyen Bosnalı Malković ailesinin tarihi, Osmanlı coğrafyasındaki gazavât anlatılarında yer alan çok sayıdaki cengaver Malkoçoğlu’nun tarihi ve otantik kaynağıdır. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana geçen süreçte, mezkûr tarihi gerçekleri baz alarak yazılmış romanlar ve yapılmış çizgi romanlarla, bu temelde çekilmiş filmler, esas olarak Bizans versus Müslüman - Türk dikotomisi üzerinden okunabilecek anlatılardır. Rahmi Turan’ın; Battal Gazi ve Malkoçoğlu külliyatlarını, Michel Zevaco’nun, 10 cildini Pardayanlar’ın oluşturduğu 36 ciltlik tarihi roman külliyatının tema ve entrikalarıyla harmanlayarak yazdığı ve Abdullah Turhan’ın resimlediği Kara Murat sağası, Müslüman – Türk versus Bizans karşıtlığı eksenindeki anlatılarının son başarılı ve popüler numunesidir.
1966 – 1978 döneminde çekilen 6 Malkoçoğlu, 4 Battal Gâzi
ve 7 Kara Murat filminde başrol oyuncusu olan Cüneyt Arkın’ın sergilediği
performans, bu prodüksiyonların başarısını domine ederken, filmlerin ideolojik
bagajı da, Bizans algımızı güncellemiştir. Cüneyt Arkın’ın, Battal Gâzi Destanı’nda, yakınlaştıkları Bizans prensesine 'Kahpe Bizans’ın yiğit güzeli’ deyişiyle;
Fatih’in Fedaisi Kara Murat filminde,
Bizans Tekfurunun tutukladığı Müslüman ahaliye sorduğu ‘hanginiz Kara Murat?’ sorusuna
köylülerin, Stanley Kubrick’in Spartacus
filminin o unutulmaz finalini birebir kopyalarcasına, ‘Kara Murat benim!’ diye
cevap vermesi, on yıllardır sayısız göndermeye, ironiye, pastişe ve mavraya konu
olmuş, insanımızın 1300 yıllık Bizans algısını bugüne taşıyan kültürel gen, yâni, mem
işlevi görmüştür. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle;
hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
---------------------------------------
Önceki 180 metne erişmek için bknz. ltfn.:
https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/08/rza-nur-seker-michael-mosley-ve-saglkl.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder