1979 yılının yazıydı. 3 üniversiteli, memleketlerine giden öğrenciler yüzünden boşalan kadırga öğrenci yurdu'nun önüne, bir sabah vakti iskemleleri atmış, yaşı 70'i geçmiş muhitin 'ağır abiler'inden, yaz kış, açık alan, kapalı mekân demeden sürekli taktığı şapkası yüzünden 'fötr' lâkaplı kâmil abiyle lâflıyoduk.
banliyö treninin sesi, gemi sirenlerine, trafiğin uğultusu martı çığlıklarına karışıyor, fötr kâmil durmadan konuşurken biz de, 'he abi, vay canına, yok ya, alla alla!!' felan deyip sohbeti idare ediyo, ama aslına bakarsanız, geleni geçeni kesiyoduk.
derken, 2 çok alımlı travesti, kırıtarak, adeta cilvenaz modunda, geçiverdiler önümüzden.
sosyalistiz ya, hem utandık, hem de, bu durumu tasvip etmediğimizi belli eden bir edayla, homurdanarak, başımızı aksi istikamete çeviriverdik.
kâmil abi, eski kulağı kesiklerden tabii, anladı durumu, ve, bizi ağzına baktıracak denli sohbetine kilitleyen bi anısını anlatmaya başladı.
'bi gün, geçmiş zaman valla, bi 30 yıl kadar önce, ednan beyin (menderes'e öyle derdi) demirkıratının iktidarının ilk günleri felan. ben de o vakit 40'larının başında, filinta gibi bi delikanlıyım, anadın mı...
biraz ötede, kadırga merkez kaveanesinde oturmuşuz; epeyce, şöle aralıksız rahat bi 10 saat kadar, okey çevirdikten sonra, baktık, saat sabahın 3'ü olmuş; hadi, bi de çanak yapalım, cilalayalım bu muhabbeti dedik. nöbetçi memurların tamamı karakolda kestiriyo olduğundan, o saatte izinsiz kumar oynanıyo mu diye yapılacak bi baskında sakata gelme şansımız neredeyse 0'dı. rahatız annayacağınız.
zavallı kaveci, gözleri kan çanağı olmuş bi halde, uykusuzluktan geberik vaziyette yani, 'allaşkına gidin de dükkânı kapatıp yatayım; sabah 7'de açacam bu meret yeri yine!' dercesine, yalvaran nazarlarla bakıyodu bize.
ama kimin umurunda; sabah ezanını duymadan eve girmeyenler tayfasıydık biz. ve tabii ki, 23.30'dan beri de, mekânın son masaydık.
toplam 7 kişiydik, kadırga merkez kavanesinin demir leblebileri derdi maalleli bize. yediğimiz, içtiğimiz birdi. bi de şu var ki, hepimiz mahallenin lâfı dinlenen, sayılan, korkulan kabadayılarıydık.
başladık çanak oynamaya; dördümüz oynuyo, üçümüz yandan takılıyo, yancılık yapıyo.
ne hikmetse acaip şanslıyım, her eli kazanıyorum. önüm, arkadaşlardan üttüğüm mangırlarla tepeleme doldu. hem yancılar, hem de diğer oyuncular takılıyolar, şamata yapıyolar; kimisi hacı abdullah'ta yemek ister, kimisi tünel'deki terzi dimitri avromopulo'dan gömlek! ben de kırmıyorum, he he felan deyip geçiştiriyorum işte.
bi ara, sol omuz başımda, ayakta dikelen çopur salih, sırtıma hafifçe vurup, 'bre kâmil, gey misin nesin bilader! bu nasıl şansmış böle' deyiverdi.
olay 50'lerde geçiyo, gey mey çok yeni henüz, bilen yok anadın mı.
'ne dedin sen?' dedim. ikiletmeden cevapladı salih, bir taraftan da sırıtıyodu: 'abi, bildiğin ipine işte, kulampura annayacan, acaip şanslıymış kumarda onlar'.
kutuplardan dondurucu bi rüzgâr esti aniden ve kaveanenin içini dolaşıverdi. salih ve benim dışındakiler, nefeslerini tutmuş, nolacak diye bekliyolardı.
salih, yüzümün kireç gibi olduğunu görünce panikledi, 'abi, latife be,.... kâmil abi, aklım sıra ecnebi lâf ettim işte. geçen berber hüsam'ın dükkânda, koleje giden semtim ekalliyetten çocukları konuşuyodu, bi amerikan filminde duymuşlar, ordan kalmış aklımda, sen,..., ıhh, sen şey yapma abi....,özür dilerim abi, özür...!!!'
sol kolumla masayı diğerlerinin üzerine kapakladım; ayağa fırlayıp sağ elimle kuşağımdaki dede yadigârı, 100 küsur hasmının kanıyla beslenmiş, saldırmayı 'bismillah!' deyip çekiverdim.
salih, akıbetini anlamış, ancak, zifiri karanlıkta ışık tutulmuş tavşan misali felç olmuş, öyle bakıyodu. aletim karnına girdiğinde, sadece 'ınghhh.....' diyebildi!
sırt üstü yıkılmasıyla, tepesine binip seri şişleme yapmam bir oldu. adeta mitralyöz gibiydim anadın mı....
tahminimce 50, 60 kere saplamış olmalıyım; zirâ, arkadaşlar beni onun üzerinden aldıklarında, salih'in barsaklarının yarısı, dalağı, midesi falan ellerimdeydi.
'atın bu şerefsiz leşi dışarı; eve gidip yatıcam; az dinlendikten sonra, mapusane bavulumla teslim olurum, hadi hayırlı sabahlar!' deyip kaveanenin memişhanesinde hem su döktüm, hem de elimi yüzümü kanlardan temizledim.
memişhaneden çıkınca, gözlerinde o aynı şaşkın tavşan bakışıyla bağırsakları boğazına dolanmış vaziyette, kendi kanının gölünde uzanmış yatan cesede yaklaştım; suratına suratına 2, 3 sıkı tepük savurdum. hırsım yatışmıştı acık.
dakikalardır taş kesilen arkadaşlar, nihayet hareketlendi, ve, koluma girip beni dışarı çıkardılar.
yüzüme çarpan sabah ayazı iyi gelmişti. deniz kıyısındaki bi bankta güneşe meraba dedim, sonra, eve gidip bi duş aldım; mapusane bavulumu hazırlayıp, sirkeciye teslim oldum.
27 mayıstan sonra çıkan genel affa kadar da, temiz bi 9 yıl yattım.
yaaa, işte böyle, bize gey misin dedin mi, sonun bu çeşit olurdu anadın mı! bi de şimdiye bak, demin geçen o kızlar misal, tööbe, töbe!....'
kâmil abinin bu anısı gerçek miydi, uydurma mı, bilmek mümkün değil tabii. öte yandan, bu hikâye, onu adeta kulak kesilerek dinleyen biz 3 kafadarın gecelerce rüyalarımıza girdi, sıkı kâbusumuz oldu.
bi de ben, o günden beri, tamı tamına 35.5 yıldır, hiç kimseye 'gey misin?' felan demek cesaretini bulamadım kendimde.
bu da böle bi şey işte, anadın mı....(*).
(*): Google'da yaptığım bir aramada, 10 yıl önce yazıp Ekşi Sözlük'e koyduğum bir hikâyem çıkıverdi karşıma. Okuyunca 'fena değilmiş be!' diyerek aldım buraya. umarım sen de sevgili okurum, en azından 'fena değilmiş be! dersin okuyunca.... Unutmadan ekleyeyim, onun bu platformda 23 Şubat 2015'de yayımlanan ve kurmaca anlatının soyopolitik, sosyoekomik ve kültürel boyutlarına da değinen bir de şu versiyonu var:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder