Suat Yalaz; Temel Atıf Hatası; Margaret Thatcher; Jeopolitik; Transkraniyal Manyetik Uyarım >>> metinler 34



01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. Mezkûr metinler, muhtasar bir ifadeyle, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki - hayvan - böcek - toprak - su gibi bileşenlerinin oluşturduğu o alâimisemâ mahiyetli muhteşem mimari ve muhtevanın referans verdiği eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin fenomenlerinden / tezahürlerinden birisinin, ana hatlarıyla da olsa, kuşatılma teşebbüsüdür. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan bahis konusu entelektüel hasılanın 19 Ağustos - 23 Ağustos haftasında yayınlanacak olanları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.


1
66) Suat Yalaz

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Suat Yalaz

İllüstratör, çizgi romancı, film yapımcısı, yönetmen, senarist, yayımcı Suat Yalaz, 1 Ocak 1932’de Kırşehir’de doğdu. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde okurken, dönemin dergi ve gazetelerine karikatür ve illüstrasyonlar çizen sanatçının, Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun tarihi romanı Kızıltuğ’dan uyarladığı aynı isimli çizgi romanı 1959’da, Akşam Gazetesi’nde yayımlanmaya başladı. Kızıltuğ’un okurlarca çok sevilmesi, Suat Yalaz’a,  Kozanoğlu tarafından yazılan 9 macerayı çizerek,


Akşam'da 
Kaan başlığıyla yayımlama imkânını verecekti. Orta Asya Türklerinden olan cengaver Otsukarcı’yla, onun ele avuca sığmayan cevval ve yakışıklı oğlu Kaan’ın kahramanları olduğu bu 9 çizgi roman da çok başarılı olunca, Suat Yalaz, ülkemizin çizgi roman kozmosunun en başarılı ve en uzun soluklu işine girişecekti. Kaan’ı Karaoğlan, babası Otsukarcı’yı Baybora ve Kaan’ın uşağı ve silahtarı olan Çakır’ı da Çalık olarak değiştiren Suat Yalaz, 1963 başında haftalık olarak yayımlamaya başladığı Karaoğlan Dergisi’nde ilk olarak Asya Kaplanı isimli macerayı yazıp çizmiş; takip eden 50 yıllık süreçteyse, tespit edilebilen en az 80 Karaoğlan macerası üreterek, yurt içinde ve yurt dışında yayımlanmasını sağlamıştır. Sanatçının bu süreçte telif anlaşmaları

yaptığı çok sayıda yayımcısı, müstakil dergiler, ya da gazete tefrikaları halinde olmak üzere, bahse konu bu 80 macerayı defalarca meraklısıyla buluşturmuştur. Karaoğlan’ın, Türkiye Toplumsal Formasyonunda oluşturduğu kayda değer sosyokültürel etki, sinemaya özel bir ilgi duyan Yalaz’ı cesaretlendirmiş, senaryosunu yazdığı ve yönettiği 7 Karaoğlan filmi çekmesine yol açmıştı. Yeşilçam’a bodoslama girdiği için meslekten sinemacılarca eleştirilip küçümsenen sanatçı, bu filmlerin seyirci tarafından çok sevilerek iyi gişeler yapması üzerine, bu sefer de gözlerini yurt dışına çevirmiş; gezegenin en büyük çizgi roman endüstrilerinden birisine sahip olan Fransa’daki bande dessinée sektörüne dahil olmaya karar vermiştir. 1970’li yıllarda, 7 yıl boyunca, İstanbul’un yanı sıra Paris’te de yaşayan Suat Yalaz, ufak tefek revizyonlar yaptığı Karaoğlan maceralarını Kebir ve Changor isimleriyle Frankofon zon denilebilecek Fransa, Fas, Tunus, Cezayir’de yayımlatmıştır. Western, korku, polisiye, erotik türlerde de epeyce çizgi roman yazan ve çizen

sanatçının eserleri Fransa’da umulan ilgiyi derleyememiş, Kuzey Afrika ülkelerindeyse beğenilmiş ve uzun süre meraklısıyla buluşmuştur. Suat Yalaz’ın başyapıtları, Karaoğlan sağasının milâdı olan Kaan maceralarıyla, 1980’lerde ve 1990’larda çizdiği dokümanter albümlerdir. Kanada asıllı Amerikalı efsanevi çizgi roman sanatçısı Hal Foster’ın yarattığı Prince Valiant serisinden derin etkilenmeler taşıyan Kaan albümleri, özenilerek çizilmiş her bir paneli ve usta işi senaryolarıyla  gerçekten de yüz akı sayılabilecek işlerdir. 1980’lerde yazıp çizdiği Son Peygamber Hazreti Muhammed, Halid Bin Velid, İslâm’da Kutsal Savaşlar – Bedir ve İslâm’da İlk Büyük 4 Halife isimli 4 belgesel çizgi romanla; 1990’larda yazıp çizdiği Atatürk’e Suikastler, Enver Paşa Efsanesi, Çerkez Ethem ve Topal Osman Ağa başlıklı yakın tarihimize dair olan 4 tarihi çizgi roman, gerek tarihi hakikatlere büyük sadakat gösteren usta işi senaryolarıyla ve gerekse de estetik, plastik ve grafik olgunluğun zirvelerini zorlayan illüstrasyonlarıyla Suat Yalaz’ın en başarılı eserleridir. Çizgi roman eksperleri, toplam sayıları 17 olan bu albümleri, çizgi roman tarihimizin ve grafik roman panteonumuzun aşılması gerçekten zor olan başyapıtları olarak nitelemektedir. 2 Mart 2020’de vefat eden büyük usta, çizgi romana gönül verenlerin belleklerinde yaşamaya devam etmekte.

Çizgi roman uzmanı, araştırmacı yazar ve akademisyen Levent Cantek’in yazdığı kapsamlı Karaoğlan monografisi, bir çizgi roman kahramanına dair yapılmış en kapsamlı Türkçe araştırma olması bakımından önemli olduğu kadar, bu alanda ön açan ve örnek olan bir metin olarak da kayda değerdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 


  

167) Temel Atıf Hatası

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Temel Atıf Hatası

Karar alma süreçlerimiz sırasında empati eksikliği, bencillik, sosyal koşullanmalar ve bilgi noksanlığı gibi nedenlere bağlayabileceğimiz önyargılar geliştiririz. Bu önyargılarımızdan bazıları köklerini, homo sapiens – sapiens’ın tarih öncesi çağlarda başvurduğu davranış tercihlerinden alır. 70,000 yıl önce Afrika savanlarında, 30,000 yıl önce Avrasya’nın çeşitli lokasyonlarında ve 15,000 yıl önce de Mezopotamya ve Anadolu’da yaşayan uzak atalarımızın, düşman bir kabilenin bir savaşçısıyla, ya da tehlikeli bir yırtıcı hayvanla birdenbire karşılaşması halinde, geliştireceği ani reaksiyon, sezgi ve içgüdü temelli bir mental kısa yol üzerinden üretilmiş bir refleks olup, bahsettiğimiz türden önyargılara bir örnektir. Söz konusu uzak atamız, kuvvetle muhtemeldir ki, maruz kaldığı bu tehlikeli olayın dışsal koşulları, değişik boyutları ve parçası olduğu ilişkiler ağının tamamı hakkında düşünmeden, belleğindeki repertuardan seçtiği pratiğe dair bir ezberine ve verili bir önyargısına göre, saniyeler içinde savaş ya da sıvış! komutunu hayata geçirmeyi tercih edecek ve bu suretle de hayatta kalmaya çalışacaktır. Mental bir kısa yol üzerinden üretilmiş basit ve kolay bir çözüm olarak önyargılara verilecek bir diğer katalog örnekse, sosyal psikoloji literatüründe Temel Atıf Hatası denen ve orijinali Fundamental Attribution Error olan davranış normudur. Türkçe’de Temel Yükleme Hatası, ya da, Temel İlişkilendirme Hatası olarak da anılan mezkûr psikolojik tablo, Edward Jones ve Victor Harris’in 1967’de Duke Üniversitesi’nde yaptıkları bir araştırmanın sonuçlarını değerlendiren Stanford Üniversitesi profesörlerinden sosyal psikolog Lee Ross’un 1977 tarihli Sezgisel psikolog ve eksiklikleri: Atıf Sürecindeki Çarpıklıklar başlıklı makalesinde ilk defa Fundamental Attribution Error olarak formüle edilmişti. Temel Atıf Hatası, iki farklı şekilde çalışır: bu önyargıyı geliştiren kişi, olumsuz sonuçlar doğuran bir davranışı hayata geçiren özne bir başkasıysa, olayın bütün sorumluluğunu o kişinin karakter özelliklerine, personasına ve psikolojik hallerine atfeder. Olumsuz olayın öznesi, başarısızlığın faili kendisiyse, bu durumda tamamen farklı bir yol izleyerek, sorumluluğu bütünüyle çevresel koşullara, durumsal gerçekliklere ve ilişkisel hallere yükler. Bir diğer deyişle 'probleme yol açan bir eylemi sen yaptıysan sorumlu, kusurlu, kabahatli ve suçlu sensin; tartışmaya konu fiilin faili bensem, sorumlusu dışsal koşullar, öznesi çevresel faktörler, faili ilişkisel hallerdir' diyen Temel Atıf Hatası yaklaşımı, olumsuz olaylar üzerinde etkili olan dışsal koşulları, çevresel faktörleri ve ilişkisel ve durumsal halleri, bazı koşullarda, zerrece önemsemeyerek denklemin dışına atan, ya da paranteze alarak etkisiz eleman derekesine indirgeyen; bazı şartlar altındaysa, olumsuzluğun bütün sorumluluğunu mezkûr eylemin öznesi gibi içsel koşullara bağlayan tarzıyla çifte standart uygular. Bu önyargının bireyi mesul tutan versiyonu ABD gibi ferdiyetçiliğin zirve yaptığı ülkelerde insani ilişkileri domine ederken, dayanışmacılığın belirleyici olduğu toplumlarda ise, tahmin edilebileceği üzere, dışsal koşullara vurgu yapan versiyon kullanılır. Temel Atıf Hatası’nın, söyleneni, mezkûr retoriğin içeriğiyle değil, onu dillendirenin kişilik özellikleriyle yargılayan argumentum ad hominem tarzı mantıksal safsatayla akraba bir kavram olduğu gözden kaçırılmamalıdır. 

1977 tarihli öncü makalesine atıf yaptığımız Lee Ross’un 2018’de Perspectives on Psychological Science’da yayımlanan, orijinal ismi From The Fundamental Attribution Error To The Truly Fundamental Attribution Error And Beyond: My Research Journey olan Temel Atıf Hatasından Gerçekten Temel Atıf Hatasına ve Ötesine: Araştırma Yolculuğum başlıklı metni, onun, Temel Atıf Hatası kavramsallaştırmasını yaptığı çalışmasından tam 41 yıl sonra, önyargılar temelinde şekillenen bu sosyal psikoloji fenomeni hakkında oluşan literatürü özetleyen ve bu merkezdeki alternatif görüşleri değerlendiren önemli bilimsel gayret, başvuru kaynağımız ve konunun meraklılarına da okuma tavsiyemizdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  


168) Margaret Thatcher

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Margaret Thatcher

13 Ekim 1925'de doğan İngiliz siyasetçi Margaret Thatcher, 'Chicago Boys ve Milton Friedman’ın sadık talebesiydi. Varsılların  çok sevdikleri Thatcher, muarızlarınca 'dar gelirli ve yoksulları kollayan refah toplumunun düşmanı olmak ve ülkeyi sağa kaydırmakla suçlanmıştır.

Kariyeri boyunca kökten piyasacı ve vahşi kapitalist retorik ve pratikler üreten; girdiği devrevi krizlerden giderek daha zor çıkabilen kapitalizmin ontik problematiklerine, yapısal ve radikal bağlamda olmasa bile, konjonktürel ve aktüel manada, yâni, ad hominem, çözümler bulan Thatcher, emperyalist sistemin sinir merkezleri ve karar alma mekanizmalarınca el üstünde tutulmuştur.

1970 – 1974 periyodunda, Edward Heath kabinesinde Eğitim ve Bilim Bakanı olan Thatcher’ın ilk icraatlarından birisi, ilkokullarda bedava süt dağıtımını


sonlandırmaktı. Anaokullarındaki süt dağıtımına da son vermek isteyen çiçeği burnunda bakan, ‘bu düzeydeki bir sosyal politika karşıtlığı bizim için bile aşırı insafsızlıktır!’ diyen Muhafazakâr Parti kurmaylarınca engellenmiş, bu tutumuyla da ‘Margaret Thatcher, milk snatcher’ tekerlemesine konu olmuştu. Sovyetler'deki Kızıl Yıldız Gazetesinde çıkan bir makalede, ondan ‘Demir Madam’ diye bahsedilmiş, metaforu Demir Leydi olarak çeviren Sunday Times’ın bu tercihi, Thatcher’ın alametifarikası olan mahlâsının oluşmasına yol açmıştı. Onun İngiliz faşistlerinin örgütlülüğü The National Front’a yakınlığı, İskoçya ve İrlanda politikalarındaki aşırı sağcı yaklaşımlarının nedeniydi. Güney Afrika’daki ırkçı apartheit politikalarını desteklemesi, 1982’de, tarihsel olarak Arjantin’e ait olan Falkland adalarını işgal etmesi, İran İslâm Devrimi’nden sonra, Saddam’ın ilerleyen yıllarda kitle katliamlarında kullanacağı biyolojik ve kimyasal silahların da arasında olduğu, yoğun bir mühimmat ve silah desteğiyle güçlendirdiği Irak’ı, İran’a saldırmaya teşvik etmesi, akabinde, ABD ve NATO’yu, Saddam'a askeri operasyon başlatmaları için zorlaması ve küresel ısınma fikrine uzak durması Thatcher’ın ekstremist muhafazakâr dünyasını ele veren uluslararası politika tercihleridir. Çok zengin bir iş insanıyla evlenerek iktisaden sınıf atlayan Thatcher, 1992’de elde ettiği barones unvanıyla, çocukluğundan beri hayalini kurduğu aristokrasiye dahil olma imkânına kavuşmuş ve Lordlar Kamarası’na girmişti. İngiltere’nin gelmiş geçmiş en zengin politikacısıyken, gezegenin en büyük tütün ve tütün mamulleri üreticisinin dolgun maaşlı küresel danışmanlığı üstlenen Thatcher’ın, her yıl ortalama 8.5 – 9 milyon insanın ölümünden doğrudan sorumlu olan bir endüstriye niçin katkı verdiği vicdanla ve sağduyuyla açıklanabilecek bir tutum olmasa gerektir. 1984’deki madenci grevini acımasızca bastıran, uyguladığı politikalarla gelir dağılımını zenginler lehine bozduğu yetmezmişçesine, milyarderle asgari ücretliden aynı oranda alınacak adaletsiz ‘kelle vergisi’nin peşinde koşan Thatcher, refah toplumuna ve dayanışmaya olan antipatisini 1987’de şöyle dillendirecekti: ‘Biliyor musunuz toplum diye bir şey yoktur aslında. Erkek ve kadın bireyler ve aileler vardır. Bu sebepten insanlar önce kendi başlarının çaresine bakmalıdır.’ Neo-liberaller, 1974 petrol şokuyla krize giren Dünya nüfusunun ezici kısmını oluşturan yoksul ve dar gelirlileri daha da yoksullaştıracak Washington Konsensüsü’nü insanlığa dayatırken, Kuzey Denizin’de bulunan petrol İngiltere’yi iktisaden rahatlatmış, bu durum Başbakan Thatcher’ın başarılı olduğu algısını oluşturmuştu. Ancak bu refah, nüfusun ezici çoğunluğu tarafından değil, azınlıktaki zenginlerce hissedilecekti. Sevenlerinin Maggie dediği Thatcher, 8 Nisan 2013'de, 5 yıldır çektiği demans ve alzheimer yüzünden, kendini bilmez bir halde terk ettiğinde gezegeni, ülkesindeki dar gelirliler ve yoksullar, doğrusu çok da üzülmemişlerdi bu kayba.

Kraliçe Viktoria’dan sonra Birleşik Krallığı yöneten en güçlü figür olarak tarihe geçtiği konusunda mutabakat olan, bu yüzden de Demir Leydi mahlâsını hak ettiğine şüphe olmayan, 4 Mayıs 1979 - 28 Kasım 1990 döneminin Birleşik Krallık başbakanı Margaret Thatcher’in otobiyografisi Margaret Thatcher: Demir Lady'nin Anıları - Başbakanlık Yılları, konunun meraklısının ibretle ve öğrenerek okuyacağı bir öz yaşam öyküsüdür. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  



169) Jeopolitik

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Jeopolitik

Ekonomik ve finansal krizler iktisadi okuryazarlığımızı; deprem, yanardağ, heyelan, kasırga, kuraklık, orman yangını, sel gibi tabii afetler gezegenimizin yapısal özelliklerinin risklerine ve yaşam alanlarımızın güvenliğine dair okuryazarlığımızı; salgın hastalıklar, obezite, metabolik ve sistemik rahatsızlıklar gibi problemler sağlığa dair okuryazarlığımızı; savaş tehditleriyse jeopolitiğe ve uluslararası ilişkilere dair okuryazarlığımızı geliştirmemizi gerektiren problematiklerdir. Rusya – Ukrayna savaşı; İsrail’in Filistinlilere uyguladığı soykırım ve Siyonist rejimin, İran ve vekil güçleriyle arasındaki gerilimi tırmandırması; Çin Halk Cumhuriyeti – Tayvan gerginliği ve Doğu Akdeniz ve Ege havzalarında ülkemizle, başını ABD, Fransa, Almanya, İsrail ve Yunanistan’ın çektiği ittifak arasında, mavi vatandaki hak ve menfaatlerimiz için verdiğimiz mücadele temelinde beliren uluslararası problem alanları, jeopolitik hakkındaki okuryazarlığımızın hayatiyetini koymaktadır ortaya. Dar manasıyla jeopolitik, coğrafyanın dış politika üzerindeki izdüşümü ve yansımalarıdır; geniş bağlamda ele aldığımızdaysa, coğrafyanın avantaj ve dezavantajlarının, ülkenin iktisadi imkân ve potansiyellerinin, klimatolojik ve meteorolojik özelliklerinin, sahip olduğu nüfusun ve iç cephede ortak kıvanç ve ortak tasa etrafında tesis edilen birlikteliğin yürütülen uluslararası politika üzerindeki tesirleridir. Siyasi coğrafyadan doğan ve askeri stratejistlerle diplomatlar tarafından vazgeçilemez bir düstur ve âdeta ‘Kırmızı Kitap’ olarak kullanılan jeopolitik, dictionary.com’da ‘siyasî ve iktisadî coğrafyanın bir devletin politikası, millî gücü, dış politikası üzerindeki etkisinin incelenmesi veya uygulanması; bir devleti veya coğrafyayı etkileyen (veya tanımlayan) coğrafi ve politik faktörlerin kombinasyonu; siyaset ve coğrafyanın karşılıklı ilişkisine dayanan millî politika’ şeklinde tanımlanmaktadır.  Şemsiye bir kavram ve disiplin olan jeopolitik; jeokültür, jeoekonomi ve jeostrateji gibi alt bilimsel disiplinleri de kucaklamaktadır. Jeopolitiğin esasları ilk defa İngiliz coğrafyacı Sir Halford Mackinder tarafından ‘yeni coğrafya’ başlığı altında dillendirilmişti. Kavramın ilk kez kullanımı ise 1899’da İsveçli coğrafyacı Rudolf Kjellen tarafından gerçekleştirildi. Her devletin lebensraum diye kavramsallaştırdığı bir yaşam alanına ihtiyaç duyduğunu savunan Berlin Ekolü kurucusu Alman Friedrich Ratzel, İngiltere dışından çıkan ilk büyük jeopolitik üstadıydı. Ratzel’in dışında Ritter, Ranke ve Haushofer gibi önemli stratejist ve jeopolitikçileri bağrından çıkaran Germen ulusu, çok sayıda orijinal jeopolitik kavram ve kuramını da literatüre katmıştır. Deniz Hakimiyet Teorisini kuran Alfred Thayer Mahan, Kenar Kuşak kuramının müellifi Nicholas Spykman, Hava Hakimiyet Teorisini telif eden Hausy Scitaklian, Amerika’nın bu alandaki koçbaşları olmuştur. Fransız jeopolitik ekolünün kurucusu Fernand Braudel, halefleri olan Yves Lacoste ve Alexandre Defay’le birlikte, görece liberal ve hümanist bir jeopolitik anlayışın mümessilleridir.

Cezayir asıllı Fransız ekonomist, fütürist, akademisyen ve yazar Jaques Attali’nin milenyum başında yaptığı şu tespit mâlumun ilâmıydı aslında: ‘20. asrın başında küresel jeopolitik güç odakları İngiltere, Fransa, ABD, Almanya ve Rusya’ydı; 21. yüzyılın başında, bu güç merkezleri ABD, AB, Çin, Rusya ve İslâm Dünyası olabilecektir.’ Son 30 yıldır Batıdan Doğuya, Atlantik İttifakı ve Avrupa Birliği’nden Şanghay İşbirliği Örgütü’ne doğru kayan jeopolitik ağırlık merkezleri, 2024 Ağustos ayı itibarıyla Attali’nin kehanetini büyük ölçüde doğrularken, olası bir küresel savaşın da dinamiklerini barındırmaktadır bünyesinde.

Alexandre Defay’in, ülkelerin coğrafi kondisyon ve imkânlarını çok aşan bu derin ve kompleks mevzu hakkında yazdığı Jeopolitik'i faydalanarak okuduk. Küresel ölçekte prestijli bir cep kitapları serisinin uluslararası çok satanı olan eser, muhtasarlığına karşın mufassal olmayı da başarmakta, bu vasıflarıyla da konuya giriş yapmak isteyen meraklı okur için ideal bir kaynağa dönüşmektedir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.    



170) Transkraniyal Manyetik Uyarım

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Transkraniyal Manyetik Uyarım

Elektrik alanındaki değişimlerim manyetik alana, manyetik alandaki gelişmelerin de elektrik alanına yol açtığını; bellek, bilinç, benlik, kişilik dediğimiz antitelerin, esas olarak serebral kortekste, yâni, beyin kabuğunda cereyan eden elektrokimyasal süreçlerin toplamı olduğunu hatırlayarak ilerleyelim. Transkraniyal Manyetik Uyarım, ya da, literatürdeki özgün adıyla Transcranial Magnetic Stimulation, insanın elektromanyetik alanlara olan binlerce yıllık ilgisinin sonucu oluşan bilgi ve teknolojilerin, 1985’ten bu yana, tıbbi tedavi alanında boy gösteren en modern izdüşümü ve nihai tezahürüdür. Elektromanyetik alanların iyileştirici potansiyelinden yararlanmak fikri esasen çok daha öncesine, nöral aktivitelerin, görüntüleme teknikleri sayesinde, temelde elektrokimyasal süreçler olduğunun henüz gözlemlenip kanıtlanamadığı, ancak, sezgisel düzlemde, bunun böyle olabileceğinin varsayıldığı, 3 asır evvelsine kadar inmektedir. 18. asrın ortalarında Luigi Galvani’nin ve 19. asrın ilk yarısında da Michael Faraday’ın elektromanyetizma alanındaki öncü çalışmaları elektrofizyolojinin önünü açmış, bu durum, 19. asrın son yıllarında, insan beyninin elektrikle doğrudan uyarılmasını esas alan tedavi yollarının uygulanmasını sağlamıştı. 2. Dünya Savaşı’na giden süreçte, kabaca 90 yıl önce, İtalyan doktorlar Cerletti ve Bini’nin, elektrokonvülsif tedaviyi tıp literatür ve pratiğine eklemeleri, nöroloji alanındaki büyük atılımın işaret fişeği olacaktı. Elektrokonvülsif terapi, ya da, elektroşok tedavisi, başlangıçta mucizevi bir yöntem olarak algılanması yüzünden, neredeyse bütün akıl hastalıklarında uygulanan standart prosedürken, mezkûr tekniğin ağır yan etkilerinin belirginleştiği 1970’lerde yöneltilen yaygın ve etkili eleştirilerle, yerini, 1980’de sinirbilimciler P. A. Merton ve H. B. Morton’un mucidi oldukları transkraniyal elektriksel uyarım tekniğine bırakacaktı. Bu tedavi metodunun da istenmeyen ciddi yan etkilere yol açmasının tetiklediği araştırmalar, 1985’te, tıbbi fizik ve klinik mühendislik alanlarında çalışan Dr. Mühendis Anthony T. Barker’ın geliştirdiği transkraniyal manyetik uyarım cihazını tıbbın hizmetine sokmasıyla sonuçlandı. Beyne uygulanan tekrarlı manyetik uyarımlarla oluşturulan elektriksel alanların, serebral kortekse doğrudan elektrik akımı vermeden, çalışmayan ya da tembelleşmiş nöronları aktive etmeyi ve aşırı çalışarak sinir sistemini tahrip eden nöronları da baskılamayı mümkün kılması, üstelik de, bunu yaparken, selefi olan tekniklerin yol açtığı yan etkileri oluşturmaması, nöroloji ve psikolojide, âdeta, devrim tesiri yaratmıştı. Beynin kortikal bölgesindeki seçili bir hedefe uygulanan tekrarlı manyetik darbelerle oluşturulan terapötik tesirler sonucu, günümüzde; kronik ağrılar, parkinson, distoni, esansiyal tremor, tourette sendromu, inme, amiyotrofik lateral skleroz, multiple skleroz, epilepsi, bilinç bozuklukları, alzheimer, tinnitus, depresyon, anksiyete bozuklukları, obsesif kompulsif bozukluk, şizofreni, konversiyon gibi çok sayıda hastalığın tedavisinde önemli iyileşmeler sağlanabilmektedir. Havacılık ve uzay sanayilerindeki gelişmelerle, savunma sanayiindeki buluşların, hayatın diğer alanlarında da yaygın olarak kullanılması, her türden teknolojinin, bileşik kaplar kuramı çerçevesinde ve disiplinlerarası bir dinamikle, sosyal dokunun kılcallarına değin nüfuz etmesinin sonucudur. Sivil hayata dair buluşların askeri alanda kullanılmasıysa, bahsettiğimiz dinamiğin, vice versa denilebilecek, tersine tatbikatından başka bir şey olmasa gerektir. Kafaya geçirilen elektrotlardan oluşmuş transkraniyal başlık sayesinde, diğer bütün uyarıcıların algılanmasını önleyip, sadece seçili düşman hedeflerine odaklamayı sağlayarak süper fokuslanmış süper asker yaratma projesi, başta ABD olmak üzere, birçok küresel gücün on yıllardır üzerinde çalıştığı bir hedeftir.

Ankara Şehir Hastanesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniği nöroşirürjistlerinden Denizhan Divanlıoğlu’nun yazdığı, Türk Nöroşirürji Dergisi’nde 2021’de yayımlanan Transkraniyal Manyetik Stimülasyon: Endikasyonlar, Teknik ve Komplikasyonlar başlıklı makaleyle, bilim gazetecisi Sally Adee’nin 1 Şubat 2012’de NewScientist’de yayımlanan, orijinal başlığı Zap your brain into the zone: Fast track to pure focus olan Beynini bir alana yönlendir: kusursuz odaklanmaya hızlı geçiş metni, ilham kaynağımız, referansımız ve meraklısına okuma önerimizdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  

-------------------------------------------------------------------

Önceki 165 metne erişmek için bknz. ltfn.: 

https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/07/metinler-33.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder