Zaman; VAROLUŞ'a Dair Bir Potpuri; Elektrokimyasal Süreç Olarak Bilinç ve Yapay Zekâ; George Frost Kennan; Nezihe Muhiddin >>> metinler 52




01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. Mezkûr metinler, muhtasar bir ifadeyle, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki - hayvan - böcek - mikroorganizma - toprak - su gibi bileşenlerinin oluşturduğu o kaleydoskopik mimari ve muhtevasıyla hayran bırakan, şaşırtan ve bazen de korkutan eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin fenomenlerinden / tezahürlerinden birisinin, ana hatlarıyla da olsa, kuşatılma teşebbüsüdür. 2025 yılında kitaplaştırılması düşünülen bahis konusu entelektüel hasılanın yılın 52. haftasına denk düşen 23 Aralık - 27 Aralık döneminde yayınlanacak olanları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz. 



256) Zaman.

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Zaman.

Batı Gar durağında bindiğiniz tramvay, varış noktanız olan, Antalya’nın en yoğun lokasyonlarından, Murat Paşa durağına doğru seyir halinde ve takvim de 23 Aralık 2024’e işaret etmekte. Tramvaydaki istisnasız herkes gibi siz de cep telefonunuza odaklanmışsınız ve e-mail kutunuzu kontrol ediyorsunuz. Birden saatin 14.53 olduğunu fark ediyor ve ‘Hafta içi her gün yaptığım üzere, TRT Radyo 1’de 14.55 – 15.00 arasında yayımlanan Sayfaların Dilinden programı dinlemek üzere, TRT DİNLE uygulamasını açmanın zamanı gelmiş’ diyerek Radyo 1’i dinlemeye başlıyorsunuz. 15.08’de MarkAntalya’nın önünde iniyor ve Işıklar Caddesi’ne doğru yürüyorsunuz. 14.52’de gelecek zamana ait olan TRT Radyo 1’i dinleme fikri, 14.53’de şimdiki zamana ait bir edim, Zaman konulu Sayfaların Dilinden programıyla, takip eden 15.00 haberlerini izlemenizden sonra, X’teki trend topicleri kontrol etmeye başladığınız 15.03’te ise, geçmiş zamana dair bir tecrübe, bir anı halini almıştır. Tecrübelerimizin oluşturduğu sezgimiz ve sağduyumuz ve kuvvetle muhtemeldir ki, evvelki kuşakların yaşamlarından beslenen genetik edinimlerimiz sayesinde, geçmişten şimdiye gelen ve oradan da geleceğe doğru ilerleyen bir zaman akışı olduğuna kati surette inanırız. Işıklar Caddesi’ne ve bugüne dönüyoruz şimdi, sokak röportajı yapan bir tv ekibi mikrofununu uzatıyor size ve soruyor muhabir: ‘ZAMAN NEDİR?’ Rahatlıkla cevaplayacağınızı düşündüğünüz bu çok basit gibi duran soru karşısında duraklıyor, afallıyor, ne diyeceğinizi bilemiyorsunuz. Merak etmeyin, eksiklik sizde değil; insanların %99’u sizin gibi zorlanmakta bu soru karşısında. Aynı soruya muhatap olduğunda Aziz Augustinus: ‘bana sormadığınızda bildiğim, sorulduğundaysa, cevaplayamadığım şeydir zaman!’ demişti. ‘Panta Rhei / Her şey akar’ diyen ve ‘aynı nehirde iki kere yıkanamazsın, ne sen aynı sensindir, ne de nehir aynı nehir!’ diye ekleyen Herakleitos, maziden istikbale ilerleyen zaman okunun en popüler ve beliğ müdafilerindendi. Bu fikrin en sert muhalifiyse, kuşkusuz, ‘varlık ve gerçeklik değişmez, değişim ve hareket yanıltıcıdır, zamanın geçişine ilişkin algımız kendi bakış açımızın dünyaya yansıtılmasından ibarettir’ deyişiyle düşünce tarihe mal olan Parmenides’ti. Nesnel olarak ölçülen antiteyi zaman, öznel olarak deneyimlenen olguyuysa süre olarak tanımlayan Bergson, ‘zamanın geçişi, olayların gelecek olmaktan şimdi olmaya, şimdiden de geçmiş olmaya doğru ilerlediği kesintisiz bir değişim sürecidir’ dediğinde, zamanın okunu ve vaktin nehrini tersine çeviriyordu. Platon, Aristoteles ve takip eden o büyük metafizik geleneğin ontolojik yerine ontik olana odaklanarak, varlığı değil, var olanı öncelemesine itiraz eden ve Kierkegaard’la Nietzsche gibi varoluşçu filozofların görüşlerini hocası Husserl’in müktesebatıyla mezceden Heidegger; DASEİN dediği insan varoluşunun, sonluluğunu kapsayan bir zaman şuurunu içselleştirdiğini, bunun da, varlığı hakkında temel koyucu bir kaygı / angst doğurduğunu formüle etmişti. Zaman, Heidegger’e göre, DASEİN İÇİN VARLIĞIN UFKUYDU. Zamanın geçmişten geleceğe aktığını reddeden; onun bütün hallerinin ‘önce – sonra – eş zamanlı’ parantezinde değerlendirilebileceğini savunan kipsiz / statik zaman teorisinin müellifi McTaggart’ın bu argümantasyonu, Russell ve Einstein gibi düşünürlerce benimsenmiştir. Evren’in tamamına teşmil edilebilecek mutlak zaman – mutlak uzay kavramsallaştırmasını esas alan Newtonian paradigmayı, göreli karakteriyle zamanı, göreli uzayın bir boyutu olarak değerlendiren 4 boyutlu uzay-zaman sürekliliği önermesinin asal unsuru olduğu Genel Görelilik kuramıyla aşan Einstein, aynı zamanda, mezkûr kuramın denklem setinin özel bir çözümü üzerinden bize ‘zamanda yolculuk yapılabilir!’ demektedir. 13.5 milyar ışık yılı uzaklığındaki kozmik oluşumları gözleyen James Webb Uzay teleskobu, zaman = uzay denklemi gereği, aynı zamanda, Evren’in 13.5 milyar yıl önceki halini göstermekte bize.

Zaman sonsuz olsaydı, Evrenimizin ortaya çıktığı verili sürecin belirmesi için sonsuz zaman geçmesi gerekirdi. Sonsuzluk, nicelleştirilmiş parçalardan oluşmayan metafizik bir bütün olduğundan, bu akıl yürütme mantıksızdır. Demek ki zaman sonludur! Sorun ‘nedir zaman?’ sorusunu kendinize, bu, verimli bir zihni idmanı mümkün kılacaktır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.   












257) VAROLUŞ'a Dair Bir Potpuri

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu VAROLUŞ'a Dair Bir Potpuri.

Kökeni birçok sebzeyle baharatın etle pişirildiği, türlü diyebileceğimiz, Fransız mutfağına ait bir yemek çeşidine dayanan; ilerleyen çağlardaysa, sevilen, popüler müzik eserlerinden seçilmiş bölümlerin, uyumlu geçişlerle birbirine bağlanarak aranje edilmesiyle oluşturulmuş müzik parçaları için kullanılan potpuri, günümüzde, ilk bakıldığında, birbiriyle alâkasız gibi görülen, derinlemesine incelendiğindeyse, bir, ya da birden çok sahada ilişkili olduğu anlaşılan konu ve temaların armonik bir şekilde kompoze edilmeleriyle ortaya çıkan çok katmanlı, zengin alt metinli fikri olguların isimlendirilmesinde de tercih edilmektedir. İşte varoluşun o sonsuz görüngülerinden birkaçına değinen ontik & epistemik bir fikri potpuri:

***Yaşamak için enerjiye, bunun için de beslenmeye gereksinen canlıları bekleyen potansiyel bir tehdit, harcadıklarından fazla kalori alarak süreç içinde obez olmalarıdır. İnsanın ortalama ömür diyebileceğimiz 75 yılda alacağı besinlerin toplamı, ağırlıkları 5 ton olan Afrika fillerinden 6 tanesine, yânî, 30 tona eşittir. Bunların içerdiği kalori, yaşamsal aktiviteler sırasında harcanırsa, kişi fit, harcanamazsa obez, hatta, morbid obez olabilir.

***Beslenme konusu mevzubahis olduğunda ipekböceklerine değinmemek olmaz; varoluşa ipek gibi artistik ve estetik bir katkı yapan bu küçük canlı türü, 2 aylık ortalama yaşam süresinde, vücut ağırlığının tam 80,000 katı besin alır. Bu, bütün canlılar içinde bilinen en büyük vücut kitlesi / alınan besin oransızlığıdır.

***Oransızlık, bazen canlının ağırlığıyla yediklerinin miktarı arasında oluşurken, bazen de, doğru sanılan bir yanlışın, orantısız bir şekilde dolaşıma sokulması yüzünden, doğru bilgiye erişimin zorlaşmasıyla gelişir. Toplumumuzun kültürlü kesimlerine ‘Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk matbaa ne zaman ve kim tarafından kuruldu?’ diye sorulsa, alınacak cevap, ezici çoğunlukla, ‘1727’de İbrahim Müteferrika tarafından’ olur. Oysa bu, doğru sanılan bir yanlıştır: Osmanlıda ilk matbaa, 1493’de İspanyadan tehcir edilen iki Yahudi birader olan David ve Samuel İbn Nahmias tarafından Payitaht’ta kurulmuştur.

***Nûru aynımız İstanbul’dan bir başka pâyitahta, bilişimin ve yapay zekânın başşehri ve merkez üssü San Francisco’ya uzanıyor ve Silikon Vadisi’ndeki güçlü genel yapay zekâ savunucularının dillerine pelesenk olan bir argümanı paylaşıyoruz: ‘Bilgi üreten her sistem / algoritma / organizasyon er ya da geç zeki hale gelir ve kendini üreten kaynaktan bağımsızlaşarak kozmik zekânın parçası olur.’

***Zekâ, kavramsal sanat anlayışında olduğu üzere, ihanet eder bazen kendisine ve bu suretle de, 2 asır önce ‘sanat, felsefeye dönüşerek kendisini yok edecek!’ kehanetini buyuran Hegel’i doğrulamış olur.

***Marx’ın tepetaklak ederek materyalist versiyonunu geliştirdiği idealist diyalektik, şahikasına Hegel’in müktesebatıyla erişmişti. Geist, yânî Tin, kendisini tez – antitez – sentez adımlarından oluşan diyalektik metotla açımlayıp gerçekleştirir Hegelian kuramda. Her biri bir öncekinin diyalektik inkârıyla oluşan insan >> android >> cyborg >> dijitalize beyin >> Evren’deki toplam zekâ >> zeki evren >> zeki evrenLER, zekâyı merkezine alan bir ontik / ontolojik paradigmadır.

***Tek tek ele alındıklarında rahatlıkla ‘aptal!’ denilebilecek nöronların, sinir sistemimiz olarak birleşmelerinin neticesi olan beşeri zekâ; tek başına bir şey beceremeyen karınca ve arıların, bir koloni ya da bir kovan şeklinde örgütlendiklerinde, çok karmaşık işleri yapabilmelerini andıran bir mimarinin ve işleyişin ürünüdür.

***Yıllardır insanlarını inim inim inletmiş diktatör Rusya’ya kaçmak üzere uçaktayken, ‘bir an önce Esad’la gerekli temaslar sağlanmalı’ diyebilen Dünya’dan bîhaber 'zekâ'nın, apartman yöneticiliğinde bile başarılı olma ihtimali düşüktür ne yazık ki.

*** Büyük Dil Modeli temelinde çalışan ChatGPT, Gemini ve Claude gibi sohbet robotlarının popüler örnekleri olduğu yapay zekânın evrilebileceği gelecek, diğer teknolojik hamlelerden farklı olarak, homo sapiens sapiensi bütünüyle işlevsiz ve gereksiz bırakmaya; apartmanları, şirketleri, ülkeleri ve uluslarüstü kurumları yapay zekânın yönetmesinin önünü açmaya namzet gibi gözükmekte vesselâm. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  














258) Elektrokimyasal süreç Olarak Bilinç ve Yapay Zekâ

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Elektrokimyasal Süreç Olarak Bilinç ve Yapay Zekâ.

Sinir sistemimizin işleyişini taklit eden ve derin öğrenme gibi daha karmaşık yapıların temelini oluşturan matematiksel modeller olan yapay sinir ağları; metin analizi ve dil modeli oluşturma, strateji geliştirme ve karar verme, pazar tahmini ve dolandırıcılık tespiti ve görsellerdeki nesneleri tanıma işlevleri olan yapay zekânın asal unsurlarındandır. Yapayını anlamak için, taklit ettiği organik aslını, insanı alacağız mercek altına. Sinir sistemimiz, beynimizden omuriliğimiz vasıtasıyla bütün vücudumuza yayılmış olan bir sinir ağıdır. Nöronlar, yânî, sinir hücreleriyse, bu ağın temel unsurlarıdır. Nöronların aralarındaki bağlantıyı sağlayarak sinir ağının oluşmasını gerçekleştiren unsurlar, nörotransmitterlerle, elektrik sinyallerine neden olan iyonize atomlardır. Bir nöron, çekirdeğini ve diğer organellerini içeren ‘baş’ kısmı, gövde diyebileceğimiz uzun ve ince yapılı olan akson ve diğer nöronlarla snaptik bağlantılar kurmasını sağlayan, kolları ve bacakları diyebileceğimiz saçaklar biçimindeki uzantıları olan dandritlerden oluşur. Hücre içindeki mesajlaşmalar, sodyum, kalsiyum ve potasyum gibi iyonize atomların hücre zarı üzerinden gerçekleştirdikleri giriş ve çıkışların yol açtığı elektriksel süreçlerdir. Nöronlar arasındaki snaptik mesajlaşmalar ise, onların, dandritleri arasındaki boşluk üzerinden takas ettikleri glutamat, gaba, asetilkolin, dopamin ve seretonin gibi nörotransmitterlerin gerçekleştirdiği kimyasal iletişim süreçlerine dayanır. Nöron içindeki elektrik sinyalleri, sinir hücresindeki bilgi paylaşımını sağlayıp, nörotransmitter salınımını tetiklerken; nörotransmitterler de elektrik sinyallerinin oluşmasına, ya da, bloke edilmesine neden olur. Nöron içindeki ve nöronlar arasındaki elektriksel ve kimyasal mesajlaşmaların oluşturduğu nöral yolaklar, ya da, nöral yollar üzerinden haberleşen beyin, omurilik ve çevresel sinir donanımından oluşan sinir sistemimizin verili yapısı ve çalışma tarzı, bahse konu sinir ağımızın kökeni bakımından, elektrokimyasal bir iletişim organizasyonu olduğunu söyler bize. Nöral yolakların, çevreden gelen duyusal bilgileri beyne taşıyan duyusal yolaklar; beynin direktiflerini kaslara ve organlara ileten motor yolaklar; beyin ve omurilikteki nöronlar arasında bağlantı kurarak, bilhassa refleks geliştirmemizi sağlayan ara yolaklar gibi farklı türleri vardır. Nöral yolakların entelektüel eforla bilgi edinme, öğrenme, deneyim ve rehabilitasyon süreçleri gibi etkinlikler sırasında, mezkûr faaliyetlere uyum sağlayacak şekilde değişip gelişmesi nöroplastisite, ya da, nöral plastisitedir. Bunlarla ilgili patolojik tablolar şunlardır: dopamin üreten yolaklardaki bozukluk Parkinson’a; sinir liflerini koruyan miyelin kılıfın hasarı Multiple Skleroz’a ve bellekle ilgili yolakların dejenerasyonu da Alzheimer’a neden olur. Taklit edilmeleriyle, yapay zekânın temelindeki yapay sinir ağlarının geliştirilmesini sağlayan nöral yolaklar üzerindeki çalışmalar; sinir sistemimizle elektronik sistemler arasında köprü vazifesi gören ve nörolojik işlev kayıplarını telafiye, ya da verili işlev kabiliyetini maksimize etmeye yarayan nöral protezlerin de tasarımını sağlamaktadır. Nöral yolak tetkiklerinin bir önemli hedefi de, sinir hücrelerinin bağlantılarının bütünüyle deşifre edilerek nöral bağlantı haritalarının, yânî, connectome’un mimarisinin eksiksiz tespitidir. Yapay zekâya dair okumak ve satranç oynamayı öğrenmek gibi entelektüel faaliyetlerde, ya da, masa tenisi oynamayı ve dans etmeyi öğrenmek gibi bedeni aksiyonlarda bulunurken, sinir sistemimizde yeni nöral yolaklar oluşur, önceden var olan bazılarıysa derinleşir, gelişir. Söz konusu aktivitelere ayırdığımız zaman ne denli çoksa, bahse konu sahalardaki alıştırmalarımız, tekrarlı egzersizlerimiz ne kadar yoğunsa, onlara dair olan nöral yolaklar o denli derin ve öğrenmemiz de o kadar sağlam, yoğun ve kalıcı olacaktır. Gezegenin en başarılı sporcularının, dinlenirken, ya da uyumaya hazırlanırken, gün boyu yaptıkları bedeni antrenmanları gözlerinin önüne getirerek zihinlerinde yeniden canlandırdıklarını ve en kritik hamlelerini sürekli düşünerek sportif başarılarını artırdıklarını paylaşmaları, nöral yolakların hayati önemine işaret etmektedir. Beynimizin içinde konuşan ve her biri bizi farklı işlere yönlendirmeye çalışan sesler farklı nöral yolakların marifetidir. Onlardan birine yoğunlaşmak başarıyı, aksi durum, zihni bulanıklığı ve şizoid benliği doğurur. Yapay zekânın temelindeki yapay sinir ağlarının taklit ettiği nöral yolaklar budur işte. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.   



259) George Frost Kennan.

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu George Frost Kennan.

Daha önceki bir uluslararası politika analizimizde, söz konusu alanda öne çıkmış kanaat önderlerinden Atlantik İttifakı’yla organik artikülasyon içinde olanlar hakkında şu tespitleri yapmıştık: ‘Siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler ve jeopolitik sahalarında çalışan fikir insanlarını, devletleriyle olan ilişkileri bakımından, ikiye ayırmak mümkündür: 1- proje sipariş edenler: Bunlar George Kennan, Zbigniew Brzezinski, Henry Kissinger, Samuel Huntington ve Francis Fukuyama gibi, çığır açan çalışmaları sayesinde, uzmanlık alanlarında küresel ölçekte tanınan kişilerdir. Akademya ve iş çevrelerinin yanı sıra, en elit politikacı ve teknokratlarla, hayatın her alanında sivrilmiş etki ajanlarından oluşan göz kamaştırıcı bir ilişkiler ağına sahip olan bu eşhas; aktüel uğraktaki global gelişmeleri çok iyi okur, konjonktür analizlerini de fevkalâde ustaca yapar; bunlar, küresel kapitalist düzenin ideolojik A Takımıdır. Yakın ve orta vadeli fırsat ve risk olasılıklarına dair önemli argümanlar içeren tezlerini, âdeta, ‘bunlar ev ödeviniz, üzerinde çalışın, onlara uygun strateji ve politikalar geliştirin!’ dercesine, yerel ve uluslarüstü karar alıcıların önüne koyan bahse konu entelektüellerin bazı argümanlarının hayat tarafından yanlışlanması, onlara dair olan küresel ilginin azalmasına neden olmaz. 2- proje sipariş edilenler: Daha çok güvenlik bürokrasisi, istihbarat çevreleri ve iliştirilmiş medya mecralarıyla organik eklemlenme içerisinde olan ve küresel kapitalist sistemin ideolojik B Takımını oluşturan Daniel Pipes, Graham Fuller, Richard Perle, Henry Barkey, Paul Dundes Wolfowitz gibi figürler, ülkemizin de parçası olduğu İslâm coğrafyasındaki manipülatif ve provokatif söylem ve eylemleriyle öne çıkmış tartışmalı kanaat önderleridir. Küresel kapitalist düzenin ideolojik A Takımının verdiği ev ödevi çerçevesinde, bürokrasinin geliştirdiği politika ve stratejilerin taktik evrelerini oluşturmak üzere, bürokrasi tarafından vazifelendirilen B TakımıA Takımıyla karşılaştırıldığında, gerek sektör profesyonelleri, gerekse de ortalama insan nezdindeki bilinirlik ve itibarları bakımından, çok da imrenilecek bir mevkide değildir.’

Soğuk Savaş dönemini domine eden şahin tandaslı anti – Sovyetik, anti – komünist görüşleriyle sadece ABD hariciyesinde değil, küresel jeopolitik sistemde de kalıcı tesirler bırakmış bir diplomat, tarihçi, stratejist, akademisyen ve yazar; kendisinden sonra sahne alan Brzezinski, Kissinger, Huntington ve Fukuyama’nın ilham kaynağı bir sosyal bilimci ve düşünür, küresel emperyalist – kapitalist sistemin ideolojik A Takımının koçbaşlarından George Frost Kennan, 16 Şubat 1904’de Milwaukee, Wisconsin’de geldi Dünya’ya. 1925’de Princeton Üniversitesi'nden mezun olunca başlayan Dışişleri Bakanlığı'ndaki kariyeri sırasında Avrupa’nın önemli merkezlerinde görev aldıysa da, yıldızı, 1944 – 1946 döneminde Moskova Büyükelçiliği'ndeki mesaisi sırasında yaptığı kapsamlı Sovyetler Birliği analizleriyle parlayacaktı. Kennan, 1946’da Moskova'dan ABD'ye gönderdiği tarihi nitelikli ‘Uzun Telgraf’ başlıklı raporunda, Sovyetler Birliği'nin dış politikasının ideolojik ve tarihsel kökenlerine dair kapsamlı bir analiz yaparak, ülkesinin ve Atlantik İttifakı’nın 1991’e değin savunup uygulayacağı Soğuk Savaş stratejisinin temellerini atmıştı. Bu raporunda ve takip eden analizlerinde Containment Policy, yânî, Çevreleme Doktrini adıyla formüle ettiği stratejisini kritalize eden Kennan, Sovyetlerin ideolojik ve politik yayılmacılık temelli emperyalist politikalarının ancak güçlü ve kararlı bir şekilde karşılık verilerek durdurulabileceğini savunmuş; bunun da, onun diplomatik, ekonomik ve askeri araçlar kullanılarak kuşatılmasıyla mümkün olabileceğini argümante etmişti. Bu görüşlerini, Bay X müstearıyla 1947'de Foreign Affairs dergisinde yayımlanan kapsamlı makalesinde detaylandıran Kennan, böylece uluslararası ilişkilerin en önemli teorisyenleri arasına yazdırmıştı adını. Truman Doktrini’yle Marshall Planı’nın oluşmasına katkı veren Kennan, 1948’den, 101 yaşında vefat edeceği 17 Mart 2005’e değin, 57 yıl boyunca, idealist - şahin hariciye çizgisinden realist - güvercin bir stratejist kimliğine evrilmiş, ABD’nin hasımlarına karşı sekter, aşırı müdahaleci ve militarist politikalar izlemesini eleştirmişti. Henry Kissinger’la beraber realist Amerikan dış politikasının en önemli teorisyen ve uygulayıcılarından, 'Wise Men - Bilge Adamlar' denilen hariciyecilerin de kurucu babası olan George Kennan, ardıllarının 2025 arifesinde neden oldukları katastrofik Dünya manzarasını görse, zannımızca, çok endişelenirdi. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.    











260) Nezihe Muhiddin(*).

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Nezihe Muhiddin.

Osmanlının sonuyla erken Cumhuriyet döneminde kadınların toplumsal yaşama daha fazla katılması ve siyasal haklarını kazanması mücadelesine önemli katkılar vermiş bir fikir ve aksiyon insanı; 20 romanla, sayıları 300’ü bulan senaryo, operet, öykü ve piyes yazmış verimli bir yazar, gazeteci, Cumhuriyetin ilk partisi olan Kadınlar Halk Fırkası’nın, Türk Kadın Yolu Dergisi’nin ve Türk Kadınlar Birliği’nin kurucusu Nezihe Muhiddin 1889’da Kandilli’de doğdu. Anne tarafından II. Mahmud’un atadığı ilk serasker olan Ağa Hüseyin Paşa’nın soyundan gelen, babası ceza hakimi Muhiddin Bey olan Nezihe Muhiddin, babasının desteğiyle aldığı özel dersler sayesinde Arapça, Farsça, Fransızca ve Almanca öğrendi, asla eve kapanmadı, at binmenin ve boğazda tek başına kürek çekmenin de arasında olduğu çeşitli sporları yaptı.Kendi tabiriyle kadınlık mefkûresiyle, istibdat karşıtı, hürriyet sever annesinin evlatlığı ve entelektüel bir kadın olan Nakiye Hanım vasıtasıyla tanıştı. Fatma Aliye Hanım'ın fikirlerinden etkilenen bir çevrenin mensubu olan Nakiye Hanım, onun ilk feminist öğretmeni oldu.’ Yüksek eğitim almamasına karşın, evde aldığı özel derslerin kalitesi sayesinde, 1909’da Maarif Nezareti'nin açtığı hocalık sınavını kazanarak Kız İdadi Mektebi'ne fen bilimleri hocası atanmayı başaran Nezihe Muhiddin, II. Meşrutiyet döneminin efsane figürü Halide Edip’ten sonra, Osmanlı kadın hareketinin en tanınan ikinci sîmâsıydı artık. O ve örgütlediği 13 kadın hakları savunucusu, birçok engellemeye karşın, 15 Haziran 1923’de, Darülfünun konferans salonunda, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesini temel amaç edinmiş bir kadın şûrası topladılar. O şuranın aldığı Kadınlar Halk Fırkası kurulması kararı, ülkenin gündemine bomba gibi düşecek, büyük tepki çekecekti. Henüz Cumhuriyet Halk Fırkası kurulmamışken kadınların aldıkları bu inisiyatif Gâzi’yi kızdırmış, Nezihe Muhiddin ve arkadaşlarının, Halk Fırkası’nın ‘Dokuz Umdesi’ne nazire yaparcasına, kadın hakları hususunda ‘Dokuz Umde’ açıklamalarıysa bu kızgınlığı öfkeye dönüştürmüştü. Sonunda beklenen oldu, Ankara Kadınlar Halk Fırkası’nı veto etti. Bunun üzerine Nezihe Muhiddin ve arkadaşları, siyasal amaçlarını tüzükten çıkararak partileşmeyi dernekleşmeye dönüştürdüler, Türk Kadınlar Birliği’ni kurdular. Daha önce askerlik yapma talepleri reddedilen Nezihe Muhiddin ve arkadaşlarının, kadınların polis olabilmesi talepleri de kabul görmeyecekti. Nezihe Muhiddin ve ekibi, Kemalist rejimle, kadınların siyasal hakları için aktivist bir feminist zihniyetle mücadele edilmeyeceği, bunun Halk Fırkası’nın projelendireceği bir devrim olarak bilâhare gündeme getirileceği konusunda zımnen anlaşmış olmasına karşın, 1927’deki Türk Kadınlar Birliği kongresinde, üç yıl önce programdan çıkarılan ‘Siyasal hakların alınması için çalışılacaktır’ maddesi yeni bir formülle geri getirilip, üstüne bir de Nezihe Muhiddin yeniden başkanlığa seçilince kızılca kıyamet kopacaktı. Ankara’ya göre Nezihe Muhiddin çizmeyi aşmış, kontrolden çıkmıştı. Düğmeye basıldı, Nezihe Muhiddin hakkında yolsuzluk soruşturması açıldı, hakkında basında büyük bir algı operasyonu ve itibar suikastı faaliyeti yürütüldü, yabancı ülke ajanı ilân edildi. Ankara'yla uzlaşan bir grup üye, Nezihe Muhiddin'i, kurduğu kurumdan ihraç etti, derneğine de el koydu. Hakkında açılan bütünüyle mesnetsiz yolsuzluk ve ajanlık suçlamaları 1929 affıyla düşen Nezihe Muhiddin hayata ve hemcinslerine küstü, ama, davasını terk etmedi, takma isimle yazılar yazdı, evindeki toplantılarda görüşlerini paylaştı. Daha birkaç ay önce ‘biz Nezihe Muhiddin gibi olmayacak hayallerin peşinde koşmuyor, siyasal hak talebinde bulunmuyoruz’ açıklaması yapan rejim destekçisi yeni Kadınlar Birliği yönetimi, 5 Aralık 1934 günü kabul edilen kadınlara seçme ve seçilme hakkı üzerine sokaklarda ve toplantılarda ‘Yaşasın kadınlık, yaşasın Gazi!’ diye biten nutuklar atıyordu. Bu kutlamaların hiçbirine davet edilmeyen, unutturularak ölmeden öldürülmeye çalışılan Nezihe Muhiddin, bu haksızlıklara daha fazla dayanamadı, geçirdiği ruhi bunalım yüzünden yatırıldığı Şişli’deki akıl hastanesinde 10 Şubat 1958 vefat etti. Yaprak Zihnioğlu’nun yazdığı Kadınsız İnkılap – Nezihe Muhiddin, Kadınlar Halk Fırkası, Kadın Birliği, kaynağımız, okuma önerimizdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  

(*):Bu metin yerine, onun '...metinler >>> 53' başlığı altında 261 sıra numarasıyla paylaşılan versiyonu yayımlanacaktır; 260. program olarak yayımlanacak olan metnimse, '...metinler >>> 53' başlığı altında 260 sıra numarasıyla yer alan 'Kuantum Çipi Willow 'Çoklu Evren' Dedi'dir. 

-------------------------------------------------------------

Önceki 260 metne erişmek için bknz. ltfn.:

https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/11/sumerden-yapay-zekaya-burokrasi-ne.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder