Nezihe Muhiddin: Türk Feminizminin ötekileştirilen protagonisti - Portreler 1


Osmanlı İmparatorluğu'nun son demleriyle erken Cumhuriyet döneminde kadınların 
toplumsal yaşama daha fazla katılması ve siyasal haklarını kazanması mücadelesine önemli katkılar vermiş bir fikir ve aksiyon insanı; 20 romanla, sayıları 300’ü bulan senaryo, operet, öykü ve piyes yazmış verimli bir yazar, gazeteci, Cumhuriyetin ilk partisi olan Kadınlar Halk Fırkası’nın, Türk Kadın Yolu Dergisi’nin ve Türk Kadınlar Birliği’nin kurucusu Nezihe Muhiddin 1889’da Kandilli’de doğdu. 

Anne tarafından II. Mahmud’un atadığı ilk serasker olan Ağa Hüseyin Paşa’nın soyundan gelen, babası ceza hakimi Muhiddin Bey olan Nezihe Muhiddin, babasının desteğiyle aldığı özel dersler sayesinde Arapça, Farsça, Fransızca ve Almanca öğrendi, asla eve kapanmadı, at binmenin ve boğazda tek başına kürek çekmenin de arasında olduğu çeşitli sporları yaptı. ‘Kendi tabiriyle kadınlık mefkûresiyle, istibdat karşıtı, hürriyet sever annesinin evlatlığı ve entelektüel bir kadın olan Nakiye Hanım vasıtasıyla tanıştı. Fatma Aliye Hanım'ın fikirlerinden etkilenen bir çevrenin mensubu olan Nakiye Hanım, onun ilk feminist öğretmeni oldu.’ 





















Yüksek eğitim almamasına karşın, evde aldığı özel derslerin kalitesi sayesinde, 1909’da Maarif Nezareti'nin açtığı hocalık sınavını kazanarak Kız İdadi Mektebi'ne fen bilimleri hocası atanmayı başaran Nezihe Muhiddin, II. Meşrutiyet döneminin efsane figürü Halide Edip’ten sonra, Osmanlı kadın hareketinin en tanınan ikinci sîmâsıydı artık. 

O ve örgütlediği 13 kadın hakları savunucusu, birçok engellemeye karşın, 15 Haziran 1923’de, Darülfünun konferans salonunda, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesini temel amaç edinmiş bir kadın şûrası topladılar. O şuranın aldığı Kadınlar Halk Fırkası kurulması kararı, ülkenin gündemine bomba gibi düşecek, büyük tepki çekecekti. Henüz Cumhuriyet Halk Fırkası kurulmamışken kadınların aldıkları bu inisiyatif Gâzi’yi kızdırmış, Nezihe Muhiddin ve arkadaşlarının, Halk Fırkası’nın ‘Dokuz Umdesi’ne nazire yaparcasına, kadın hakları hususunda ‘Dokuz Umde’ açıklamalarıysa bu kızgınlığı öfkeye dönüştürmüştü. Sonunda beklenen oldu, Ankara Kadınlar Halk Fırkası’nı veto etti. Bunun üzerine Nezihe Muhiddin ve arkadaşları, siyasal amaçlarını tüzükten çıkararak partileşmeyi dernekleşmeye dönüştürdüler, Türk Kadınlar Birliği’ni kurdular. Daha önce askerlik yapma talepleri reddedilen Nezihe Muhiddin ve arkadaşlarının, kadınların polis olabilmesi talepleri de kabul görmeyecekti. 

Nezihe Muhiddin ve ekibi, Kemalist rejimle, kadınların siyasal hakları için aktivist bir feminist zihniyetle mücadele edilmeyeceği, bunun Halk Fırkası’nın projelendireceği bir devrim olarak bilâhare gündeme getirileceği konusunda zımnen anlaşmış olmasına karşın, 1927’deki Türk Kadınlar Birliği kongresinde, üç yıl önce programdan çıkarılan ‘Siyasal hakların alınması için çalışılacaktır’ maddesi yeni bir formülle geri getirilip, üstüne bir de Nezihe Muhiddin yeniden başkanlığa seçilince kızılca kıyamet kopacaktı. Ankara’ya göre Nezihe Muhiddin çizmeyi aşmış, kontrolden çıkmıştı. Düğmeye basıldı, Nezihe Muhiddin hakkında yolsuzluk soruşturması açıldı, hakkında basında büyük bir algı operasyonu ve itibar suikastı faaliyeti yürütüldü, yabancı ülke ajanı ilân edildi. Ankara'yla uzlaşan bir grup üye, Nezihe Muhiddin'i, kurduğu kurumdan ihraç etti, derneğine de el koydu. 

Nezihe Muhiddin'in 'yabancı ülke ajanlığı' ile suçlanmasına dair bir parantez açıyorum: Nezihe Hanım'ın liderliğindeki Türk Kadınlar Birliği 1927'de, kadınların hakları için gezegenin bir çok coğrafyasında mücadele eden örgütleri bünyesinde barındıran çatı örgütü olan Uluslararası Kadınlar Birliği'ne (International Woman Suffrage Alliance) üye oldu. UKB'ye genç Cumhuriyet rejiminde kadınların verdikleri mücadele hakkında mektuplar gönderildi, birliğin yöneticileri Türkiye'ye davet edildi. UKB mensubu Alman ve Fransız feministler ülkemize geldi, Nezihe Muhiddin ve arkadaşları tarafından ağırlandı. Ezcümle, görüş alışverişi amaçlı bu kısa süreli ziyaretlerin 'Beşinci Kol Faaliyeti' olarak damgalanması ve Nezihe Hanım'ın bu argüman temelinde yargılanması, otoriter rejimin, toplumun Kemalist ideoloji çerçevesinde formatlanmasına itiraz eden otonom / aykırı / liberter sesleri bastırma çabası olarak okunabilir. Nezihe Muhiddin'e atılı 'yolsuzluk' suçlamaları öylesine temelsiz ve o denli vicdansızca kurgulanmıştı ki, onları paylaşarak, öğrendiğimde yaşadığım 'bu kadar da olmaz ki canım!' temelli infialimin ve üzüntümün bir benzerini yaşamanıza sebep olmak istemiyorum.

Hakkında açılan bütünüyle mesnetsiz bu söz konusu yolsuzluk ve ajanlık suçlamaları 1929 affıyla düşen Nezihe Muhiddin hayata ve hemcinslerine küstü, ama, davasını terk etmedi, takma isimle yazılar yazdı, evindeki toplantılarda görüşlerini paylaştı. Daha birkaç ay önce ‘biz Nezihe Muhiddin gibi olmayacak hayallerin peşinde koşmuyor, siyasal hak talebinde bulunmuyoruz’ açıklaması yapan rejim destekçisi yeni Kadınlar Birliği yönetimi, 5 Aralık 1934 günü kabul edilen kadınlara seçme ve seçilme hakkı üzerine sokaklarda ve toplantılarda ‘Yaşasın kadınlık, yaşasın Gazi!’ diye biten nutuklar atıyordu. 

Bu kutlamaların hiçbirine davet edilmeyen, unutturularak ölmeden öldürülmeye

çalışılan Nezihe Muhiddin, maruz kaldığı haksızlıklara daha fazla dayanamadı, geçirdiği ruhi bunalım yüzünden yatırıldığı Şişli’deki akıl hastanesinde 10 Şubat 1958 vefat etti. Türk feminizminin bu cevval ve (metni trajedize ederek anlatıyı arabeske bağlama tehlikesini göze alarak söylüyorum) bahtsız protagonist karakterini psikolojik yıkıma götüren bir olay da, hiç kuşkusuz, tek evlâdı olan oğlu Cahit'in 1930'ların sonunda intihar etmesiydi(1). Doğuştan melankolik tabiatlı olan Cahit'in kırılgan psikolojisi, annesine uygulanan sistematik ve çok katmanlı saldırıları göğüsleyememiş, çözümü özkıyımda bulmasına yol açmıştı. Bazı kaynaklarda yer alan, Cahit'in cesedinin kokuşmuş bir şekilde bir çöplükte bulunduğuna dair malûmat şayet doğruysa, 'Nezihe Muhiddin'in vesikalık fotoğrafı' mahiyetindeki bu biyografiye en çok şu epilogue yakışacaktır: 'yine de iyi dayanmışsın be Nezihe Muhiddin, yine de iyi dayanmışsın!'(2), (3).

dipnotlar ve kaynaklar:
(1): Bir protagonistin mevcudiyeti ('varoluşun her unsuru zıddıyla kaimdir' ilkesi gereği) onun antagonistinin de varlık sahasına çıkmasını zorunlu kılar. Nezihe Muhiddin'in antagonisti, hiç kuşkusuz, onun (o meşhur kırılma anı olan 1927'ye değin) feminizm davasındaki en önemli yoldaşı, dostu ve birlikte Türk Kadınlar Birliği'ni kurdukları Latife Bekir Çeyrekbaşı'dır. Latife Hanım, rehberi bildiği Nezihe Muhiddin'i kurduğu dernekten kovmuş, siyasal iktidarın verdiği destekle çöktüğü bahse konu organizasyonun 1927 - 1935 döneminde başkanlığı yapmış, bunlar yetmezmiş gibi casusluk ve yolsuzluk gibi iddialarla süslediği jurnalleriyle Nezihe Hanım hakkında ceza davası açılmasına neden olmuştur. Latife Hanım'ın bu anlatının antagonisti oluşunun su götürmez bir hakikat olması bu yüzdendir. Siyasal iktidarın güdümünde davranmasının mükâfatı olarak Gâzi tarafından Işıkdoğdu soyadıyla taltif edilen, yine Gâzi'nin direktifiyle milletvekili seçilen Latife Hanım, zahmetli bir rahatsızlık süreci sonrasında, Nezihe Hanım'dan 7 yıl önce vefat etti. Atatürk'ün bizzat verdiği soyadını değil de, eşinin soyadını kullanmasının da arasında olduğu enteresan süreçleri yaşayan bu antagonist karakterin hayatının 'vesikalık fotoğrafı'nı da çekip koyacağım yakında buraya.

(2): Bu metne çalışırken başvurduğum kaynakların en önemlisi Yaprak Zihnioğlu’nun yazdığı Kadınsız İnkılap – Nezihe Muhiddin, Kadınlar Halk Fırkası, Kadın Birliği kitabıydı. Onu 'konu ilgili çekti, daha kapsamlı bilgi edinmek isterim' diyenlere de öneririm.

(3): Metnin TRT Radyo 1'de yayımlanan versiyonu için bknz. ltfn.: 

https://ziyaversencan.blogspot.com/2024/12/kuantum-cipi-coklu-evren-dedi-nezihe.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder