TRT Radyo 1, Sayfaların Dilinden programı, metinler - 4

01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan mezkûr metinlerin 29 Ocak - 02 Şubat döneminde yayınlanacak olanları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri ve eleştirilerinizi paylaşırsanız sevinirim. Malûmu ilâm etmek olacak ama, paylaşmadan edemedim: TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek mezkûr programı Dünya'nın her yerinden izlemeniz mümkün.



21) Konu: Beyrûnî

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Beyrûnî, bahsedeceğimiz kitap Beyrûnî’ye Armağan.

Kısaca Bîrûnî ya da Beyrûnî diye anılan Ebü’r-Reyhân Muhammed bin Ahmed el-Bîrûnî 973’de Harezm’in Ket şehrinde doğmuş, 1051 ya da 1061'de vefat etmiştir. 

Bilim tarihinin en önemli eseri Bilim Tarihine Giriş'de George Sarton, 'On birinci yüzyıl Beyruni çağıdır’ derken; Türkiye'nin George Sarton’u Aydın Sayılı, onu, pek haklı olarak Archimedes, Leonardo, Leibniz ayarında bir bilim şahikası olarak niteler. Zeki Velidi Togan, Max Meyerhof, Süheyl Ünver, Aydın Sayılı gibi çok önemli uzmanların Türk, diğer bazılarının ise Fars ya da Soğd olduğunu savundukları âlim, kendisi gibi hezarfen, yâni bin fenli olan İbn-i Sina ve döneminin diğer üstatlarından dersler almıştı. Gazneli Mahmud, oğlu Mesud ve torunu Mevdud dönemlerinde Gazne’de yaşayan Beyrûnî, bu hükümdarlardan büyük saygı ve destek görmüştür. Arapça, Farsça, Sanskritçe, İbranice, Süryanice, Grekçe, Türkçe başta olmak üzere, bazıları ölü olan onlarca lisanı konuşup yazabilen, bu bakımdan da hakiki bir filolog olan âlim; fizik, tıp, eczacılık, matematik, astronomi, trigonometri, kronoloji, coğrafya, topoğrafya, kartografya, jeodezi, meteoroloji, jeoloji, sosyoloji, felsefe, mantık, filoloji, tarih ve ilahiyat disiplinlerini derinlemesine incelemiş, bunlara dair kayda değer eserler vermiştir. İslam rönesansı olarak nitelenen 8. asır – 12. asır döneminin İbn-i Rüşt, İbn-i Sina, Farabi, Kindi ve Cabir gibi alimlerinin halk indinde kazandıkları popülariteye erişememesine karşın, günümüze intikal etmiş eser ve bibliyografyalarda yapılan atıflara göre 180 eser ve 13,000 varaktan mürekkep olan asârı ile Beyrûnî, akademyanın üzerine titrediği bir dâhi olarak temayüz etmektedir. Ne yazık ki mezkûr eserlerinin sadece Tahkiku ma li’l HindAsaru’l-Bakiye, el-Kanun el-Mes’udi, Kitabu’t-Tefhim, Kitabu’l Cemahir ve Kitabu’s Saydene'nin de arasında olduğu 25 kadarı elimizdedir. Bunlar, asırlar boyunca aşılamamış, başvuru kaynağı olma vasıflarını korumuştur. 


Rönesans alimleri gibi, ilgi alanı neredeyse sınırsız olan Beyrûnî, Çin porselenlerinden Germenlerde demirciliğe; Musevilerin, Hintlilerin, Songdluların takvimlerinden, bilinen bütün milletlerin kutsal günlerine, bayramlarına; envai çeşit dil ve mahalli lehçenin içerdiği terimlerden hidrostatiğe; mikrometreden astroloji ve ilmi feleğe kadar çok geniş bir entervaldeki konuları eleştirel metodolojisinin prizmasından süzerek âsarında tetkik, teşrih ve tespit etmiştir. 
George Sarton’un Beyruni’yi ‘sadece İslam Dünyasının değil, insanlık aleminin bütün çağlarının en büyük alimlerinden birisi olarak selamlamasında; kritikçi zihniyeti, engin hoşgörü ve hümanizması, hakikate sadece ve yalnızca hakikat olduğu için değer verişi, medeni cesareti, bilmek - öğrenmek uğruna giriştiği emsalsiz cehdi belirleyici rol oynar. Beyrûnî, hem Yunan ve Mezopotamya ve hem de Hind ve Çin ilmini layığıyla bilen ender alimlerdendi. Külliyatı, bu şuur halini kuşanmışlığın üzerinde yükselen emsalsiz bir âsârdır.
Atatürk ve Maarif Vekili Reşit Galip Bey tarafından Harvard Üniversitesi'ne tahsile gönderilen ve Dünya'nın ilk doktoralı bilim tarihçisi olarak yurda dönen Aydın Sayılı'nın yazarlarından biri ve editörü olduğu, Beyrûnî'nin 1000. doğum yıl dönümü vesilesiyle Türk Tarih Kurumunca hazırlanan 'Beyrûnî'ye Armağan' kitabı, yerli ve yabancı uzmanların kaleme aldıkları yetkin metinleriyle, konunun meraklısının başucu kitabıdır ve bu bakımdan da şâyan-ı tavsiyedir.
Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; sağlıkla kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.




22) Konu: Doğu - Batı Karşıtlığı

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Doğu - Batı Karşıtlığı, bahsedeceğimiz kitap Işık Doğudan Gelir.

Tarihçiler, insanlığın tesis ettiği medeniyet havzalarını tartışırken, onları Doğu, Batı, Kuzey, Güney gibi coğrafi kavramlar üzerinden de klasifiye ederler. Oysa bunlar problemli ifadelerdir. Doğu - Batı karşıtlığı en çok, her üçü için de 'Batı'nın en doğusu, Doğu'nun en batısı' tanımlaması yapılan Türkiye, Rusya ve Japonya özelinde tartışılır. Bu karşıtlığın tarihsel gelişimini ve aktüel durumunu doğru anlamlandırmak için 'sıklet merkezi medeniyet havzaları' olan mezkûr tartışmanın temel ıstılahlarını teşrih masasına yatırıp diseksiyona tâbî tutmak gerekir.

Çok katmanlı anlam uzaylarına gönderme yapan 'Batı Medeniyeti' - 'Doğu Medeniyeti' karşıtlığı kavramsallaştırması, Birleşik Krallık'ın en güçlü olduğu Victorian Çağ'da, kendisini gezegenin merkezi olarak kabul ettirmesi, Türkiye'yi Yakın Doğu, Japonya ile Rusya'nın önemlice bir kesimini ise Uzak Doğu olarak konumlandırmasıyla vücut bulmuştur. 

Üç semavi din de Hz. İbrahim'den neşet ettiği; İslam ıstılahının gönderme yaptığı manâ kozmosu, hususen de onun itikâdî ve imânî prensipler cümlesi, temelde İbrahimi umdelere müstenit olduğu ve Müslüman mütekellimin, muhaddis ve müfessirler, muharref olmamış ilk halleriyle Tevrat ve İncil'in, kutsal metinler olduğunu teslim ettiği için Türkiye, hem İslâm Aleminin, hem de Batı'nın mensubudur. Roma hukuku Batı Uygarlığının hukuki üstyapısının 'ruh'udur. Öte yandan Kadim Mısır, Pers ve Mezopotamya medeniyetlerinden derin tesirler taşıyan mezkûr Roma kodeksi ve devlet teşkilatı, Bizans medeniyeti üzerinden Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı hukukunu, devlet teşkilatlanması ve toplumsal organelleşmesini de etkilemiştir. Bu yüzden de Osmanlı İmparatorluğuna 'Üçüncü Roma - Yeni Roma' demek belki 'aşırı yorum'dur, lâkin, bunlar arasında genetik bir akrabalık olduğunu söylemek de gayri-hakiki olmayacaktır. Öte yandan Endülüs Medeniyeti de benzer kaynaklardan beslenir. Yunan felsefesi Batı düşüncesini destekleyen en önemli fikri menbâdır. Aristoteles'i ve Platon'u nisyan ve zulmetin pençesinden kurtaran ve onların yeniden Avrupa ve Dünya kültürünün parçası haline getiren Abbasi Rönensansı sırasında gerçekleştirilen tercümeler ve şerhlerdir. Bu yüzden, Aristo ve bütün neo platonist yorum ve ekolleriyle birlikte Platon, ne kadar 'Hristiyan'sa, o kadar da 'Müslüman'dır.

Gerçekleştirdiğimiz bu diyalojik yolculuğun îmâ, iddia, ifade ve hatta ispat ettiği argüman şudur: 'İslam Medeniyeti Doğu'dan ziyade Batı'nın bir komponentidir. Doğu Medeniyeti, ya da kısaca DOĞUHindistan, Çin ve Japonya'nın temel elementleri olduğu bir hakikattir. 7 Ekim'den sonra İsrail devletinin Filistin halkına uyguladığı soykırımı destekleyenler Batı Medeniyetinin karanlık tarafını, Türkiye gibi haklının, mazlumun, mâdunun ve mağdurun yanında duranlar ise aydınlık tarafını temsil etmektedir.

Ezcümle; Türkiye Batı, Japonya ise, küresel güç dengelerinin tayin ettiği uluslararası ilişkilerin 1945 sonrasında şekillenen 'Büyük Resm'i içerisinde NATO destekçisi olarak Batı; ama, teolojik, sosyolojik ve kültürel olarak Doğu Medeniyet Havzasındadır. Rusya ise, küreselciler aksini savunsa da, kültürel kodları, teolojik esasları, psikolojik motivasyonları ve sosyolojik umdeleri bakımında Batı medeniyet havzasındadır. 

Dinleyenlerimiz, Cemil Meriç'in müellifi olduğu Işık Doğudan Gelir'de ele aldığı haliyle Doğu - Batı karşıtlığı meselesini okuduklarında,  samimi, derûni, ön yargısız ve dahice bir tecessüsle mezkûr problematiğin kuşatıldığını görecek, bizim burada sağlamaya çalıştığımız mütevazi açılımın çok ötesindeki bir ufku ve zengin bir analiz ve tespitler manzumesini keşfedeceklerdir. 

Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.




23) Konu: Atasözü yanlış olur mu?

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Atasözü yanlış olur mu?,  bahsedeceğimiz metin 'Bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir (mi?)' makalesidir.

Doğru sandığımız ve gündelik konuşmalarımızda da sıklıkla kullandığımız yanlış bir atasözünü teşrih ve tetkik edeceğimiz bu programa, diğer birçok sohbetimizin dîbâçesinde de yaptığımız üzere, kavramsal bir çerçeve çizerek başlayacağız.

Bir milletin duygu alemiyle düşünce dünyasını yansıtan, kültürel kodlarından ve sosyolojik normlarından beslenen, imani ve itikadi umdelerinden referans alan aforizmalar ve asırlara sârî süreçlerin imbiğinden damla damla süzülerek günümüze gelmiş kısa, vurucu, hikmetle yüklü maksimler şeklindeki müellifi belirsiz anonim mahiyetli öğütlere atasözü denir. Toplum indinde yüksek prestij sahibi olan ve hakikatle mutabakatlarına dair şüphe duyulmayan atasözleri, bu nitelikleri yüzünden doğruluğu referans gerektiren iddiaları desteklemek adına en çok tercih edilen payandalardır. Ancak, atasözlerinin tamamının sorgusuz sualsiz doğru kabul edilmesi yanlıştır; meselâ yabancı dillerden tercüme edilen atasözlerinin sadece bir kelimesinin yanlış çevrilmesi yüzünden çok ciddi anlam kaymasına uğraması ve yanlış bir içeriğe ve manaya evrilmesi mümkündür. Gündelik konuşmalarımızda çokça kullandığımız 'bozulmuş saat bile günde iki kere doğru zamanı gösterir' atasözü yanlış çevirinin gadrine uğramış bir argümandır. 

Çok konuşan, ancak konuştuklarının neredeyse tamamı yanlış, saçma, yalan olan birinin, 40 yılın başında ettiği doğru ve anlamlı bir lâf karşısında, onu tanıyanların, içine düştükleri şaşkınlığı dillendirmek adına sarf ettikleri bir ifade olan bu atasözü, İngilizceden dilimize çevrilmiştir. Orijinali Even a Broken Clock Is Right Twice a Day olan atasözü ilk olarak 1711'de The Spectator dergisindeki bir makalede yer almıştır. Broken kelimesi paylaştığımız İngilizce cümlede 'durmuş' anlamında kullanılmasına karşın, Türkçeye çevrilirken onun bir diğer anlamı olan bozulmuş tercih edilmiş, böylece 'durmuş saat bile günde iki kere doğruyu gösterir' olması gereken cümle 'bozulmuş saat bile günde iki kere doğruyu gösterir' olarak dilimize girmiştir. 

Bozulmuş bir saat için şu 5 devam yolundan birisi söz konusudur: a- sabit bir süreyle sürekli geri kalır, b- değişen sürelerle sürekli geri kalır, c- sabit bir süreyle sürekli ileri gider, d- değişen sürelerle sürekli ileri gider, e- bazen geri kalır, bazen ileri gider. Bozuk bir saat, bu 5 devam yolunda tarif edildiği şekillerde milyonlarca yıl çalışsa bile, bırakın her gün 2 kere doğru zamanı göstermeyi, asla bir kere bile doğru zamanı göstermez, gösteremez!

Kaynak metnimizin müellifi Ersin Hoca, mezkûr atasözünün Türkçe versiyonunun, bizim de hemfikir olduğumuz üzere, yanlış olduğunu söylerken; İngilizce orijinalinin, yâni, 'durmuş saat bile günde iki kere doğruyu gösterir' argümanının doğru olduğuna hükmetmiş; biz buna da katılmıyor, atasözünün bu halinin de yanlış, ya da safsata olduğunu savunuyoruz. Durmuş bir saatin, onu mukayese edeceğimiz doğru çalışan bir saatimiz yoksa, takılıp kaldığı zamanın, günün o zamana denk düşen anlarıyla örtüştüğünü görmemize, saptamamıza, anlamamıza imkân yoktur. Yanımızda doğru çalışan bir saat olması halinde ise, söyler misiniz Allah aşkına, hangimiz onu durmuş bir saatin 24 saat içinde doğruyu gösterdiği 2 anı tespit etmek için kullanırız ki?!? Bu 'sözde atasözü', 213 yıl önce şakacı bir İngiliz'in okurlarını trollemek için ortaya attığı bir mugâlatadan başka bir şey olmasa gerektir zannımızca.

Profesör Dr. Ersin Yurtsever'in sarkac.org sitesinde yayınlanmış olan ve bu sohbetimize mesnet oluşturan Bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir (mi?) makalesi, mercek altına aldığımız sorunsalın analizini yaparken tüm zamanların en büyük matematikçisi olarak kabul edilen ve 'Matematikçilerin Prensi' olarak anılan Johann Carl Friedrich Gauss'un icat ettiği modüler aritmetiği kullanmış. Bu durum, mezkûr kaynak metnimizi, matematik meraklısı dinleyenlerimiz için müracaat edilesi bir referans kılmaktadır. Atasözlerine bile eleştirel bir anlayışla yaklaşmanın faydalı olduğuna işaret ederek itmam ediyoruz bu sohbetimizi. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.

24) Konu: Ömer Seyfettin


Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Ömer Seyfettin, bahsedeceğimiz kitap Ömer Seyfettin - Ülkücü Bir Yazarın Romanı.
Türk miliyetçiliği mefkûresinin edebiyat sahasındaki sancaktarı Ömer Seyfettin'i tanımayanımız, eğitim hayatımızla birlikte okumaya başladığımız hikâyelerini sevmeyenimiz azdır zannımızca. 36 yıllık kısacık hayatına sığdırdığı duru, yalın bir Türkçe ile yazılmış 120'nin üzerindeki hikâye ve kült eser mertebesindeki Efruz Bey romanıyla Milli Edebiyat akımının ve dilde sadeleşme temelli Yeni Lisan hareketinin başını çekmiş bir kültür ve edebiyat insanı olan Ömer Seyfettin, aynı zamanda kısa Türk hikâyeciliğinin de kurucu babasıdır. 1884'de Balıkesir, Gönen'de doğan Ömer Seyfettin, zâbit olan babasının izinden giderek askeri okullarda okudu. Talebe iken edebiyat dergilerinde şiir ve yazıları yayınlanan yazar, Harp Okulu’nu 1903 yılında bitirerek başladığı askeri kariyeri sırasında askeri muallim ve edebi müellif olarak öne çıktı. Bu süreçte Baha Tevfik'ten Fransızca ve Batı Kültürü, Necip Türkçü'den Türkçe ve milli edebiyat, Ziya Gökalp'ten ise Türk milliyetçiliği mefkûresinin doktrin ve ideolojisi hususlarında feyz ve eğitim aldı. Gökalp'in 'tazminatını öde, kendini tam zamanlı olarak yazmaya vakfet' telkinleri sonucu 1910'da ordudan ayrılan Ömer Seyfettin, Ekim 1912'de patlayan Balkan Savaşı yüzünden yeniden Osmanlı Erkânı Harbiyesinin emrine girdi. Akabinde Yunan kuvvetlerine esir düşen yazar, 10 ay boyunca bir askeri kampta enterne edildi. 1913 sonunda çok sevdiği annesi Fatma Hanımı kaybedince derin bir yeise sürüklenen Ömer Seyfettin, yaşadığı ruhi bunalımı evlenerek aşabileceğini düşünerek, 1915'te İttihat ve Terakki Fırkası'nın önemli kanaat önderlerinden Doktor Besim Ethem Bey'in kızı Câlibe Hanım'la hayatını birleştirdi. Ömer Seyfettin, kendisini ve yuvasını çekip çevirecek, çocuk bakacak ve sanatçı buhranlarını idare edebilecek bir eş arıyordu. Bu eş ne oryantalist muhayyelenin leitmotiflerinden olan mütevekkil Şark kadını gibi bir prototip, ne de yazarın zaman zaman tekrarlanan uçarılıklarını içine sindiremeyecek derecede feministmeşrep bir alafranga züppe olmalıydı. Oysa Câlibe Hanım, onun ruhi dalgalanmalarını teskin edecek, yazarken yaşadığı tıkanmaları aşmasına yardımcı olacak, sanatçı bohemliğini tolere ederek her durumda arkasında duracak biri değildi. Ömer Seyfettin'in, alaturka dünyanın bir ferdi iken gezegende olup bitenlerin de farkında olan annesinin replikası niteliğindeki ârifâne ve çilekeş bir Osmanlı kadını arayışı hüsranla sonuçlanmış, eşi ve ailesinin farklı dünyaların insanları olması yüzünden bu evlilik ancak 3 yıl sürebilmişti. Câlibe Hanım'In, 3 yaşındaki kızlarıyla birlikte baba evine dönmesi, yazarın zaten bıçak sırtında ilerleyen sağlık vaziyetinin daha da kötüleşmesine neden olmuş; yanlış teşhis ve tedaviyle giderek azan diyabet hastalığı yüzünden 6 Mart 1920'de, daha hayatının baharında iken, irtihâl-i dâr-ı bekâ eylemiştir. 
Hayatı ve âsarı hakkındaki en kapsamlı çalışma olan Tahir Alangu imzalı Ömer Seyfettin - Ülkücü Bir Yazarın Romanı kitabı, Namık Kemal, Halid Ziya ve Tevfik Fikret'i edebi üstatları bilen; şiir, hikâye ve makaleleri Mecmua-i Edebiyye, Hüsn-ü Şiir, Genç Kalemler, Türk Yurdu, Türk Sözü, Yeni Mecmua, Şair, Donanma, Büyük MecmuaYeni DünyaDiken ve Türk Kadını dergileriyle Vakit, Zaman ve İfham gazetelerinde yayınlanan yazarın, okurunu dürüst, faziletli, ahlâklı bir hayata özendirirken, Türk örfü ve diliyle İslâm Medeniyetini başarıyla meczetmenin, bunu da Türkçülük mefkûresini bir alt metin olarak kullanarak yapmanın başarılı örnekleri olan Diyet, Kaşağı, Bomba, Pembe İncili Kaftan, Türk Çocuğu Primo, Forsa, Kızıl Elma Neresi?, Falaka, Ferman, Kütük, Başını Vermeyen Şehit, Topuz, Yalnız Efe, Nâdan, Yüksek Ökçeler, Aleko gibi hikâyelerin arka plânı da dahil olmak üzere hayatına dair hemen her hususu başarıyla aktarmakta bizlere. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.

25) Konu: Küresel gelir ve Servet Adaletsizliği




Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programımızın bugünkü konusu Küresel Gelir ve Servet Adaletsizliği, bahsedeceğimiz metin Oxfam Eşitsizlik Raporu
Birbirine çokça karıştırılan kavramlardır gelir ve servet. Gelir, üretim faktörleri olan emek gücümüz, gayrimenkul ve menkul temelli varlıklarımız üzerinden elde ettiğimiz ücret, faiz, rant kazançlarımızın toplamına tekabül eden bir varlık akımıdır. Geçimimizi gelirimiz üzerinden sağlarız. Servet ise sahip olduğumuz ve geçimimiz için kullanmadığımız menkul ve gayrimenkul aktifler stokumuzdur. Bu noktadaki mezkûr kafa karışıklığına karşın, gezegendeki milyarlarca kadın ve erkeğin görüşünün son derece de berrak olduğu bunlarla irtibatlı bir husus vardır: küresel gelir ve servet adaletsizliği her geçen gün derinleşerek artmaktadır!

Uluslararası insani yardım kuruluşu Oxfam'ın 15 - 19 Ocak 2024'de İsviçre'nin Davos kentinde yapılan Dünya Ekonomik Formu'nda sunduğu ve Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Teşkilatı, OECD, Dünya Bankası, Uluslararası Çalışma Örgütü, UNICEF gibi küresel organizasyonların son araştırmalarıyla, Forbes Magazine'in her sene hazırladığı Dünyanın En Zenginleri listesinden derlenen sayılara dayanan Eşitsizlik Raporundan aldığımız bazı verileri, konumuza ışık tutacağı için, paylaşalım: Dünyanın en zengin beş kişisi Elon Musk, Bernard Arnault, Jeff Bezos, Larry Ellison ve Mark Zuckerberg'ün toplam serveti 2020’den 2023'e %114 oranında, yâni 464 milyar dolar artarak 869 milyar dolara çıktı. Servet temerküzü bu hızla giderse, projeksiyonlara ve previzyonlara göre, önümüzdeki 10 yılda ilk dolar trilyoneri Elon Musk olacak. Son 3 yılda dünya nüfusunun % 60'ını oluşturan yaklaşık beş milyar insanın varlıkları ise reel olarak yüzde 0,2 azaldı. Yine son üç yılda, servetleri 1 milyar dolar ve üstü olan zenginlerin varlıkları 3.3 trilyon dolar arttı. Böylece Dünya'nın en zengin % 1'inin servetleri, en fakir % 43'ün varlıklarını aşmış oldu. En büyük 148 küresel şirketin kârının son 3 yılda % 52 artışla 1,8 trilyon dolar olması onların bir avuç hissedarı ve tepe yöneticilerinin gelirlerinin de o nispette artmasına yol açarken, devasa sayıdaki çalışanlarının reel ücretleri enflasyon karşısında geriledi. Küresel bazda yaklaşık 800 milyon işçi son iki yılda toplamda 1.5 trilyon dolar kaybetti. Süper zenginlerin bu fahiş kâr ve servet artışlarının kamusal fayda adına vergilendirilmesi halinde, yılda 1,8 trilyon dolar ilâve gelir elde edileceği, bunun da yeterli beslenemeyen, temiz suya erişimi çok kısıtlı olan, barınma, eğitim ve sağlık hizmetlerinden yeterince faydalanamayan yüzlerce milyon insanın daha kabul edilebilir standartlarda bir hayat sürmesini sağlayacağına işaret etmekte uzman görüş ve raporları.

Verili düzeni destekleyen ve kapitalizm dışında makul bir seçenek olmadığını savunan kanaat önderleri bile, bu gelişmeler karşısında isyan etmekte ve sistemin ciddi manada revize edilmesi için: 'Hiçbir şirket ve kişi ekonomide ve hayatlarımız üzerinde bu kadar büyük güce sahip olmamalı, servet edinmeye sınır konmalı ve böyle büyük servetlere sahip olanlar mutlaka çok yüksek servet vergisi ödemelidir! şeklinde radikal argümanlar dillendirmektedir. Bu bölümün referans metni olan Oxfam'ın Eşitsizlik Raporu aslında malûmun ilâmından başka bir şey değildir. Raporun bize asıl imâ ettiği kritik ve hayati husus, süreç böyle ilerler ve yüzlerce trilyon dolar birkaç bin kişinin elinde bu şekilde birikmeye devam ederse, bu durumun, bilim ve teknolojiyi tekeline alan o muktedir azınlığın yüzlerce, belki de binlerce yıllık hayatlar sürebildiği 'transhuman' denen 'insanötesi' varlıklara tahvil oldukları, milyarlarca yoksulun bu azınlıkça köleleştirildiği, bu düzene itiraz eden ya da yaşamaları artık muktedir azınlığa bir getiri sağlamayan büyük insan topluluklarının, âdeta zararlı haşerelermişçesine topluca katledildiği distopik bir geleceğin önünü açabilme olasılığıdır. Bu devam yolunu 'komplo kuramı' diye küçümsememeli, servet uçurumu problemini çok ama çok ciddiye almalıyız.
Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.
------------------------------------
Önceki 20 metne erişmek için bknz. 
https://ziyaversencan.blogspot.com/2020/08/trt-radyo-1-sayfalarn-dilinden-program_17.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder