Antroposen'le gelen Kıyamet, ya da 'Nemesis versus hubris!'


Nemesis (mitoloji) - Vikipedi
Namlı hubristiklerden Obama ve onun gibilerin belâlısı intikam tanrıçası Nemesis.

0 - prologue - medhal

İlerleyen satırlarda 'selfie alışkanlığımızın giderek küresel bir klinik narsistik tabloya işaret etmesi....bu global narsizmin, insanlığı pençesine düşüren (meşruiyetini, Dünya'nın ve hatta Kozmos'un seçilmiş, kutsal, ayrıcalıklı varlığı olduğuna inanmaktan alan bir cüretkârlıkla, verili kaynakları doyurulamaz bir iştahla talan etmek şeklinde kendini gerçekleştiren) bir büyük ve tehlikeli kibrin ve tüketim çılgınlığının da tezahürlerinden olması....kadın ve erkek insan öznelerin, bu narsist ve müstekbir hallerinin, ayna simetrisi olarak, narsist ve müstekbir liderleri tercih edişi....verili kaynaklarla o çok sorunlu ilişkisine yukarıda değindiğim insanlığın, iklimin olumsuz bir istikamete evrilmesine el birliğiyle yaptığı katkı sonucunda, gezegenimizin birkaç kuşak sonra (distopik mahiyetteki bir çok kurmacada, meselâ İnterstellar filminde yansıtıldığı üzere) yaşanılabilir bir yer olmaktan çıkabilecek olması....bu gelişmelerin 'antroposen' denilen bir büyük insan kökenli yok oluşun adım adım gerçekleşen fazlarını oluşturması...söz konusu bu distopik ve projektif tasvirlerde, girdiği krizlere ürettiği her çözümün bir öncekinden daha derin bir krize neden olması gibi bir açmaza ve çözümsüzlüğe dûçâr olan kapitalist üretim tarzının iflasının ve çürümüşlüğünün dominant kurucu unsur olması...bütün bu hususların bileşkesi ve müşterek vektörü olarak da, Narkissos'u ve Nemesis'i istihsal ve istimal eden klasik Grek medeniyet havzasının o pek bilinen maximi 'Nemesis versus hubris!'in (bir diğer deyişle, modern zihnin metaforik ve mitolojik olarak algıladığı ve fekat esasen bir 'Meta-Realite' olan ve Kozmos'umuza görece meta bir level'da - seviyede - boyutta konumlanmış olan İDEA'nın, aktüel maddi ve gayrimaddi antite, fenomen ve süreçlerdeki yansıma ve izdüşümlerinin toplamının) hükmünü acımasızca icra ederek, Dünya'daki maceramızı sona erdirmesi ihtimalinin giderek kuvvetleniyor oluşu....temaları, birbirlerine, olabildiğince, organik ve dış alemdeki - fizik dünyadaki hakikatleriyle mutabık olarak, artiküle edilmeye çalışılacaktır.interstellar poster
1968'de gösterime giren '2001: A Space Odyssey'den bu yana çekilmiş (birçok izleyicisi için olduğu gibi, bana göre de) en başarılı bilim kurgu filmi olan Interstellar, distopik bir Dünya projeksiyonu üzerinden insan türünü kurtarma çalışmalarını konu alıyor.
1 - Severim Ergin Yıldızoğlu'nu (EY); o da o maksimi

Dünya halleriyle, insanın faili (öznesi) ve mef'ulü (nesnesi) olduğu fiiller karşısındaki umumi yaklaşımını genellikle karamsar bulmama; çözüm önerilerini ise bazen radikal, yer yer de ütopik ve romantik ve gerçekleşme şansı düşük projeler olarak görmeme karşın, tespit ve analizlerini (zihin açıcı, düşündürücü manasında) provokatif, (araştırma / soruşturma merkezli bir eylemliliğe teşvik etmek bakımından) müteharrik ve (müesses / verili düşünme kalıplarını reddetmeye ve genel kabul gören anlayışların konfor odalarında rahat etmektense, meçhul rotalara çevrilmiş hiç çiğnenmemiş patikalarda çıkılan tekinsiz ve teklifsiz seyahatlerin cazibesini tercih etmeye özendirme anlamında) ufuk açıcı, yanı sıra da, görüş alanına giren 'Olay Ufku'nu genişletici bulduğum için, vazgeçilmez beslenme kaynaklarımdan olan Ergin Yıldızoğlu'nun metinlerinde sıklıkla karşılaştığım bir aforizmadır 'Nemesis versus hubris!'. Ki, mezkûr maxim, bu metnin asal ekseni - omurgası - temel tezidir aynı zamanda. 'İntikam Tanrıçası kibrin hesabını sorar - (serbest bir çeviriyle ise) ilâhi adalet / Kozmik Şuur müstekbire galebe çalar' anlamındaki maxim, antik Grek bilgeliğinin, hakikatle olan mutabakatı yüzünden, aktüalitesini muhafaza eden numunelerindendir. Hillary Clinton: Bill, Monica Lewinsky skandalı sonrasında istifa etmeyerek  doğru olanı yaptı - Sputnik Türkiye


Tescilli moron - hubristic - mitoman - narsist Trump ve onun kadar olmasa da, insanlığın ve gezegenimizin toplam menfaatleri için çalıştıkları noktasında çok da inandırıcı olamayan ve güven vermeyen Clintongiller.
2 - Selfie çekmenin psikopatolojisi


Selfie çekmek köpek balığından daha tehlikeli - Son Dakika Güncel Haberler
Günümüzün milyarlarca hubristik, narsist, mitoman failinden biri, kendine tapınma ritüeline giderek daha çok benzeyen selfie çekme pratiğini, olanca bayağılığı, adiliği, şapşallığı, müptezelliği içerisinde egzajere ederek sokuveriyor gözlerimize, oradan da bilincimize.

Klasik dönem Grek bilgeliği demişken, mezkûr medeniyet havzasının (Evrensel Metinlerarası Tematik Gravitasyon Yasası(i) gereği) bu metne sızan bir diğer önemli antitesinin de, sudaki aksine / yansımasına aşık olan Narkissos (Narcissus) olduğunun altını çizmeliyim. An itibarıyla (2020 Eylül ortasında) yaşlı - genç, kadın - erkek milyarlarca kişi akıllı telefon kullanıyor. Bunların ezici bir çoğunluğu da, istisnasız her gün, birden çok selfie çekiyor ve bunları - birkaç dakikalığına da olsa fark edilen, konuşulan, onaylanan, beğenilen, benimsenen, tanınan, ünlü / CELEBRİTY, fenomen fasilesinden birisi olmanın keyfini yaşayabilmek adına - çeşitli sosyal medya mecralarında paylaşıyor. Bu hal, kendini beğenmenin sınırlarını (bahis konusu o kadim mitolojik figürün, Narcissus'un yaptığı gibi) kendine aşık olmaya; oradan da, bir büyük kibir dalgasının sırtında yaptığı sörfle, kendine tapınmaya doğru aşan tehlikeli ve klinik bir psikopatolojik tablonun sonucu değilse şayet, nedir öyleyse?!? diye sorgulamak gerekir diye düşünüyorum.

3 - Aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı.


Yunan Mitolojisinde Echo ve Narkissos aşkını Echonun çok konuşması,  Narkissosun kendi beğenmişliği bitirdi. Hikayenin tam…, 2020 | Antik sanat,  Yunan mitolojisi, Tablolar
Kadim Grek mitolojisinin popüler figürlerinden Narcissus, kendisine aşık bir perinin ilgisine bîgâne kalarak onun ölümüne sebep olunca, tanrılar tarafından - kendisine umarsızca aşık olmaya mahkûm edilerek - lânetlenir. Bunun sonucunda da, aralıksız olarak kendisini seyrettiği su kenarında açlık ve susuzluktan ölür.
Tevâzu dersinde girdiği selfie çekmek ile imtihanında 'yıldızlı sıfır' alarak, ikmal hakkı olmaksızın,  doğrudan sınıfta kalan insanlığın ezici çoğunluğunun, kendilerine benzeyen - adeta kendilerinin replikası ya da klonu olan - 'kendisine aşık - tevâzudan nasiplenmemiş - mitoman ve hubristik' kanaat önderlerini tercih etmelerinden daha tabii bir şey olamazdı doğrusu. 'Aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı' deyişi ucuz bir totoloji olmadığından; bir diğer deyişle, mezkûr argümanın hakikatle kayda değer bir mutabakatı olduğundan böyledir bu. Nitekim, bu halin politik arenadaki izdüşümü neticesinde Macron, Bolsonaro, Trump, Boris Johnson ve Narendra Modi gibi kibirli / hubristik, narsistik ve mitoman figürler geldi küresel ölçekte iktidara. Hiç kuşkusuz, siyaseti belirleyen sayılamayacak kadar çok sayıdaki diğer parametrelerin de, mezkûr seçim sonuçlarına olan cârî etkisini gözden ırak tutmamaya çalışarak, yaptım yukarıdaki psikopolitik analizi. 
Anthropocene ~ Learning Geology
Tarihteki büyük yok oluş dönemleri.
Anthropocene Epoch
Son büyük yok oluş sürecini yaşamaktayız. Bu kez yok eden ne süper bir mikrop, ne devasa bir asteroid, ne de bir gama ışıması ya da Güneş anomalisi gibi kozmik bir olay. Yok eden süreci tetikleyen, geliştiren ve gerçekleştiren fail / özne / irade biziz. Bu yüzden de bu döneme, insan eliyle gerçekleşen yıkım anlamında, Anthropocene deniyor.

4 -  Ne tür bir zehirdir kibir?

Başlıktaki soru üzerinden, kapitalist üretim tarzının ve antroposen'in kurucu unsurlarından olan beşeri kibri bir miktar daha mercek altına almak açıklayıcı ve işlevsel olacak. Öncelikle şunu söylemeliyim: evrensel, tarih-dışı, üniform bir kibir yoktur; tarihsel bağlama, câri olaya, taşıyan özneye göre derecesi ve mahiyeti değişen sayısız 'yerel - özel - öznel - tarihsel kibirler' vardır. 

Meselâ, bu satırların yazarı gibi sıradan kişilerin kibri olsa olsa cürmü kadar yer yakar ve çok sınırlı ölçeklerde zarar verir; bir diğer deyişle, benim dûçar olacağım hubris'in bedelini en fazla kendim ve yakın civarımdakiler öderiz. Muktedirlerin kibrinin faturasını ise bazen mensup olduğu uluslar, bazen de, hem mensup oldukları millet, hem de başka bazı ülkelerin ahalisi öder. Muktedirin kibrinin derecesi tavan yaptığında, elinde imkânı da varsa, bu durumda ortaya çıkacak zararı göğüsleyenler - İskender'in ve Napolyon'un fütuhatında, 1. ve 2. Dünya Savaşlarında, Bolşevik, Çin ve İran İslâm Devrimleri sonrasında ortaya çıkan sosyo-politik strüktürlerde olduğu gibi - insanlık ailesinin önemlice bir kesimidir ne yazık ki. Bu arada, sosyopatlığı, psikopatlığı, mitomanisi, hubristikliği, ahlâksızlığı üzerinde küresel bir ittifak olan Trump'ın değil sadece; özelde seçmenlerinin, genelde ise insanlığın, daha adil bir ABD ve Dünya kurulmasına katkı verecekleri beklentisine girdiği Obama ve Clinton'ın da kibri zirve yapmış ABD başkanlarından olduğunun, hazır yeri gelmişken, altını çizmekte fayda var.

5 - Muktedirin iktidarı ne denli mutlak ve etkinse, kibri de o denli tehlikelidir.

Muktedir olmanın insan ruhunda yol açabileceği deformasyonları ve bu halin sebep olabileceği psikopatolojiyi Lord Acton 19. asrın sonunda 'iktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar!' lâfzıyla formüle etmişti. Ondan 20 yüzyıldan fazla zaman önce, mezkûr Grek bilgeleri, 'iktidar çıldırtır!' diyerek tanımı daha da uca (ifrada) taşımışlardı. Her iki tanımın da müşterek adı 'Hubris Sendromu'dur. Bu sendrom, 'denetlen(e)meyen, hesap vermeyen, keyfi tasarruflarında sınır tanımayan muktedirin ruhi durumundaki dalgalanmalar, onun yapacağı kötülüklerin hem sınırlarını genişletir, çeşitliliğini arttırır ve hem de derinliğinin ve şiddetinin derecesini kuvvetlendirir' der özetle. Artık iflah olmaz bir psikopata tahvil olmuş hubris sahibi muktedir için 19 asrın ilk yarısında Oxford Sözlüğüne giren kavram ise 'küstah, hor gören' manasındaki 'hubristic'tir(ii). Demokrat bir muktedirin kibri, otoriter eğilimlerin davranış patternini belirlediği bir başkasınınkinin yanında son derece de önemsizdir. Buna karşılık, totaliter bir yönetim anlayışını içkinleştirip uygulayan liderin kibrinin tehlike potansiyeli, otoriter olanınkinden bile katbekat fazladır. Böyledir işte bu işlerin algoritması ve neticesi. Dolayısıyla da, muktedirin iktidarı ne denli mutlak ve etkinse, kibrinin o denli tehlikeli ve yıkıcı oluşu tartışmaya kapalı bir 'verili kesin hakikat'tır.

The Greatest Dystopian Films of All Time - YouTube

6 - Kapitalizmin günahları, Interstellar'daki distopi ve Nemesis'in icraatı

Kapitalist üretim tarzının 1960'ların sonundan itibaren, kabaca 50 yıldan beri yâni, üretim ilişkileriyle üretici güçler arasındaki ontolojik ve antagonist çelişki yüzünden, az önce de dillendirdiğim üzere, girmeye yazgılı olduğu devrevi krizlerine çare olarak ürettiği bütün çözümlerin yeni ve daha büyük krizlerin ebesi ve tetikçisi olması hakikatini koyalım masanın üstüne. Küresel kapitalizmin - ki, - EY'nun deyişiyle - özünde bir kâr makinesinden başka bir şey değildir aslında - sermayenin kazancı adına ürettiği toplam değerin (biyoteknoloji, robotik, yapay zekâ, bilişim, iletişim gibi birkaç sektör dışında) sürekli azalma eğilimi yüzünden, sistemin ilişki kurduğu her şeye dair daha talepkâr, daha saldırgan ve daha tahripkâr oluşunun Dünya üzerindeki yıkıcı etkisi ve bunun iklim değişikliği formundaki tezahürünün gezegenimizi giderek distopik bir mekâna tahvil etmedeki mesuliyetini de koyalım aynı yere. Nihayet, hakim üretim tarzının / kapitalizmin, verili versiyonunun ihtiyaçlarına göre şekillendirdiği 8 milyara yaklaşan insanın (iii) kapitalist imar - inşâ - imha süreçleri şeklinde kristalize olan faaliyetlerinin toplamının yol açtığı (aslında fitili 1750'deki ilk sanayi devriminde ateşlenen) eko-sistem imhasının (bir diğer deyişle 'Antroposen'in) adım adım tamamlanmaya doğru evrilmesini de söz konusu masadaki müsait bir yere yerleştirelim. Bu arada teslim etmeliyim ki, masa da masaymış ama, onca şeyi sırtlamasına karşın, bana mısın bile demedi mübarek(iv). 

Masanın üzerine istif ettiğimiz antitelerin gezegenimize yaptığı kötülüklere Nemesis'in verdiği bir cevap mıdır yaşadığımız ve yaşayacağımız sıkıntılar?' argümanının soru kipinde dillendirilmesi abes, hatta saçmadır. Zira, bu soru da tartışmaya izin vermeyecek denli net bir şekilde 'EVET!' cevabını içermektedir bünyesinde. Dolayısıyla, o da müzakereye açık değildir.Film Review: Interstellar. Let's get this out of the way first… | by Will  Clayton | CineNation | Medium
İnterstaller filmi, sürekli olarak kum fırtınalarıyla boğuşan yakın geleceğimizin Dünya'sına dair kara bir kehanet gibidir.

Ankara'nın Polatlı ilçesinde 12 Eylül'de gerçekleşen kum fırtınasının sürekli olduğunu ve bütün Dünya'yı aynı anda etkilediğini düşünün. İnterstaller, işte böylesi bir distopik gelecekte torunlarımızın 'evim' dedikleri Dünya'nın nasıl adım adım yaşanamaz bir yer haline geldiğine işaret eden bilim kurgusal bir film.  

Câri kapitalizmin insana, hayvana, bitkiye, mikroorganizmaya, planktonlara, havaya, suya, toprağa yaptığı kötülükleri resmeden bu büyük resim analizinden sonra, onca kadın ve erkek failin, şempanzelerden daha sakil, bonobolardan daha müptezel, makaklardan daha aptal görünmesine yol açan o selfie maskaralığında kristalize olan küçük resme bakalım bir kez daha (Bütün bir insanlığı böylesine toptancı bir yaklaşımla, alabildiğine genelleme yaparak itham ederken amacım - motivasyonum - çıkış noktam nedir? Cevabım şudur: Üslûbum ve onun kuşattığı mahiyet / içerik, Dünya'nın yok oluşa doğru sürüklenişi karşısında, bu metin kabilinden çığlıklar atmaktan başka elimden bir şey gelmemesine bir tepki, içerisine yuvarlandığım çözümsüzlük / çaresizlik kuyusundan çıkamamaya bir isyan olarak burada olduğu hale gelmiş olabilir mi acaba? Kim bilir? Kim bilebilir?!?)(v).

Verili kapitalist sistemin temel / başat sorumluluğunun yanı sıra; elimizden düşürmediğimiz akıllı telefonumuzla dudaklarımızı büzüştürerek, gözlerimizi süzerek ve dahi envai türlü başka şaklabanlıkları, aptallıkları, müptezellikleri yaparak selfie çektiğimiz, ardından da bunları, sanki marifet gerektiren bir iş becermişiz gibi, paylaştığımız ve de tam bu hubristik, mitoman ve narsistik hallerimizle örtüşen liderler seçtiğimiz içindir ki; küresel ve toptan yok oluşa giden yolun taşlarının döşenmesinde - karınca kararınca düzeyinde de olsa - bizim, her bir kadın ve erkek insan öznenin de katkımız var ne yazık ki! Kapitalist sistemin, toplumun kılcallarına nüfûz etmiş o derûnî ve devâsa rıza üretme mekanizmaları vasıtasıyla bize yaptıkları ve yaptırdıklarıyla yok ediyoruz birbirimiz ve Dünya'yı....Narsistik edayla çektiğimiz selfie'lerimizi paylaşa paylaşa yok ediyoruz birbirimizi ve Dünyayı...Çözüm üreten farklı görüşlere / seslere kendimizi kapattığımız ve sadece kendimiz gibi düşünenlerin seslerine kulak kesildiğimiz 'Yankı Odaları' yüzünden(vi); işitme organımızın zarını patlatacak kadar yüksek volümlü olmasına rağmen, 'antroposen'in, üzerindeki bütün canlı popülasyonuyla Dünya'yı yok edecek olan, son fazının, final aşamasının ayak seslerini bile duyamıyoruz. Böyle böyle yok ediyoruz birbirimizi ve Dünya'yı işte. 

Şunu da eklemeden geçemeyeceğim: 25 asırdan fazla bir zaman önce Narcissus'un kendisine aşık olması ve bunun sonucunda kendisini yok etmesi trajedi idi. Bugün bizlerin kendimize aşık olmamızın da parçası olduğu - yukarıda ayrıntılandırdığım bütün katmanlarıyla - o karmaşık süreç, trajedi olmaktan ziyade, izleyeni acı acı gülümseten bir komediyi, bir farsı andırmakta. Bu hal, 'Önemli olaylar tarihte iki kere yaşanır; ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak' lâfının ne denli isabetli olduğunu bir kez daha koymakta ortaya(vii).

7 - epilogue:

7.1. Hakkında konuşulabileceğe dair konuşmalı(viii).

Yedinci ve son bölümün birinci önermesi (7.1.) TLP'a bir nazire elbette(ix). Öyle ya, antroposenle nasıl toptan bir yok oluşa yol açıyorsak, TLP'la da metafiziği, spekülasyonu, totolojiyi, bulmaca ve bilmeceleri, kesin olmayan bilgiyi, başka bir söyleyişle, felsefenin ruhunu / esprisini toptan yok etmeye taammüden teşebbüs etmemiş miydik? Neyse ne....Esasen hakkında konuşulamayacak herhangi bir şey olabileceğine de inanmadığımdan, ele aldığım verili tema etrafında neyi dillendirmem gerektiğini düşünmüş (ve dahi sezmişsem), onları geniş geniş, ferah feza işledim durdum (genelde bütün metinlerimde, özelde de) bu blog boyunca. Hatta, çoğu iddiamı, argoda 'serbest uçuş' diye nitelenen bağlamda (bu metnin ilk dipnotunda açıkladığım üzere) Serbest Çağrışım, Bilinç Akışı, Fenomenolojik İndirgeme, EMTÇY gibi metotları ve aletleri kullanarak inşâ ettim.

Argümantasyonumu, bu metne ilham veren, onun çıkış noktası / belkemiği / omurgası / asal ekseni sayılabilecek o mezkûr Grek maksimi üzerinden - biraz (verili olgusal dünyamıza aşkın olan meta bir level'da konumlanmış ve oradan konuşan anlamında) metafizik, bir miktar belirsiz - flû, epeyce olgusal, mebzul miktarda kurgusal ve spekülatif olmak kaydıyla - açımladım ve serimledim elimden geldiğince. Finali öyle yapıyorum öyleyse: İntikamın tanrıçası, ödeşmelerin kraliçesi, hesaplaşmanın ecesi Nemesis; gerek sosyal medyada sergilediğimiz aptallıklara ve gerekse de kapitalist üretim tarzının sayısız pratiklerinde özne ve nesne olarak konumlanan
insanlık ve Dünya halleriyle, bunlarda kristalize olan hubrisimize, narsistliğimize, mitomanimize ve tüketim çılgınlığımıza gereken cevabı verdi, veriyor ve verecek.

Zîrâ, Tunç yasasıdır oluşun ve akışın ve yıkımın ve doğumun o prensip:
Nemesis versus hubris!(x)

dipnotlar:
(i): Evrensel Metinlerarası Tematik Çekim Yasası  (EMTÇY) bu metin vasıtasıyla teklif ettiğim bir kavramsallaştırmadır.  Düşünürken, konuşurken, yazarken kullandığımız kavramların ve temaların, akraba kavram ve temaları düşünme, konuşma, yazma platformuna davet etmesini kuşatan ve dillendiren bir prensip olarak tasarlanmış ve kullanıma sunulmuştur. Serbest Çağrışım, Bilinç Akışı, Fenomenolojik İndirgeme gibi teknikleri ve süreçleri andırması bakımından, - sanki - onlarla aynı familyadanmış gibi algılanabilecek olmasına karşın, EMTÇY, bunlardan farklı içerik alanlarını kuşatma - açıklama istidadı da taşımaktadır. İfade kozmosuna sağlayabileceği entelektüel çeşitlilik ve zihni enstrüman zenginliğine yapacağı olası katkılar yüzünden fikri aletler çantasına (bu metin dolayımıyla) eklenen kavramsallaştırmanın isabetliliği, onun benimsenme ve tedavüle sokulma nispetiyle korelasyon halinde olacaktır hiç kuşkusuz. 
(ii): Buna dair ayrıntılı bir analiz için bakınız:
https://mulkiyehaber.net/hubris-ve-nemesis-deliler-doktorlar-ve-muktedirler/
(iii): Dünyanın nüfusunun anlık durumu için tıklayınız: 
(iv): 'Çağrılmayan Yakup'un müellifine yapılan bu ihtiram duruşu ile iktifa edemem; fazlasına talibim' diyen edipcanseverperestler şu linki tıklasın lütfen:
https://ziyaversencan.blogspot.com/2013/08/edip-canseverin-cagrlmayan-yakup-ve.html
(v): Aklıma değerli dostum Profesör Abdülhamid Kırmızı'nın bir şarkı sözünden mülhem o efsane tviti geldi:
- Who knows? 
- God knows!
(vi): Yankı Odaları - Echo Chambers ile ilgili her düşünme sürecinde, - EMTÇY hükmünü yine icra ediyor işte - aklıma mutlaka şu dizeler gelir:
İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır
o ferah ve delişmen birçok alınlarda
betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır (İsmet Özel)

**********

Konuşuyoruz desem, konuşmuyoruz da / Ayrı ayrı şeyler düşünüyoruz üstelik birbirimize bakarak / Ne seviyoruz, ne de sevmiyoruz birbirimizi / Ne varız, ne de yokuz gerçekte / İki lamba gibiyiz, iki ayrı yerinden aydınlatan odayı (Edip Cansever). 

Yankı Odaları hakkında komprime ve fekat faideli malûmat için bknz.
(vii): Argümanın kaynağına Marx ve Hegel üzerinden erişen bir metin için tıklayın lütfen:
(viii): Wovon man nicht sprechen kann, darüner muss man schweigen - Üzerine konuşulamayan konusunda susmalı. Tractatus Logico-Philosophicus (TLP), 7.1, Ludwig Wittgenstein, çeviren: Oruç Aruoba, YKY, İstanbul, Aralık 1996, s.170 - 171.
(ix): Kısm-ı Münevveran-ı Kürre-i Arz, TLP'nin yayınlanmasından bu güne kadar geçen yaklaşık bir asırlık zaman zarfında, mezkûr metne ve müellifine, teolojinin ilgi ve kapsama (yoksa doğru kavram 'kaplama' mıdır?) alanına giren mistik, ilâhi, metafizik nitelikler, anlamlar yükleme eğilimindedir. Wittgenstein'nın peygamber, TLP'nin ise kutsal metin olarak görülmesi, hiç kuşkusuz, bir dipnotun hudutlarını aşan bir problematiktir. Burada sadece bu antitenin varlığına işaret edilmiştir. Mezkûr fenomene referans vermek adına, önerme yerine 'ayet' kavramı kullanılsa çok da aykırı durmaz, yadırganmazdı diye düşünüyorum. Kavramı, benim tercih ettiğim gibi, 'tırnak' içinde kullandığınızda, hem bu duruma dikkat çekmiş, hem de, söz konusu metne ve yazarına teolojik referanslarla yaklaşmadığınızın da altını çizmiş oluyorsunuz.
(x): Bu blog, 15 Ağustos 2013'de paylaştığım şu blogtan yola çıkılarak, ondan tamı tamına 85 ay (7 yıl + 1 ay) sonra paylaşıldı: https://ziyaversencan.blogspot.com/2013/08/nemesis-versus-hubris.html Bu yüzdendir yukarıdaki satırlarda 'Nemesis versus hubris' deyişine '....mezkûr maxim, bu metnin asal ekseni - omurgası - temel tezidir...', '...bu metne ilham veren, onun çıkış noktası olan, belkemiği / omurgası / asal ekseni sayılabilecek o mezkûr Grek maksimi...' şeklinde atıflarda bulunulması. 

Bu vesileyle, bir blogu, daha doğrusu metni / yazıyı yazarken nasıl ilerlediğime de kısaca değinmek istiyorum. 

Yazma sürecimin, dürüst olmak gerekirse, çoğunlukla zor, meşakkatli, sancılı ve (anlaşılması zor ve hatta gizemlerle mücehhez olması bakımından) enteresan olduğunu düşünüyorum. Yazılarımı yazdığıma, doğrusu, inanmıyorum, inanamıyorum. Tersine, yazılarımın beni kendilerini ortaya çıkarmak için bir enstrüman gibi kullandıklarını düşünüyorum, seziyorum. Sevdiğim bir yazımla ilişkim, debbağın en çok sevdiği deriyi en çok yere çalması, çiğnemesi, ezmesi, mıncıklaması, uğraşması gibidir. Ben de, severek ve içime sine sine kurduğum bir metnin inşâ sürecinde, sürekli olarak onunla uğraşır, mıncıklar, değiştirir, eklemeler ve çıkarmalar yaparım. Bir yazımı ne kadar çok sevdiğim, onu, ilk paylaşımımın üzerinden haftalar, hatta aylar geçmesine karşın, halâ revize etmeye, değiştirmeye devam etmemden anlaşılabilir (doğrusu bu ya, bloggerlık da böylesi bir iş için tam da biçilmiş kaftan bana kalırsa). Yazılarımı revize ede ede defalarca değiştirip paylaşmam aslında şu anlama da gelir: yazılarımı okumaktan hoşlananlar, onlara tekrar ve tekrar bakmalılar. Ki, böylece, onun zaman içinde nasıl değişip evrildiğine de şahit olabilsinler. 

Okunulan blog nasıl yazıldığına, bir diğer deyişle 'yemeğin mutfakta nasıl pişirildiğine', ortaya çıkan ürünün yaratım sürecine, 'perde arkası'na, 'kamera gerisi'ne dair bilgiler içermektedir. Bu tekniğin literatürdeki yerine dair bir parantez açıyorum.

Bir metin şayet, 'demek istediğini demesi demek olan esas ve tâlî temaları dillendirmesi'nin dışına çıkıyor ve kendisinin nasıl oluştuğuna, nasıl yazıldığına - kurulduğuna - inşâ edildiğine - çatıldığına değiniyorsa, kendinden bahsediyor, kendi kendisine gönderme yapıyor, kendisiyle hasbıhal ediyorsa, bu durumda o kendi kozmosundan bir tık - bir level - bir derece - bir boyut yukarıya çıkmış ve meta (aşkın) bir düzleme - kozmosa - boyuta sıçramış demektir. Metnin, var olduğu boyuttan bir üst boyuta sıçrayarak kendisini nesneleştirmesi, 'nesnekendisi' karşısında 'öznekendisi' olarak konumlanması ve bu dolayım üzerinde kendisini kuşatması, eleştirmesi, teşrih etmesi, diseksiyona tâbî tutması postmodern bir metottur. Sosyal - beşeri ve tabii bilimlere ait kavramları, içeriklerini boşaltarak, bağlamlarından kopararak, tarihsel birikimlerinden - geçmişlerinden soyutlayarak, insanların zihinlerinde tekabül ettikleri anlam dairelerine yabancılaştırarak sorumsuzca kullandıkları, bunların sonucunda da, en hafif ifadeyle anlam kaymalarına, çoğunlukla da ciddi manada yanlış anlamalara neden oldukları için mesafeli durmayı tercih ettiğim Postmodernist kuramın kimi enstrümanlarını, işte burada yaptığım gibi, kullanmaktan da çekinmem doğrusu. 

Yazma süreçlerimin dinamiklerine dair bir diğer analize de, aşağıdaki link üzerinden erişilebilecek metnimin 12 numaralı dipnotunda ayrıntılı olarak yer vermiştim. Gerek burada paylaştıklarım ve gerekse de mezkûr dipnotun içeriğinin, metinlerimin nasıl ortaya çıktığı ve onlarla geliştirdiğim ilişki - irtibat - iltisak hakkındaki kişisel yaklaşımımı oldukça eksiksiz bir şekilde ihata ettiğini ve dillendirdiğini düşünüyorum: 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder