Paleogenetik; Armageddon; Üç Yazar, Bir Komplo; Safsata; Mehmed Fuad Köprülü >>> metinler 49




01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. Mezkûr metinler, muhtasar bir ifadeyle, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki - hayvan - böcek - mikroorganizma - toprak - su gibi bileşenlerinin oluşturduğu o kaleydoskopik mimari ve muhtevasıyla hayran bırakan, şaşırtan ve bazen de korkutan eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin fenomenlerinden / tezahürlerinden birisinin, ana hatlarıyla da olsa, kuşatılma teşebbüsüdür. 2025 yılında kitaplaştırılması düşünülen bahis konusu entelektüel hasılanın yılın 49. haftasına denk düşen 02 Aralık - 06 Aralık döneminde yayınlanacak olanları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz. 



241) Paleogenetik

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Paleogenetik.

Grekçe eski, en eski, kâdîm manalarındaki palaisos kelimesinden gelen önek paleo, başına eklendiği kavramların tarih öncesine ait olduğunu niteler. Geçmişi milyonlarca yıl önceye kadar gidebilen fosillerden elde edilen genetik malzeme üzerinde DNA dizilenmesi temelinde yapılan çalışmalarla, söz konusu antik canlıya ve parçası olduğu kâdîm ekosisteme dair bilgi edinilmesini sağlayan ve kadim DNA, kadim patojen genomiği, paleoarkeoloji, arkeogenetik, paleobiyokimya, paleoviroloji gibi kavram, teknik ve disiplinlerle irtibatlı ve iltisaklı olan bilim dalı manasındaki paleogenetik, adını, bu filolojik zeminde edinmiştir. Tıpta hastalıkların teşhis süreçleriyle, viroloji, kriminoloji, biyoteknoloji gibi biyolojiyle doğrudan irtibatlı bilim disiplinlerinin temel tekniklerinden olan bahsettiğimiz DNA dizilenmesi, DNA molekülündeki 4 asal nükleotit olan adenin – guanin – sitozin – timin’in nasıl sıralandığının tespitidir. Başta insan olmak üzere, mikroorganizmalardan, en büyük memeli olan ispermeçet balinasına değin, biyo-organizasyonların DNA dizilenmesinin gerçekleştirilmesi, bu tekniğin paleogenetikteki kullanımının yanı sıra, gezegenin biyosisteminin aktüel unsurları olan canlıların genomlarının deşifrasyonunun ve onların mikro-biyolojik süreçlerinin dekodifiye edilmesinin de temelidir. Moleküler evrimin nesnel yorumunun ve moleküler saat kavramsallaştırmasının mucidi biyolog Émile Zuckerkandl’la, kristalografer, kuantum kimyageri, biyokimyager, moleküler biyolog ve medikal araştırmacı Linus Carl Pauling, DNA dizilenmesinden epeyce önce, 1963’de, fosillerden elde edilen polipeptiti dizilerinden hareketle, ata dizisi rekonstrüksiyonunun gerçekleştirilebileceğine, bunun da, ata rekonstrüksiyonunu mümkün kılacağına işarete ederek, paleogenetik kavramsallaştırmasını bilimsel literatüre sokmuş ve mezkûr disiplinin kurucu babası olmuşlardır. Biyokimyacı, filogenilerin yeniden yapılandırılmasında moleküler yaklaşımın öncüsü, Mitokondriyal Havva hipotezinin kurucularından Allan Charles Wilson ise, müzede korunan bir fosilden izole edilen antik genetik malzeme üzerindeki ilk DNA dizilemesini, lideri olduğu araştırma grubuyla 1984’de gerçekleştiren bilimciydi. Yüzlerce milyon yıllık evrimsel süreçte soyu tükenen türlerin paleogenetik metotlarıyla DNA dizilemesinin yapılmasına ve bunun üzerinden gidilerek bahsettiğimiz rekonstrüksiyonlara erişilebilmesine verebileceğimiz en güncel ve bilindik örnekler, 2021’de, 1.5 milyon yıldır donarak korunan bir Sibirya mamutunun dişi ve 2022 sonunda da Grönland’da bulunan donmuş bir genetik materyal üzerinde yapılan çalışmalardır. Homo sapien sapiensin milyonlarca yıl boyunca, ağırlıkla avladığı hayvanlardan elde ettiği protein temelinde beslendiğini, ihtiyaç duyduğu enerjinin bir kısmını tahıllardan, yânî, nişasta ve selüloz bazlı karbonhidratlardan almasının milâdının ise 12,000 yıl önceye tarihlenen neolitik tarım devrimiyle olduğu şeklindeki köklü ezber, yerleşik klişe, paleogenetik tarafından çürütülmüştür. Buna göre, türümüzün karbonhidratla beslenmesi, nişastayı, vücudumuzun enerji için kullanabileceği basit şekerlere parçalamasını sağlayan AMY1 genini edindiği 500,000 yıl önceye gitmektedir. Bazı otoritelerin aleyhine onca konuşmasına karşın, faydasına kuşku duyulamayacak tahıllardan vazgeçemememiz boşuna değil anlayacağınız.

Paleogenetiğin popüler kültür sahasında çok kuvvetli izdüşümleri vardır; Jurassic Parkmania’ya yol açan olgu, bunun en önemlisidir. Michael Crichton tarafından yazılıp 1990’da yayımlanan Jurassic Park romanından Steven Spielberg tarafından uyarlanıp çekilerek 1993’de vizyona sokulan ve 65 milyon yıl önce yok olan dinozorların bazı türlerinin, onlardan kalan fosillerden izole edilen genetik malzemenin klonlanmasıyla canlandırılmalarını konu alan bilimkurgu, korku, gerilim türlerindeki Jurassic Park filmi, sonuncusu 2025’de vizyona girecek olan 7 filmlik serinin ilkiydi. Bu seriyle birlikte çok sayıda çizgi film, belgesel, kısa film, bilgisayar oyunu, çizgi roman, makale, tez, inceleme – araştırma kitabı, hediyelik eşya, figürin, tekstil ürününden oluşan kabaca 10 milyar dolarlık devâsa bir ekonomik varlık üreten bir kozmosun içini dolduran Jurassic Park fenomeni, gezegende yaşayan yüz milyonlarca sıradan kadın ve erkeği, paleogenetik gibi sofistike bir bilimsel antiteye duyarlı hale getirerek, çok faydalı bir işlev görmüştür. Bahse konu 6 Jurassic Park filmiyle, Haftalık Oksijen Gazetesi’nin 1 – 7 Kasım tarihli 199. sayısındaki yer alan Özge Öner imzalı Dr. Gülşah Merve Kılınç röportajı ve Karbonhidrat Aşkımız Nereden Geliyor? başlıklı imzasız metin başvuru kaynaklarımız, konunun meraklısı için de izleme ve okuma önerilerimizdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  




242) Armageddon

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Armageddon.

5 Kasım 2024’de ABD’nin 47. Başkanı seçilen ve ‘savaşları sona erdireceğim!’ vaadi yüzünden, geleneksel olarak Cumhuriyetçilere destek vermeyen kesimlerin de onayını devşiren Donald Trump’ın geçmişten gelen pro-israil ve İsrailofil tutumu herkesin malûmuydu aslında. Bununla birlikte, tahminleri aşacak düzeyde şahin tandanslı bir siyonist - evanjelik, yânî, Hristiyan – Siyonist kabine oluşturması, siyonist rejimin Filistin’deki soykırımıyla, Lübnan’daki katliamını destekleyen Demokrat yönetimin tabanından kendisine yönelen Müslümanlarla, merkez sol, demokrat, liberal eğilimli kesimlerde derin bir hayal kırıklığına ve endişeye neden oldu. Çin, İran, Küba, Filistin ve Türkiye karşıtı söylemleriyle tanınan Cumhuriyetçi Florida senatörü Marco Rubio’yu dışişleri bakanlığına; Amerikan ordusunun global savaş suçlarını aklayan, kadınlara karşı ayrımcı politikalar izlenmesini savunan, güneyimizde tesisine çalışılan Kürt devletine hayırhah yaklaşan Fox News sunucusu Pete Hegseth'i savunma bakanlığına; tanınmış bir komplo teorisyeni olan ve aşı karşıtı tutumuyla bilinen Robert F. Kennedy Jr’ı sağlık bakanlığına; Gazze Şeridi’yle Batı Şeria’nın Filistinsizleştirilmesinden sonra, bu coğrafyaları uluslararası sermayenin yatırımına ve Yahudi iskânına açacak küresel konsorsiyumun lideri olması beklenen emlak milyarderi Steven Witkoff’u Orta Doğu Özel Temsilciliğine atayan; Yahudileri ‘Tanrı’nın seçilmiş halkı’, Filistin’i ‘Yahudilerin Tanrı tarafından vaat edilmiş tapulu malı, tapunun da Bible’ olduğunu savunan koyu Hristiyan – Evanjelik eski Arkansas valisi Mike Huckabee'yi İsrail’e büyükelçisi adayı ve veteran asker ve eski temsilciler meclisi üyesi Tulsi Gabbard’ı da, aralarında CIA, FBI ve NSA’in da olduğu 18 istihbarat kurumunun yöneticisi olan çatı örgütü Ulusal İstihbarat Direktörlüğü’ne aday gösteren Trump’ın bu tercihleri, Protestan inancının Amerika’daki en büyük ve en etkili cemaati olan Evanjeliklerin, yânî,  Hristiyan – siyonistlerin ve onların inandıkları Armageddon Savaşı anlatısı’nın uluslararası politika gündeminin zirvesine yerleşmesine neden oldu. Evanjeliklerin ABD nüfusunun %25’ini oluşturan 86 milyondan fazla inananının, Trump'ı iktidara taşıyan koalisyonun jeneratörü olması, objektiflerin üzerine çevrildiği mezkûr Armageddon miti ekseninde şekillenen felâket senaryolarının, küresel sosyopolitik gelişmeleri domine edebilme olasılığını güçlendirmekte, bu da, ister istemez, aklı başında herkesi endişelendirmekte. Hristiyanların kıyamete, yânî, hesap gününe ve kurtarıcı kral ve tanrı kabul ettikleri İsa Mesih’e dair kanonik inançlarıyla, Yahudiliğin kıyamet ve Mesih îtikadını meczeden Evanjelikler, Musevilerden çok Musevilik taslayan eskatolojik / dispensationalist bir nihai savaşı, yânî, Armageddon’u öngörürler. Buna göre, zulüm tavan yapacak, dökülen kan, at sırtındaki bir savaşçının boğazına değin yükselecek, doğduğu topraklara ikinci kez gelen İsa Mesih önderliğindeki Evanjelik – Yahudi ittifakı, Deccal önderliğindeki insanlığın geri kalanını yok edecektir. Akabinde başlayacak 1000 yıllık barışı, İsa ve inananlarının göğe yükselişleri izleyecektir. Trump’ı iktidara taşıyan Hristiyan - Siyonistler, özetlediğimiz teolojik kehanetlerin gerçekleşmesi ve İsa’nın Filistin’e yeniden gelmesini hızlandırmak, bir diğer deyişle,


Tanrı’yı kıyamete zorlamak için Filistinlileri ülkeden sürmenin, 
Mescidi Aksa’yı yıkarak, yerine Süleyman Tapınağı’nı inşâ etmenin, mukaddes toprakları tamamen Yahudi yurdu yapmanın ve zulmü ve dökülen kanı maksimize etmek için de, gerekirse nükleer silahların kullanıldığı bir nihai savaş çıkararak, seçilmiş evanjeliklerle Yahudiler dışındaki herkesin yok edildikleri bir kıyamet projesinin hayalini kurmakta. Trump’la Evanjeliklerin birbirlerini enstrümantalize ettikleri bu beyin yakan irrasyonel projede, Elon Musk gibi başarılı ve vizyoner aktörlerin nasıl olup da yer alabildikleri, aklı başında aktörlerce sorgulanıyor olsa gerektir.

1923 – 2000 döneminde yaşayan eksantrik yazar, gazeteci, azınlık hakları savunucusu Grace Halsell’ın ölmeden kısa bir süre önce, 1999’da, yayımlanan Tanrı’yı Kıyamete Zorlamak: ABD – İsrail İttifakının Dini Temelleri kitabı, dilimizdeki karşılığı kıyametçi olan eskatolojik, yânî, dispensationalist tezleri eleştiren bir eser, bibliyografyamızın temel unsuru, mercek altına aldığımız konun ilgilisinin de kaçırmaması gereken bir kaynaktır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 

Bitkisel Psişizm; Peşin Hüküm Verme; İlhan Ayverdi; Ayna Evren Bulundu (mu?); Ferdinand de Lesseps >>> metinler 48




01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. Mezkûr metinler, muhtasar bir ifadeyle, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki - hayvan - böcek - mikroorganizma - toprak - su gibi bileşenlerinin oluşturduğu o kaleydoskopik mimari ve muhtevasıyla hayran bırakan, şaşırtan ve bazen de korkutan eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin fenomenlerinden / tezahürlerinden birisinin, ana hatlarıyla da olsa, kuşatılma teşebbüsüdür. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan bahis konusu entelektüel hasılanın yılın 48. haftasına denk düşen 25 Kasım - 29 Kasım döneminde yayınlanacak olanları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz. 



236) Bitkisel Psişizm

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Bitkisel Psişizm.

1858 – 1937 döneminde yaşayan Bangladeşli bilimkurgu yazarı, arkeolog, fizikçi, botanist, radyoculuğun kurucu babalarından Jagadish Chandra Bose, bitkilerin gelişimini saptamak için icat ettiği kreskografla yaptığı çalışmalar sonunda, bitki psişizminin temellerini attı. İnsandaki ve binlerce tür hayvandaki gibi duyu organları ve sinir sistemleri olmamasına karşın, bitkilerin de kendilerine özgü algı ötesi algıları ve duyu ötesi duyuları, bir diğer deyişle, paranormal kapasiteleri, yâni, extrasensory perception’ları olduğunu savunan Bose, bu suretle; kökenleri on binlerce yıl öncesine giden ve canlılar dışındaki hava, su, toprak, ateş, rüzgâr, madenler gibi olgulara da bellek ve benlik yükleyen animizm ve Şamanizm gibi kadim inançlarla, 19. asrın 2. yarısında başlayıp, günümüze kadar gelen Yeni Çağ Spiritüalizmi bünyesindeki holistik teolojik sistemler arasında aktarma organı ve bağlantı unsuru fonksiyonu görmüştür. Chandra Bose’un açtığı yoldan ilerleyen Backster gibi bilimciler, kuantum felsefesinin aşırı bir yorumu üzerinden giderek atomaltı parçacıklara da bellek ve benlik yükleyen ve bilimkurguyla spekülatif sözde-bilim arasındaki bir yerde konumlanan söylemlerin ilham kaynaklarındandır. 1924 – 2013 periyodunda yaşayan Cleve Backster, CIA için çalışmış özel bir sorgulama uzmanı ve poligrafa, yânî, yalan makinasına bağladığı bitkilerle yaptığı çalışmaların sonucunda, bitkilerin duyular dışı algıya, yâni paranormal algıya sahip olduklarını ileri sürerek popüler olmuş bir araştırmacıydı. Bazı muteber kaynaklarda poligrafın mucidi olarak Backster gösterilmesine kaşın, bu bilgi yanlıştır. Yalan makinası 1921’de Kaliforniya, Berkeley’de polis memuru John Larson’la, ilerleyen yıllarda popüler comics kahramanı Wonder Voman’ı yaratacak olan psikolog William Moulton Marston tarafından icat edilmiştir. Yalan makinasına bağladığı bitkilere şiddet uyguladığında, bitkilerin acıyı hissederek negatif ESP, yânî, olumsuz paranormal tepkiler ürettiklerini, sevecen davranıldığında ve huzur hissi uyandıran müzik dinletildiğindeyse pozitif ESP, yânî, olumlu paranormal tepki verdiklerini ileri süren Cleve Backster’ın bu buluşu literatürde Backster Etkisi olarak anılmakta ve tartışmalı Bitkisel Psişizm disiplininin, yânî, bitki psikolojisinin temel kavramı olarak değerlendirilmektedir. Bitkilerin algıları ve hisleri olduğu iddiasındaki bitkisel psişizme dair argümantasyon yaptığınızda, bitkiler sinir sistemine sahip olmadığından, paranormal bir alana dair konuşmuşsunuz demektir. Ana akım bilimcilerin büyük kısmı tarafından şarlatanlık ve safsata olarak yaftalanan, diplomatik bir üslup kullananlarınsa sözdebilim, sahte bilim, ya da pseudoscience dedikleri bitkisel psişizm, günümüzde yapılan çok hassas ölçümler sonunda elde edilen veriler ışığında, aslında daha ciddiye anılması gereken bir disiplin olduğunun ipuçlarını vermektedir. Söz konusu araştırmalar bitkisel psişizmin: bitkilerin, insanların duygularından ve düşünlerinden etkilendikleri ve onlarla ilişkiye geçebildikleri; aralarında çok uzak mesafeler olan bitkilerin diğer bitkilerle ve insanlarla psişik irtibat kurabildikleri; çevrelerinde Kirlian Fotoğrafçılığıyla saptanan enerji alanları oluşturdukları; klasik müziğe, sevgiye, şefkate, ilgiye ve duaya muhatap olduklarında gelişimlerinin bundan olumlu etkilendiği; şiddet, nefret, düşmanlık, heavy metal gibi aşırı gürültülü müzik karşısındaysa olumsuz tepki verdikleri; kendilerine özgü bir belleklerinin olduğu; çevresel faktörlere göre coşkulu ya da depresif modlara girebildikleri iddiaları üzerine yoğunlaşmıştır. Bu araştırmalara karşı takınılacak doğru tutumun, toptan inkârcılık bağnazlığına sapmadan, metodik ve bilimsel şüphecilik temelinde geliştirilmiş nesnel bir tavır olması gerektiğini düşünenlerdeniz. Türümüzün tarımı icat ettiği 12,000 yıldan bu yana, toprakla organik bir bütün oluşturan üreticilerin bağ, bahçe, tarla ve seralarındaki mahsulleriyle kurdukları ilişkiye ve annelerimizin saksı bitkileriyle geliştirdikleri diyaloglara bakıldığında, bunların ebeveyn – evlât diyalektiğini aratmayan bir sevecenlik kipinde cereyan ettikleri görülecektir. Gündelik hayatımızın kılcallarına değin nüfuz eden bu gibi yaşamsal pratiklerin, Cleve Backster ve ardıllarının 65 yıldır bitkisel psişizm sahasında yaptıkları çalışmalara en menfi yaklaşanların bile bakış açısını yumuşatması düşük ihtimal olmasa gerektir.

Wikipedia. Org’un İngilizce edisyonuyla, Evrimagaci.org’un ilgili maddeleri kaynakçamızın önemli unsurları, konunun meraklısına da ileri okuma önerimizdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  



237) Peşin Hüküm Verme!

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Peşin Hüküm Verme!

Çok eskiden kadim bir ülkenin ücra bir köyünde, çok yaşlı ve bilge bir çiftçiyle, atlara çok meraklı yakışıklı ve akıllı torunu yaşarmış. Köylüler, yaşlı adama ‘böyle bir toruna sahip olduğundan çok şanslısın’ dediğinde o, ‘peşin hüküm verme, ardını düşün’ dermiş. Torununun kasabaya gidip seyislik dersleri almasını: ‘hayırsız çocuk seni terk etti’ diye kınayanlara yaşlı adamın cevabı aynıymış:  'peşin hüküm verme, ardını düşün’. Torun usta bir seyis olmuş, ülkenin engin steplerinde koşturan bir sürüden elde ettiği muhteşem bir vahşi küheylanla dönmüş köyüne. Komşularının: 'mahir bir seyis oldu evlâdın, görülmemiş güzellikte bir de küheylanı var, çok şanslıymışsın' değerlendirmesine yaşlı adamın cevabı o standart cümleymiş: ‘peşin hüküm verme, ardını düşün!' Torunu, ehlileştirmeye çalıştığı atın sırtından atmasıyla bacağını kırınca: ‘Çok talihsizmişsin’ diyen köylülere dedesi: ‘peşin hüküm verme, ardını düşün!’ demiş yine.  Ardından köye gelen Hükümdar’ın silahşorları, kırık bacaklı Seyis dışındaki eli silah tutan bütün erkekleri askere almış. Komşularının: ‘torunun savaşa gitmekten kurtuldu; çok şanslısınız’ yorumlarına yaşlı adamın: ‘peşin hüküm verme, ardını düşün’ cevabı kızdırmış köylüleri. Savaşa gidenlerin çok azı dönebilmiş evlerine. Onlarla köye gelen Hükümdar’ın adamları, şöhreti yöreye yayılan o müthiş atına el koymuş, iyileşen genç Seyis’i de, atı eğitmesi için, saraya götürmüş. Köylülerin ‘torununu ve küheylanı kaybettin talihsiz adam’ yazıklanmasına  ‘peşin hüküm verme, ardını düşün!’ diyen yaşlı adam yine tepkilere neden olmuş. Yakışıklı ve maharetli Seyis, atı ehlileştirirken, Hükümdar’ın biricik kızı ona gönlünü kaptırıvermiş. Karakterini beğenen Hükümdar, çulsuz ama kişilikli Seyis’i damatlığa kabul etmiş, üstelik de, veliaht atadığı, ancak, merhametsiz ve gözü doymaz olduğundan hiç sevilmeyen oğlunu azledip, yerine atamış onu. Destekçileriyle başkenti terk eden eski veliaht ‘döneceğim ve hakkım olanı alacağım!’ diyerek intikam yeminleri etmiş. Çiçeği burnunda Veliaht, çok özlediği dedesini yanına çağırmış. Yolculuk hazırlıkları yaparken evine doluşan ve: ‘başınıza devlet kuşu kondu, dünyanın en şanslı insanlarınız’ diye konuşan komşularına, yaşlı bilgenin verdiği cevap, o klasik mottosuymuş: ‘peşin hüküm verme, ardını düşün!' Yaşlı adamın, mütevazı mülkünün idaresini güvenilir bir komşusuna devredip, eyalet başkentindeki saraya yerleşmesinden kısa süre sonra, hükümdarın oğlu, komşu ülkenin desteğiyle kurduğu güçlü ordunun başında, saldırmış başkente ve halefini yenerek ele geçirmiş payitahtı. Hükümdar, veliaht seyis, dedesi ve onlara sadık olan tebâları ülke kırsalına çekilmekte bulmuş çareyi. Zalim oğul, Velîaht’ın köydeki mülkünü yaktırmış, yakınlarını katlettirmiş. Bu gaddarlığı dehşetle izleyen komşuları: 'ah, siz ne talihsiz insanlarmışsınız böyle?!’ diye dövünürken, olayları öğrenen yaşlı bilge, ‘peşin hüküm verme, ardını düşün' diyormuş kendisini teselliye çalışanlara. Ülkenin uzak steplerinde, destekçileri olan boyların merkezinde kurdukları karargâhlarında, son muharebenin mağlupları, çok üstün bir orduya sahip düşmandan başkenti nasıl alacaklarını tartışırken, ‘bunu başarmamıza imkân yok, iyisi mi, buralarda bir beylik kurup öyle devam edelim’ fikri ağır basmaya başlamış. Artık baş vezir olan yaşlı bilge, Hükümdar’a, torunu Veliaht’a ve otağdaki diğer erkâna bakarak konuşmuş tane tane: ‘birçok muharebeden oluşan bir büyük savaş hayat; son muharebe ermeden nihayete, bilinmez ‘kim galip, mağlup kim?’. Öyleyse muhterem hâzırun, peşin hüküm vermeyeceğiz, düşüneceğiz ardını etraflıca olup bitenin!’

Türümüzün yüzbinlerce yıllık tecrübelerinden damıtılarak oluşturulmuş destanlar ve masallar, ‘insanlık halleri, Dünya vaziyetleri ve Kozmik süreçler hakkında peşin hükümlü olmamalı, ön yargılara prim verilmemelidir. Olan bitenin, sanıldığı gibi olmayabileceğini düşünmek, olayların gerisini anlamaya çalışmak, hükme ise bunlardan sonra varmak doğru tercihtir ’ gibi çok sayıda bilgece öğüde beşiklik yapan benzersiz anlatılardır aslında. Kuvvetli bir ilgiyi hak etmeleri bundandır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.   

Peşin hüküm verme, ardını düşün: kadim bir Çin meselinin hatırlattıkları























0 - Takdim / Medhal / Epilogue:

Belki 40, belki de 50 sene önce okuduğum, kaynağını ise hatırlayamadığım kadîm bir Çin masalından aklımda kalanları, onu okumamdan onlarca yıl sonra, hayal gücümün ve kurmaca yeteneğimin izin verdiği nispette, genişleterek yazmaya karar vermiş, ortaya çıkan hasılayı da 2015'de blogumda paylaşmıştımCovid19 salgını yüzünden Çin'e yönelik ötekileştirici söylem ve eylemlerin, yer yer, ırkçılık hudutlarını zorladığı 2021 sonbaharında, mezkûr anlatıyı, revize edilmiş haliyle, tekrar paylaşmanın, bunu yaparken de, hem, yukarıda bahsettiğim o kadim öğretiden aklımda kalanlardan, hem de, 30 Ağustos 2021'de, Cumhuriyet Gazetesi'ndeki köşesinde, bu masalın otantik halinin özetinin özetine (suyunun suyuna diye de okunabilir!) yer veren Ergin Yıldızoğlu'nun paylaştığı halinden olabildiğince uzak bir anlatı kurmanın, anlamlı olacağını düşünmüştüm - nitekim, öyle de yaptım. Anlatının söz konusu bu ikinci edisyonu, 2015 yazında yayımladığım ilk versiyonun final kısmını Kuantum Teorisi, Süper Sicim Teorisi, Kozmolojik argümantasyon ve 'kendine gönderme yapan, kendi üzerine katlanan, kendisiyle konuşan olgular'la zenginleştirilmesiyle vücut bulmuştu. İkinci versiyondan 38 ay sonra Kasım 2024'de, ikinci bir revizyona daha tâbî tuttum mezkûr metnimi. Öyle ki, 3. edisyon olan  son haliyle o, artık, ilk okuduğum orijinal Çin masalından çok, uydurduğum yanları ağır basan, neredeyse bana ait diyebileceğim, bir Çin masalına dönüşmüştü. Bitmedi henüz okumanın arifesinde olduğunuz anlatının öyküsü ve de serencamı; Onun, burada paylaştığım 3. versiyonundan çok daha kısa olan, karakterler - olayların akışı - finali bakımından onunla çelişmeyen, ancak, şahıs isimlerinin, milli aidiyetlerinin ve ülkelerin ve coğrafyaların belirsizleştirildikleri, daha doğru bir deyişle, kurmacanın, Asya kıtasındaki kadim milletlerden hangisine ait olduğunun anlaşılamayacağı bir 4. versiyonunu daha yazdım ve TRT Radyo'da yayımlanması için teslim ettim kuruma. Ona da, bu metnin altındaki dipnotlar kısmında erişebileceksin muhterem kârîm.  Belki de aşağıdaki metin, ya da, dipnotlarda verdiğim link üzerinden erişilebilecek olan metindir orijinal olan anlatı ve onlarca yıl önce okuduğum masalla, Ergin Yıldızoğlu'nun köşesine taşıdığı özet anlatı gibi binlerce yıl öncesine ait olan anlatılar ilhamını benim yazdıklarımdan almıştır, kim bilebilir ki. Kuantum Teorisi, Süper Sicim Teorisi, Kozmolojik argümantasyon ve 'kendine gönderme yapan, kendi üzerine katlanan, kendisiyle konuşan olgular'dan bahsedilen bir bağlamda, ilham alma döngüsünün paylaştığım şekilde olmaması için hiçbir neden yok doğrusu. 
Neyse, bu kadar girizgâh yeter, o vakit, şimdi anlatı zamanı...

1 - Senelerce senelerce önce Çin'de
Onlarca ve onlarca asır önce, koca Çin ülkesinin ücrâ bir köyünde Zen bilgeliğini hayatına rehber edinmiş çok yaşlı bir çiftçiyle, ruh hasletlerini dedesinden, güzelliği ve yakışıklılığını ise, daha bebekken bir sel felâketinde yitirdiği ebeveynlerinden alan, atlara çok meraklı bir torunu varmış. Köylüler, yaşlı adama ‘ne talihlisin, sana bakan hakikatli bir torunun var’ dediğinde o, ‘peşin hüküm verme, belli olmaz’ dermiş. Torunu kasabaya gidip at cambazlarından usta bir binici olmanın, vahşi atları yakalamanın ve onları ehlileştirmenin incelikleri konusunda ders almaya başladığında komşuları dedesine: ‘ne kadar talihsizsin; Kendine bakmaktan acizken, seyislik sevdası yüzünden hayırsız torunun seni terk etti’ diye üzüntülerini bildirmiş. Yaşlı adamın cevabıysa aynı olmuş:  'peşin hüküm verme, belli olmaz’. 
2 - 'Şans Tekeri', 'Talih Çarkı' döner durur Kozmos'da...
Bir müddet sonra, artık usta bir seyis olan torun, yedeğinde harikulâde bir vahşi tayla dönmüş köye. Tay benzeri çok zor görülebilecek güzellikte doru bir küheylânmış. Genç seyis büyük bir aşk ve yüksek bir motivasyonla başlamış onu eğitmeye. Köyün ileri gelenleri toplanıp ziyarete gittiğinde yaşlı çiftçiyi, ağız birliği etmişçesine şöyle demişler:  'torunun mahir bir seyis oldu, üstelik, görülmemiş güzellikte bir de küheylanı var, çok şanslıymışsınız doğrusu' Yaşlı adamın cevabı yine: ‘peşin hüküm verme, belli olmaz!' imiş.
İlerleyen günlerde, torun, vahşi küheylanı eğitirken, at onu sırtından aniden atıvermiş. Dedesi yanına gittiğinde, acıyla bağıran torunu, kırılmış bacağını iki eliyle tutuyor, bir taraftan da vahşi taya öfkeyle söyleniyormuş. Haberi alan komşuları kısa bir süre sonra ziyaretlerine gelmiş ve dedeyi mütebessim görünce sinirlenerek çıkışmışlar: ‘seni anlamak hakikaten giderek zorlaşıyor ihtiyar. Torunun bacağını kırdı, aylarca iş göremeyecek, ekinini tarlada kalacak. Vahşi küheylanı ehlileştiremediğiniz için satamayacaksınız da. Köyün belki de en talihsiz ailesisiniz. Buna rağmen hiç üzülmüşe benzemiyor, hatta gülümsüyorsun, neden acaba?!?’. 

Yaşlı adam metanetle bakmış ziyaretçilerine ve pek de sürpriz sayılamayacak şekilde cevaplamış onları: 
‘peşin hüküm verme, ardını düşün!’ Köylüler, memnuniyetsizliklerini açıkça ortaya koyan öfkeli hareketlerle terk etmişler dedeyle torununu.


Aşk Her Şeyi Yener / Amor Omnia Vincit; ya da, 'Dünya'nın en garip evlenme teklifini arkadaşım yaptı!'





























0) prologue / medhal / bidayet

Şayet bloguma 'Dünya'nın en garip evlenme teklifini arkadaşım yaptı!' başlıklı kurmaca bir aşk öyküsü ekleyeceğimi söyleseydiniz bana, 'aşk hikâyesi kim, ben kim; o tür anlatılar Mehmet Yakup Yılmaz'a yakışır' der geçerdim sevgili okur. Lâkin hayat, geyik muhabbeti ya da klişe değil, aynıyla vâki, biz ona dair plânlar yaparken, başımıza ne gibi çoraplar öreceğini hınzırca plânlayan bir Kozmik Şakacı'dan başka bir şey değil, inanın bana. Benim aşk anlatısı sahasında kalem oynatmam, içerdiği ironi dozu yüzünden, olsa olsa, Kozmik Şakacı'nın marifeti olabilecek bir latife olarak anlaşılabilir.

Türün, az önce dillendirdiğim Mehmet Y. Yılmaz gibi duayen yazıcılarının hoşgörüsüne sığınarak, paylaşıyorum o öykümü:


1 - Ah minel aşk, sen nelere kadirsin?!?

'Kabul etti, bu sefer kabul etti!’ diye bas bas bağırarak girdi Erol ofisime. ‘Dur bakalım, n’oluyor, kim neyi kabul etti? Bi sakinleş de anlatıver ‘ diyerek teskin etmeye çalıştım onu. Erol, nefes nefese sürdürdü lâfını. ‘Ziyaver, Kabul etti teklifimi diyorum sana! 100. teklifime nihayet evet dedi Selin’. Derin bir ‘ooohhhh!’ çektim ve sarılarak tebrik ettim dostumu. 

Erol’u sevinçten çıldıracak denli sevindiren, beni de gerçekten şaşırtıp mutlu eden bu evlenme teklifi kabulünün, anlattığımda çoğunuzun ‘hadi canım sende!’, ‘yok artık daha neler!’, ‘bu kadarı da gerçek olamaz, kesin bunları uydurmuşsundur’ şeklinde karşılayacağınız  çok enteresan, oldukça sıra dışı bir arka plânı var. İşte bunu paylaşacağım sizlerle.



















Radyo Ödülleri



Ülkemizde yapılan belli başlı radyo programı başarı ödülleri, tespit edebildiğim kadarıyla, şunlardır:

01) Sedat Simavi Radyo Ödülleri;

02) Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Gazetecilik Başarı Ödülleri; 

03) Radyo ve Televizyon Gazetecileri Derneği Medya Oscarları;



The Simpsons / Simpsonlar; Sıfır Noktası Alanı ve Enerjisi; İnsancıllık; Teyyo Pehlivan; Fragmanlar, Kozmoslar >>> metinler 47













01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. Mezkûr metinler, muhtasar bir ifadeyle, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki - hayvan - böcek - toprak - su gibi bileşenlerinin oluşturduğu o alâimisemâ mahiyetli muhteşem mimari ve muhtevasının referans verdiği eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin fenomenlerinden / tezahürlerinden birisinin, ana hatlarıyla da olsa, kuşatılma teşebbüsüdür. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan bahis konusu entelektüel hasılanın yılın 47. haftasına denk düşen 18 Kasım - 22 Kasım döneminde yayınlanacak olanları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz. 



231) The Simpsons / Simpsonlar

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu The Simpsons / Simpsonlar.

Önyargılara esir olmak, ezberlere beyaz bayrak çekmek, akıntıya kapılmak sıradanlıktır, kimliksizliktir, verili olana eklemlenmektir; hayatın kreatif ve orijinal olunması gereken hallerinde bunlar kadar kötü olan çok az tercih vardır doğrusu. Popüler kültürün önemli alt başlıklarından olan çizgi roman ve çizgi filmleri sadece çocuklara özgü olgular olarak tanımlamak ve yetişkinlerin bu türlerle ilgilenmesini, kişiliğin geçmişine yapılan yersiz ve zamansız bir retrospektif yolculuk, hayatın olağan akışından ve sorumluluklarından kopuk introspektif bir kaçış hamlesi olarak değerlendirmek bahse konu kötü ezberlerdendir. Matt Groening tarafından tv için yaratılan animasyon durum komedisi The Simpsons, yânî, Simpsonlar, prime time’de, bir diğer deyişle, tv yayımcılığının altın saatler olarak nitelenen en kıymetli zaman diliminde yayımlanan ve sadece çocukları ve ergenleri değil, yetişkinleri de, hatta, daha çok da yetişkinleri hedef kitlesi olarak seçmiş satirik ve ironik bir prodüksiyondur. ABD’nin birçok eyaletinde aynı isimli çok sayıda gerçek kente rastlayabileceğimiz, en çok da Matt Goering’in büyüdüğü Portland, Oregon’u andıran, kurgusal bir Orta Batı beldesi olan Springfield’de yaşayan üç çocuklu tipik bir Amerikan ailesi olan Simpsonların başından geçenleri konu alan, yanı sıra, sosyokültürel ve sosyopolitik çok sayıda alt metin de içeren zekâ dolu mezkûr animasyon dizisi, 19 Nisan 1987’de bir şov programının içinde start almış, 3 yıl bu şekilde seyircisiyle buluştuktan sonra, 1989 sonbaharında başlayan yayım döneminde, işaret ettiğimiz altın saatler diye anılan akşam kuşağının yayın akışındaki yerini almıştır. Filmi, çizgi romanları, bilgisayar oyunu, kutu, yânî salon oyunu, belgeselleri yapılan; çok sayıda araştırma janrındaki kitap ve makaleyle teze konu olan Simpsonlar, bir tv animasyonunun kazanabileceği bütün ödülleri, hem de defalarca ve üst üste olmak kaydıyla, kazanmıştır. Gezegenin farklı coğrafya ve toplumlarında konuşulan İngilizcelere birçok kavram ve deyim sokmayı başaran dizi, 37 sezondur aralıksız yayımlanan 800’e yakın bölümüyle bu alanda kırılması güç bir küresel rekorun da sahibidir. Sipringfield’in ana istihdam kaynağı olan nükleer santralde güvenlik denetçisi olarak çalışan sallapati ve şaklaban karakterli aile babası Homer; Amerikan ailelerinin temel direği, denge unsuru, yapıştırıcı ve birleştirici çimentosu, bedenlenmiş sağduyusu olan stereotip akıllı anne Marge; yürüyen belâ, haylazlık abidesi, kural tanımaz 10 yaşındaki Bart; sadece ailesinin değil, kentinin de en akıllısı denilebilecek sanatkâr ruhlu 8 yaşındaki aktivist Lisa ve kime çekeceği meçhul olan emzikli bebe Maggie dizinin protagonist karakterleriyken, onların etrafındaki onlarca ikincil ve yüzlerce üçüncül karakterlerle dizi çok zengin bir tipler galerisini andırır. Konvansiyonel aile ve inanç olgularına eleştirel yaklaşımı, çevreye karşı duyarlı oluşu ve emekten yana tutum alan mesajlarıyla dizi, yapım ekibinin de itiraf ettiği üzere, Amerikan siyaset yelpazesinin solunda yer almasına karşın, ironik bir şekilde, muhafazakâr tabanın siyasal tezahürü Cumhuriyetçileri destekleyen en önemli kanal olan Fox’ta yayımlanmaktadır. Dizinin en önemli sosyal etkisi, özelde Amerika’da, geneldeyse gezegenin diğer coğrafyalarında gerçekleşen savaşlar, suikastlar, seçimler, ekonomik krizler, magazinel gelişmeler, spor karşılaşmaları, medya dünyasındaki olaylar, küresel iklim değişikliği, sağlık problemleri, uzaylılar, gezegeni yönettiği ileri sürülen bir avuç gizli muktedir, yozlaşan insan ilişkileri, ekran bağımlılığı, küresel gelir uçurumu, bilimsel ve teknolojik gelişmelere dair yaptığı muğlak, sembolik ve örtük imalarının, özellikle insanlığın sosyal medya ve video platformlarıyla bütünleştiği son yıllarda, yalvaçvari kehanetler olarak algılanmasıdır.

Tartışmalı 'kehanetleri', zekice yapılmış esprileriyle Simpsonlar, 10 yıl önceki kadar yüksek reyting alamasa da, Türkiye’nin de arasında olduğu çok sayıda ülkede yayın akışlarında yer almasını sağlayacak hatırı sayılır bir izlenme oranını korumaya da devam etmektedir. Programımızın kaynağını oluşturan bu ikonik dizi, çeşitli insanlık halleriyle, dünya vaziyetlerine dair olan spektaküler ve satirik öngörüleri için bile olsa izlenmeyi hak eden bir prodüksiyondur. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.  












232) Sıfır Noktası Alanı ve Enerjisi

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Sıfır Noktası Alanı ve Enerjisi.

Literatürde birbirinin yerine kullanılan sıfır noktası radyasyonu, sıfır noktası alanı, kuantum vakumu sıfır noktası alanı, temel durum enerjisi, kuantum vakumu sıfır noktası enerjisi ve sıfır noktası enerjisi ifadeleri, kuantum alan teorisinin temel kavramlarından olup, araştırmacıları, varoluşun en temel hakikatine, en derin gizemine götüren yolculuğun önemli bir dönemecini kuşatan ufuk açıcı bir kuramsallaştırma gayretinden, vakum durumundan beslenirler. Kuantum vakumu, vakum durumu ya da vakum hâli, belki sıfır değil, ama, sıfıra en yakın olan mümkün en az enerjiye sahip kuantum durumuna referans verir. Fiziki dünyanın unsuru olmayan ve boşluktan, ama öyle böyle değil, ‘mutlak boşluk’tan beliriveren ve hemen ardından da yok oluveren parçacık ve enerji alanlarından bahsediyoruz değerli dinleyen. Sıfır noktası alanı, fiziki metriklere göre, enerji, dolayısıyla da madde bakımından mutlak boşmuş gibi tepki vermesine karşın, planck zamanına yakınsayan küçüklükteki zaman aralıklarında belirip kaybolan parçacık ve karşı-parçacıkların etkileştikleri bir kuantum köpüğü elementi olması bakımından, tüm bu sıfır noktası alanlarının toplamından oluşan temel yapı manasındaki vakumun da teknik nitelemesidir. Kuvantum vakumu sıfır noktası enerjisi bir temel – durum enerjisi olup, gündelik hayatımızın unsurları olan fiziki süreçlere dair metrik ve parametrelerle ölçülüp dillendirilen enerji hallerinden farklı olarak, potansiyel enerjiden kinetik enerjiye dönüş(e)meyen, felsefi ıstılahlarla dillendirecek olursak, kuvveden fiile asla çıkmayacak, çıkamayacak olan bir alandır. Kuantum fiziğinin Belirsizlik İlkesi gereği olarak sıfır noktası enerjisi, vakumdaki bir noktanın temsil ettiği bir sistemin, kuantum hapishanesi olarak adlandırılan bir potansiyel kuyusuna mahkûm olması halidir. Sıfır noktası alanından doğan sıfır noktası enerjisi, kozmolojideki önemli kavramlardan olan Kozmolojik Sabit’in açıklanmasında anahtar rol oynarken; işaret ettiğimiz fizikî bağlam aynı zamanda, moleküllerin, atomların ve atom altı parçacıkların mutlak manada hareketsiz olmaları gereken ‘eksi 273 derece santigrad’da, yânî, mutlak sıfırda titreşmelerine, dalgalanmalarına neden olur. Kuantum vakumu sıfır noktası enerjisi, Evren’in simetrisine dair kanıtlanmamış hipotezle, vakumun doğası hakkındaki teyide muhtaç varsayımın iç içe geçtiği bir spekülatif iddiadır. Bilim insanları ‘vakumun doğasını tam olarak kavradığımızda, varoluşun temel doğasını da anlayabileceğiz!’ varsayımından hareketle, en küçüklerin ilmi olan kuantum fiziğiyle, en büyükleri mercek altına alan Genel Görelilik sahasının kesişim alanındaki bu problematiğe odaklanmış, doğa bilimlerinde devrimci bir atılım ve radikal bir sıçrama yapmanın arayışına odaklanmıştır. Poligrafın, yânî, yalan makinesinin mucidi olan Cleve Backster, bitki algılamasını ve psikolojisini inceleyen Bitkisel Psişizm disiplininin modern versiyonunu kurarken, dolaylı yollardan da olsa, kuantum dalga mekaniğinin istatistiki doğası temelinde çalışan Rastgele Olaylar Üretecinin icadının ve kriptografinin temellerinden olan kırılamayacak kodlar, çözülemeyecek şifreler üretmenin yollarının açılmasını sağlamıştı. Yanı sıra Backster, düşüncenin verili bir konuya mutlak odaklanması halinde, fizik dünya üzerinde tesiri olabileceğine dair yapılan çalışmalara da ivme kazandırmıştır. Literatürde Backster Etkisi olarak anılan kuram, bir taraftan, bahsettiğimiz odaklanma süreciyle gerçekleşeceği varsayılan telekinezi, teleportasyon ve telepati gibi paranormal süreçlerin; diğer yandan da, varoluşun molekül, atom ve hatta atomaltı parçacık düzeyindeki tezahürlerinin bile hafıza ve bilince sahip oldukları merkezindeki ekstrem popüler iddiaların bilimin bir kez daha ilgi alanına taşınmasına yol açmıştır.

Çok satan başarılı popüler bilim kitapları yazarı İngiliz fizikçi John Gribbin’in yazdığı ve Mikro - Nano Dünya ve Onu A’dan Z’ye Güden KUANTUM – Temel Parçacıklar İçin Düşünülmüş, Ama Fiziğin Neredeyse ‘Bütününü’ Kapsayan Bir Ansiklopedik Sözlük gibi fevkalâde uzun bir isme sahip olan eser programımızın kaynakçasının ilk sırasındaki metin, bu mevzu çok enteresan doğrusu, biraz daha derinleşsem iyi olacak’ düşüncesindeki meraklısına da şayanı tavsiyedir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 












İkonoklazm / Putkırıcılık; Kara Kemal; Einstein'ın Beyninden Drosophila Melanogaster'e; Geoffrey E. Hinton; Antalya >>> metinler 46














01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. Mezkûr metinler, muhtasar bir ifadeyle, insanın kendisiyle, diğer insan kardeşleriyle, bitki - hayvan - böcek - toprak - su gibi bileşenlerinin oluşturduğu o alâimisemâ mahiyetli muhteşem mimari ve muhtevasının referans verdiği eko-sistemle, tarihsel mirasla, eşyayla, mekânla, zamanla, uzayla teması sırasında deneyimlediği olgu - mesele - süreç - olay gibi Varoluş Dairesi'nin fenomenlerinden / tezahürlerinden birisinin, ana hatlarıyla da olsa, kuşatılma teşebbüsüdür. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan bahis konusu entelektüel hasılanın yılın 46. haftasına denk düşen 11 Kasım - 15 Kasım döneminde yayınlanacak olanları aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz. 










226) İkonoklazm / Putkırıcılık

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu İkonoklazm / putkırıcılık.

Dini bir inançla, onun domine ettiği sosyokültürel değerler manzumesini benimsemiş bir topluluğun, bir milletin, ya da, geniş bir coğrafyaya yayılmış birçok milletten oluşan bir cemaatin teolojik kodlarını temsil eden ve genel olarak ikona olarak anılan süsleme, resim, figürin, rölyef, heykel ve anıt gibi sembollerin on binlerce yıl öncesine giden bir geçmişi olmasına karşın, bu kavram, Batı merkezli din ve medeniyet tarihçileri tarafından, ilkin 3,000 yıl önce Greko-Romen Antik Çağı’ndaki politeist / pagan inanç kozmosunda beliren, ardından da 4. asırda Bizans Hristiyanlığı tarafından senkretik bir şekilde devralınarak geliştirilen bir antite olarak, dar bir içerikle tanımlanmıştır. İkonoklazm, yânî, putkırıcılık / ikona kırıcılık / tasvir kırıcılık, ikonaların, daha önce onlara inanmış olanlar tarafından sistematik olarak gerçekleştirilen, çoğunlukla da pogromlar şeklinde tezahür eden şiddet girdabında imha edilmesidir. Tevrat’ın Yaratılış bölümünün, MÖ 5. ilâ MÖ 3. asırlar arasında, Yahudiliğin kurucu babalarından olan hahamlar tarafından yorumlanmasıyla oluşmuş Genesis Rabbah’ta yer alan ve MÖ 21. asra tarihlenen Midraş İkonoklazmında anlatılan Hz. İbrahim’in putları imha; Yehuda Kralı Hezekiya'nın, MÖ 7. asırda Süleyman Tapınağı’ndaki dini sembolleri yok etmesi; Roma İmparatorluğu'nun önceki resmi dini olan politeist sembollerin, Hristiyanlığın devlet dini olmasının ardından, 4. asrın sonuyla, 5. asrın başlarında imha edilmesi; Hz. Muhammed önderliğindeki İslâm ordusunun Ocak 630’da Mekke’yi fethetmesine müteakip, Kabe’deki 360 putun imha edilmesi; Hristiyanlığın Ortodoks yorumunun kuruluş aşamalarını sembolize eden teolojik idollerin, 726 – 787 dönemiyle, 814 – 843 aralığında, iki dalga halinde yok edilmesi; öncülleri 14. asra kadar inmesine karşın, olgun kimliğine Martin Luther’in 1517’de ilân ettiği 95 Tez’in ateşlediği Protestan kalkışmasıyla erişen, finali, 30 Yıl Savaşlarına müteakip 1648’de aktedilen Vestfalya anlaşması olan din savaşlarında, Katolik – Protestan – Ortodoks inancından olanların gerçekleştirdiği pogromlar; Oliver Cromwell yönetimindeki İngiltere’de 1642 – 1651’de yaşanan iç savaştaki gelişmeler; Mayıs 1789’da başlayan ve General Napoléon Bonaparte’ın 18 Brumaire’in VIII. yılı olan 1799’un 9 Kasım’ında yaptığı darbeyle sonra eren Fransız İhtilâli sürecinde, dini sembollere karşı yürütülen vandallıklar; Ekim 1917’deki Bolşevik Devrimiyle başlayıp, Devlet Başkanı Gorbaçov’un istifasının adından, SSCB’nin 26 Aralık 1991’de dağılmasına değin süren din karşıtı pratikler; Mao Zedong önderliğindeki Çin Komünist Patisi’nin, 1920’lerin başlarından itibaren mücadele ettiği milliyetçi parti Kuomintang’a galebe çalmasıyla 1 Ekim 1949’da kurulan Çin Halk Cumhuriyeti’nde, son 75 yıldır yapılan uygulamalar tarihteki en karakteristik ikonoklastik eylemlerdir. Putkırıcılık, modernizmin insanlığı belirlediği 1850’lerden sonra, inanç dünyasından hayatın diğer görüngülerine de sıçramış, bünyesindeki yaratıcı yıkıcılıkla yeni insanın, yeni inancın, yeni toplumun, yeni dünyanın ve yeni çağın kurucu ögesi olmuştur. Nisan 1874’deki ilk empresyonist sergi plastik sanatlardaki klasik anlayışı; 1915’de filizlenen protest bir karşı-sanat anlayışı olan Dadaizmle, onun 1920’lerin başında evrildiği aklı ve gerçeği inkâr eden sürrealizm akımları, edebiyattan sinemaya, tiyatrodan plastik sanatlara değin bütün sanat evrenlerindeki hakim anlayışları; Nazım Hikmet'in, Resimli Ay Dergisi’nde 1929 Mayıs’ında ‘Putları Yıkıyoruz’ başlığıyla başlattığı yazı dizisi, edebiyatımızdaki yerleşik sanat ve edebiyat anlayışını; 1969 tarihli Düzenin

Yabancılaşması – Batılılaşma kitabındaki ‘Türkiye’de sağ sol, sol da sağdır, solcularımız gerici, sağcı denilen geniş İslâmcı kitlelerse ilericidir!’ temasını işleyen İdris Küçükömer, müesses sosyopolitik kabulleri; Jean François Lyotard’ın 1979 tarihli kitabı Postmodern Durum’la kristalize olan, geçmişiyse 1950’lere giden, teoloji, mitoloji, bilim, felsefe disiplinlerine ‘gerçekliği’ farklı şekillerde kuran eş düzeyde geçerli anlatılar olarak yaklaşan, aklı, bilimi, ilerlemeyi önceleyen modernist paradigmayı inkâr eden postmodernizm, teoloji dışındaki ikonoklazmın en önemli örneklerindendir. Umberto Eco ve Riccardo Fedriga’nın editörleri olduğu, her bölümü alanın uzmanlarında yazılmış 7 ciltlik Felsefe Tarihi başvuru kaynağımız, okuma önerimizdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.











227) Kara Kemal

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Kara Kemal.

2. Meşrutiyet döneminin en önemli aktörlerinden, İttihat ve Terakki Cemiyeti yöneticisi, 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İaşe Nazırı, devlet adamı, komitacı Ahmed Kemal Bey’in özel hayatı hakkındaki bilgilerimiz çok sınırlıdır. Sanki gizli bir el, onun hayatının ilk 25 yılına ait olan kayıtları itinayla karartmış gibidir. Wikipedia.org’daki Kara Kemal maddesinde 1868 olarak verilen doğum tarihi güvenilmez bir datadır. Çeşitli teyitli tanıklıklardan hareketle, 1875 – 1879 arasında İstanbul’da dünyaya geldiğine hükmedebileceğimiz Ahmed Kemal, soyu Dulkadiroğullarına dayanan Kısakürekzâdelerden Mâbeyn Telgraf Müdürü Arif Bey’in oğlu olup, en az üç erkek kardeş sahibidir. Aile fertleri, ilgili kanunla, Kısakürek soyadını almışsa da, Necip Fazıl’la akrabalıkları belgelenememiştir. Kardeşleri, babası ve annesi gibi, kızı İsmet Tolon’la, oğlu Mehmet İrfan Kısakürek hakkında da bilgiye erişilemeyen Ahmet Kemal, II. Meşrutiyet’ten önce, babası Arif Bey gibi, Posta İdaresi’nde çalışmış; İstanbul, Edirne, İzmir, Serez ve Kastamonu’da posta memuru olarak görev yapmıştı. Gerek teninin rengi, gerekse de esrarengiz kişiliği yüzünden Kara lâkabıyla anılan Ahmed Kemal, olağanüstü tiryakiliği yüzünden Nargileci diye de bilinirdi. Ancak, hiç kuşkusuz, onu en ziyade temsile ehil olan mahlâslar, İttihat ve Terakki’nin perde önündeki sivil lideri olan Talat Bey’e Büyük Efendi denmesine nispetle ve Cemiyet’in perde gerisindeki kudretli örgütçüsü olması hasebiyle, Küçük Efendi ve Gedik Efendi nitelemeleriydi. Serez’de posta memuruyken tanıştığı amiri Talat Beyin tavassutuyla Cemiyet’e alınan, örgütçü, çalışkan ve dürüst kimliğiyle de Teşkilat’ta hızla yükselen Kara Kemal, büyük kentlerin sokaklarındaki küçük esnafı, ameleleri, yoksulları, kurduğu sosyal yardımlaşma ağlarıyla destekleyip örgütleyerek, kısa sürede Enver – Talat – Cemal troykasının dikkate almak zorunda kaldığı bir iktidar odağı olmuştu. Bu durum, onun, 1912’de Cemiyet’in beyni ve kalbi denilebilecek merkezi umumisine seçilmesine yol açacak, başta ticaret olmak üzere, ekonominin her branşına dair olan yatkınlığıyla da, partisinin milli İktisat politikası çerçevesinde, yabancı sermayeyle Osmanlının gayrimüslim unsurlarının iktisattaki etkilerini kırarak, Türk ve Müslüman bir sermayedar kesimi yaratmak adına hummalı bir mesaiye girişmesini sağlayacaktı. Mütarekede, Kara Vasıf’la Karakol Cemiyetini Kurarak İstiklâl Harbi’ne büyük destek veren ve ne yazık ki, Gazi’yi alaşağı ederek Cemiyeti iktidara taşıma saplantısından bir türlü kurtulamayan Kara Kemal, 14 Haziran 1926’da, yurt gezisindeki Reisicumhur’a İzmir’de suikast plânlamış, tertip açığa çıkınca kaçmış, 13 Temmuz’da İstiklâl Mahkemesince gıyabında idama mahkûm edilmiştir. 27 Temmuz 1926’da, Cerrahpaşa’da kuşatılınca intihar eden Ahmed Kemal, bazılarıyla problemler yaşadığı, arasında Ahmet Emin Yalman, Burhan Felek, Ahmet Ağaoğlu, Aka Gündüz’ün de olduğu çok sayıdaki çağdaşı tarafından nezaket sahibi, terbiyeli, itidalli, derviş tabiatlı, idealist, mantıklı, dünya meselelerini yakından izleyip çok düşünen, az ve öz konuşan münevver bir stratejist, muhatabına 

daima ümit ve teselli vererek moralize eden şeyh edalı bir önder, bir lokma – bir hırka – bir seccadeden oluşan maddiyatı dışlamış karakteriyle rüşvet – yolsuzluk – karaborsa düzenin azimli düşmanı, gelirini ihtiyaç sahipleriyle paylaşan merhametli bir yardımsever şeklinde tanımlanacak; rejim muhaliflerince de, Kemal Tahir’in Kurt Kanunu romanındaki alternatif tarih anlatısı çerçevesinde aklanacaktı. Tarihçi Alperen Gökçe’nin kaleme aldığı, alanının en kapsamlı monografisi olan İttihat ve Terakki’nin Küçük Efendisi Kara Kemal – Hayatı ve Milli İktisat Mücadelesi kitabı, Atatürk Ansiklopedisi’nde yer alan Tuncay Öğün imzalı Kara Kemal Maddesi, cihanharbi.com sitesinde yer alan Somer Alp tarafından yazılmış İttihatçıların Kara Kutusu: İaşe Nazırı Ahmed Kemal Bey makalesi kaynakçamız, konuda derinleşmek isteyene de okuma tavsiyelerimizdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.